gul_i rana
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2007
- Mesajlar
- 979
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Gerçek bir çocukluğu yaşamak ancak senin gibi bir çocukla geçireceğin çocuksu zamanlarla mümkündür. Hele bir de o çocukluğunu yaşadığın kişi kardeşin olursa ve yaşadıkların acı tatlı hatıralarla dolu ise, izleri bir ömür boyu kalır sende. Yaşıtlarınla birkaç saat oyundan sonra eve geldiğinde, bir şeylerini paylaştığın birisi yoksa eğer, sabah bir türlü gelmez o gece. İşte bir kardeşle hem kardeşlik hem de çocukluk geçirmenin tarifi, onları yaşabildiğin kadarıyladır bence.
Benden 4 yaş küçük bir kız kardeşim vardı adı Bedia.. Yaşıtım değildi ama ikimiz de çocuktuk sonuçta. Ve ikimizin de paylaşacak çok şeyi vardı bu küçük dünyamızda.
Tek gözlü odada kalırdık. Sırt sırta yaşamanın ne demek olduğunu hissettiğimiz ve her şeyi içine alan, belki de eksiği olmayan dopdolu bir evin odasıydı çocukluğumuzun geçtiği yer. Tek sofranın, tek yemeğin, tek büyüğün sözünün geçtiği ve tek yürek olduğumuz sıcacık bir yuva.
Haldaşımdı, kardeşimdi ve arkadaşımdı o olgun çocuk. Tek göz bu odada yataklarımız da yan yana seriliydi onunla. Çok kez beraber uyanır, beraber su ister, beraber korkardık rüzgarlı ve şimşekli gecelerin ortasında. Hatta çocuklarla özdeşmiş kızamık hastalığını da beraber geçirmiştik onunla. Pembe yorgan altında o, yeşil yorgan altında ben.
Onunla geçen günlerim hem çocukluk hem de olgunluk dönemidir benim için . Daha 7 yaşlarında tutulduğu amansız kalp hastalığı neticesi verdiği mücadele esnasında bile, umudunu yitirmeden umut aşılıyordu bize o duruşuyla.
Hiç unutamayacağım bir günü daha yaşamıştım onunla. Bir yıl sonu karnesi zamanıydı. Karnemi alacağım günün akşamında konuşmuştuk uzun uzadıya, ne hayaller kurulmuş ve umudlar serilmişti gecenin bağrına….
Hastalığından dolayı okula başlayamamıştı ama okumayı sökmüştü kendi kendine. Hastalığının onun okumasına engel olmayacağını ve gerekirse dışarıdan okulu bitireceğini söylerdi hep. Bu gece de, güzel hayallerini sıralamıştı benim için. Ötelere mübtela ve umud dolu bir çocuk hayalinin yanında, iyi niyet ve nasihatlerle bezenmiş bir abla duası da dökülüyordu dilinden.
“Yarın karne günü dört gözle bekleyeceğim abi” diyerek vedalaştık o gece…
Zaten hastalığı da git gide yoruyordu o küçük kalbini. Geceleri sırt üstü veya yüz üstü rahat uyuyamıyor, dizlerinin bükerek ve başının altına yastık koyarak rahatlamaya çalışıyordu. Yastıkların yetmediği yerde yastık olurdum sırtımla. Yüreğinin düştüğü yerde koyardı sanki başını sırtıma ve kalbinin olağandışı atışları hissedilirdi tüm bedenimde. Bir yürek hikâyesini dinlerdim gece boyunca. Bir inanmış kalp ve bir teslimiyet fısıltısı….
Karneyi alıp eve koşmaya başladım Bedia için. Artık sadece kendim için düşünmüyordum bir çok şeyi. O gülünce inşirah buluyordu kalbim. Onun sancılarını bir an olsun dindirmek ve yüzünü güldürmek bile bana tarifi imkânsız sevinç kaynağı oluyordu.
Sokağımıza gelmiştim artık, yokuştan yukarı doğru baktığımda kapının önünde Bedia’yı gördüm duvara tek eliyle yaslanmış vaziyette öylece. Uzaktan gelecek müjdeyi bekleyen bir yarı bitkin edası vardı onda. Belki sancılarına rağmen gelmişti sokağa tutuna tutuna. Ben adımlarımı hızlandırarak ona doğru koştum ve elimdeki karnem ile teşekkür belgesini ona uzattım. O anı yaşatan Rabbime şükürler olsun ki, bu kadar Sevinçli ve mutlu olduğunu görmek nasip oldu dünya gözüyle. O ne sevinç ve o ne çığlık Allah’ım! Sanki hiç hastalanmamış ve sanki hiç ağrısı yokmuş gibi atıldı üzerime ve başladı sarılmaya.
Dayanamadım bu sevincine, mutluluk gözyaşlarına karıştı benim gözyaşlarım. O gün belki hayatımın en önemli karnesini ve teşekkür belgesini almıştım. Onun acısını dindirecek, sevincine sevinç katacak her ne var ise kaf dağında bile olsa gidip alabilecek durumdaydım.
Ve şimdilerde ise, onun o bakiye müteveccih yüreğinin şefaatçisi olmak umuduyla yad ediyorum onu, meleklerin arasına bir melek daha katan Rabbimden rahmet dileyerek anıyorum o güzel olgun çocuğu……
:A:A:A