gul_sevgiliye
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 23 Kas 2006
- Mesajlar
- 129
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Bu cihan köşküne nice güzeller, nice sultanlar, nice veliler ve nice insanlar gelip gitmiştir. Gelmek ve gitmek, insanın kendi elinde de değildir. İlâhi kudret, insanın mekandan mekana aktarır durur.
Zerâre Hazretleri de bu cihana geldi ve buradan ötelere sefer etti. Ama onun seferi bir başka sefer...
Bir gece sabahlara kadar ibadet etmişti. Seher çağı yine namaz kılıyordu. Dilinde Allah’ın kelamı nâme nâme çağlıyordu. Sıra:
“- Boruya üfürüldüğü vakit!”
Ayetine gelmişti. Bu ayet-i celileyi okudu, okudu ama, ruhuna da yaman bir ateş düştü ve hemen kendinden geçti. Az sonra da temiz ruhunu Rahmân’ın elçisine teslim ediverdi.
Öyle ki, Kıyamet’in dehşeti onun yüreğini parçalayıvermişti. Evet: Bilenle bilmeyen bir olur mu?... Dünya’da o kadar ibret alınacak hâdiseler var ki, artık ben ne diyeyim? Fakat ibret alanlar az... Şu yaradılışı büyük çocuğun işleri de ibret alınacak işlerden... Şöyle:
Muhammed isminde bir çocuk vardı. İsmi gibi işi de, kendi de güzeldi. Geceler boyu ibadet eder, gözünün yaşı hiç kurumazdı. Gözyaşı olan yere rahmet iner... Acıyana acırlar, merhamet edene, merhamet ederler...
Annesi de onun bu ağlayıp inleyişine acıdı ve:
- Ey benim yavrum, dedi. Ben, seni küçüklüğünde ve büyüklüğünde iyi ve temiz tanırım. Nedir, gece gündüz ibadete sarılıp sanki bir günah işlemiş gibi kendini helak ediyorsun? Bu n,ce bir ağlayıştır? Ağlama, Rabbinin rahmetinden ümitli ol...
Annesinin bu sözleri genç adam büsbütün kederlendi. Islak gözlerle ona nazar edip dedi ki:
- Ey benim annem! Ben bir kusur işleyip de Rabbimin bana darılıp azap etmiyeceğinden nasıl emin olabilirim? Ecel benim kapıma asker göndermeden hatalarımı düzeltmeye çalışıyorum. Cenab-ı Hakk’ın eşiğinde âcizlik, miskinlik göstermek benim için daha uygundur. Çünkü ben O’nun kuluyum ve benim başka gidecek kapım yok. Kim O’nun dergahından yüz çevirirse kendisine bir dost ve yardımcı bulamaz...
İşte Allah-u Teala’nın kalbini hikmet nuru ile doldurduğu bir kul... Çocuk ama, aklı büyük...
Zerâre Hazretleri de bu cihana geldi ve buradan ötelere sefer etti. Ama onun seferi bir başka sefer...
Bir gece sabahlara kadar ibadet etmişti. Seher çağı yine namaz kılıyordu. Dilinde Allah’ın kelamı nâme nâme çağlıyordu. Sıra:
“- Boruya üfürüldüğü vakit!”
Ayetine gelmişti. Bu ayet-i celileyi okudu, okudu ama, ruhuna da yaman bir ateş düştü ve hemen kendinden geçti. Az sonra da temiz ruhunu Rahmân’ın elçisine teslim ediverdi.
Öyle ki, Kıyamet’in dehşeti onun yüreğini parçalayıvermişti. Evet: Bilenle bilmeyen bir olur mu?... Dünya’da o kadar ibret alınacak hâdiseler var ki, artık ben ne diyeyim? Fakat ibret alanlar az... Şu yaradılışı büyük çocuğun işleri de ibret alınacak işlerden... Şöyle:
Muhammed isminde bir çocuk vardı. İsmi gibi işi de, kendi de güzeldi. Geceler boyu ibadet eder, gözünün yaşı hiç kurumazdı. Gözyaşı olan yere rahmet iner... Acıyana acırlar, merhamet edene, merhamet ederler...
Annesi de onun bu ağlayıp inleyişine acıdı ve:
- Ey benim yavrum, dedi. Ben, seni küçüklüğünde ve büyüklüğünde iyi ve temiz tanırım. Nedir, gece gündüz ibadete sarılıp sanki bir günah işlemiş gibi kendini helak ediyorsun? Bu n,ce bir ağlayıştır? Ağlama, Rabbinin rahmetinden ümitli ol...
Annesinin bu sözleri genç adam büsbütün kederlendi. Islak gözlerle ona nazar edip dedi ki:
- Ey benim annem! Ben bir kusur işleyip de Rabbimin bana darılıp azap etmiyeceğinden nasıl emin olabilirim? Ecel benim kapıma asker göndermeden hatalarımı düzeltmeye çalışıyorum. Cenab-ı Hakk’ın eşiğinde âcizlik, miskinlik göstermek benim için daha uygundur. Çünkü ben O’nun kuluyum ve benim başka gidecek kapım yok. Kim O’nun dergahından yüz çevirirse kendisine bir dost ve yardımcı bulamaz...
İşte Allah-u Teala’nın kalbini hikmet nuru ile doldurduğu bir kul... Çocuk ama, aklı büyük...