DiLaRa_I NuR
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 27 Eyl 2009
- Mesajlar
- 2,576
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
ÖĞRENME TİPİNİZİ TANIYOR MUSUNUZ ?
İnsan beyni doğumdan önce kalıtımsal faktörlerin etkisiyle belirli bir biçim alır. Doğum sonrasındaki ilk üç ay içinde de, dış uyaranların etkisiyle hücreler çoğalır ve birbirleriyle birçok bağlantılar kurar. Sonra da, bu biçimde kurulan beyin ağı, artık ömrün sonuna dek değişmeden ve aynı biçimini koruyarak kalır. Herkeste, aldığı dış uyaranların farklılığı nedeniyle, daha bir değişik kurulan beyin ağı, bizlerin öğrenme, düşünme ve hatırlama süreçlerini biçimlendiren bir ana model olma özelliğini taşır. Bu yüzden tüm insanların,hatta tüm canlıların beyinlerinde, bir "düşünce modeli"nin varlığından söz edebiliriz.
BEYİN AĞLARININ KURULUŞUNDAKI FARKLILIKLAR DAHA İLK ANDA BAŞLAR
Bu konuda Münih´te bir araştırma yapılmış, Pasing bölgesinde oturan, gelir düzeyleri, kültürleri ve yaşları birbirine yakın aileler arasında anket formları dağıtılmış. Bu ankette sorulan sorular Şöyle: İlk üç ay içinde, bebek ne kadar bir süre annesiyle tensel bir yakınlık içinde olmuştur? Bebek ne kadar süre emzirilmiştir? Uyku halinde ya da uyanık olarak bebek, ne kadar ana-babasının yanıbaşında kalmıştır? Günde kaç kere bebekle oynanmıştır? Bir hafta içinde bebek kimlerle yakın ilişki içinde olmuştur? Bebek açık havaya ne kadar çıkarılmıştır? Sıkça duyduğu gürültüler ve kokular var mıdır; onlara karşı bebeğin tepkisi nasıl olmaktadır? İçinde bulunduğu çevre tek ve düz hatlı çizgilerden mi yoksa çok çeşitli formlardan mı oluşmaktadır?
Anket sonuçlarına göre ortaya çıkan "Ortalama Pasing/Münih´li bir bebek" Şu özelliklere sahiptir: İlk üç ay içerisinde her gün bir saatten fazla annesi ile bedensel temas halinde kalmaktadır; iki üç ay emzirilmektedir; genellikle büyüklerden ayrı bir odada bulunmaktadır; kendisiyle günde birkaç saat konu konuşulmakta, yarım saat kadar da oynanmaktadır. Haftada iki-dört kişiyle kontak kurmakta ve çoğunlukla kucakta taşınmaktadır. Tüm bunlar normal görünüyor.
Ancak, bebekten bebeğe değişen şartları, oranlar halinde incelersek çıkan sonuçların,nasıl farklı olduğu daha net olarak ortaya çıkar. Örneğin bebeklerden % 35´i annesiyle günde yarım saat bedensel bir yakınlık içine girmekte, %.65´inde ise bu süre daha fazla olmaktadır. Anne-babasıyla aynı odada kalan çocukların oranı % 46, ayrı odada kalanların ise % 54´dür. Bebeklerin tanıdıkları sesler, % 52 oranında insan sesi % 29 mekanik sesler ve % 12 müziktir % 7 oranındaki bebekler ise, her sese eşit duyarlılık göstermektedirler.
Özetle "ortalama bebek" tanımına uygun bir kombinasyon çizen bebek pek yoktur. Değerler, bir uçtan diğerine, farklı biçimde yayılmıştır. Birbirine çok benzeyen aileler arasında ve dar bir çevrede yapılan bu araştırma, bebeklerin beyinlerini etkileyen dış koşulların ne denli farklı olduğunu ortaya koymuştur. Geleceğin büyükleri olan bu bebeklerin beyinleri, şöyle benzer bir çevrede bile böylesine değişiklikler gösterdiğine göre, , kültürler ve halklar arasında ne kadar farklılıklar oluşacağı ortadadır.
Düşünce modelleri olarak adlandırdığımız beynin sinirsel ağı, yapısal olarak doğumdan sonraki ilk üç ay içinde belirleniyor. Bunun oluşumunda da algılanan dış çevrenin etkisi var. Afrika´da doğan bir bebek için bu dış çevreyi şöyle tanımlayabiliriz: Kara ten, sıcaklık, yuvarlak formlar, doğa, toprak kokusu, dallar, yapraklar, güneş, kuş sesleri, hareket, ter kokusu, yumuşak anne derisi. Annesinin sırtında bütün hareketleri onunla birlikte yapar ve hisseder. Afrikalı bir bebeğin beyin formasyonu bu tür dış koşullar ile belirlenmektedir.
Batı ülkeleri bebekleri ise bambaşka bir dış çevre içindedirler. Genellikle anneden ayrı, olayları uzaktan sesler ve görüntüler olarak algılar. Duyup, gördükleri, Afrika doğumlulara oranla çok farklıdır. Bu nedenle nöronlar arasındaki gelişme ve bağlantılar değişik yerlerde yoğunlaşmaktadır. Kısaca ana düşünce modelleri, yani beynin sinirsel ağının ana yapısı ve kuruluşu da oldukça farklı olmaktadır. Belki bu nedenle, Batı dünyası soyut bilimsel düşünceye daha yakın olurken, Afrika ya da Hindistan´da gelişen bir çok kültürün, yaşamı kavrayışı ve onu algılayışı çok daha başka olmaktadır.
İnsan beyni doğumdan önce kalıtımsal faktörlerin etkisiyle belirli bir biçim alır. Doğum sonrasındaki ilk üç ay içinde de, dış uyaranların etkisiyle hücreler çoğalır ve birbirleriyle birçok bağlantılar kurar. Sonra da, bu biçimde kurulan beyin ağı, artık ömrün sonuna dek değişmeden ve aynı biçimini koruyarak kalır. Herkeste, aldığı dış uyaranların farklılığı nedeniyle, daha bir değişik kurulan beyin ağı, bizlerin öğrenme, düşünme ve hatırlama süreçlerini biçimlendiren bir ana model olma özelliğini taşır. Bu yüzden tüm insanların,hatta tüm canlıların beyinlerinde, bir "düşünce modeli"nin varlığından söz edebiliriz.
BEYİN AĞLARININ KURULUŞUNDAKI FARKLILIKLAR DAHA İLK ANDA BAŞLAR
Bu konuda Münih´te bir araştırma yapılmış, Pasing bölgesinde oturan, gelir düzeyleri, kültürleri ve yaşları birbirine yakın aileler arasında anket formları dağıtılmış. Bu ankette sorulan sorular Şöyle: İlk üç ay içinde, bebek ne kadar bir süre annesiyle tensel bir yakınlık içinde olmuştur? Bebek ne kadar süre emzirilmiştir? Uyku halinde ya da uyanık olarak bebek, ne kadar ana-babasının yanıbaşında kalmıştır? Günde kaç kere bebekle oynanmıştır? Bir hafta içinde bebek kimlerle yakın ilişki içinde olmuştur? Bebek açık havaya ne kadar çıkarılmıştır? Sıkça duyduğu gürültüler ve kokular var mıdır; onlara karşı bebeğin tepkisi nasıl olmaktadır? İçinde bulunduğu çevre tek ve düz hatlı çizgilerden mi yoksa çok çeşitli formlardan mı oluşmaktadır?
Anket sonuçlarına göre ortaya çıkan "Ortalama Pasing/Münih´li bir bebek" Şu özelliklere sahiptir: İlk üç ay içerisinde her gün bir saatten fazla annesi ile bedensel temas halinde kalmaktadır; iki üç ay emzirilmektedir; genellikle büyüklerden ayrı bir odada bulunmaktadır; kendisiyle günde birkaç saat konu konuşulmakta, yarım saat kadar da oynanmaktadır. Haftada iki-dört kişiyle kontak kurmakta ve çoğunlukla kucakta taşınmaktadır. Tüm bunlar normal görünüyor.
Ancak, bebekten bebeğe değişen şartları, oranlar halinde incelersek çıkan sonuçların,nasıl farklı olduğu daha net olarak ortaya çıkar. Örneğin bebeklerden % 35´i annesiyle günde yarım saat bedensel bir yakınlık içine girmekte, %.65´inde ise bu süre daha fazla olmaktadır. Anne-babasıyla aynı odada kalan çocukların oranı % 46, ayrı odada kalanların ise % 54´dür. Bebeklerin tanıdıkları sesler, % 52 oranında insan sesi % 29 mekanik sesler ve % 12 müziktir % 7 oranındaki bebekler ise, her sese eşit duyarlılık göstermektedirler.
Özetle "ortalama bebek" tanımına uygun bir kombinasyon çizen bebek pek yoktur. Değerler, bir uçtan diğerine, farklı biçimde yayılmıştır. Birbirine çok benzeyen aileler arasında ve dar bir çevrede yapılan bu araştırma, bebeklerin beyinlerini etkileyen dış koşulların ne denli farklı olduğunu ortaya koymuştur. Geleceğin büyükleri olan bu bebeklerin beyinleri, şöyle benzer bir çevrede bile böylesine değişiklikler gösterdiğine göre, , kültürler ve halklar arasında ne kadar farklılıklar oluşacağı ortadadır.
Düşünce modelleri olarak adlandırdığımız beynin sinirsel ağı, yapısal olarak doğumdan sonraki ilk üç ay içinde belirleniyor. Bunun oluşumunda da algılanan dış çevrenin etkisi var. Afrika´da doğan bir bebek için bu dış çevreyi şöyle tanımlayabiliriz: Kara ten, sıcaklık, yuvarlak formlar, doğa, toprak kokusu, dallar, yapraklar, güneş, kuş sesleri, hareket, ter kokusu, yumuşak anne derisi. Annesinin sırtında bütün hareketleri onunla birlikte yapar ve hisseder. Afrikalı bir bebeğin beyin formasyonu bu tür dış koşullar ile belirlenmektedir.
Batı ülkeleri bebekleri ise bambaşka bir dış çevre içindedirler. Genellikle anneden ayrı, olayları uzaktan sesler ve görüntüler olarak algılar. Duyup, gördükleri, Afrika doğumlulara oranla çok farklıdır. Bu nedenle nöronlar arasındaki gelişme ve bağlantılar değişik yerlerde yoğunlaşmaktadır. Kısaca ana düşünce modelleri, yani beynin sinirsel ağının ana yapısı ve kuruluşu da oldukça farklı olmaktadır. Belki bu nedenle, Batı dünyası soyut bilimsel düşünceye daha yakın olurken, Afrika ya da Hindistan´da gelişen bir çok kültürün, yaşamı kavrayışı ve onu algılayışı çok daha başka olmaktadır.