Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Bir zamanlar küçüktüm,kendimi tanımaya başladığımda,gün batımından sonra,sokaklara çıkan kadınların yanında,
mahallenin çocuklarıyle saklambaç oynardık.
Kararan havaya inat,yüreklerin aydınlandığı sıcak sohbet ortamlarında,herkesin dertleştiği zamanlarda,
küçük çocuklarınsa yürekten oynadığı anlarda,
birinin gözlerini yumup duvara yaslandığında,diğerlerinin çil yavrusu gibi kaçıştığı günlerde,
dostça kardeşçe oynamanın dayanılmaz cazibesini ve sıcaklığını öğrendim.
Bütün akranlarımla bir, geniş mahalle meydanında küçük mütevazi evlerin arasında,
sokak aralarında kan ter içinde koşturmanın sonrada yeşil çimenlerin üstüne sere serpe uzanmanın bir daha
elde edilemeyecek bir haz olduğunu öğrendim.
Yalansız riyasız yakınlıkla küçük yüreklerimizin birbirini saran kutlu kollarının evreni bile kuşatacak kadar geniş olduğunu öğrendim.
Bir akşam yine oyun oynarken,”saklambaç”, “birden bir”, “yağ satarım bal satarım”, “bezirgan başı”,
oyunlarında,yenildikten sonra ebe olmanın çocukça ezilmişliğini öğrendim.
Komşu çocuğuyla oynarken,elimizdeki bir dilim ekmeği,bir ağaç dibine oturup,
zeytinle paylaşmanın ne kadar güzel bir ulvi paylaşım olduğunu öğrendim.
Hayatın olumlu ve olumsuz getirileriyle büyüyen bedenimizin ve ruhumuzun zamanın
geçişine ne kadar dayanamaz olduğunu
asla engel olunamayacak akışı karşısında insanında eridiğini öğrendim.
Zamanla büyüdüm,ve bir zamanlar benim gibi olan şimdiki çocukları gördüm,oyundan uzak sevgiden uzak
sanal dostlukların esir aldığı,bizim zamanımızın kutsi havasından
uzak yaşamlarında ne kadar çok şey kaybettiklerini öğrendim.
Ve ben büyümeye devam ettim,bir gün okula gittim.
Hiç tanımadığım benden büyük insanların benim hayatıma ben istemesem de,ben başka düşünsem de,
düşünceme ters olsa da,bana yön vermek istediklerini öğrendim.
İlk derse girdiğimizde,ilk imtihan olduğumuzda,ilk sonuçlar geldiğinde,
zayıf almanın boyun büken mahcubiyetini öğrendim.
Zaman geçti biraz daha büyüdüm,umutlarım oldu hayallerim oldu,
bazen çocukça bazen bir yetişkin gibi;her şeyin mükemmel olmasını beklerken istediğin gibi olamayacağını öğrendim.
Bir gün yeni yetme çağımda çok sevdiklerimin de,candan sandıklarımın da,
ellerimi uzattığımda tutmadıklarını hatta tutamayacaklarını,beni günü birlik çıkarlarına feda ettiklerini öğrendim.
Kendime ait değerlerle yaşamak için ne kadar azmetsem de,mücadele etsem de,
hayata dair acemiliklerimin tecrübeden uzak yönünün
bana anlamadığım oyunlar ettiğini hayatın beni çok kolay aldattığını öğrendim.
Sadece “ben” odaklı beyinlerin sevgiden uzak tavrıyle,yalan gülüşlerinin arkasında ki,sahte yüzlerin varlığını öğrendim.
Yüzüme gülenlerin,aslında arkamdan eğlenmek için sermaye biriktirdiklerini,
arkamı döndüğümde benden nefret eden tavırlarını,gözlerindeki riyakar bakışlarından öğrendim.
Bütün varlığıyle dünyaya meydan okur gibi dolaşanların,en yakınlarının yokluk ve sefalet içinde gezerler iken,
kendilerinin ebede uzak,Hakka isyan birikimleri edindiklerini öğrendim.
Kalabalık şehirlerde,caddelerde,evlerle dolu sitelerde,herkesin kapısını kapatınca yalnız yaşadığını öğrendim.
Nice ihtişamın hakim olduğu ülkelerde,
gönüllerde,servete eş değer malikanelerde,ultra lüks yaşam tarzlarında,gönüllerde huzurun olmadığını öğrendim.
Dünyaya ait servetin adaletsizce dağıtılırken,zamane
Karunlarının mahzun mahcup kimsesiz yetimlerin haklarıyle büyüdüklerini,kursaklarındaki lokmaya
göz diktiklerini öğrendim.
Aslında,inandım diyenlerinde,iman ettim diyenlerinde,dünyaya ait engel olunamaz hırslarının varlığını öğrendim.
İnandığını söyleyen varlık sahiplerinin de,servete köle olan hayatlarında,
imanlarının emrettiğinin aksine yaşayabildiklerini öğrendim.
Kaç günlerce ekmek davasına, helal rızık davasına el açan,vakarlı bir o kadar da onurlu fakirhanelerin olduğunu,
fakirliklerine inat Rabbe teslimiyetle mutmain yüreklerin varlığını öğrendim.
Bir gün nice varlık içinde yaşarken bütün varlığının kendisini ölümden kurtaramadığı,
kabre giderken de varlığından hiçbir şey götüremediği zamane karunlarının varlığını öğrendim.
İlk kez bir sabah namazına kalkmıştım,
“Namaz uykudan hayırlıdır”
diyen nidanın ardından,tarifi imkansız duyguların yaşandığı ulvi atmosferin insanı kuşatan
efsunlu yanını öğrendim.
İlk kez elime Kitabımızı aldığımda,sure sure,ayet ayet kula, kulluğunu yaşaması gerektiğinin anlatıldığını öğrendim.
Bir gün her şeyin yalan olacağını,yok olacağını,kimsenin ölümden kurtulamayacağını,
ne kadar güçlü olursa olsun,
ne kadar zengin olursa olsun yok olup gideceğini,yok olup gidenleri görünce öğrendim.
Aslında dünyaya ait özencin bir hiç olduğunu,asıl yurdun ahret olduğunu,
gidenlerin bir daha gelmeyeceğini,gidenlerin gelmediğini görünce öğrendim.
Ne kadar yazarsam yazayım,
öğrenileceklerin çokluğunu yazdığım halde bitiremeyeceğimi anlayınca öğrendim.
Yakup DÖĞER
mahallenin çocuklarıyle saklambaç oynardık.
Kararan havaya inat,yüreklerin aydınlandığı sıcak sohbet ortamlarında,herkesin dertleştiği zamanlarda,
küçük çocuklarınsa yürekten oynadığı anlarda,
birinin gözlerini yumup duvara yaslandığında,diğerlerinin çil yavrusu gibi kaçıştığı günlerde,
dostça kardeşçe oynamanın dayanılmaz cazibesini ve sıcaklığını öğrendim.
Bütün akranlarımla bir, geniş mahalle meydanında küçük mütevazi evlerin arasında,
sokak aralarında kan ter içinde koşturmanın sonrada yeşil çimenlerin üstüne sere serpe uzanmanın bir daha
elde edilemeyecek bir haz olduğunu öğrendim.
Yalansız riyasız yakınlıkla küçük yüreklerimizin birbirini saran kutlu kollarının evreni bile kuşatacak kadar geniş olduğunu öğrendim.
Bir akşam yine oyun oynarken,”saklambaç”, “birden bir”, “yağ satarım bal satarım”, “bezirgan başı”,
oyunlarında,yenildikten sonra ebe olmanın çocukça ezilmişliğini öğrendim.
Komşu çocuğuyla oynarken,elimizdeki bir dilim ekmeği,bir ağaç dibine oturup,
zeytinle paylaşmanın ne kadar güzel bir ulvi paylaşım olduğunu öğrendim.
Hayatın olumlu ve olumsuz getirileriyle büyüyen bedenimizin ve ruhumuzun zamanın
geçişine ne kadar dayanamaz olduğunu
asla engel olunamayacak akışı karşısında insanında eridiğini öğrendim.
Zamanla büyüdüm,ve bir zamanlar benim gibi olan şimdiki çocukları gördüm,oyundan uzak sevgiden uzak
sanal dostlukların esir aldığı,bizim zamanımızın kutsi havasından
uzak yaşamlarında ne kadar çok şey kaybettiklerini öğrendim.
Ve ben büyümeye devam ettim,bir gün okula gittim.
Hiç tanımadığım benden büyük insanların benim hayatıma ben istemesem de,ben başka düşünsem de,
düşünceme ters olsa da,bana yön vermek istediklerini öğrendim.
İlk derse girdiğimizde,ilk imtihan olduğumuzda,ilk sonuçlar geldiğinde,
zayıf almanın boyun büken mahcubiyetini öğrendim.
Zaman geçti biraz daha büyüdüm,umutlarım oldu hayallerim oldu,
bazen çocukça bazen bir yetişkin gibi;her şeyin mükemmel olmasını beklerken istediğin gibi olamayacağını öğrendim.
Bir gün yeni yetme çağımda çok sevdiklerimin de,candan sandıklarımın da,
ellerimi uzattığımda tutmadıklarını hatta tutamayacaklarını,beni günü birlik çıkarlarına feda ettiklerini öğrendim.
Kendime ait değerlerle yaşamak için ne kadar azmetsem de,mücadele etsem de,
hayata dair acemiliklerimin tecrübeden uzak yönünün
bana anlamadığım oyunlar ettiğini hayatın beni çok kolay aldattığını öğrendim.
Sadece “ben” odaklı beyinlerin sevgiden uzak tavrıyle,yalan gülüşlerinin arkasında ki,sahte yüzlerin varlığını öğrendim.
Yüzüme gülenlerin,aslında arkamdan eğlenmek için sermaye biriktirdiklerini,
arkamı döndüğümde benden nefret eden tavırlarını,gözlerindeki riyakar bakışlarından öğrendim.
Bütün varlığıyle dünyaya meydan okur gibi dolaşanların,en yakınlarının yokluk ve sefalet içinde gezerler iken,
kendilerinin ebede uzak,Hakka isyan birikimleri edindiklerini öğrendim.
Kalabalık şehirlerde,caddelerde,evlerle dolu sitelerde,herkesin kapısını kapatınca yalnız yaşadığını öğrendim.
Nice ihtişamın hakim olduğu ülkelerde,
gönüllerde,servete eş değer malikanelerde,ultra lüks yaşam tarzlarında,gönüllerde huzurun olmadığını öğrendim.
Dünyaya ait servetin adaletsizce dağıtılırken,zamane
Karunlarının mahzun mahcup kimsesiz yetimlerin haklarıyle büyüdüklerini,kursaklarındaki lokmaya
göz diktiklerini öğrendim.
Aslında,inandım diyenlerinde,iman ettim diyenlerinde,dünyaya ait engel olunamaz hırslarının varlığını öğrendim.
İnandığını söyleyen varlık sahiplerinin de,servete köle olan hayatlarında,
imanlarının emrettiğinin aksine yaşayabildiklerini öğrendim.
Kaç günlerce ekmek davasına, helal rızık davasına el açan,vakarlı bir o kadar da onurlu fakirhanelerin olduğunu,
fakirliklerine inat Rabbe teslimiyetle mutmain yüreklerin varlığını öğrendim.
Bir gün nice varlık içinde yaşarken bütün varlığının kendisini ölümden kurtaramadığı,
kabre giderken de varlığından hiçbir şey götüremediği zamane karunlarının varlığını öğrendim.
İlk kez bir sabah namazına kalkmıştım,
“Namaz uykudan hayırlıdır”
diyen nidanın ardından,tarifi imkansız duyguların yaşandığı ulvi atmosferin insanı kuşatan
efsunlu yanını öğrendim.
İlk kez elime Kitabımızı aldığımda,sure sure,ayet ayet kula, kulluğunu yaşaması gerektiğinin anlatıldığını öğrendim.
Bir gün her şeyin yalan olacağını,yok olacağını,kimsenin ölümden kurtulamayacağını,
ne kadar güçlü olursa olsun,
ne kadar zengin olursa olsun yok olup gideceğini,yok olup gidenleri görünce öğrendim.
Aslında dünyaya ait özencin bir hiç olduğunu,asıl yurdun ahret olduğunu,
gidenlerin bir daha gelmeyeceğini,gidenlerin gelmediğini görünce öğrendim.
Ne kadar yazarsam yazayım,
öğrenileceklerin çokluğunu yazdığım halde bitiremeyeceğimi anlayınca öğrendim.
Yakup DÖĞER