aliye_aliye
Altın Üye
- Katılım
- 25 Eki 2006
- Mesajlar
- 16,828
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 38
- Konum
- ~* پایتخت آن بهشت *~
- Web Sitesi
- www.fizikist.com
Hazreti İbrahim (a.s)'a atfedilen bir kıssada;
Hazreti İbrahim kunut yaparak secdelerini uzattığında etrafındakilerden bir kısım insan; "Ya İbrahim hiçbir yerde secdedeki kadar uzun durmuyorsun, nedir seni bu denli secdede tutan?" diye sormuşlar. Hazreti İbrahim de cevaben; "Bazı açıklamalar yaptıktan sonra, bunu anlatmaya çalışsam da tam manasıyla anlatamam... Yaşanması gerek.. Tatsanız siz de kalkamazdınız" demiş. Bunun üzerine etrafındakiler biraz da dalga geçerek: ''Hadi biz de seni taklit edelim.'' diye namaza durmuşlar. Maksatları, ''Namaz sonrasında bahsettiğin gibi birşey hissetmedik.'' diyerek, Hazreti İbrahim'i sözde zor durumda bırakmak... Birlikte secdeye varmışlar. Hazreti İbrahim secdede Allahu Tealaya; "Ya Rabbi arkamda 3 kulun daha var, bunların bedenlerine ben bir şekilde secde ettirdim, ama ruhları benim elimde değil, kalplerine ben secde ettiremem. Şu anda benim gibi senin huzurunda secdedeler. Rabbim ne olur, ruhlarına da Sen secde ettir" diye niyazlanır. Cenab-ı Hak da onlara hidayet eder. Elbette bu bir rivayettir, ama inanıyoruz ki; kalplerimiz Allah'ın elindedir. Lakin Rahman c.c'nin bizim hidayetimizi, ihlasımızı, ihsanımızı ziyadeleştirmesi için her daim fiili ve kavli dualara muhtacız. Oruç da bunlardan biri.
Her Ramazan, ilk lutfedildiği yılki kadar feyz potansiyelini beraberinde getirse de, uğradığı diyarlardaki insanların her biri, kendi yürek çapına göre bu feyzden istifade ederler... Her dönemde şu an içinde bulunduğumuz çağın girift problemleri farklı tezahür ve dozlarda mevcuttur... Bilincin ve samimiyetin ziyadeleşmesi veya azalması, beşerin olduğu her yerde bir manevi mücadele olarak ağırlığını korumaya devam ediyor... Lakin günümüzde müslümanlar olarak aklımızı, ufkumuzu modern kuşatmalardan yalıtarak Kuran'ı tefekkür edemeyişimiz nedeniyle; hayatı ve ibadetleri tefekkürümüz de, günden güne daha da köreliyor. Ondandır ki birçoklarımız, geçmiş Ramazanlardan dem vuruyoruz... Zannımca bizim özlemle yad ettiğimiz Ramazanlarda da, başkaları geçmiş Ramazanları hasretle yad etmekteydiler.
İnsanoğlu attığı her adımda bir tercih yapıyor, sürekli ölçüp tartıyor, seçimlerini neye göre yapacağına dair sürekli sınanıyor, sürekli nefsinin taarruzlarıyla yüzleşme ve mücadele içinde... İbadetlerimiz tenimizden tinimize nüfus edemiyor çoğunlukla. Adeta tenimize hapsoluyor. Tefekkürden, ihsandan uzaklaştığımız ve araçların amaç olduğu bu dünya; tenimizle tinimiz arasına görünmez duvarlar örüyor... Bir tarafta samimiyetten yoksun harekete indirgenmişlikler... Diğer tarafta kalplerin temizliğinin, inancın amellere yansımamasında maraz görmeyen mutasyona uğramış kişilikler... Hazreti Ali'nin, "İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız!" sözünün realitesini vicdanlarımıza çarpmaktalar... Ve azlardan olacağı daha evvelden zaten haber verilen "ihsan" sahibi, mukarrebunlardan olma iştiyakı...
Herbirimiz farklı parçalarımızı bu hayatın dişlilerine kaptırıyoruz... Ruhumuz ufalandıkça, aslında dünyadaki varlığımız, varlığımızdaki vakar da ufalıyor. Farketmemizse hayli zaman alıyor, ömürden çalıyor... Hayatımızla yaratılış gayemizin paralelliğini inceldiği yerden kopmadan tamir etmemiz için bize tanınan ilahi mühlet bitmeden, bu özel dönemleri birer lütuf bilip hakkıyla değerlendirmekse bizim elimizde. "Ramazan bize parçamızı bütünlemek için gelir. Parçaladığımız hakikatin hakikat olmaktan çıktığını öğretir. Mukayyet zamanı mutlak zamana dikmemiz için elimize bir gök iğnesi tutuşturur. Nasıl ki namaz dünya astarını ahiret atlasına günün beş yerinden dikme talimiyse, oruç da bunun yıllık talimidir." Birinde günün farklı demlerinde Dünyanın tüm albenisine rağmen vakte sadakat göstermek için sistemin hızlı, törpüleyen akışına ''Dur'' diyebilmek, günü ilahi randevulara göre ayarlayıp, ayarlamayacağımızın sınanması, diğerinde ise nimetler elimizin altında olduğu halde Allah'ın müsade çerçevesinin talimini yaparak farklı zamanlarda rahatlıkla istifade ettiğimiz nimetler için bir vakti beklemek. Ve vakit girdiğinde yemek yemeyi de geciktirmemek. Evet işte ulaşabileceğimiz, elde edebileceğimiz şeyler mutfağımızda, hayatımızda tüm albenileriyle bizleri davet etmekteler... Ama onlardan, bizi yaradan Allah razı değil diye kendimizi men ediyoruz. Bunun yanısıra körelen empati, merhamet melekelerimizi açlıkla cilalıyoruz, bileyliyoruz, (iftarın dozunu kaçırmıyorsak tabii)... Elbette orucun kaideleri sadece yemekle sınırlı değil. Hal böyle olunca insanoğlu orucun hakkını verirse; ulaşabileceği şeylerde Allah'ın rızasını gözetme konusunda hayli talim yapmış oluyor Ramazan ayı vesilesiyle... Her gün bu zaman diliminin dakika dakika değişmesi de hayatımızda bir dakikanın dahi ne denli ehemmiyetli olduğunun tefekkürünü yaptırıyor bize...
İbni İbban'ın eserinde 58. Hadiste;
Cabir İbni Abdullah'tan rivayetle,
Allah Rasulü şöyle buyurmaktadır; "Ey Ucre'nin oğlu Kaab! /.../ Namaz kurbandır. (Kişiyi Allah'a yaklaştırır.) Oruç kalkandır. Sadaka ise günahları yok eder. Tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi."
Hadisin devamında;
"İnsanlar iki gurup halinde güne başlarlar. Bir gurup kendini satın alıp özgürleştirir. Diğeri ise kendini satarak köleleştirir/.../"
Bir kısım dünyaya satar kendisini. Bir kısım da bir bedel ödeyerek özgürlüğü, hakikati kazanır. Genel bir ifadeyle ayet ve hadislerde geçtiği üzere nefislerinin istediğini Allah'ın rızası ile takas ederler. Bizler Ramazan ayı vesilesiyle, oruç ibadetinin takviyesiyle bu özgürlüğün talimini yapmaktayız. Rabbim muvaffak olanlardan eylesin. Ruhumuza da iftar ettirsin... Kurban kelime manası itibariyle Allah'a yaklaştıran şey demektir... Oruç da bir kurban olmalı bizim için... Nefislerimizin bu bir aylık kurbanlığının bir yıla ve bir ömre yayılmasını, iki cihanda da "Bayram"ı hak edenlerden olmamızı Rabbim Latif ismiyle hepimize lütfetsin... Hâdi isminin tecellisiyle hidayet üzere ayaklarımızı sabit kılsın. Amin..
Alıntı
Hazreti İbrahim kunut yaparak secdelerini uzattığında etrafındakilerden bir kısım insan; "Ya İbrahim hiçbir yerde secdedeki kadar uzun durmuyorsun, nedir seni bu denli secdede tutan?" diye sormuşlar. Hazreti İbrahim de cevaben; "Bazı açıklamalar yaptıktan sonra, bunu anlatmaya çalışsam da tam manasıyla anlatamam... Yaşanması gerek.. Tatsanız siz de kalkamazdınız" demiş. Bunun üzerine etrafındakiler biraz da dalga geçerek: ''Hadi biz de seni taklit edelim.'' diye namaza durmuşlar. Maksatları, ''Namaz sonrasında bahsettiğin gibi birşey hissetmedik.'' diyerek, Hazreti İbrahim'i sözde zor durumda bırakmak... Birlikte secdeye varmışlar. Hazreti İbrahim secdede Allahu Tealaya; "Ya Rabbi arkamda 3 kulun daha var, bunların bedenlerine ben bir şekilde secde ettirdim, ama ruhları benim elimde değil, kalplerine ben secde ettiremem. Şu anda benim gibi senin huzurunda secdedeler. Rabbim ne olur, ruhlarına da Sen secde ettir" diye niyazlanır. Cenab-ı Hak da onlara hidayet eder. Elbette bu bir rivayettir, ama inanıyoruz ki; kalplerimiz Allah'ın elindedir. Lakin Rahman c.c'nin bizim hidayetimizi, ihlasımızı, ihsanımızı ziyadeleştirmesi için her daim fiili ve kavli dualara muhtacız. Oruç da bunlardan biri.
Her Ramazan, ilk lutfedildiği yılki kadar feyz potansiyelini beraberinde getirse de, uğradığı diyarlardaki insanların her biri, kendi yürek çapına göre bu feyzden istifade ederler... Her dönemde şu an içinde bulunduğumuz çağın girift problemleri farklı tezahür ve dozlarda mevcuttur... Bilincin ve samimiyetin ziyadeleşmesi veya azalması, beşerin olduğu her yerde bir manevi mücadele olarak ağırlığını korumaya devam ediyor... Lakin günümüzde müslümanlar olarak aklımızı, ufkumuzu modern kuşatmalardan yalıtarak Kuran'ı tefekkür edemeyişimiz nedeniyle; hayatı ve ibadetleri tefekkürümüz de, günden güne daha da köreliyor. Ondandır ki birçoklarımız, geçmiş Ramazanlardan dem vuruyoruz... Zannımca bizim özlemle yad ettiğimiz Ramazanlarda da, başkaları geçmiş Ramazanları hasretle yad etmekteydiler.
İnsanoğlu attığı her adımda bir tercih yapıyor, sürekli ölçüp tartıyor, seçimlerini neye göre yapacağına dair sürekli sınanıyor, sürekli nefsinin taarruzlarıyla yüzleşme ve mücadele içinde... İbadetlerimiz tenimizden tinimize nüfus edemiyor çoğunlukla. Adeta tenimize hapsoluyor. Tefekkürden, ihsandan uzaklaştığımız ve araçların amaç olduğu bu dünya; tenimizle tinimiz arasına görünmez duvarlar örüyor... Bir tarafta samimiyetten yoksun harekete indirgenmişlikler... Diğer tarafta kalplerin temizliğinin, inancın amellere yansımamasında maraz görmeyen mutasyona uğramış kişilikler... Hazreti Ali'nin, "İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız!" sözünün realitesini vicdanlarımıza çarpmaktalar... Ve azlardan olacağı daha evvelden zaten haber verilen "ihsan" sahibi, mukarrebunlardan olma iştiyakı...
Herbirimiz farklı parçalarımızı bu hayatın dişlilerine kaptırıyoruz... Ruhumuz ufalandıkça, aslında dünyadaki varlığımız, varlığımızdaki vakar da ufalıyor. Farketmemizse hayli zaman alıyor, ömürden çalıyor... Hayatımızla yaratılış gayemizin paralelliğini inceldiği yerden kopmadan tamir etmemiz için bize tanınan ilahi mühlet bitmeden, bu özel dönemleri birer lütuf bilip hakkıyla değerlendirmekse bizim elimizde. "Ramazan bize parçamızı bütünlemek için gelir. Parçaladığımız hakikatin hakikat olmaktan çıktığını öğretir. Mukayyet zamanı mutlak zamana dikmemiz için elimize bir gök iğnesi tutuşturur. Nasıl ki namaz dünya astarını ahiret atlasına günün beş yerinden dikme talimiyse, oruç da bunun yıllık talimidir." Birinde günün farklı demlerinde Dünyanın tüm albenisine rağmen vakte sadakat göstermek için sistemin hızlı, törpüleyen akışına ''Dur'' diyebilmek, günü ilahi randevulara göre ayarlayıp, ayarlamayacağımızın sınanması, diğerinde ise nimetler elimizin altında olduğu halde Allah'ın müsade çerçevesinin talimini yaparak farklı zamanlarda rahatlıkla istifade ettiğimiz nimetler için bir vakti beklemek. Ve vakit girdiğinde yemek yemeyi de geciktirmemek. Evet işte ulaşabileceğimiz, elde edebileceğimiz şeyler mutfağımızda, hayatımızda tüm albenileriyle bizleri davet etmekteler... Ama onlardan, bizi yaradan Allah razı değil diye kendimizi men ediyoruz. Bunun yanısıra körelen empati, merhamet melekelerimizi açlıkla cilalıyoruz, bileyliyoruz, (iftarın dozunu kaçırmıyorsak tabii)... Elbette orucun kaideleri sadece yemekle sınırlı değil. Hal böyle olunca insanoğlu orucun hakkını verirse; ulaşabileceği şeylerde Allah'ın rızasını gözetme konusunda hayli talim yapmış oluyor Ramazan ayı vesilesiyle... Her gün bu zaman diliminin dakika dakika değişmesi de hayatımızda bir dakikanın dahi ne denli ehemmiyetli olduğunun tefekkürünü yaptırıyor bize...
İbni İbban'ın eserinde 58. Hadiste;
Cabir İbni Abdullah'tan rivayetle,
Allah Rasulü şöyle buyurmaktadır; "Ey Ucre'nin oğlu Kaab! /.../ Namaz kurbandır. (Kişiyi Allah'a yaklaştırır.) Oruç kalkandır. Sadaka ise günahları yok eder. Tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi."
Hadisin devamında;
"İnsanlar iki gurup halinde güne başlarlar. Bir gurup kendini satın alıp özgürleştirir. Diğeri ise kendini satarak köleleştirir/.../"
Bir kısım dünyaya satar kendisini. Bir kısım da bir bedel ödeyerek özgürlüğü, hakikati kazanır. Genel bir ifadeyle ayet ve hadislerde geçtiği üzere nefislerinin istediğini Allah'ın rızası ile takas ederler. Bizler Ramazan ayı vesilesiyle, oruç ibadetinin takviyesiyle bu özgürlüğün talimini yapmaktayız. Rabbim muvaffak olanlardan eylesin. Ruhumuza da iftar ettirsin... Kurban kelime manası itibariyle Allah'a yaklaştıran şey demektir... Oruç da bir kurban olmalı bizim için... Nefislerimizin bu bir aylık kurbanlığının bir yıla ve bir ömre yayılmasını, iki cihanda da "Bayram"ı hak edenlerden olmamızı Rabbim Latif ismiyle hepimize lütfetsin... Hâdi isminin tecellisiyle hidayet üzere ayaklarımızı sabit kılsın. Amin..
Alıntı