El_Şihab
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Mar 2010
- Mesajlar
- 150
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 35
O Henüz Küçük Bir Çeçen Çocuğu
-----------------------------------------------
O henüz küçük bir Çeçen çocuğu.
Adı lazım değil…
Savaşın ortasından gelmişler babasıyla.
Türkiye’nin ufak ama bir o kadar da şirin olar
Yalova’ya sığınmışlar.
Önce Allah’a!
...
Çeçen çocuğu o.
Gözleri çekik, esmer bir Çeçen çocuğu.
Daha yedi yaşındaydı.
Savaşın bağrından gelmişti.
Korkuyordu…
Tek varlığı olan babasını vuracaklarından.
Hep nefretle bakıyordu o güzel çekik gözleri…
İçindeki kin gün geçtikçe büyüyordu…
Henüz o yaşta;
Sevgi, çiçek, oyuncak, yaşam…
Nedir bilememişti.
Sevgi yerine savaşı tattı,
Çiçek yerine kurşunları kokladı,
Oyuncak diye silahlarla tanışmıştı.
Yaşam bu muydu? Demişti henüz o yaşta…
...
Bir gün evimize davet ettik çeçen çocuğunu.
O çekik gözlerinin üzerindeki kaşları hep çatıktı.
Gözlerinde ise dev bir alev topu vardı adeta…
Buna rağmen dudakları her daim gülüyordu.
Adeta yaşadıklarına inat!
Amma lakin içi biliyorum kan ağlıyordu.
Merakım arttıkça artıyordu.
O henüz küçücük bir çocuktu çünkü…
İçindeki, yüreğinden büyük o nefreti öğrenmek istemiştim.
Derhal yanına gittim.
Önüne boş bir defter koydum.
O minik ellerine ise;
Daha o yaşta sadece kan kırmızısını bilen
Küçük Çeçen çocuğuna,
Renkli boyalar verdim.
“Bana bir resim çizer misin?” dedim.
Ve resme başladı…
...
Biliyordum… Yanılmamıştım işte!
O çekik gözlerindeki alevleri çizeceğini biliyordum…
O çizdikçe ben şaşıyordum…
“O henüz küçük bir Çeçen çocuğu.” Diyordum.
Dehşetler içerisindeydim.
Sabırsızlıkla çizimini bitirmesini bekliyordum.
Daha resmin yarısında iken anlamıştım,
O dehşet verici resmin nasıl tamamlanacağını.
Bekledim… Sabırla bekledim.
İşte nihayet son rötuşlarını atıp bana uzattı resmi.
Biliyordum içindekileri artık, görebiliyordum…
Anlayabiliyordum o kin ve nefretini.
Ama gene de O’na sordum.
Ondan dinlemek istiyordum resmin manasını.
“Bu resmi bana anlatır mısın? Kim bunlar? Ne yapıyorlar?”
Diye sordum ve başladı bana resmi anlatmaya…
O anlattıkça ben kendimi zor tutuyordum…
Öyle övesiye ve heyecanla anlatıyordu ki resmi,
Adeta o anı yaşıyordu…
Yerlerde yatan askerler çizmiş.
Rus askerleriymiş.
Kolları, bacakları hatta başları gövdelerinden ayrılmış.
Etrafları kan revan içinde…
Bir çocuk çizmiş, yanında da bir adam.
Ellerinde silahlar.
Babası ve kendisi imiş.
Rus bayraklı tanklar ve uçaklar çizmiş.
Onları hedef almışlar.
Saldırı yapıyorlar babasıyla.
Sanki hepsi gerçekmişçesine güzel çizmiş.
O bir ressam değil!
O henüz küçük bir Çeçen çocuğu!
Bir bayrak çizmiş yerlerle, param parça…
Evet, bu bir Rusya’nın bayrağı!
Bir bayrak daha çizmiş,
Göklerde dalgalanan bir Çeçenistan bayrağı.
Bu resmi o minik elleriyle,
Çekik gözleriyle bakarak çizmişti.
Henüz yedi yaşında olan bu Çeçen çocuğu!
Benim şahit olduğum bu resim o kadar güzeldi ki;
Ama bir o kadar da içler acısı…
İşte bu resim o Çeçen çocuğunun
İç dünyasına oturmuş bir umudun resmiydi.
...
Bir süre yanından uzaklaşıp onu izledim.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum!
O defterin diğer sayfalarına bu tarz
Savaş resimleri çizmeye devam ediyordu.
...
Daha sonra yanına tekrar gidip sordum;
“Resim çizmeyi seviyorsun belli ki, peki en sevdiğin oyuncak nedir?”
Dedim… Bana verdiği cevap tam tahmin ettiğim gibiydi…
Silahlarmış..!
Hep silahlarla dolaşıyor ve savaş oyunları kuruyordu kendine.
Hatta bir silahını da bize hediye etmişti.
En sevdiği silahıymış…
Ben ise hala ağlamamak için zor tutuyordum kendimi…
Büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda,
O yiğit Çeçen çocuğu bana
Kendinden emin ve net bir şekilde;
“Asker olacağım!” dedi…
Asker olup ne yapacaksın diye sorduğumda ise;
Bana verdiği cevap karşısında gene hayretlere kapıldım…
Her defasında “O daha küçük bir çocuk” diyordum…
Ama o bir Çeçen çocuğuydu!
Diğer çocuklardan farkı buydu!
Hayalide kendisine göreydi…
“Asker olacağım ve o Rusları öldüreceğim.” Dedi bana…
...
İyice beynimden vurulmuşa dönmüştüm…
...
Daha sonra namaz kılmak üzere abdestini aldı.
Beş vakit namazını kaçırmadan kılardı…
Namazlarını öyle güzel ve huşu içerisinde kılıyordu ki…
İmreniyordum Ona.
Namazı bitirince o minik ellerini,
Tek sığınağı olan Rabbine dua etmek üzere açtı.
Kim bilir ne için dua ediyordu,
O küçük ama bir o kadar da büyük kalbi…
...
“Âmin” dedikçe dudakları,
Bende âmin diyordum…
...
O henüz yedi yaşında bir Çeçen çocuğuydu…
-----------------------------------------------
O henüz küçük bir Çeçen çocuğu.
Adı lazım değil…
Savaşın ortasından gelmişler babasıyla.
Türkiye’nin ufak ama bir o kadar da şirin olar
Yalova’ya sığınmışlar.
Önce Allah’a!
...
Çeçen çocuğu o.
Gözleri çekik, esmer bir Çeçen çocuğu.
Daha yedi yaşındaydı.
Savaşın bağrından gelmişti.
Korkuyordu…
Tek varlığı olan babasını vuracaklarından.
Hep nefretle bakıyordu o güzel çekik gözleri…
İçindeki kin gün geçtikçe büyüyordu…
Henüz o yaşta;
Sevgi, çiçek, oyuncak, yaşam…
Nedir bilememişti.
Sevgi yerine savaşı tattı,
Çiçek yerine kurşunları kokladı,
Oyuncak diye silahlarla tanışmıştı.
Yaşam bu muydu? Demişti henüz o yaşta…
...
Bir gün evimize davet ettik çeçen çocuğunu.
O çekik gözlerinin üzerindeki kaşları hep çatıktı.
Gözlerinde ise dev bir alev topu vardı adeta…
Buna rağmen dudakları her daim gülüyordu.
Adeta yaşadıklarına inat!
Amma lakin içi biliyorum kan ağlıyordu.
Merakım arttıkça artıyordu.
O henüz küçücük bir çocuktu çünkü…
İçindeki, yüreğinden büyük o nefreti öğrenmek istemiştim.
Derhal yanına gittim.
Önüne boş bir defter koydum.
O minik ellerine ise;
Daha o yaşta sadece kan kırmızısını bilen
Küçük Çeçen çocuğuna,
Renkli boyalar verdim.
“Bana bir resim çizer misin?” dedim.
Ve resme başladı…
...
Biliyordum… Yanılmamıştım işte!
O çekik gözlerindeki alevleri çizeceğini biliyordum…
O çizdikçe ben şaşıyordum…
“O henüz küçük bir Çeçen çocuğu.” Diyordum.
Dehşetler içerisindeydim.
Sabırsızlıkla çizimini bitirmesini bekliyordum.
Daha resmin yarısında iken anlamıştım,
O dehşet verici resmin nasıl tamamlanacağını.
Bekledim… Sabırla bekledim.
İşte nihayet son rötuşlarını atıp bana uzattı resmi.
Biliyordum içindekileri artık, görebiliyordum…
Anlayabiliyordum o kin ve nefretini.
Ama gene de O’na sordum.
Ondan dinlemek istiyordum resmin manasını.
“Bu resmi bana anlatır mısın? Kim bunlar? Ne yapıyorlar?”
Diye sordum ve başladı bana resmi anlatmaya…
O anlattıkça ben kendimi zor tutuyordum…
Öyle övesiye ve heyecanla anlatıyordu ki resmi,
Adeta o anı yaşıyordu…
Yerlerde yatan askerler çizmiş.
Rus askerleriymiş.
Kolları, bacakları hatta başları gövdelerinden ayrılmış.
Etrafları kan revan içinde…
Bir çocuk çizmiş, yanında da bir adam.
Ellerinde silahlar.
Babası ve kendisi imiş.
Rus bayraklı tanklar ve uçaklar çizmiş.
Onları hedef almışlar.
Saldırı yapıyorlar babasıyla.
Sanki hepsi gerçekmişçesine güzel çizmiş.
O bir ressam değil!
O henüz küçük bir Çeçen çocuğu!
Bir bayrak çizmiş yerlerle, param parça…
Evet, bu bir Rusya’nın bayrağı!
Bir bayrak daha çizmiş,
Göklerde dalgalanan bir Çeçenistan bayrağı.
Bu resmi o minik elleriyle,
Çekik gözleriyle bakarak çizmişti.
Henüz yedi yaşında olan bu Çeçen çocuğu!
Benim şahit olduğum bu resim o kadar güzeldi ki;
Ama bir o kadar da içler acısı…
İşte bu resim o Çeçen çocuğunun
İç dünyasına oturmuş bir umudun resmiydi.
...
Bir süre yanından uzaklaşıp onu izledim.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum!
O defterin diğer sayfalarına bu tarz
Savaş resimleri çizmeye devam ediyordu.
...
Daha sonra yanına tekrar gidip sordum;
“Resim çizmeyi seviyorsun belli ki, peki en sevdiğin oyuncak nedir?”
Dedim… Bana verdiği cevap tam tahmin ettiğim gibiydi…
Silahlarmış..!
Hep silahlarla dolaşıyor ve savaş oyunları kuruyordu kendine.
Hatta bir silahını da bize hediye etmişti.
En sevdiği silahıymış…
Ben ise hala ağlamamak için zor tutuyordum kendimi…
Büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda,
O yiğit Çeçen çocuğu bana
Kendinden emin ve net bir şekilde;
“Asker olacağım!” dedi…
Asker olup ne yapacaksın diye sorduğumda ise;
Bana verdiği cevap karşısında gene hayretlere kapıldım…
Her defasında “O daha küçük bir çocuk” diyordum…
Ama o bir Çeçen çocuğuydu!
Diğer çocuklardan farkı buydu!
Hayalide kendisine göreydi…
“Asker olacağım ve o Rusları öldüreceğim.” Dedi bana…
...
İyice beynimden vurulmuşa dönmüştüm…
...
Daha sonra namaz kılmak üzere abdestini aldı.
Beş vakit namazını kaçırmadan kılardı…
Namazlarını öyle güzel ve huşu içerisinde kılıyordu ki…
İmreniyordum Ona.
Namazı bitirince o minik ellerini,
Tek sığınağı olan Rabbine dua etmek üzere açtı.
Kim bilir ne için dua ediyordu,
O küçük ama bir o kadar da büyük kalbi…
...
“Âmin” dedikçe dudakları,
Bende âmin diyordum…
...
O henüz yedi yaşında bir Çeçen çocuğuydu…