Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

O gençler (1 Kullanıcı)

soner.ulgur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eyl 2008
Mesajlar
52
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
O Gençler (1)
İnkisar
Her ferdin olup biten hadiseleri değerlendirişi; o hadiseler karşısındaki teessür, üzüntü ve ızdırabı, kendi idrak ufku, kulluk anlayışı ve kalbî hayatıyla doğru orantılıdır. Bazıları sadece inananların değil, bütün insanların dert ve çilesiyle iki büklüm hale gelirken; bela ve felaketlerin daha ufukta bile emeraleri yokken onları bir hiss-i kable’l vuku ile duyup yataklara düşerken ve her gecesini ‘çaresizlerin çaresi’ne yakarışa ayırarak mazlumların iniltilerine ayrı bir nağme kattığı her saniyesini zehir gibi yudumlarken; kimileri de olaylar karşısında sadece sıradan bir seyirci tavrı takınır; bir-iki ‘yazık, vah vah!’ sözüyle güya bir kalb taşıdığını ifade eder ve sonra her şeyi unutup kendi şahsî hayatına, haz ve zevklerinin tatminine yönelir. Oysa, müminlerin her türlü haliyle alakadar olma, zulüm ve haksızlıklar karşısında en azından kalben tavır koyma ve ‘ateş düştüğü yeri yakar’ sapık anlayışından sıyrılarak ‘düşen her ateş beni de yakar’ duygusuyla dopdolu bulunma inanan bir gönlün şiârıdır.
İşte, küçücük kalbim ve cılız idrakimle ben de içinde yaşadığımız sisli dumanlı günleri anlamaya, kavramaya çalışıyor ve her hangi bir müminde olması gereken kadarıyla da olsa içimin yandığını, boğazımın sıkıldığını hissediyorum. O yangına su serpmek, azıcık nefes alabilmek için haykırmak, bağırmak, hiç olmazsa söz ve yazıyla zulmün yüzüne tükürmek istiyorum. Fakat, asırlık ihmallerimiz neticesinde önce kendimize kızmamızın ve her şeyden evvel kendi muhasebemizi yaparak, kulluk adına nerede olduğumuza bakarak, bir paçavra gibi arkaya atıp yitirdiğimiz değerleri yeniden bulma azmiyle gerilmemizin daha isabetli olacağını düşünüyorum. Zalimin zulmü ve beşerin çoğu zaman duyarsızlığı, bazen de çaresizliği karşısında kalemin mürekkebinin kuruduğu, söz çarşısında satılacak meta’ın kalmadığı duygusuyla Mekkeleri “Kabe’nin Sahibi”ne havale ederek, ciddi bir mesuliyet şuuruyla kendi vazifelerimizin hakkını vermemiz gerektiğine inanıyorum. Bundan dolayı, yine gündem ve aktüaliteden kaçarak her zaman ihtiyaç hissedeceğimiz bir iki mevzuyu hatırlatmanın hayır getireceğini zannediyorum.
O’nun Sevdiği Gençler
‘Alimler alimi’ ve ‘tâbiîn (sahabeyi takip eden nesil)’in efendisi’ gibi sıfatlarla anılan Saîd b. Müseyyeb daha 15 yaşındayken dini konularda fetva verebilecek kadar ilim öğrenmiş ve sahabe efendilerimizin bulunduğu meclislerde dahi kendisine soru sorulan bir fakih (İslam hukuku alimi) haline gelmişti. Tam elli sene yatsı namazının abdestiyle sabah namazını da edâ eden, yani bütün gecesini ibadet u taatle değerlendiren Hz. Saîd, hal ve tavırlarıyla bile adeta Allah’ın varlığına delildi. O’nu görenler Rabb u Rahîm’i hatırlarlardı. Birgün Hz. Abdullah b. Ömer sohbet ederken Hz. Saîd’in yaklaşmakta olduğunu görmüş, konuşmasını yarıda keserek onu seyre koyulmuştu. Vakar, ciddiyet, tevazu, her hareketinin hesabını verme teyakkuzu ve teennisiyle önlerinden geçen bu genci işaret etmiş; derin bir takdir ve hayranlıkla “Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) onu görseydi çok beğenir ve severdi.” buyurmuştu.
Yine, seneler önce Söz Sultanı (sallallahu aleyhi ve sellem) da etrafındakilere beyan incileri dağıttığı bir anda kendilerine doğru gelen bir yiğidi göstermiş ve “Bakın şu benim gencime! Bir zamanlar o Mekke’nin en zenginlerindendi. Dinini dünya nimetlerine tercih etti de şimdi vücudunu ancak kapatabilecek bir beze sarılmış.” mealinde ifadelerde bulunmuştu. Kainatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem)’nin takdir ettiği ve ‘gencim’ dediği zat her şeyini Allah ve O’nun Rasulü uğruna feda eden, vefatında da kefenlenecek bir kefeni bile bulunmadığından başındaki sarıkla zor güç avret mahalli kapatılan Mus’ab b. Umeyr’den başkası değildi.. değildi ama asr-ı saadet ve ona yakın dönemler Mus’ab misal daha bir çok genç yetiştirmişti.
Hayır, tek tek o başyücelerin hayat destanını anlatmayacağım. Niyetim; gençlerin film kahramanlarıyla oyalandığı; delilik, serserilik, bencillik, bedenîlik, ruhsuzluk, inad ve hırsın temsilciliğine soyunduğu; kalbindeki karadelikleri yalan aşk, içki ve uyuşturucu gibi zehirlerle kapayıp yoketmeye çalıştığı devrimizde, onları ‘sevgili genç’ yapan bir kaç sıfatı zikretmek. Sahi, siz günümüz gençliğinin yüzünde açan tebessüm güllerinin güzel kokulu, yeterince canlı ve kalıcı olduğuna inanıyor musunuz? Sirklerde pek mutlu gözüken, herkesi güldüren fakat ıssız ve sessiz mekanlarda hıçkırıklara boğulan palyaçoya en iyi misal bu yüzyılın gençleri olsa gerek. En huzurlu ve mutlu bildiğiniz bir delikanlının yanına gidip samimi hislerini sorun lütfen.. muhatabınızın ızdıraplarına, bir türlü dolduramadığı kalbinin boşluklarına, yalnızlık ve kimsesizliğine, çaresizliğinin ifadesi gözyaşlarına şahit olacaksınız; ya da yanaklarından süzülen o damlacıklarla kötülük duygularını eritip içinden atamamış zavallıları yakıp duran zulüm duygusu, tahrip hissi ve anarşi ruhuyla karşılaşacaksınız. İşte niyetim; şu kirli dünyada hala ak simalı kalma gayretinde olanlara seleflerinin bir kaç özelliğini misalleriyle hatırlatmak.
Tefekkür ve sağlam bir inanç
O gençler her şeyden önce engin bir tecessüs, arama-anlamaya çalışma ve kavrama ruhuyla kainatı okumuş; harf harf, satır satır bütün yaratıkların kendilerinden ziyade Allah’a delalet ettiğini görmüşlerdi. Kendilerini keşifle işe başlamış, mahiyetlerinde saklı alemlere seyahatler yapmış, varlık kitabını okuyup anlamış, ilim gemisiyle iman denizinde yol almış, irfan sahiline varmış, nihayet ruhânî zevkleriyle cennetleri daha dünyadayken yaşamışlardı. Allah (c.c.) da onları şöyle tebcil etmişti: “Gerçekten onlar, Rabbilerine tam iman etmiş gençlerdi. Biz de onların hidayetlerini ve yakînlerini artırdık. Kalblerine kuvvet ve metanet verdik de o yiğitler ayağa kalkıp: ‘Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına ilah deyip yönelmeyiz’ dediler.”(Kehf 13-14)
Kısaca mealini verdiğimiz bu ayet her ne kadar fütüvvet ruhlu herkese bir şeyler anlatsa da aslında Ashab-ı Kehf’in örnek imanına işaret etmektedir. Zamanın Rum melikinin insanları putperestliğe çağırdığı ve davetine icabet etmeyenleri öldürdüğü bir devirde Rum asilzadelerinden ve krala yakın hür gençlerden bir kaçı bu durumdan çok müteessir olmuş; bir eve gizlenerek bu beladan kurtulmak için gözyaşlarıyla tazarruya durmuşlardı. Bir ihbar neticesinde kral onları huzuruna çağırmış; putları kabul ve onlara ibadet ya da ölüm arasında tercih yapmalarını istemişti. O vakit yiğitler ayağa kalkmış ve bir gönül erinin nefis ifadelerle anlattığı şekliyle adeta: “Matematik ‘Allah’ diyor, fizik ‘Allah’ diyor, kimya ‘Allah’ diyor; kainattaki her zerre binlerce dille ‘Allah’ derken biz nasıl başkasına ‘Rabb’ deriz.” demişlerdi.
Aynen öyle de; her devirde gençliğin yüz akı babayiğitler, kendilerine içirilmeye çalışılan safsata ve doktrinlerin ruhu felç eden yanını görmüş; ilim ve bilimi O’na iman etmeye götüren bir vesile bilerek tefekkür deryasından kana kana içmiş ve kalblerindeki iman u irfanın rehberliğinde sağlam bir inanca ulaşmışlardır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt