mürmüdük
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Tem 2009
- Mesajlar
- 6,952
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Web Sitesi
- anadoluhaber.blogcu.com
Selim Gürselgil: Orhan Pamuk Ne Diyor?
Dante bir gün dalgın dalgın dolaşırken, birden tanıdık bir ses duymuş. “Tanıdık ses” dediysek, bir demirci dükkânında, kendi şiiri okunmaktaymış. Üstad kulak kabartmış: Demirci, bir taraftan kaba-saba hareketlerle demir döğüyor, bir taraftan da “hareketleriyle uyumlu” biçimde, Dante’nin mısrâlarını kırıp döküyor, yalan-yanlış okuyormuş. Şair kendini tutamayıp dükkâna dalmış; başlamış, önüne ne gelirse kırıp dökmeğe... “Demek öyle ha? Demek öyle ha?..” Demircinin şaşıran bakışları arasında, ve o hiçbir şey dememiş, çıkıp gitmiş...
Ülkemizdeki "sosyalist gerçekçi" edebiyat(!) akımının kapağını aralamak istediğimiz her seferinde, aklımıza bu hikâye geliyor. Tanıdığımız, bildiğimiz her şeyi öylesine kırıp döküyorlar ki, birkaçından sonra, “Aman, demircinin hikâyesi gibi olmasın!” temennisinde bulunmadan, bir daha yanlarına yanaşamıyoruz. Gıybete benziyor çoğu; “paparazzi” gibi bir şey... İşte Aziz Nesin; gülmekten ölürsünüz... İşte Yaşar Kemâl; iflâhınız kesilir... “İnce Memed”in en fazla sükse yaptığı bir zamanda, Kemal Tahir onunla, “Kendini bilmez ırgatlara toprak reformu yaptırıyor” diye alay ederdi... Daha beteri de var: Biri de (Ç.A.), kendi ülkesinde 70 senede “komünizmi” getirememiş kahramanının, “Büyük Gorbaçov” diye sırtını sıvazlayarak, onu Amerika’da “proleterler diktatörlüğü” kurdurtmağa gönderiyor... “Bozkurtların Dirilişi”! Bu "akım” içinde yetişmiş, dediklerine göre, başarılı olmuş tek örnek, Orhan Pamuk. Nâm-ı diğer, “Pamuk Prenses”... Gerçi onun hakkında da bazı şaibeler var, faraza bazıları, “en çok okunmayan yazar” cinsi, pek okunamayan kuyruklar takıyor ardından ama, -lâf aramızda- bunlar biraz “sosyalist hasedçilik” kokuyor... Ne yani, bu kadar kişi, “Kütahya çinisi” diye mi alıyor, onun kitabını?.. Yabancılar, bangır bangır, okunmasın diye mi, tercüme ettiriyor?.. Okunuyor pek tabii... Demircinin hikâyesi gibi olmasın ama, “Bir kilo pamuk mu daha ağırdır, bir kilo demir mi?” bilmecesini çözüyor, onu okuyan kişi. “Pamuktur” diyor: “Niçin? Çünkü pamuk, Çukurova’da yetişmiştir!” İyi ama, ne demek bütün bunlar, ne diyor Orhan Pamuk?.. Yalçın Küçük’e danışacak olursak, pek menem bir şey demiyor: “Ben bir Yahudi’yim!” demek istiyor, ama bunu açıktan söyleyemiyor, “Benim Adım Kırmızı” diyor... Enteresan! Dedikodusunu bırakalım; demek ki romancımızın, söylemek istediğini açık açık söyleyemeyip, gizli-kapaklı yollara başvurmak gibi bir zaafı var! Olabilir, böyle “yollara” başvuran ilk yazar o değil ya; belki de söylemek istediği şey, sahiden söylenemeyecek kadar zorlu bir şeydir. Biraz anlayış! Bir İslâmcı romancı vardı. Bundan 10 yıl kadar önce, İslâm aleyhtarı bir dergiye çıkıp, “İslâmcı olmayan romancılar çok şanslı, her istediklerini yazabiliyorlar!” yollu lâflar etmişti. O zaman ne yazmak isteyip de yazamadığını pek kimse sormamıştı. Gene sormaz ama şunu merak eder: İnsanı giyim-kuşam “kültür”üne davet eden, onu maymun gibi dolaşmaktan alıkoyan bazı “müslümanca” duyguları hatırlamamız için, size “evrim teorisi” mi okutmalı; yoksa içinde “ar”, “sır” gibi heceler geçen alfabe kitabları mı? Ne denir ki: Şânınızı tüttüremiyorsanız, “şansınıza” küsün! Kanal 7’de "Necip Fazıl Dersi” verirken, o kadar titiz, o kadar kurnaz, o kadar artist bir portre çizen Orhan Pamuk’a dönünce; ne yalan söyleyelim, “gizli-kapaklı bir yol” değil, tek kelimeyle, “yüz kızartıcı bir dil” görüyoruz. Goethe gibi gerçek bir hürmet duymaksızın, Şark halılarını seyre dalmış... Sartr gibi “erkekçe bir akıl” peşinde koşmaksızın, Sartr’ın üslûbunu taklide kalkmış... Haydi, Yalçın Küçük’ün söylemek istemediğini de bilelim: “Suzi Liberman’ın Hatıraları” veya “Yahudilik ve Masonluk” türü kitaplardan gayet iyi hatırlayacağımız, bir “Yahudi aile hukuku”, bir “Libido ahlâkı” öğretmeğe kalkmış! Oysa biz, Osmanlı’dan bahseden bir romanın, Osmanlı’dan bir şeyler anlamış olmasını bekleriz. Sanatının bütün gücünü, ayaklar altında kalanları değil, başlar üstünde duranları göstermeğe adamış, o muzaffer insanlardan... Nüyork’ta, Salman Rüşdi ile beraber “en çok satan” listesine çıkmasıyla değil; eşyânın ruhuyla, renklerin diliyle, kokuların sadâsıyla gülüp oynamaya başlayınca, severiz biz sanatçıyı.. Fare gibi güneş yüzü görmeyecek, bütün insanlar fareleşmedikçe -bu mu gaye?-; insanlar arasında dolaşamayacak duygular sırtlanıp, birtakım “peynir gemisi” çevrelere göndermeler yapmacılığın sanatına inanmayız! Bir müslüman genç dolaşıyor bugün Anadolu’da.. Onun Allah inancı, “en çok satan” tezgâhlara sığmayacak kadar sahi; onun ahlâkı, yağmur damlaları gibi... Yüreği kavi, bileği sağlam, başı, gem vurulmayacak kadar yüksek; tepeden tırnağa mübarek... Katırlar arasında dolaşır gibi dolaşıyor, kaltaklar arasında. Onu avutmuyor gece masalları artık, bunların üstünden adımlıyor, gündüz gözüyle görmek istiyor, güzeli ve çirkini.. “Demek öyle ha? Demek öyle ha?..” Kıssadan hisse: Kimdir, onun hayallerini besteleyen romancı? Hangi yıldızda yaşar...