cemil cemil
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 14 Mar 2007
- Mesajlar
- 304
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
/4/2007 · Kategori: Niyazi Misri Sofra
Niyazi-i Mısri hazretlerinin asıl adı Mehmet (Niyazi) dir.İkinci Osman devrinde 1617-1618 yıllarında (Hicri 1027) Malatyada şimdiki adı Soğanlı olan "İşpozi" kasabası'nda doğmuştur.Babasının adı Ali Çelebidir.
1638 de Medrese tahsilini tamamlayarak icazet alan divan sahibi Tanrısal ilimler üzerinde çalışarak bilhassa tefsir,hadis,fıkıh ve tasavvuf alanlarında yavaş yavaş adını çevresine duyurmaya başlamıştır.Tasavvufu daha başlangıçta iyi şekilde kavramasıyla yaptığı va'azları da o derece etkili oluyor ve büyük ilgi topluyordu.Babasının bir Nakşibendi tarikatı mensubu olmasına rağmen,henüz 21 yaşında genç bir vaiz iken Halveti tarikatı şeyhi Malatyalı Hüseyin efendiye intisab etmiş ve sonuna kadar bu tarikatta kalarak coşkun bir sofi olmuştur.
Henüz 25-26 yaşlarında bulundukları sırada hem Arapça lisanını ilerletmek,hem de tanınmış sofilerle görüşmek ve onların kemal ve zevklerine erişme yollarını araştırmak maksadıyla şeyhinin ve ailesinin müsaadelerini alarak gezisine Bağdadtan başlayarak bütün Arap yarımadasını dolaşmış, o zamanlar hocası yalnız Mısırda bulunan "Miftah-ı Ulumil Gayb" (Gayb ilimleri anahtarı) ilmini öğrenmek üzere Mısıra gidip Ezher Camii civarında bir Kadiri şeyhinin yanına yerleşmiştir. Divan sahibi bir yandan Gayb ilmi tahsiline devam ederken, bir yandan da Ezher Camii'nde va'azlar veriyor ve tanınmış ilim adamları ve sofilerle ilişkiler kurarak, onlarla ilmi ve tasavvufi sohbetlerde bulunuyordu.
Dört yıla yakın bir süre devam eden tahsil devresinin sonunda Niyazi bir gece rüyasında "Abdülkadir-i Geylani" hazretlerini görür .Geylani rüyasında Niyazi'ye nasibinin bu şehirde olmadığını ve Anadolu tarafını işaret eder.Bunun üzerine şeyhinden ısrarla izin ister,rüyasını duyan şeyhi,kendisine hilafet vermeyi teklif eder ise de O gitmede ısrar eder ve izin alıp Anadolu yoluyla İstanbul'a gelir.Sokullu Mehmet Paşa Medresesi'nde bir hücrede irşada başlar (1646).
İstanbul'dan Bursa'ya gidip orada Veled-i Enbiya Camii kayyimi Ali Dede'nin evinde ve Ulu Cami yakınındaki medresede oturan Niyazi-i Mısri,yine bir rüya üzerine Uşak'a giderek Halvetiyyenin Elmalı'lı Yiğitbaşı Ahmet Efendi kolundan ve Ümmi Sinan Halifelerinden Şeyh Mehmed'e intisabedip tecdid-i biat eyler.Ümmi Sinan ile Elmalı'ya giderek şeyhinin dergahında imamlık,hatiplik ve şeyhinin oğluna öğretmenlikte bulunur.Bir aralık İstanbul'a bir seyahat yapar. 1065 (1654-1655) te kendisine Ümmi Sinan tarafından hilafet verilmesine müteakip Uşak'a ve Kütahya'ya,Ümmi Sinan'ın ölümünden sonra tekrar Uşak'a oradan Bursa'ya gidip Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir.Bir kız çocuğu olur.Abdal adlı bir tüccar, Niyazi'ye bir dergah yaptırır.Bu dergah 1080 (1669-1670) tarihinde merasimle açılır.Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın daveti üzerine Edirne'ye giden Niyazi,fazla değer verdiği cıfra dayanarak bazı sözler söylediğinden 1087 (1673) te Rodos'a sürülür.Dokuz ay sonra affedilerek Bursa'ya döner.
1676 tarihinde sürüldüğü Limni Adası'nda 1691 senesine kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra affedilir. Ahmed II. devrinde Türk ordusunun Avusturya üzerine hareketine karar verildiği zaman Bursa'da oturan Niyazi-i Mısri,Allah rızası için gazaya gideceğini bildirir. 1104 (1693) te müridlerinden 200 kişiyi etrafına toplar.Niyazi'nin ,Bursa'da yeni kaplıca civarındaki Bademli Bahçe'de çadır kurdurup yola çıkmaya hazırlandığı duyulunca,mürüdleri çoğalan şethlerin huruc davasına kalkıştıkları ve bu yüzden kan döküldüğü göz önünde tutularak kendisine Bursa'da kalıp hayır dua ile meşgul olması için Hatt-i Humayun gönderilir.
Padişahın Niyazi'ye gönderdiği mektup aynen şöyledir: "Mısri Efendi,selamımdan sonra sefere kasd ve azimetiniz olduğu mesmu-i hümayunum oldu.Sefere teveccühünüzden ise halvetinizde duaya meşgul olmanız ensebdir.Mahallinizden harekete rızay-i hümayunum yoktur.Huzur-i hatır ile zaviyenizde oturup asakir-i İslamiyye ve ğuzat-i mücahidine teveccüh-i tam ile mansur ve muzaffer olmaları duasında olmanız me'muldür vesselam." Niyazi,padişahın bu isteğini kabul edemeyeceğini şu mektubu ile bildirir:
"Bismillahirrahmanirrahim.Elhamdülillahi Rabbilalemin.Vassalatü vesselamü ala Seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.Vesselamü ala halifeti'l Mehdiyyi.
"Padişahım, "İnne mesele isa kemeseli Adem" buyuruldu.Mümasili ilmül-esmada yığıldı.Kabul edene meslek dendi,kabul etmiyene şeytan dendi.Kazalik İsa,nüzulünde ilmü'l-esma ta'lim eyledi.Kabul edene melek ve mehdi dendi,etmiyeneşeytan ve deccal dendi.Ondan nüzul-i İsa'ya gelince ne kadar enbiya ve rüsul geldiyse anlara muhalefet eden padişahlardan kanğısı behremend oldu,muradına erdi? Cümlesi makhur oldular. "Padişahım,muhale ferman vermek akil işi değildir.Bir kevkebe tulu etmesün deyu ferman versen,yahut borusu (ağrısı) tutmuş avret doğursa padişaha asi olur mu?
Padişahım,ben seni esirgerim,sana benim su-i kasdım yoktur.Senin hayırhahınım.Senin düşmenim,beni sana yanlış bildirir.Bu dahi malumun ola ki enbiyada ve evliyada kizb ve hilaf ve müdahene olmaz.Bizim sana su-i kasdımız yoktur.Dediğimize itimat edin ve nüdemadan birisini şunu azl veya katleyle demem.Bu senin hizmetine layık değildir.Ancak umum üzre adleyle deyu nasihat ederiz,kabul edersen senin izzetin ziyade olur; aziz olursun; kabul etmezsen zararı kendinize edersiniz.İsa nüzul etmesün deyu ferman verüp geru reddedemezsin.Ancak bir miktar ta'ciz edersen,me'yus olunca sonra nazarı Hak erişüp ol me'yusa necat verir.. "el-Hasıl enbiyaya muhalefette olmaktan men ederim. Nasihati kabul edersen, tahtında sabitkadem olursun. İsa Aleyhisselam, kendi hakkında ala mele'innas haza mehdiyyüzzeman deyu şehadet eder.Şehadetini Allah taala kabul eder, cümle halk dahi kabul eder.Ve illa muhalefetin zararı kenduye aidolur, bilürsün. Nasihatim budur. Bu mektubu kendu şeyhine gösterme ve re'yiyle amil olma. Şeyhu-l İslama ve ulemaya göster, anların re'yiyle amil ol.Alim kavli şeyhulislamı müşirdir. Anların işaretleriyle amil ol Ahmed adedidir 254 Vesselamü ala men ittebe'a'l-hüda".
Niyazi, Padişahın emrine kulak asmıyarak Tekfur Dağına kadar gittiği gibi, yapılan te'kide de ehemmiyet vermemiş idi (Silahtar, tarih, II,704).Hadiseyi duyan padişahın, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiğine ve onu Tekfur Dağında karşılattığına bakılırsa Niyazi'yi çok saydığı anlaşılır. (Reşid, tarih, II,216). Niyazi-i Mısri'nin Edirne'ye yaklaşması ve padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, pek çok kimselerin de şeyhi sabırsızlıkla beklemeleri devlet adamları arasında telaş uyandırır.Sadrazam Bozok'lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak istiyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören Ahmed II yi, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. Niyazi, 26 Şevval, 1104 (30 Haziran 1693) Salı günü Edirne'ye gelip va'zetmek üzere Selimiye Camiine indiği zaman, halk caminin etrafını almış, kalabalıktan içeriye girilemez olmuş idi.
Bu durum karşısında Sadrazam, Mısri Efendi eğer derhal sürgün edilmezse büyük bit karışıklık çıkacağını padişaha telkin ederek Şeyhin Limni'ye gönderilmesi hususunda bir ferman alır. Şeyh Efendi hemen Tahtırevana bindirilip Boğazhisarındaki Kaptan Paşa'ya sevk olunarak Limni'ye gönderilir. 20 Recep 1105 (16 Mart 1694) Çarşamba günü
Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş,
Bürhan aradım aslıma, aslım banma bürhan imiş!..
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
Savm-u salat hac ile sanma biter zahid işin,
İNSAN-I KAMİL olmaya, lazım olan İRFAN imiş...
Mürşid gerektir bildire, Hak’kı sana hakk-el yakın
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır
Mürşidi, kamil olanın yolu gayet asan imiş.
İşit Niyazi’nin sözün, bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’tan açık bir nesne yok, gözsüzlere görülmezmiş!
NİYAZİ MISRİ
Nadanı terketmeden yaranı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden, insanı arzularsın.
Man arefe nefsehu, fakat arefe rabbehu
Nefsini sen bilmeden, sübhanı arzularsın.
Sen bu evin kapısın, henüz bulup açmadan
İçindeki kenz’i biyanı arzularsın.
Taşra üfürmekle yalazlanır mı ocak?
Yüzün Hakk’a dönmeden ihsanı arzularsın.
Dağlar gibi kuşatmış BENLİK günahı seni
Günahını bilmeden, gufranı arzularsan.
Cevizin yeşil kabını yemekle tat bulunmaz
Zahir ile ey fakih Kur’anı arzularsın.
Şerbeti sen içmeden sarhoş u mest olmadan
Nice hakkın emrine fermanı arzularsın.
Gurbetliğe düşmeden mihnete sataşmadan
Kebap olup pişmeden püryanı arzularsın.
NİYAZİ MISRİ
Canını terketmeden
Cananı arzularsın,
Zünnarını kesmeden
İymanı arzularsın.
Karıncalar gibi sen
Ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri
Seyranı arzularsın.
Var Niyazi yürü,
Atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan,
Sultanı arzularsın.
NİYAZİ MISRİ
Zat-ı Hak’ta mahrem-i irfan olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahri bipayan olan anlar bizi.
Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz,
Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi.
Dünye-vü-ukbayı tamir eylemekten vaz geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp viran olan anlar biz.
Biz şol abdalız, bıraktık eğnimizden şalımız
Varlığı ndan soyunup uryan olan anlar bizi.
Kahr-u lutfu şey-i vahid bilmeyen çekti azap,
Ol azaptan kurtulup Sultan olan anlar bizi.
Zahide ayık dururken anlamazsın sen bizi,
Cür’ayı safi içip mestan olan anlar bizi.
Arifin her bir sözünü duymaya insan gerek
Bu cihanda sanmaki hayvan olan anlar bizi.
Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi.
NİYAZİ MISRİ
Sağ ü solu gözler idim
Dost yüzünü görsen deyü
Ben taşrada arar idim,
Ol can içinden canan imiş.
Savm-u salat-ı hac ile
Sanma biter zahid işin,
İnsan-ı kamil olmaya
Lazım olan irfan imiş.
Nerden gelir yolun senin
Ya nereye varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvan imiş.
İşit Niyazinin sözün
Bir nesne örtmez hak yüzün
Hak’tan ayan bir nesne yok,
Gözsüzlere pinhan imiş.
NİYAZİ MISRİ
Şehr-i hakikattır adı Hak sırrını anda kodu
Ol sırra vakıf olanı Hak eyledi mihman kamu.
Olmaz onlarda fest Buğz-u kibr-ü inad,
Cümle biliş, yok asla yad birbirine ihvan kamu.
Özleri canlardan aziz sözleri baldan leziz,
Yok anda sen, ben, siz, biz birlikte yeksan kamu.
Şehre mürsel gelmedi anları davet kılmadı
Anlar yolu yanılmadı evsafları Kur’an kamu.
Hak mezhebi mezhepleri, deryayı zat meşrepleri,
Hasıl kamu matlapları kadr içredir her an kamu.
Yoktur onlarda ihtilaf günden ayandır bi-hilaf,
Her işleri hakka muzaf ruh eylemiş yezdan kamu.
Terkeylemişler kıyl-ü kal lal olmuş onlara bu dil
Her halleri hakka delil hep mazhar-ı Rahman kamu.
Dünyaya anlar gelmedi geldiysede eylenmedi
Şeytan onları görmedi anda olan pinhan kamu.
Ana girerse bir kişi gider gönülden teşvisi
Başına bu devlet kuşu konar olur sultan kamu.
Her kim ki ol şehre gelir her korkudanazad olur,
Yollarda bellerde kalır dev ve peri şeytan kamu.
Dar-ül emandır ol şehir lakin girer yüz binde bir
Sanma ana dahil olur Hur-u melek rıdvan kamu.
Ehline anlar bellidir zira bilir bir ellidir,
Her birisi ahsen sıfat her müşkile bürhan kamu.
Var semme vechullahı bul ta görüne sana bu yol
Senden sana eyler sefer kim edesin seyran kamu.
Candan riyazat-ı ta’ab çeksin anı edip talep
Olur riyazatın sonu dertlerine derman kamu.
Gel tende koma canını a-laya çık bul kanını
Layık mıdır insana kim yer ola zindan kamu.
Tut Niyazi’nin sözün bunda aç gör can gözün,
Bir gün gidersin ansızın görmez seni giryan kamu.
Var ol hakikat şehrine er anda hakikat sırrına,
Dolsun senin de gönlüne derya olup irfan kamu
NİYAZİ MISRİ
Çünkü bildim mü’minin kalbinde Beytullah var
Niçin izzet etmedin ol evdeki Allah var.
Her ne var ademde var ademden iste hakkı sen,
Olma iblis-i şaki ademde sırrullah var.
Pes enel hak defterinden al sebk ey zat-ı hak,
Dem be-dem batıl tasavvur etme hakkullah var.
Yılda bir kez hac olursa Kabe’de ey hacegan,
Gir gönüller kabesine nice hacculah var.
Zahidin dilinde zikri var ise çün la ilahe
Aşıkı sadıkların kalbinde illallah var.
Pehlivandır şol kişi ki nefsini katleyledi,
Hep erenler meclisinde ana eyvallah var.
Kimseye ta’netme ey dil sırrı hakka vakıf ol,
Cümle eşya nur-u haktır sanma gayrullah var.
Kenz-i mahfidir hakikat ey Nesimi ebsem ol,
Sırrını faş etme bu yolda çok gümrah var.
NESİMİ
Dil penah-ı Kibriya’dır yıkma gönlün kimsenin,
Genç-i esrar-ı Hüda’dır yıkma gönlün kimsenin.
Zat-ı kudretle yapılmış Sun-i Mevladır gönül,
Mülk-ü Hak dar-ül bekadır yıkma gönlün kimsenin.
Kalb-i mü’min beyt-i Rahman Haccı ekber andadır,
Secdegah-ı Mustafa’dır yıkma gönlün kimsenin.
Ey Nesimi kendi vahdet-hanesidir bu gönül
Cilvegah-ı evliyadır ykma gönlün kimsenin.
NESİMİ
Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazsam;
Cevheri lamekan benem, kevnü mekana sığmazam!..
Arşı ferşi kaf’u nun, bende bulundu cümle çün;
Kes sözüni uzatma kim şerhü beyana sığmazam!..
Kevnü mekandır ayetüm, ZAT’a gider bidayetüm;
Sen bu nişan ile beni bil, ki nişana sığmazam!..
Kimse gümanu zann ile, olmadı Hak ile biliş;
Hak’kı bilen bilür ki, ben zannı gümana sığmazam!..
Surete bahu maniyi, suret içinde tanı kim;
Cism ile can BEN’em veli, cismü cana sığmazam!..
Hem sedefem hem incüyem, Haşru sırat esenciyim;
Bunca kumaşu raht ile, ben bu dükkana sığmazam!..
Genç-i nihan benem ben, uş, yani iyan benem ben uş;
Cevheri kan benem be uş, bahre ve kane sığmazam!
Gerçi muhiti a’zamem, adem adumdur ademem;
Dar ile kün fe kan benem, ben de mekana sığmazem!
Can lie hemcihan benem, dehr ile hemzaman benem;
Gör bu latifeyi kim, ben dehrü zemana sığmazam!
Encüm ile felek benem, vahyi bilen melek benem;
Çek dilünü ve ebsem ol, ben bu lisana sığmazam!
Zerre benem, güneş benem, Çar ile pencü şeş benem;
Sureti gör, beyan ile bil kim ben bu sana sığmazam!
Zat ileyem, sıfat ile, Kadr ileyem Berat ile;
Gül şekerem nebat ile, beste dehana sığmazam!
Nar benem, şecer benem, Arş’e çıkan hacer benem;
Gör bu adın zebanesin, ben bu zebana sığmazam!
Şems benem, kamer benem, şehd benem şeker benem;
Ruhi revan bağışlarım, ruhi revana sığmazam!
Gerçi bugün Nesimi’yem, Haşimiyem, Kureyşiyem;
Bundan uludur ayetim, ayetü şana sığmazam!
NESİMİ
Niyazi-i Mısri hazretlerinin asıl adı Mehmet (Niyazi) dir.İkinci Osman devrinde 1617-1618 yıllarında (Hicri 1027) Malatyada şimdiki adı Soğanlı olan "İşpozi" kasabası'nda doğmuştur.Babasının adı Ali Çelebidir.
1638 de Medrese tahsilini tamamlayarak icazet alan divan sahibi Tanrısal ilimler üzerinde çalışarak bilhassa tefsir,hadis,fıkıh ve tasavvuf alanlarında yavaş yavaş adını çevresine duyurmaya başlamıştır.Tasavvufu daha başlangıçta iyi şekilde kavramasıyla yaptığı va'azları da o derece etkili oluyor ve büyük ilgi topluyordu.Babasının bir Nakşibendi tarikatı mensubu olmasına rağmen,henüz 21 yaşında genç bir vaiz iken Halveti tarikatı şeyhi Malatyalı Hüseyin efendiye intisab etmiş ve sonuna kadar bu tarikatta kalarak coşkun bir sofi olmuştur.
Henüz 25-26 yaşlarında bulundukları sırada hem Arapça lisanını ilerletmek,hem de tanınmış sofilerle görüşmek ve onların kemal ve zevklerine erişme yollarını araştırmak maksadıyla şeyhinin ve ailesinin müsaadelerini alarak gezisine Bağdadtan başlayarak bütün Arap yarımadasını dolaşmış, o zamanlar hocası yalnız Mısırda bulunan "Miftah-ı Ulumil Gayb" (Gayb ilimleri anahtarı) ilmini öğrenmek üzere Mısıra gidip Ezher Camii civarında bir Kadiri şeyhinin yanına yerleşmiştir. Divan sahibi bir yandan Gayb ilmi tahsiline devam ederken, bir yandan da Ezher Camii'nde va'azlar veriyor ve tanınmış ilim adamları ve sofilerle ilişkiler kurarak, onlarla ilmi ve tasavvufi sohbetlerde bulunuyordu.
Dört yıla yakın bir süre devam eden tahsil devresinin sonunda Niyazi bir gece rüyasında "Abdülkadir-i Geylani" hazretlerini görür .Geylani rüyasında Niyazi'ye nasibinin bu şehirde olmadığını ve Anadolu tarafını işaret eder.Bunun üzerine şeyhinden ısrarla izin ister,rüyasını duyan şeyhi,kendisine hilafet vermeyi teklif eder ise de O gitmede ısrar eder ve izin alıp Anadolu yoluyla İstanbul'a gelir.Sokullu Mehmet Paşa Medresesi'nde bir hücrede irşada başlar (1646).
İstanbul'dan Bursa'ya gidip orada Veled-i Enbiya Camii kayyimi Ali Dede'nin evinde ve Ulu Cami yakınındaki medresede oturan Niyazi-i Mısri,yine bir rüya üzerine Uşak'a giderek Halvetiyyenin Elmalı'lı Yiğitbaşı Ahmet Efendi kolundan ve Ümmi Sinan Halifelerinden Şeyh Mehmed'e intisabedip tecdid-i biat eyler.Ümmi Sinan ile Elmalı'ya giderek şeyhinin dergahında imamlık,hatiplik ve şeyhinin oğluna öğretmenlikte bulunur.Bir aralık İstanbul'a bir seyahat yapar. 1065 (1654-1655) te kendisine Ümmi Sinan tarafından hilafet verilmesine müteakip Uşak'a ve Kütahya'ya,Ümmi Sinan'ın ölümünden sonra tekrar Uşak'a oradan Bursa'ya gidip Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir.Bir kız çocuğu olur.Abdal adlı bir tüccar, Niyazi'ye bir dergah yaptırır.Bu dergah 1080 (1669-1670) tarihinde merasimle açılır.Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın daveti üzerine Edirne'ye giden Niyazi,fazla değer verdiği cıfra dayanarak bazı sözler söylediğinden 1087 (1673) te Rodos'a sürülür.Dokuz ay sonra affedilerek Bursa'ya döner.
1676 tarihinde sürüldüğü Limni Adası'nda 1691 senesine kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra affedilir. Ahmed II. devrinde Türk ordusunun Avusturya üzerine hareketine karar verildiği zaman Bursa'da oturan Niyazi-i Mısri,Allah rızası için gazaya gideceğini bildirir. 1104 (1693) te müridlerinden 200 kişiyi etrafına toplar.Niyazi'nin ,Bursa'da yeni kaplıca civarındaki Bademli Bahçe'de çadır kurdurup yola çıkmaya hazırlandığı duyulunca,mürüdleri çoğalan şethlerin huruc davasına kalkıştıkları ve bu yüzden kan döküldüğü göz önünde tutularak kendisine Bursa'da kalıp hayır dua ile meşgul olması için Hatt-i Humayun gönderilir.
Padişahın Niyazi'ye gönderdiği mektup aynen şöyledir: "Mısri Efendi,selamımdan sonra sefere kasd ve azimetiniz olduğu mesmu-i hümayunum oldu.Sefere teveccühünüzden ise halvetinizde duaya meşgul olmanız ensebdir.Mahallinizden harekete rızay-i hümayunum yoktur.Huzur-i hatır ile zaviyenizde oturup asakir-i İslamiyye ve ğuzat-i mücahidine teveccüh-i tam ile mansur ve muzaffer olmaları duasında olmanız me'muldür vesselam." Niyazi,padişahın bu isteğini kabul edemeyeceğini şu mektubu ile bildirir:
"Bismillahirrahmanirrahim.Elhamdülillahi Rabbilalemin.Vassalatü vesselamü ala Seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.Vesselamü ala halifeti'l Mehdiyyi.
"Padişahım, "İnne mesele isa kemeseli Adem" buyuruldu.Mümasili ilmül-esmada yığıldı.Kabul edene meslek dendi,kabul etmiyene şeytan dendi.Kazalik İsa,nüzulünde ilmü'l-esma ta'lim eyledi.Kabul edene melek ve mehdi dendi,etmiyeneşeytan ve deccal dendi.Ondan nüzul-i İsa'ya gelince ne kadar enbiya ve rüsul geldiyse anlara muhalefet eden padişahlardan kanğısı behremend oldu,muradına erdi? Cümlesi makhur oldular. "Padişahım,muhale ferman vermek akil işi değildir.Bir kevkebe tulu etmesün deyu ferman versen,yahut borusu (ağrısı) tutmuş avret doğursa padişaha asi olur mu?
Padişahım,ben seni esirgerim,sana benim su-i kasdım yoktur.Senin hayırhahınım.Senin düşmenim,beni sana yanlış bildirir.Bu dahi malumun ola ki enbiyada ve evliyada kizb ve hilaf ve müdahene olmaz.Bizim sana su-i kasdımız yoktur.Dediğimize itimat edin ve nüdemadan birisini şunu azl veya katleyle demem.Bu senin hizmetine layık değildir.Ancak umum üzre adleyle deyu nasihat ederiz,kabul edersen senin izzetin ziyade olur; aziz olursun; kabul etmezsen zararı kendinize edersiniz.İsa nüzul etmesün deyu ferman verüp geru reddedemezsin.Ancak bir miktar ta'ciz edersen,me'yus olunca sonra nazarı Hak erişüp ol me'yusa necat verir.. "el-Hasıl enbiyaya muhalefette olmaktan men ederim. Nasihati kabul edersen, tahtında sabitkadem olursun. İsa Aleyhisselam, kendi hakkında ala mele'innas haza mehdiyyüzzeman deyu şehadet eder.Şehadetini Allah taala kabul eder, cümle halk dahi kabul eder.Ve illa muhalefetin zararı kenduye aidolur, bilürsün. Nasihatim budur. Bu mektubu kendu şeyhine gösterme ve re'yiyle amil olma. Şeyhu-l İslama ve ulemaya göster, anların re'yiyle amil ol.Alim kavli şeyhulislamı müşirdir. Anların işaretleriyle amil ol Ahmed adedidir 254 Vesselamü ala men ittebe'a'l-hüda".
Niyazi, Padişahın emrine kulak asmıyarak Tekfur Dağına kadar gittiği gibi, yapılan te'kide de ehemmiyet vermemiş idi (Silahtar, tarih, II,704).Hadiseyi duyan padişahın, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiğine ve onu Tekfur Dağında karşılattığına bakılırsa Niyazi'yi çok saydığı anlaşılır. (Reşid, tarih, II,216). Niyazi-i Mısri'nin Edirne'ye yaklaşması ve padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, pek çok kimselerin de şeyhi sabırsızlıkla beklemeleri devlet adamları arasında telaş uyandırır.Sadrazam Bozok'lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak istiyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören Ahmed II yi, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. Niyazi, 26 Şevval, 1104 (30 Haziran 1693) Salı günü Edirne'ye gelip va'zetmek üzere Selimiye Camiine indiği zaman, halk caminin etrafını almış, kalabalıktan içeriye girilemez olmuş idi.
Bu durum karşısında Sadrazam, Mısri Efendi eğer derhal sürgün edilmezse büyük bit karışıklık çıkacağını padişaha telkin ederek Şeyhin Limni'ye gönderilmesi hususunda bir ferman alır. Şeyh Efendi hemen Tahtırevana bindirilip Boğazhisarındaki Kaptan Paşa'ya sevk olunarak Limni'ye gönderilir. 20 Recep 1105 (16 Mart 1694) Çarşamba günü
Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş,
Bürhan aradım aslıma, aslım banma bürhan imiş!..
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,
Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyem
Benden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
Savm-u salat hac ile sanma biter zahid işin,
İNSAN-I KAMİL olmaya, lazım olan İRFAN imiş...
Mürşid gerektir bildire, Hak’kı sana hakk-el yakın
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır
Mürşidi, kamil olanın yolu gayet asan imiş.
İşit Niyazi’nin sözün, bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’tan açık bir nesne yok, gözsüzlere görülmezmiş!
NİYAZİ MISRİ
Nadanı terketmeden yaranı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden, insanı arzularsın.
Man arefe nefsehu, fakat arefe rabbehu
Nefsini sen bilmeden, sübhanı arzularsın.
Sen bu evin kapısın, henüz bulup açmadan
İçindeki kenz’i biyanı arzularsın.
Taşra üfürmekle yalazlanır mı ocak?
Yüzün Hakk’a dönmeden ihsanı arzularsın.
Dağlar gibi kuşatmış BENLİK günahı seni
Günahını bilmeden, gufranı arzularsan.
Cevizin yeşil kabını yemekle tat bulunmaz
Zahir ile ey fakih Kur’anı arzularsın.
Şerbeti sen içmeden sarhoş u mest olmadan
Nice hakkın emrine fermanı arzularsın.
Gurbetliğe düşmeden mihnete sataşmadan
Kebap olup pişmeden püryanı arzularsın.
NİYAZİ MISRİ
Canını terketmeden
Cananı arzularsın,
Zünnarını kesmeden
İymanı arzularsın.
Karıncalar gibi sen
Ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri
Seyranı arzularsın.
Var Niyazi yürü,
Atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan,
Sultanı arzularsın.
NİYAZİ MISRİ
Zat-ı Hak’ta mahrem-i irfan olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahri bipayan olan anlar bizi.
Bu fena gülzarına bülbül olanlar anlamaz,
Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi.
Dünye-vü-ukbayı tamir eylemekten vaz geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp viran olan anlar biz.
Biz şol abdalız, bıraktık eğnimizden şalımız
Varlığı ndan soyunup uryan olan anlar bizi.
Kahr-u lutfu şey-i vahid bilmeyen çekti azap,
Ol azaptan kurtulup Sultan olan anlar bizi.
Zahide ayık dururken anlamazsın sen bizi,
Cür’ayı safi içip mestan olan anlar bizi.
Arifin her bir sözünü duymaya insan gerek
Bu cihanda sanmaki hayvan olan anlar bizi.
Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi.
NİYAZİ MISRİ
Sağ ü solu gözler idim
Dost yüzünü görsen deyü
Ben taşrada arar idim,
Ol can içinden canan imiş.
Savm-u salat-ı hac ile
Sanma biter zahid işin,
İnsan-ı kamil olmaya
Lazım olan irfan imiş.
Nerden gelir yolun senin
Ya nereye varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvan imiş.
İşit Niyazinin sözün
Bir nesne örtmez hak yüzün
Hak’tan ayan bir nesne yok,
Gözsüzlere pinhan imiş.
NİYAZİ MISRİ
Şehr-i hakikattır adı Hak sırrını anda kodu
Ol sırra vakıf olanı Hak eyledi mihman kamu.
Olmaz onlarda fest Buğz-u kibr-ü inad,
Cümle biliş, yok asla yad birbirine ihvan kamu.
Özleri canlardan aziz sözleri baldan leziz,
Yok anda sen, ben, siz, biz birlikte yeksan kamu.
Şehre mürsel gelmedi anları davet kılmadı
Anlar yolu yanılmadı evsafları Kur’an kamu.
Hak mezhebi mezhepleri, deryayı zat meşrepleri,
Hasıl kamu matlapları kadr içredir her an kamu.
Yoktur onlarda ihtilaf günden ayandır bi-hilaf,
Her işleri hakka muzaf ruh eylemiş yezdan kamu.
Terkeylemişler kıyl-ü kal lal olmuş onlara bu dil
Her halleri hakka delil hep mazhar-ı Rahman kamu.
Dünyaya anlar gelmedi geldiysede eylenmedi
Şeytan onları görmedi anda olan pinhan kamu.
Ana girerse bir kişi gider gönülden teşvisi
Başına bu devlet kuşu konar olur sultan kamu.
Her kim ki ol şehre gelir her korkudanazad olur,
Yollarda bellerde kalır dev ve peri şeytan kamu.
Dar-ül emandır ol şehir lakin girer yüz binde bir
Sanma ana dahil olur Hur-u melek rıdvan kamu.
Ehline anlar bellidir zira bilir bir ellidir,
Her birisi ahsen sıfat her müşkile bürhan kamu.
Var semme vechullahı bul ta görüne sana bu yol
Senden sana eyler sefer kim edesin seyran kamu.
Candan riyazat-ı ta’ab çeksin anı edip talep
Olur riyazatın sonu dertlerine derman kamu.
Gel tende koma canını a-laya çık bul kanını
Layık mıdır insana kim yer ola zindan kamu.
Tut Niyazi’nin sözün bunda aç gör can gözün,
Bir gün gidersin ansızın görmez seni giryan kamu.
Var ol hakikat şehrine er anda hakikat sırrına,
Dolsun senin de gönlüne derya olup irfan kamu
NİYAZİ MISRİ
Çünkü bildim mü’minin kalbinde Beytullah var
Niçin izzet etmedin ol evdeki Allah var.
Her ne var ademde var ademden iste hakkı sen,
Olma iblis-i şaki ademde sırrullah var.
Pes enel hak defterinden al sebk ey zat-ı hak,
Dem be-dem batıl tasavvur etme hakkullah var.
Yılda bir kez hac olursa Kabe’de ey hacegan,
Gir gönüller kabesine nice hacculah var.
Zahidin dilinde zikri var ise çün la ilahe
Aşıkı sadıkların kalbinde illallah var.
Pehlivandır şol kişi ki nefsini katleyledi,
Hep erenler meclisinde ana eyvallah var.
Kimseye ta’netme ey dil sırrı hakka vakıf ol,
Cümle eşya nur-u haktır sanma gayrullah var.
Kenz-i mahfidir hakikat ey Nesimi ebsem ol,
Sırrını faş etme bu yolda çok gümrah var.
NESİMİ
Dil penah-ı Kibriya’dır yıkma gönlün kimsenin,
Genç-i esrar-ı Hüda’dır yıkma gönlün kimsenin.
Zat-ı kudretle yapılmış Sun-i Mevladır gönül,
Mülk-ü Hak dar-ül bekadır yıkma gönlün kimsenin.
Kalb-i mü’min beyt-i Rahman Haccı ekber andadır,
Secdegah-ı Mustafa’dır yıkma gönlün kimsenin.
Ey Nesimi kendi vahdet-hanesidir bu gönül
Cilvegah-ı evliyadır ykma gönlün kimsenin.
NESİMİ
Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazsam;
Cevheri lamekan benem, kevnü mekana sığmazam!..
Arşı ferşi kaf’u nun, bende bulundu cümle çün;
Kes sözüni uzatma kim şerhü beyana sığmazam!..
Kevnü mekandır ayetüm, ZAT’a gider bidayetüm;
Sen bu nişan ile beni bil, ki nişana sığmazam!..
Kimse gümanu zann ile, olmadı Hak ile biliş;
Hak’kı bilen bilür ki, ben zannı gümana sığmazam!..
Surete bahu maniyi, suret içinde tanı kim;
Cism ile can BEN’em veli, cismü cana sığmazam!..
Hem sedefem hem incüyem, Haşru sırat esenciyim;
Bunca kumaşu raht ile, ben bu dükkana sığmazam!..
Genç-i nihan benem ben, uş, yani iyan benem ben uş;
Cevheri kan benem be uş, bahre ve kane sığmazam!
Gerçi muhiti a’zamem, adem adumdur ademem;
Dar ile kün fe kan benem, ben de mekana sığmazem!
Can lie hemcihan benem, dehr ile hemzaman benem;
Gör bu latifeyi kim, ben dehrü zemana sığmazam!
Encüm ile felek benem, vahyi bilen melek benem;
Çek dilünü ve ebsem ol, ben bu lisana sığmazam!
Zerre benem, güneş benem, Çar ile pencü şeş benem;
Sureti gör, beyan ile bil kim ben bu sana sığmazam!
Zat ileyem, sıfat ile, Kadr ileyem Berat ile;
Gül şekerem nebat ile, beste dehana sığmazam!
Nar benem, şecer benem, Arş’e çıkan hacer benem;
Gör bu adın zebanesin, ben bu zebana sığmazam!
Şems benem, kamer benem, şehd benem şeker benem;
Ruhi revan bağışlarım, ruhi revana sığmazam!
Gerçi bugün Nesimi’yem, Haşimiyem, Kureyşiyem;
Bundan uludur ayetim, ayetü şana sığmazam!
NESİMİ