mektubat
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 4 Eki 2006
- Mesajlar
- 2,308
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 42
- Konum
- İstanbul
- Web Sitesi
- www.caglarnetwork.com
Nimet, insana faydalı olan, tatlı gelen şey demektir. İnsanların, sıhhatli, sağlam, rahat, neşeli yaşamalarına ve ahirette sonsuz saadete kavuşmalarına sebep olan faydalı şeylere nimet denir. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, kullarına lazım olan bütün nimetleri yarattı. Bunlardan nasıl istifade edileceğini, nasıl kullanacağımızı, Peygamberleri ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir. Âdem aleyhisselamdan beri, Müslüman olsun veya olmasın, herhangi bir insan, bu kitaplara uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur.
Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, Resuller ve Nebiler göndererek, saadet-i ebediyye yolunu göstermesidir. Nimetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükredilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar.
Müslümanlık nimetlerinin ortadan kalkmasına sebep, bunların kıymetinin bilinmemesidir. Elimizden alan Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, iyi işleri sevdiği kullarına, kötü işleri düşmanlarına yaptırır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde İbrâhim suresinin yedinci âyetinde mealen; (Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azap ederim) buyuruyor. Hadis-i şerifte de; (Allahü teâlâ, bazı kullarına dünyada çok nimet vermiştir. Bunları, kullarına faydalı olmak için yaratmıştır. Bu nimetleri Allahü teâlânın kullarına dağıtırlarsa, nimetleri azalmaz. Bu nimetleri Allah’ın kullarına ulaştırmazlarsa, Allah nimetlerini bunlardan alır. Başkalarına verir.) buyurulmaktadır.
Muhyiddin ibni Arabi hazretleri de; “Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfran-ı nimet etmiş olur” buyurmaktadır.
Her nimet için de böyledir. Şükretmek, o nimeti izin verildiği ve emredildiği yerde kullanmak demektir. Dil ile elhamdülillah veya çok şükür demek şükür etmek olmaz. Buna "hamd" denir. Hamd dil ile, şükür beden ile yapılır. Göz nimetine şükretmek için Allahü teâlânın bak dediği yere bakılır, bakma dediği yere bakılmaz. İman nimetine şükretmek için de, onu Allahü teâlânın diğer kullarına ulaştırmak gerekir. Ama doğru imanı, yani ehl-i sünnet itikadını.
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya, ihlâs ile itaat ve ibadet etmektedir. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan gelir. Rahat ve huzur da, itaat yolundan gelmektedir.
Kavuştuğumuz her nimet, hep Hakka imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsanıdır. Gördüğümüz her musibet ve felaket de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır.
İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık icabıdır. İyilik edenlere hürmet edilir. Nimet sahipleri, büyük bilinir. O halde, her nimetin hakiki sahibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık icabıdır. Aklın lüzum gösterdiği bir vazife, bir borçtur. İyilik edene teşekkür lazım olduğunu akıl da, İslamiyet de göstermektedir. Şükrün derecesi, gelen nimetlerin miktarına bağlıdır. Nimet, ne kadar çok ise, şükretmek lüzumu da çok olur. Unutmamak lazımdır ki, her nimet, külfet mukâbilidir. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlânın bir nimet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen, Lâ havle vela kuvvete illâ billah çok okusun!) buyuruldu.
Bir gün Resulullah efendimizden duaların efdali hangisidir diye sorulduğunda; (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. İmandan sonra, âfiyetten daha büyük nimet yoktur) buyurdu.
Müslümanlar, Allahü teâlâya tevekkül eder. Tevekkül, çalışmadan yatıp beklemek değildir. Tevekkül, çalışıp sebebine yapışıp, o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir. Çalışmadan bana ver Yarabbi denmez. Namaz kılmadan, Yarabbi günahlarımı affet demeye benzer. Çalışmayıp herkese muhtaç kalanların, dini ve aklı noksan olur.
İyi sebebe yapışan iyi netice alır. Çalışırken netice alamazsak, kabahati kendimizde aramalıyız.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başı boş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sahibi olalım! Kıyâmet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka, ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. İhtiyârlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da, rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, hâlsizlik zamanında, yarar iş yapılamaz. Bugün, her vaziyet elverişli iken, ananın babanın varlığı büyük nimet iken, geçim derdi olmayıp fırsat elde iken, güç kuvvet yerinde iken, hangi özür ile, hangi sebeple, bugünün işi yarına bırakılabilir? Peygamber efendimiz; (Yarın yaparım diyen helak oldu, ziyân etti) buyurdu. Eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep ahiret işlerini yaparsan güzel olur. Fakat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur.”
Makaleler .:.: www.osman-unlu.com :.:.Cenâb-ı Hak, bütün insanlara, sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi olarak da, Resuller ve Nebiler göndererek, saadet-i ebediyye yolunu göstermesidir. Nimetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükredilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar.
Müslümanlık nimetlerinin ortadan kalkmasına sebep, bunların kıymetinin bilinmemesidir. Elimizden alan Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, iyi işleri sevdiği kullarına, kötü işleri düşmanlarına yaptırır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde İbrâhim suresinin yedinci âyetinde mealen; (Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azap ederim) buyuruyor. Hadis-i şerifte de; (Allahü teâlâ, bazı kullarına dünyada çok nimet vermiştir. Bunları, kullarına faydalı olmak için yaratmıştır. Bu nimetleri Allahü teâlânın kullarına dağıtırlarsa, nimetleri azalmaz. Bu nimetleri Allah’ın kullarına ulaştırmazlarsa, Allah nimetlerini bunlardan alır. Başkalarına verir.) buyurulmaktadır.
Muhyiddin ibni Arabi hazretleri de; “Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfran-ı nimet etmiş olur” buyurmaktadır.
Her nimet için de böyledir. Şükretmek, o nimeti izin verildiği ve emredildiği yerde kullanmak demektir. Dil ile elhamdülillah veya çok şükür demek şükür etmek olmaz. Buna "hamd" denir. Hamd dil ile, şükür beden ile yapılır. Göz nimetine şükretmek için Allahü teâlânın bak dediği yere bakılır, bakma dediği yere bakılmaz. İman nimetine şükretmek için de, onu Allahü teâlânın diğer kullarına ulaştırmak gerekir. Ama doğru imanı, yani ehl-i sünnet itikadını.
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya, ihlâs ile itaat ve ibadet etmektedir. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan gelir. Rahat ve huzur da, itaat yolundan gelmektedir.
Kavuştuğumuz her nimet, hep Hakka imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsanıdır. Gördüğümüz her musibet ve felaket de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır.
İyilik yapana teşekkür edileceğini, herkes bilir. Bu, insanlık icabıdır. İyilik edenlere hürmet edilir. Nimet sahipleri, büyük bilinir. O halde, her nimetin hakiki sahibi olan Allahü teâlâya şükretmek, insanlık icabıdır. Aklın lüzum gösterdiği bir vazife, bir borçtur. İyilik edene teşekkür lazım olduğunu akıl da, İslamiyet de göstermektedir. Şükrün derecesi, gelen nimetlerin miktarına bağlıdır. Nimet, ne kadar çok ise, şükretmek lüzumu da çok olur. Unutmamak lazımdır ki, her nimet, külfet mukâbilidir. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlânın bir nimet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen, Lâ havle vela kuvvete illâ billah çok okusun!) buyuruldu.
Bir gün Resulullah efendimizden duaların efdali hangisidir diye sorulduğunda; (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. İmandan sonra, âfiyetten daha büyük nimet yoktur) buyurdu.
Müslümanlar, Allahü teâlâya tevekkül eder. Tevekkül, çalışmadan yatıp beklemek değildir. Tevekkül, çalışıp sebebine yapışıp, o sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemektir. Çalışmadan bana ver Yarabbi denmez. Namaz kılmadan, Yarabbi günahlarımı affet demeye benzer. Çalışmayıp herkese muhtaç kalanların, dini ve aklı noksan olur.
İyi sebebe yapışan iyi netice alır. Çalışırken netice alamazsak, kabahati kendimizde aramalıyız.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başı boş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sahibi olalım! Kıyâmet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka, ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. İhtiyârlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da, rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, hâlsizlik zamanında, yarar iş yapılamaz. Bugün, her vaziyet elverişli iken, ananın babanın varlığı büyük nimet iken, geçim derdi olmayıp fırsat elde iken, güç kuvvet yerinde iken, hangi özür ile, hangi sebeple, bugünün işi yarına bırakılabilir? Peygamber efendimiz; (Yarın yaparım diyen helak oldu, ziyân etti) buyurdu. Eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep ahiret işlerini yaparsan güzel olur. Fakat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur.”