Leyla_Ebedi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 2 Şub 2008
- Mesajlar
- 331
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 18
Kurânı- Kerîm’de kuşluk vaktine, fecre, geceye, gündüze ve bunların alâmetleri sayılan güneşle aya yemin edilir. Akıp giden vakti dikkatle değerlendirmesi konusunda insanoğlu uyarılır. Asr sûresinde ise mutlak mânâda zamana yemin edilerek şöyle buyruluyor:
“Asra andolsun ki, insan ziyan içindedir. Ancak, iman edip salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnâdır.” (103/1-3)
Asr kelime olarak hapsetmek, men etmek ve sıkıp suyunu çıkarmak manalarına geliyor. İsim olarak ise mutlak zaman, ikindi vakti, içinde bulunulan zaman ve yüz yıllık zaman dilimi anlamlarına geliyor.
Cenâb-ı Hak; asra yemin ederek insanın mutlaka hüsranda olduğunu ve insan cinsinden ancak şu dördüne sahip çıkanların bundan müstesnâ olacağını buyuruyor. Şimdi, neden asra yemin ediliyor ve neden yeminle insanın hüsranda olduğu bildiriliyor, bunları anlamaya çalışacağız. Tefsirde belirtildiğine göre; Cenâb-ı Hakk’ın bir şeye kasem etmesi, onun büyüklüğüne delil olmayıp, insan hayatındaki değerini bildirmeye yöneliktir.
Peki neden istisnâlar dışındaki insanın hüsranda olduğu bildiriliyor?
Bu sorunun cevabına dair şöyle düşünebiliriz: İnsan yaşadığı sürece tüketen bir varlıktır. O, bir taraftan benzeri veya yenisi alınabilen ihtiyaç maddelerinin temini ve sarfıyla meşgul olurken, diğer taraftan ömrü geçip gitmektedir. Doğrusu o, büyüyorum sandığı yerde eceline koşmakta; çoğalıyorum, servetim katlanıyor zannederken ömrünü tüketmektedir.
Şurası muhakkak ki, insanın harcayıp tükettikleri içinde, zaman diğer metaa benzemez. Çünkü harcanan zamanın aslâ yenisi alınamaz, geri gelmez, parayla satın alınamaz, değiştirilemez ve ödünç alınamaz. Bu itibarla insan, miktarı kendince meçhul bir hazineyi devamlı tüketmektedir. Elmalılı Hamdi merhûmun tefsirinde belirttiği üzere; “Gidene mukabil bir hayır kazanılmamışsa, o noksanlık sırf hüsrân demektir.”
İşte konumuzu teşkil eden sûre-i celîle bizi bu gerçeğe uyandırıyor. Sanki insana, “ömür sermayeni kullanırken bilinçli değilsen küllî hüsrandasın” diyor. Hüsrandan kurtulmanın çaresini ise iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye olarak zikrediyor.
Felaha giden yolun başında imanın zikredilmesi bizce anlamlıdır. Demek ki, iman olmadan gösterilen yararlılıkların sahibine ebediyette bir hayrı dokunmayacaktır. Hüsrandan kurtuluş için, insanın önce iman esaslarını şeksiz şüphesiz kabulü gerekiyor.
İkinci sırada salih ameller var; iyi ve yararlı işler… Burada ilk dikkat çeken, “amel”in manasındaki kuşatıcı genişlik olmalıdır. Çünkü amel, belirli bir ibadet veya işin husûsî adı değildir. En geniş manasıyla yapılan iş ve eylem demektir. Öyleyse Müslüman’ın her işi iyi ve faydalı olarak tanımlanabilecek berraklıkta olmalıdır. Her işi, her sözü, gönlünden geçirdiği her düşüncesi damıtılmış olmalıdır. Hiçbirinin utanılacak bir tarafı olmamalı. Hepsi de yüzünün akıyla el içine çıkabileceği kıvamda, Allah’ın huzuruna sunabileceği berraklıkta iman ve akıl süzgecinden geçmiş olmalıdır... İstenen salih amelin bütün bunları kapsadığına inanıyoruz.
Üçüncü sırada hakkı tavsiye var. Şöyle diyebiliriz; iman edip salih amelleri kuşanan kişi, nefsinde hakşinaslığı özümseyecek. Fakat bununla da yetinmeyecek, hakkı tavsiye edecek. Bulunduğu her yerde hakikate tercüman olacak. Hakikatin neşv ü nemâ bulmasına gayret edecek. O ölçüde batılın, yanlışın izâlesine çalışmış olacak.
Dördüncü olarak sabrın tavsiyesi var. Onu da kişi önce kendi nefsinde özümseyecek. Elmalılı merhûmun dediği gibi; “Elem ve külfetlere karşı sabrederek taatta bulunmaya, lezzet ve şehvetlerin çekiciliğine karşı sabrederek de haramlardan sakınmaya önce nefsini alıştıracak.” Sonra bu disiplini insanlara tavsiye edecek.
Saydığımız dört maddeden son ikisi ile ilgili şunları ilâve edebiliriz; hakkın ve sabrın tavsiyesi herhangi bir konu, yer veya zamanla sınırlı değildir. Şu halde Müslüman’a yaraşan hodbinlik değil, diğergamlıktır. İçinde yaşadığı toplumu doğru okuyup, o gün için elzem olan hizmet şevkini kuşanmaktır. Gücü yettiğince doğruları söylemek ve yanlıştan sakındırmaktır. Hüsrana uğrayanlardan olmamak için iman ve salih amellerden sonra, hakkın ve sabrın tavsiyesinin şart koşulmuş olması bize bunları düşündürüyor...
Asr sûresi kısa, fakat bütün nasihatlerin özü mahiyetindedir. Bu sebepledir ki, ashab-ı kirâmdan birbiriyle karşılaşan iki kişinin Asr sûresini okumadan ayrılmadıkları rivayet edilmektedir.1 İmam Şâfiî hazretleri ise; “Şayet Kur’an-ı Kerim’de başka bir şey nâzil olmasaydı, Asr sûresi insanlara yeterdi” diyor. “Bu sûre Kur’ân’ın bütün ilimlerini ihtivâ etmektedir. Eğer insan derinlemesine düşünse, yalnız bu sûre bile hidayetine yeterdi.”
Mehmet Akif’in gönlünden mısralara dizilenler ise, bu sûreye dair söylenebileceklerin husûsi bir hulâsası mahiyetindedir:
Hâlik’ın2 nâ-mütenâhî3 adı var; en başı hak
Ne büyük şey kul için, Hakkı tutup kaldırmak
Hani, ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i Ve’l-Asr’ı okurmuş, neden?
Çünkü meknûn4 o büyük sûrede, esrâr-ı felâh5
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salâh6
Sonra Hak, sonra sebât; işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsrân artık
İmam Râzî pazarda buz satan bir şahsın sözünü naklederek, “Asr sûresinin manasını bundan sonra anladım” diyor. Satıcı halka şöyle sesleniyordu; “Sermayesi eriyen bu adama merhamet ediniz!”
Aslında, sermayesi eriyip giden sadece buz satan adam değildir. İmanı kuşandıktan sonra onun gerektirdiği salih amellerle, hakkı ve sabrı tavsiye ile vaktini değerlendirmeyen her insanın, kıymetli zamanı hebâ olup gitmektedir.
“Asra andolsun ki, insan ziyan içindedir. Ancak, iman edip salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnâdır.” (103/1-3)
Asr kelime olarak hapsetmek, men etmek ve sıkıp suyunu çıkarmak manalarına geliyor. İsim olarak ise mutlak zaman, ikindi vakti, içinde bulunulan zaman ve yüz yıllık zaman dilimi anlamlarına geliyor.
Cenâb-ı Hak; asra yemin ederek insanın mutlaka hüsranda olduğunu ve insan cinsinden ancak şu dördüne sahip çıkanların bundan müstesnâ olacağını buyuruyor. Şimdi, neden asra yemin ediliyor ve neden yeminle insanın hüsranda olduğu bildiriliyor, bunları anlamaya çalışacağız. Tefsirde belirtildiğine göre; Cenâb-ı Hakk’ın bir şeye kasem etmesi, onun büyüklüğüne delil olmayıp, insan hayatındaki değerini bildirmeye yöneliktir.
Peki neden istisnâlar dışındaki insanın hüsranda olduğu bildiriliyor?
Bu sorunun cevabına dair şöyle düşünebiliriz: İnsan yaşadığı sürece tüketen bir varlıktır. O, bir taraftan benzeri veya yenisi alınabilen ihtiyaç maddelerinin temini ve sarfıyla meşgul olurken, diğer taraftan ömrü geçip gitmektedir. Doğrusu o, büyüyorum sandığı yerde eceline koşmakta; çoğalıyorum, servetim katlanıyor zannederken ömrünü tüketmektedir.
Şurası muhakkak ki, insanın harcayıp tükettikleri içinde, zaman diğer metaa benzemez. Çünkü harcanan zamanın aslâ yenisi alınamaz, geri gelmez, parayla satın alınamaz, değiştirilemez ve ödünç alınamaz. Bu itibarla insan, miktarı kendince meçhul bir hazineyi devamlı tüketmektedir. Elmalılı Hamdi merhûmun tefsirinde belirttiği üzere; “Gidene mukabil bir hayır kazanılmamışsa, o noksanlık sırf hüsrân demektir.”
İşte konumuzu teşkil eden sûre-i celîle bizi bu gerçeğe uyandırıyor. Sanki insana, “ömür sermayeni kullanırken bilinçli değilsen küllî hüsrandasın” diyor. Hüsrandan kurtulmanın çaresini ise iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye olarak zikrediyor.
Felaha giden yolun başında imanın zikredilmesi bizce anlamlıdır. Demek ki, iman olmadan gösterilen yararlılıkların sahibine ebediyette bir hayrı dokunmayacaktır. Hüsrandan kurtuluş için, insanın önce iman esaslarını şeksiz şüphesiz kabulü gerekiyor.
İkinci sırada salih ameller var; iyi ve yararlı işler… Burada ilk dikkat çeken, “amel”in manasındaki kuşatıcı genişlik olmalıdır. Çünkü amel, belirli bir ibadet veya işin husûsî adı değildir. En geniş manasıyla yapılan iş ve eylem demektir. Öyleyse Müslüman’ın her işi iyi ve faydalı olarak tanımlanabilecek berraklıkta olmalıdır. Her işi, her sözü, gönlünden geçirdiği her düşüncesi damıtılmış olmalıdır. Hiçbirinin utanılacak bir tarafı olmamalı. Hepsi de yüzünün akıyla el içine çıkabileceği kıvamda, Allah’ın huzuruna sunabileceği berraklıkta iman ve akıl süzgecinden geçmiş olmalıdır... İstenen salih amelin bütün bunları kapsadığına inanıyoruz.
Üçüncü sırada hakkı tavsiye var. Şöyle diyebiliriz; iman edip salih amelleri kuşanan kişi, nefsinde hakşinaslığı özümseyecek. Fakat bununla da yetinmeyecek, hakkı tavsiye edecek. Bulunduğu her yerde hakikate tercüman olacak. Hakikatin neşv ü nemâ bulmasına gayret edecek. O ölçüde batılın, yanlışın izâlesine çalışmış olacak.
Dördüncü olarak sabrın tavsiyesi var. Onu da kişi önce kendi nefsinde özümseyecek. Elmalılı merhûmun dediği gibi; “Elem ve külfetlere karşı sabrederek taatta bulunmaya, lezzet ve şehvetlerin çekiciliğine karşı sabrederek de haramlardan sakınmaya önce nefsini alıştıracak.” Sonra bu disiplini insanlara tavsiye edecek.
Saydığımız dört maddeden son ikisi ile ilgili şunları ilâve edebiliriz; hakkın ve sabrın tavsiyesi herhangi bir konu, yer veya zamanla sınırlı değildir. Şu halde Müslüman’a yaraşan hodbinlik değil, diğergamlıktır. İçinde yaşadığı toplumu doğru okuyup, o gün için elzem olan hizmet şevkini kuşanmaktır. Gücü yettiğince doğruları söylemek ve yanlıştan sakındırmaktır. Hüsrana uğrayanlardan olmamak için iman ve salih amellerden sonra, hakkın ve sabrın tavsiyesinin şart koşulmuş olması bize bunları düşündürüyor...
Asr sûresi kısa, fakat bütün nasihatlerin özü mahiyetindedir. Bu sebepledir ki, ashab-ı kirâmdan birbiriyle karşılaşan iki kişinin Asr sûresini okumadan ayrılmadıkları rivayet edilmektedir.1 İmam Şâfiî hazretleri ise; “Şayet Kur’an-ı Kerim’de başka bir şey nâzil olmasaydı, Asr sûresi insanlara yeterdi” diyor. “Bu sûre Kur’ân’ın bütün ilimlerini ihtivâ etmektedir. Eğer insan derinlemesine düşünse, yalnız bu sûre bile hidayetine yeterdi.”
Mehmet Akif’in gönlünden mısralara dizilenler ise, bu sûreye dair söylenebileceklerin husûsi bir hulâsası mahiyetindedir:
Hâlik’ın2 nâ-mütenâhî3 adı var; en başı hak
Ne büyük şey kul için, Hakkı tutup kaldırmak
Hani, ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i Ve’l-Asr’ı okurmuş, neden?
Çünkü meknûn4 o büyük sûrede, esrâr-ı felâh5
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salâh6
Sonra Hak, sonra sebât; işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi, yoktur sana hüsrân artık
İmam Râzî pazarda buz satan bir şahsın sözünü naklederek, “Asr sûresinin manasını bundan sonra anladım” diyor. Satıcı halka şöyle sesleniyordu; “Sermayesi eriyen bu adama merhamet ediniz!”
Aslında, sermayesi eriyip giden sadece buz satan adam değildir. İmanı kuşandıktan sonra onun gerektirdiği salih amellerle, hakkı ve sabrı tavsiye ile vaktini değerlendirmeyen her insanın, kıymetli zamanı hebâ olup gitmektedir.