DÜNYADA NELERLE İMTİHAN OLMAKTAYIZ? BİRLİK VE BERABERLİĞİN BOZULMASIYLA İMTİHAN OLUNUR MU? SÂHABÎ BİRBİRİYLE İMTİHAN OLMUŞ MUDUR?
Cenâb-ı Hakk (cc) bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Biz onların bir kısmını diğerleri ile imtihan ettik” (En’am, 6/53). Demek oluyor ki, insanlar birbirleriyle de imtihan olabiliyorlar... Bu mes’eleyi de birkaç madde halinde sıralamak mümkündür:
Birincisi: İnsanlar içinden bir peygamber gelir ve diğer insanlar için o bir imtihan sebebi olur. Efendimiz (s.a.v.)’in gönderilişinde de aynı durum olmuştur. Meselâ, o gün bazı insanlar şunları söylemişlerdir: “Taif’te, Mesud b. Urve; Mekke’de Velid b. Muğire gibi insanlar varken ve bunlar peygamberliğe daha layık iken, nasıl oluyor da Ebu Talib’in Yetimi gibi fakir ve kimsesiz bir insan peygamber olabiliyor.?”
“Hem, Kureyş kabilesi asil olmakla birlikte o günün en güçlü kabilesi değildir. Halbuki bir peygamber en güçlü kabilenden gelmelidir. Tâ ki kabilesi onu koruyabilsin...”
“Ayrıca bizim gibi yiyip içen, çarşılarda dolaşan bir beşer, nasıl olur da peygamber olduğunu söyleyebilir? O bir melek olmalı değil miydi?”
Bazı kimseler içinse, imtihan hâlâ devam etmektedir: “Dokuz kadınla evlenmiş bir insan nasıl peygamber olur?”
Bu ve benzeri sözler hep aynı noktada birleşmektedir ve insanlar birbiriyle imtihan olmaktadır...
İnsanın dünyaya geliş gayesi imtihandır. O sık sık elenecek, kalburdan geçirilecek ve saf ruhlar saf olmayanlardan ayrılacak; elmaslar kömürden tefrik edilecek ve şeytan yapılı insanlarla melek yapılı insanlar ortaya çıkacak ve böylece dünyanın kuruluş gayesi tahakkuk etmiş olacaktır. Eğer böyle bir imtihan olmasaydı, elmas ruhlu Ebu Bekr, kömür ruhlu Ebu Cehil’den ayrılmaz ve herkes aynı seviyede kalır giderdi. Evet, eğer böyle bir imtihan olmasaydı, Mâhiyet-i Ahmediyedeki hakikat, hiç bir zaman parlamaz, ortaya çıkmaz, incilâ etmez ve göz kamaştırıcı bir güneş hâline gelmezdi...
Allah Rasûlü insanları ele alırken onları madenlere benzetmiştir. Cahiliyede hayırlı olan, müslümanlıkta da hayırlıdır; elverir ki dînin ruhunu kavramış olsun. İslâm insanları alıp belli bir süre belli potalarda eritip şekillendirir. Sonra da onları ruhlarıyla bütünleştirerek özlerine ulaştırır, yani esasen mahiyetlerinde mevcut olan Hakk (c.c.)’a aynadarlık hususiyetini kuvveden fiile çıkarır. Ama madenlerin asıl yapıları her zaman hususiyetlerini korur.. altın yine altın, gümüş yine gümüş ve bakır yine bakır olarak kalır.. fark, hepsinin som ve sâfi hâle gelmiş olmasındadır. İmtihanlar, insanın asli madenine girmiş bulunan yabancı unsur ve tortulardan onu temizler ve her insanı kendi istidadının zirve noktasına çıkarır.
İkincisi: Şeytan bazı şerleri süslü gösterip hiç ümid edilmedik şahısları kandırabilir. Şeytana âlet olan insanlar içinde, bazen ma’nevî yapısı itibariyle çok seviyeli olanlar da bulunabilir. İyilikleri sevimsiz ve kerih, fenalıkları sempatik ve şirin gösterme gibi, basit fakat tahripkâr pekçok kisbî şeyler vardır ki, bunlar şeytana nisbet edilebilir. Sahib-i Şeriat tarafından ona, kötülükleri güzel gösteren ma’nâsına “Müzeyyin” denmesi de işte bundandır.
Ayrıca, nefsânilik ve şeytan ruhlar da rekâbet hissini tahrik eder ve bizler de bununla imtihan oluruz. Hatta gıpta gibi, ilk başta mâsum görünen ve hizmette insanları yarışa sevkeden bir duygu dahi eğer neticesi îtibariyle rekâbet hissine dönüşecekse burada da bir imtihandan söz etmek mümkündür.
Meselâ; bir şahsın insanların hidayetine vesile olucu çaba ve gayretleri, semere bakımından bir başkasından daha çok olabilir. Eğer az olan çok olanı kıskanıyor veya gıpta ediyorsa, bilmelidir ki ciddi bir imtihan geçiriyor.
Halbuki Allah (c.c.), bir âyetinde “Muhakkak Sen insanları doğru yola iletirsin” (Şûrâ, 42/52) dediği hâlde başka bir âyetinde “Sen istediğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah (cc) istediğini hidâyete erdirir” (Kasas, 28/56) demektedir. Demek ki asıl hidâyete erdiren Allah (c.c.)’tır. Mürşid, doğru yolu açar ve icabında onu bir şehrah haline getirir, yanlarına ışıklar, reflektörler kor ve insanlar sapmadan o yolda yürür ve doğruyu bulurlar; fakat neticede “hâsılı bi’l-masdar” olarak îmânı gönüllere koymak tamamen Allah (c.c.)’a ait bir keyfiyettir. Biz ve irademize bırakılan “ma’nâ-yı masdarîdir.” Bunun da hâricî vücudu yoktur, yani kudret ve iradenin taalluk ettiği sahada ona “var” denemez. Ancak onun ilmî ve izafî bir vücudu vardır.
Yine bu imtihan cümlesinden olarak, birisine Cenab-ı Hakk (c.c.), beyan gücü verir ve o insan îmânî ve Kur’ânî hakikatlara en güzel şekliyle tercüman olur. Bir başkası da bunu kıskanır.. ve “niçin bana da aynı haslet verilmedi?” diye hayıflanır durursa; işte bir imtihan daha ve işte onun fena âkibeti!
Cenâb-ı Hakk (c.c.), peygamberlerin hepsini seçmiş ve peygamber kılmıştır ama, “Peygamberlerin bazısını diğer bazısından üstün kıldık” âyetinin ifadesince, bir kısmını diğer bir kısmına tafdil etmiştir. Bazı peygamberlere verdiği öyle hususî fazîletler vardır ki, diğerleri o mevzûda onun topuğuna bile yetişemezler. Ancak umumî ma’nâda ve mutlak olarak peygamberliğe verilen bir fazîlet başka hiç bir fazîletle kıyas kabul etmeyecek kadar büyüktür. Bu hususî fazîletler, diğer pey-gamberlerin peygamberliğini hiç bir zaman küçültmez.
Evet, yukarıda zikrettiğimiz şikâyet ve rekâbet ma’nâsını taşıyan “Niçin”leri çoğaltmak mümkündür. Niçin ben daha fazla hizmet edemiyorum? Niçin ben maddî yönden daha fazla destek olamıyorum? Niçin ben daha fazla dinlenmiyorum? Ve daha binlerce niçinler.. Aslında bunların her biri, birlik ve beraberliğe indirilen darbelerdir.
Cenâb-ı Hakk (c.c.), inananları böyle niçinlerden sakındırıyor ve nizaya götüren bütün yolların, daha işin başında kapanmasını istiyor.
“Velâ tenâzeû..” (Enfal, 8/46) ile başlayan âyet madde madde bu hususu tenvir etmektedir.
Bu âyet bir ma’nâda inanan kesime, şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
“Kat’iyyen maddî veya manevî çekişmeye girmeyin! Daima aranızda “hayt-ı vuslât” denen birlik noktaları bulunduğunu düşünerek müşterek hareket etmeye çalışın. Müsbet dahi olsa nizâa düşmeyin. Hased, kıskançlık veya gıpta sizi nizaya sevketmesin. Aksi halde bütün gayret ve çalışmalarınız fiyasko ile neticelenir. Kuvvetiniz de zâil olur gider.
Ferdi çalışmaların mükâfatı
(ALINTI )DEVAMI VAR
Cenâb-ı Hakk (cc) bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Biz onların bir kısmını diğerleri ile imtihan ettik” (En’am, 6/53). Demek oluyor ki, insanlar birbirleriyle de imtihan olabiliyorlar... Bu mes’eleyi de birkaç madde halinde sıralamak mümkündür:
Birincisi: İnsanlar içinden bir peygamber gelir ve diğer insanlar için o bir imtihan sebebi olur. Efendimiz (s.a.v.)’in gönderilişinde de aynı durum olmuştur. Meselâ, o gün bazı insanlar şunları söylemişlerdir: “Taif’te, Mesud b. Urve; Mekke’de Velid b. Muğire gibi insanlar varken ve bunlar peygamberliğe daha layık iken, nasıl oluyor da Ebu Talib’in Yetimi gibi fakir ve kimsesiz bir insan peygamber olabiliyor.?”
“Hem, Kureyş kabilesi asil olmakla birlikte o günün en güçlü kabilesi değildir. Halbuki bir peygamber en güçlü kabilenden gelmelidir. Tâ ki kabilesi onu koruyabilsin...”
“Ayrıca bizim gibi yiyip içen, çarşılarda dolaşan bir beşer, nasıl olur da peygamber olduğunu söyleyebilir? O bir melek olmalı değil miydi?”
Bazı kimseler içinse, imtihan hâlâ devam etmektedir: “Dokuz kadınla evlenmiş bir insan nasıl peygamber olur?”
Bu ve benzeri sözler hep aynı noktada birleşmektedir ve insanlar birbiriyle imtihan olmaktadır...
İnsanın dünyaya geliş gayesi imtihandır. O sık sık elenecek, kalburdan geçirilecek ve saf ruhlar saf olmayanlardan ayrılacak; elmaslar kömürden tefrik edilecek ve şeytan yapılı insanlarla melek yapılı insanlar ortaya çıkacak ve böylece dünyanın kuruluş gayesi tahakkuk etmiş olacaktır. Eğer böyle bir imtihan olmasaydı, elmas ruhlu Ebu Bekr, kömür ruhlu Ebu Cehil’den ayrılmaz ve herkes aynı seviyede kalır giderdi. Evet, eğer böyle bir imtihan olmasaydı, Mâhiyet-i Ahmediyedeki hakikat, hiç bir zaman parlamaz, ortaya çıkmaz, incilâ etmez ve göz kamaştırıcı bir güneş hâline gelmezdi...
Allah Rasûlü insanları ele alırken onları madenlere benzetmiştir. Cahiliyede hayırlı olan, müslümanlıkta da hayırlıdır; elverir ki dînin ruhunu kavramış olsun. İslâm insanları alıp belli bir süre belli potalarda eritip şekillendirir. Sonra da onları ruhlarıyla bütünleştirerek özlerine ulaştırır, yani esasen mahiyetlerinde mevcut olan Hakk (c.c.)’a aynadarlık hususiyetini kuvveden fiile çıkarır. Ama madenlerin asıl yapıları her zaman hususiyetlerini korur.. altın yine altın, gümüş yine gümüş ve bakır yine bakır olarak kalır.. fark, hepsinin som ve sâfi hâle gelmiş olmasındadır. İmtihanlar, insanın asli madenine girmiş bulunan yabancı unsur ve tortulardan onu temizler ve her insanı kendi istidadının zirve noktasına çıkarır.
İkincisi: Şeytan bazı şerleri süslü gösterip hiç ümid edilmedik şahısları kandırabilir. Şeytana âlet olan insanlar içinde, bazen ma’nevî yapısı itibariyle çok seviyeli olanlar da bulunabilir. İyilikleri sevimsiz ve kerih, fenalıkları sempatik ve şirin gösterme gibi, basit fakat tahripkâr pekçok kisbî şeyler vardır ki, bunlar şeytana nisbet edilebilir. Sahib-i Şeriat tarafından ona, kötülükleri güzel gösteren ma’nâsına “Müzeyyin” denmesi de işte bundandır.
Ayrıca, nefsânilik ve şeytan ruhlar da rekâbet hissini tahrik eder ve bizler de bununla imtihan oluruz. Hatta gıpta gibi, ilk başta mâsum görünen ve hizmette insanları yarışa sevkeden bir duygu dahi eğer neticesi îtibariyle rekâbet hissine dönüşecekse burada da bir imtihandan söz etmek mümkündür.
Meselâ; bir şahsın insanların hidayetine vesile olucu çaba ve gayretleri, semere bakımından bir başkasından daha çok olabilir. Eğer az olan çok olanı kıskanıyor veya gıpta ediyorsa, bilmelidir ki ciddi bir imtihan geçiriyor.
Halbuki Allah (c.c.), bir âyetinde “Muhakkak Sen insanları doğru yola iletirsin” (Şûrâ, 42/52) dediği hâlde başka bir âyetinde “Sen istediğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah (cc) istediğini hidâyete erdirir” (Kasas, 28/56) demektedir. Demek ki asıl hidâyete erdiren Allah (c.c.)’tır. Mürşid, doğru yolu açar ve icabında onu bir şehrah haline getirir, yanlarına ışıklar, reflektörler kor ve insanlar sapmadan o yolda yürür ve doğruyu bulurlar; fakat neticede “hâsılı bi’l-masdar” olarak îmânı gönüllere koymak tamamen Allah (c.c.)’a ait bir keyfiyettir. Biz ve irademize bırakılan “ma’nâ-yı masdarîdir.” Bunun da hâricî vücudu yoktur, yani kudret ve iradenin taalluk ettiği sahada ona “var” denemez. Ancak onun ilmî ve izafî bir vücudu vardır.
Yine bu imtihan cümlesinden olarak, birisine Cenab-ı Hakk (c.c.), beyan gücü verir ve o insan îmânî ve Kur’ânî hakikatlara en güzel şekliyle tercüman olur. Bir başkası da bunu kıskanır.. ve “niçin bana da aynı haslet verilmedi?” diye hayıflanır durursa; işte bir imtihan daha ve işte onun fena âkibeti!
Cenâb-ı Hakk (c.c.), peygamberlerin hepsini seçmiş ve peygamber kılmıştır ama, “Peygamberlerin bazısını diğer bazısından üstün kıldık” âyetinin ifadesince, bir kısmını diğer bir kısmına tafdil etmiştir. Bazı peygamberlere verdiği öyle hususî fazîletler vardır ki, diğerleri o mevzûda onun topuğuna bile yetişemezler. Ancak umumî ma’nâda ve mutlak olarak peygamberliğe verilen bir fazîlet başka hiç bir fazîletle kıyas kabul etmeyecek kadar büyüktür. Bu hususî fazîletler, diğer pey-gamberlerin peygamberliğini hiç bir zaman küçültmez.
Evet, yukarıda zikrettiğimiz şikâyet ve rekâbet ma’nâsını taşıyan “Niçin”leri çoğaltmak mümkündür. Niçin ben daha fazla hizmet edemiyorum? Niçin ben maddî yönden daha fazla destek olamıyorum? Niçin ben daha fazla dinlenmiyorum? Ve daha binlerce niçinler.. Aslında bunların her biri, birlik ve beraberliğe indirilen darbelerdir.
Cenâb-ı Hakk (c.c.), inananları böyle niçinlerden sakındırıyor ve nizaya götüren bütün yolların, daha işin başında kapanmasını istiyor.
“Velâ tenâzeû..” (Enfal, 8/46) ile başlayan âyet madde madde bu hususu tenvir etmektedir.
Bu âyet bir ma’nâda inanan kesime, şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
“Kat’iyyen maddî veya manevî çekişmeye girmeyin! Daima aranızda “hayt-ı vuslât” denen birlik noktaları bulunduğunu düşünerek müşterek hareket etmeye çalışın. Müsbet dahi olsa nizâa düşmeyin. Hased, kıskançlık veya gıpta sizi nizaya sevketmesin. Aksi halde bütün gayret ve çalışmalarınız fiyasko ile neticelenir. Kuvvetiniz de zâil olur gider.
Ferdi çalışmaların mükâfatı
(ALINTI )DEVAMI VAR