Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nefsin Halleri ... (1 Kullanıcı)

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
İNSANLAR, ÖZELLİKLE DE İstanbul gibi hava akımına açık bir yerde iseler, havanın çok değiştiğinden yakınırlar birbirine. Yakınırlar,zira hava birçok gün, günboyu değişime uğrar. Güneşli iken yağmura bürünür, bulutlu iken açılır, ılık iken sert bir rüzgâr çıkar, sert bir hava var diye sıkı giyinip çıktığınız bir başka gün ise havanın değişmesi yüzünden kıyafetinizin bir kısmını elde taşımak zorunda kalırsınız. Her hâlükârda, "Şu havanın da bir kararı yok ki" kardeşim şikayetini çokça duyarız ortalıkta.

Hava bu durumdadır; çünkü, kelime olarak, heva ile akrabadır. Heva gibi, bir anının bir diğer anının tutmamasına binaen 'hava' denmiştir ona. Bu ise, 'heva'nın durumunu net biçimde ele verir bize. Gerçekte her gün kendi nefsimiz vesilesiyle yüzlerce, belki binlerce kez tecrübe ettiğimiz üzere, 'heva'nın durduğu sabit bir zemin yoktur.
Bir oraya, bir buraya sürükler bizi; bir yerde, hele doğru bir yerde sabit tutmaz.

Öyle ki, hevamız ve nefsimiz yüzünden, birçok imanî tefekkür denemesi yarıda kesilir her bir günümüzde. Güzel şeyler düşünecek oluruz; aklımıza gereksiz bir yığın şey geliverir. Veyahut gerekli olup da meselâ televizyon karşısında iken unuttuğumuz şeyler, tam da namaz kılmaya yahut Kur'ân okumaya niyetlendiğimiz dakikada
geliverir aklımıza. Namaz içinde, zihnimiz oradan oraya bazan o kadar kayar ki, namazın kaçıncı rekatında olduğumuzu, hangi sûreyi okuduğumuzu bile unutur hale geliriz.

Bunlar, hevamız ve nefsimizin bizi düşünce düzeyinde çelmelediği durumlardır. Ancak, gene de, amelî düzeyde bir çelme değildirler. Zihnimizi meşgul etseler de, gene de kılarız namazımızı, gene de okuruz Kur'ân'ımızı.

Ancak, öylesi anlar da olur ki, nefsimiz, irademizi ve kalbimizi de esir edip tastamam kendi hükmünü icra eder. Onun istediğini yapar, günah işleriz. Her gün, heva ve hevesin tesiriyle belki bin türlü günaha çağrılır, bu çağrıların bir kısmına tutulsak da, bir kısmına kapılırız.

Bu durumdan kurtulup da uyandığında ise, insan kendisini nasıl tarif edeceğini şaşırır. O, kimdir? Onun gerçek hali hangisidir; günah anındaki hali midir onun aslı, günahtan uzak durduğu andaki hali mi?

Gerçek şu ki, şeytan 'yerli işbirlikçisi' nefis ve hevanın eliyle doğru zemininden çekip sürükleyerek günah işlettiği mü'mine, işlediği bu günah anını ve durumunu gösterip, "İşte senin aslın bu!" der, ve onu ye'se atıp tamamen kendine bağlamak ister. İstiğfar, tevbe ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmeme, bu şeytanî tuzağın engelidirler. Hem insan zaten kendisiyle barışık olmadan rahat ve huzur bulamadığı için, gün içinde düştüğümüz günah çukurlarını bir 'kaza' olarak görür, istiğfarımızı yapar, yolumuza devam ederiz.

Kendimiz bu haller üzere yaşadığımız gibi, böylesi haller yaşayan başkaca mü'minler görür gözümüz. Lâkin, burada bir şeytanî oyun devreye girer ve o mü'minin gün içinde, hatta ömür içinde yaşadığı sürçmelere, günahlara, kaymalara nazar ettirip bizi o mü'mini bu sürçme veya kaymalarla tarif etmeye sevkeder. Bunları ancak yol üstünde bir 'kaza' olarak görmek yerine, o mü'minin aslı, esası, mayası, tiyneti tam da buymuş gibi düşündürür bize.

Tuluat adlı kısa ama çok hikmetler yüklü risalesinde Bediüzzaman'ın söylediği üzere şeytanın bir silahı olarak cerbeze, 'zalim'dir; bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galip hale getirir. deta, bir aşiretin her bir ferdinin bir günde attığı balgamı tek bir şahıs birden atmış gibi biraraya toplamak; yahut bir insandan yellenmeler ile bir yıl boyu hâsıl olan nâhoş kokuyu tek bir dakikaya yığmak gibi bir durumdur şeytanın cerbezeyle yaptırdığı. Nasıl bu iki
örnekte insan o iki adamdan kaçmaya kendini mecbur bilecektir.

Öyle de, hayatın akışı içinde günahlara düşen bir mü'min kardeşinin bir yıl veya bir ömür boyu sergilediği hata ve günahları biraraya toplayıp yığdığında, sanki o mü'min hep o haldeymiş gibi görür insan; ve, ondan uzaklaşır. Zaten, şeytanın kasdı da budur. Öyle baktırır ki, mü'minler birbirinden kopsun, aralarındaki uhuvvet ve tesanüd zayi olsun.

Bu noktadan hareketle gerek kendi günahlarım karşısında ye'se düşer hale gelince, gerek sair mü'minlerin gördüğüm günah ve kusurları karşısında uhuvveti zayi etme riskiyle karşılaşınca, şahsen, bir 'sürçme' yaşayan bazı sahabilerin öncesini veya sonrasını düşünerek aşıyorum bu şeytan tuzağını.

Ölüden diri, geceden gündüz çıkaran, seyyieyi haseneye çevirmeye de muktedir olan Zât-ı Zülcelâl'in ölü ve karanlık hallerden diri ve aydınlık sonuçlar çıkardığının bir dizi örneğini sunuyor Asr-ı Saadet.Sözgelimi, annesi ve babası iman ikrarından vazgeçmediği için öldürülen, buna karşı işkence altında imanından vazgeçtiğini söyleme durumuna düşen
Ammar b. Yâsir'i sırf o haliyle değerlendirsek, sonrasında sergilediği sarsılmaz salabet ile onun Resûl-i Ekrem'in müjdesiyle 'Cennetin özlediği' bir insan haline geleceğini düşünür
müydük?

Uhud Harbinde ganimet peşine düşülerek yaşanan bozgunda korku içinde kaçışan sahabiler için ne derdik?

O an, onlar içinden meselâ Hz. Osman'ın, öncesinde sergilediği faziletler kadar, sonrasında sergilediği faziletler ile bir sabah Resûl-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenlerin üçüncüsü haline geleceğini düşünebilir miydik?

O an nefsine uyup Tebük gazvesinden geri kalan Ka'b b. Malik ve iki sahabinin, sonraki günlerde yaşadıkları muazzam istiğfarı sezebilir miydik? Onların hatalarını itiraftan elli gün sonra, doğrudan Allah katından, bir vahiyle affedileceklerini, Resûl-i Ekrem'in müjdesiyle günah bakımından 'annelerinden yeni doğmuş gibi' tertemiz hale geleceklerini ve de 1400 yıl boyu ümmet için doğru sözlülük timsali olarak anılacaklarını düşünebilir miydik?

Oysa, bu sahabiler, bir 'sürçme' yaşamışlardı gerçekten. Ancak, hayatlarının asıl rengi değildi sürçme… Bilakis, hayatlarını bir mü'min olarak yaşadıkları için, Rablerinin izniyle, bu sürçmelerden bir istikamet, bu ölü hallerden bir dirilik, bu karanlık hallerden muazzam bir aydınlık çıkarmışlardı.

Bizler de, kendimiz dahil, imanından emin olduğumuz, amel-i salih noktasındaki gayretini bildiğimiz mü'minlerin yaşadıkları sürçmelere bu nazarla baksak nasıl olur?

Böyle bakabilsek, ehl-i iman içindeki ihtilafların ve uhuvvetsizliklerin büyük ölçüde zayi olacağını düşünüyorum.

ALINTI
Metin Karabaşoğlu
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

B)B)
 

baltefsiri

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Eyl 2006
Mesajlar
619
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Nefsin Halleri ...

ALLAH RAZI OLSUN....
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

Öyle ki, hevamız ve nefsimiz yüzünden, birçok imanî tefekkür denemesi yarıda kesilir her bir günümüzde. Güzel şeyler düşünecek oluruz; aklımıza gereksiz bir yığın şey geliverir. Veyahut gerekli olup da meselâ televizyon karşısında iken unuttuğumuz şeyler, tam da namaz kılmaya yahut Kur'ân okumaya niyetlendiğimiz dakikada
geliverir aklımıza. Namaz içinde, zihnimiz oradan oraya bazan o kadar kayar ki, namazın kaçıncı rekatında olduğumuzu, hangi sûreyi okuduğumuzu bile unutur hale geliriz.
 

desertrose

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
3,480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
RE: Nefsin Halleri ...

nigdeli yazdı:
İNSANLAR, ÖZELLİKLE DE İstanbul gibi hava akımına açık bir yerde iseler, havanın çok değiştiğinden yakınırlar birbirine. Yakınırlar,zira hava birçok gün, günboyu değişime uğrar. Güneşli iken yağmura bürünür, bulutlu iken açılır, ılık iken sert bir rüzgâr çıkar, sert bir hava var diye sıkı giyinip çıktığınız bir başka gün ise havanın değişmesi yüzünden kıyafetinizin bir kısmını elde taşımak zorunda kalırsınız. Her hâlükârda, "Şu havanın da bir kararı yok ki" kardeşim şikayetini çokça duyarız ortalıkta.

Hava bu durumdadır; çünkü, kelime olarak, heva ile akrabadır. Heva gibi, bir anının bir diğer anının tutmamasına binaen 'hava' denmiştir ona. Bu ise, 'heva'nın durumunu net biçimde ele verir bize. Gerçekte her gün kendi nefsimiz vesilesiyle yüzlerce, belki binlerce kez tecrübe ettiğimiz üzere, 'heva'nın durduğu sabit bir zemin yoktur.
Bir oraya, bir buraya sürükler bizi; bir yerde, hele doğru bir yerde sabit tutmaz.

Öyle ki, hevamız ve nefsimiz yüzünden, birçok imanî tefekkür denemesi yarıda kesilir her bir günümüzde. Güzel şeyler düşünecek oluruz; aklımıza gereksiz bir yığın şey geliverir. Veyahut gerekli olup da meselâ televizyon karşısında iken unuttuğumuz şeyler, tam da namaz kılmaya yahut Kur'ân okumaya niyetlendiğimiz dakikada
geliverir aklımıza. Namaz içinde, zihnimiz oradan oraya bazan o kadar kayar ki, namazın kaçıncı rekatında olduğumuzu, hangi sûreyi okuduğumuzu bile unutur hale geliriz.

Bunlar, hevamız ve nefsimizin bizi düşünce düzeyinde çelmelediği durumlardır. Ancak, gene de, amelî düzeyde bir çelme değildirler. Zihnimizi meşgul etseler de, gene de kılarız namazımızı, gene de okuruz Kur'ân'ımızı.

Ancak, öylesi anlar da olur ki, nefsimiz, irademizi ve kalbimizi de esir edip tastamam kendi hükmünü icra eder. Onun istediğini yapar, günah işleriz. Her gün, heva ve hevesin tesiriyle belki bin türlü günaha çağrılır, bu çağrıların bir kısmına tutulsak da, bir kısmına kapılırız.

Bu durumdan kurtulup da uyandığında ise, insan kendisini nasıl tarif edeceğini şaşırır. O, kimdir? Onun gerçek hali hangisidir; günah anındaki hali midir onun aslı, günahtan uzak durduğu andaki hali mi?

Gerçek şu ki, şeytan 'yerli işbirlikçisi' nefis ve hevanın eliyle doğru zemininden çekip sürükleyerek günah işlettiği mü'mine, işlediği bu günah anını ve durumunu gösterip, "İşte senin aslın bu!" der, ve onu ye'se atıp tamamen kendine bağlamak ister. İstiğfar, tevbe ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmeme, bu şeytanî tuzağın engelidirler. Hem insan zaten kendisiyle barışık olmadan rahat ve huzur bulamadığı için, gün içinde düştüğümüz günah çukurlarını bir 'kaza' olarak görür, istiğfarımızı yapar, yolumuza devam ederiz.

Kendimiz bu haller üzere yaşadığımız gibi, böylesi haller yaşayan başkaca mü'minler görür gözümüz. Lâkin, burada bir şeytanî oyun devreye girer ve o mü'minin gün içinde, hatta ömür içinde yaşadığı sürçmelere, günahlara, kaymalara nazar ettirip bizi o mü'mini bu sürçme veya kaymalarla tarif etmeye sevkeder. Bunları ancak yol üstünde bir 'kaza' olarak görmek yerine, o mü'minin aslı, esası, mayası, tiyneti tam da buymuş gibi düşündürür bize.

Tuluat adlı kısa ama çok hikmetler yüklü risalesinde Bediüzzaman'ın söylediği üzere şeytanın bir silahı olarak cerbeze, 'zalim'dir; bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galip hale getirir. deta, bir aşiretin her bir ferdinin bir günde attığı balgamı tek bir şahıs birden atmış gibi biraraya toplamak; yahut bir insandan yellenmeler ile bir yıl boyu hâsıl olan nâhoş kokuyu tek bir dakikaya yığmak gibi bir durumdur şeytanın cerbezeyle yaptırdığı. Nasıl bu iki
örnekte insan o iki adamdan kaçmaya kendini mecbur bilecektir.

Öyle de, hayatın akışı içinde günahlara düşen bir mü'min kardeşinin bir yıl veya bir ömür boyu sergilediği hata ve günahları biraraya toplayıp yığdığında, sanki o mü'min hep o haldeymiş gibi görür insan; ve, ondan uzaklaşır. Zaten, şeytanın kasdı da budur. Öyle baktırır ki, mü'minler birbirinden kopsun, aralarındaki uhuvvet ve tesanüd zayi olsun.

Bu noktadan hareketle gerek kendi günahlarım karşısında ye'se düşer hale gelince, gerek sair mü'minlerin gördüğüm günah ve kusurları karşısında uhuvveti zayi etme riskiyle karşılaşınca, şahsen, bir 'sürçme' yaşayan bazı sahabilerin öncesini veya sonrasını düşünerek aşıyorum bu şeytan tuzağını.

Ölüden diri, geceden gündüz çıkaran, seyyieyi haseneye çevirmeye de muktedir olan Zât-ı Zülcelâl'in ölü ve karanlık hallerden diri ve aydınlık sonuçlar çıkardığının bir dizi örneğini sunuyor Asr-ı Saadet.Sözgelimi, annesi ve babası iman ikrarından vazgeçmediği için öldürülen, buna karşı işkence altında imanından vazgeçtiğini söyleme durumuna düşen
Ammar b. Yâsir'i sırf o haliyle değerlendirsek, sonrasında sergilediği sarsılmaz salabet ile onun Resûl-i Ekrem'in müjdesiyle 'Cennetin özlediği' bir insan haline geleceğini düşünür
müydük?

Uhud Harbinde ganimet peşine düşülerek yaşanan bozgunda korku içinde kaçışan sahabiler için ne derdik?

O an, onlar içinden meselâ Hz. Osman'ın, öncesinde sergilediği faziletler kadar, sonrasında sergilediği faziletler ile bir sabah Resûl-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenlerin üçüncüsü haline geleceğini düşünebilir miydik?

O an nefsine uyup Tebük gazvesinden geri kalan Ka'b b. Malik ve iki sahabinin, sonraki günlerde yaşadıkları muazzam istiğfarı sezebilir miydik? Onların hatalarını itiraftan elli gün sonra, doğrudan Allah katından, bir vahiyle affedileceklerini, Resûl-i Ekrem'in müjdesiyle günah bakımından 'annelerinden yeni doğmuş gibi' tertemiz hale geleceklerini ve de 1400 yıl boyu ümmet için doğru sözlülük timsali olarak anılacaklarını düşünebilir miydik?

Oysa, bu sahabiler, bir 'sürçme' yaşamışlardı gerçekten. Ancak, hayatlarının asıl rengi değildi sürçme… Bilakis, hayatlarını bir mü'min olarak yaşadıkları için, Rablerinin izniyle, bu sürçmelerden bir istikamet, bu ölü hallerden bir dirilik, bu karanlık hallerden muazzam bir aydınlık çıkarmışlardı.

Bizler de, kendimiz dahil, imanından emin olduğumuz, amel-i salih noktasındaki gayretini bildiğimiz mü'minlerin yaşadıkları sürçmelere bu nazarla baksak nasıl olur?

Böyle bakabilsek, ehl-i iman içindeki ihtilafların ve uhuvvetsizliklerin büyük ölçüde zayi olacağını düşünüyorum.

ALINTI
Metin Karabaşoğlu

S.A. ÇOK GÜZEL BİR YAZI KARDEŞİM ALLAH RAZI OLSUN.. EMEĞİNE SAĞLIK..B)B)
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

desertrose yazdı:
nigdeli yazdı:
İNSANLAR, ÖZELLİKLE DE İstanbul gibi hava akımına açık bir yerde iseler, havanın çok değiştiğinden yakınırlar birbirine. Yakınırlar,zira hava birçok gün, günboyu değişime uğrar. Güneşli iken yağmura bürünür, bulutlu iken açılır, ılık iken sert bir rüzgâr çıkar, sert bir hava var diye sıkı giyinip çıktığınız bir başka gün ise havanın değişmesi yüzünden kıyafetinizin bir kısmını elde taşımak zorunda kalırsınız. Her hâlükârda, "Şu havanın da bir kararı yok ki" kardeşim şikayetini çokça duyarız ortalıkta.

Hava bu durumdadır; çünkü, kelime olarak, heva ile akrabadır. Heva gibi, bir anının bir diğer anının tutmamasına binaen 'hava' denmiştir ona. Bu ise, 'heva'nın durumunu net biçimde ele verir bize. Gerçekte her gün kendi nefsimiz vesilesiyle yüzlerce, belki binlerce kez tecrübe ettiğimiz üzere, 'heva'nın durduğu sabit bir zemin yoktur.
Bir oraya, bir buraya sürükler bizi; bir yerde, hele doğru bir yerde sabit tutmaz.

Öyle ki, hevamız ve nefsimiz yüzünden, birçok imanî tefekkür denemesi yarıda kesilir her bir günümüzde. Güzel şeyler düşünecek oluruz; aklımıza gereksiz bir yığın şey geliverir. Veyahut gerekli olup da meselâ televizyon karşısında iken unuttuğumuz şeyler, tam da namaz kılmaya yahut Kur'ân okumaya niyetlendiğimiz dakikada
geliverir aklımıza. Namaz içinde, zihnimiz oradan oraya bazan o kadar kayar ki, namazın kaçıncı rekatında olduğumuzu, hangi sûreyi okuduğumuzu bile unutur hale geliriz.

Bunlar, hevamız ve nefsimizin bizi düşünce düzeyinde çelmelediği durumlardır. Ancak, gene de, amelî düzeyde bir çelme değildirler. Zihnimizi meşgul etseler de, gene de kılarız namazımızı, gene de okuruz Kur'ân'ımızı.

Ancak, öylesi anlar da olur ki, nefsimiz, irademizi ve kalbimizi de esir edip tastamam kendi hükmünü icra eder. Onun istediğini yapar, günah işleriz. Her gün, heva ve hevesin tesiriyle belki bin türlü günaha çağrılır, bu çağrıların bir kısmına tutulsak da, bir kısmına kapılırız.

Bu durumdan kurtulup da uyandığında ise, insan kendisini nasıl tarif edeceğini şaşırır. O, kimdir? Onun gerçek hali hangisidir; günah anındaki hali midir onun aslı, günahtan uzak durduğu andaki hali mi?

Gerçek şu ki, şeytan 'yerli işbirlikçisi' nefis ve hevanın eliyle doğru zemininden çekip sürükleyerek günah işlettiği mü'mine, işlediği bu günah anını ve durumunu gösterip, "İşte senin aslın bu!" der, ve onu ye'se atıp tamamen kendine bağlamak ister. İstiğfar, tevbe ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmeme, bu şeytanî tuzağın engelidirler. Hem insan zaten kendisiyle barışık olmadan rahat ve huzur bulamadığı için, gün içinde düştüğümüz günah çukurlarını bir 'kaza' olarak görür, istiğfarımızı yapar, yolumuza devam ederiz.

Kendimiz bu haller üzere yaşadığımız gibi, böylesi haller yaşayan başkaca mü'minler görür gözümüz. Lâkin, burada bir şeytanî oyun devreye girer ve o mü'minin gün içinde, hatta ömür içinde yaşadığı sürçmelere, günahlara, kaymalara nazar ettirip bizi o mü'mini bu sürçme veya kaymalarla tarif etmeye sevkeder. Bunları ancak yol üstünde bir 'kaza' olarak görmek yerine, o mü'minin aslı, esası, mayası, tiyneti tam da buymuş gibi düşündürür bize.

Tuluat adlı kısa ama çok hikmetler yüklü risalesinde Bediüzzaman'ın söylediği üzere şeytanın bir silahı olarak cerbeze, 'zalim'dir; bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galip hale getirir. deta, bir aşiretin her bir ferdinin bir günde attığı balgamı tek bir şahıs birden atmış gibi biraraya toplamak; yahut bir insandan yellenmeler ile bir yıl boyu hâsıl olan nâhoş kokuyu tek bir dakikaya yığmak gibi bir durumdur şeytanın cerbezeyle yaptırdığı. Nasıl bu iki
örnekte insan o iki adamdan kaçmaya kendini mecbur bilecektir.

Öyle de, hayatın akışı içinde günahlara düşen bir mü'min kardeşinin bir yıl veya bir ömür boyu sergilediği hata ve günahları biraraya toplayıp yığdığında, sanki o mü'min hep o haldeymiş gibi görür insan; ve, ondan uzaklaşır. Zaten, şeytanın kasdı da budur. Öyle baktırır ki, mü'minler birbirinden kopsun, aralarındaki uhuvvet ve tesanüd zayi olsun.

Bu noktadan hareketle gerek kendi günahlarım karşısında ye'se düşer hale gelince, gerek sair mü'minlerin gördüğüm günah ve kusurları karşısında uhuvveti zayi etme riskiyle karşılaşınca, şahsen, bir 'sürçme' yaşayan bazı sahabilerin öncesini veya sonrasını düşünerek aşıyorum bu şeytan tuzağını.

Ölüden diri, geceden gündüz çıkaran, seyyieyi haseneye çevirmeye de muktedir olan Zât-ı Zülcelâl'in ölü ve karanlık hallerden diri ve aydınlık sonuçlar çıkardığının bir dizi örneğini sunuyor Asr-ı Saadet.Sözgelimi, annesi ve babası iman ikrarından vazgeçmediği için öldürülen, buna karşı işkence altında imanından vazgeçtiğini söyleme durumuna düşen
Ammar b. Yâsir'i sırf o haliyle değerlendirsek, sonrasında sergilediği sarsılmaz salabet ile onun Resûl-i Ekrem'in müjdesiyle 'Cennetin özlediği' bir insan haline geleceğini düşünür
müydük?

Uhud Harbinde ganimet peşine düşülerek yaşanan bozgunda korku içinde kaçışan sahabiler için ne derdik?

O an, onlar içinden meselâ Hz. Osman'ın, öncesinde sergilediği faziletler kadar, sonrasında sergilediği faziletler ile bir sabah Resûl-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenlerin üçüncüsü haline geleceğini düşünebilir miydik?

O an nefsine uyup Tebük gazvesinden geri kalan Ka'b b. Malik ve iki sahabinin, sonraki günlerde yaşadıkları muazzam istiğfarı sezebilir miydik? Onların hatalarını itiraftan elli gün sonra, doğrudan Allah katından, bir vahiyle affedileceklerini, Resûl-i Ekrem'in müjdesiyle günah bakımından 'annelerinden yeni doğmuş gibi' tertemiz hale geleceklerini ve de 1400 yıl boyu ümmet için doğru sözlülük timsali olarak anılacaklarını düşünebilir miydik?

Oysa, bu sahabiler, bir 'sürçme' yaşamışlardı gerçekten. Ancak, hayatlarının asıl rengi değildi sürçme… Bilakis, hayatlarını bir mü'min olarak yaşadıkları için, Rablerinin izniyle, bu sürçmelerden bir istikamet, bu ölü hallerden bir dirilik, bu karanlık hallerden muazzam bir aydınlık çıkarmışlardı.

Bizler de, kendimiz dahil, imanından emin olduğumuz, amel-i salih noktasındaki gayretini bildiğimiz mü'minlerin yaşadıkları sürçmelere bu nazarla baksak nasıl olur?

Böyle bakabilsek, ehl-i iman içindeki ihtilafların ve uhuvvetsizliklerin büyük ölçüde zayi olacağını düşünüyorum.

ALINTI
Metin Karabaşoğlu

S.A. ÇOK GÜZEL BİR YAZI KARDEŞİM ALLAH RAZI OLSUN.. EMEĞİNE SAĞLIK..B)B)

ve aleyküm selam kardeşim, beğendiğine sevindim;)
Allah cc. cümlemizden razı olur inşAllah..Selametle ve dua ile inş..B)B)B)
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

B)B)
 

eminenurcan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 May 2007
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Nefsin Halleri ...

EMEĞİNE SAĞLIK ALLAH RAZI OLSUN BÖYLE GÜZEL BİR YAZIYI PAYLAŞTIĞIN İÇİN
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

eminenurcan yazdı:
EMEĞİNE SAĞLIK ALLAH RAZI OLSUN BÖYLE GÜZEL BİR YAZIYI PAYLAŞTIĞIN İÇİN

s.a sağolasınız..Rabbimiz c.c. cümlemizden razı olur inşaAllah...Selametle...
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

B)B)
 

-BiLaL-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2007
Mesajlar
95
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Nefsin Halleri ...

selamün aleyküm;
B)B)Çok güzelmiş.İnşAAllah bizler şeytanın gazabına uğramayız ve nefislerimize göre hareket etmeyiz...Rabbim c.c. sizden razı olsun...selametle kalın...
selamün aleyküm...
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

-BiLaL- yazdı:
selamün aleyküm;
B)B)Çok güzelmiş.İnşAAllah bizler şeytanın gazabına uğramayız ve nefislerimize göre hareket etmeyiz...Rabbim c.c. sizden razı olsun...selametle kalın...
selamün aleyküm...

ve aleyküm selam..sağolun..'amin'..inşaAllah..ecmain...selam ve dua ile..ve a.s
 

Sefine-i Hayat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
987
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
RE: Nefsin Halleri ...

SELAMUN ALEYKÜM KARDEŞİM.RABBİM BİZLERİ NEFSİMİZLE BAŞ BAŞA BIRAKMASIN İNŞAALLAH.ALLAH RAZI OLSUN.SELAMETLE.RABBİM'E EMANETSİN KARDEŞİM....B)
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

Sefine-i Hayat yazdı:
SELAMUN ALEYKÜM KARDEŞİM.RABBİM BİZLERİ NEFSİMİZLE BAŞ BAŞA BIRAKMASIN İNŞAALLAH.ALLAH RAZI OLSUN.SELAMETLE.RABBİM'E EMANETSİN KARDEŞİM....B)


ve aleyküm selam kardeşim..Amin..inşaAllah duanıza..Rabbim cümlemizden razı olur inşaAllah..
Selametle kal kardeşim..Sen de A.e.o..B)B)
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
RE: Nefsin Halleri ...

aliye_aliye yazdı:
selamün aleyküm kardeşim. çok güzel bir konu.. Allah razı olsun, emeğine sağlık.. Rabbimiz bizleri nefsimizin şerrinden korusun inşallah..Gerçek sahibimize emanet ol inşallah.. selam ve dua ile.

ve aleyküm selam güzel kardeşim..Rabbim senden de ebeden razı olsun Hak dostum..sağolasın..Rabbim nefsimize uydurmasın inş..En Emin'e emanet ol.. Selametle inş..B)B)B)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt