sivetok
Kayıtlı Kullanıcı
[Yorum - Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün] Ne yazık ki Türkler artık hayal kuramıyor (1)
"Seyreyledim eşgal-i hayatı ben,
Havz-ı hayalin sularında"
(Ahmet Haşim)
Son seçimlerde ortaya çıkan "zafer", "Amerikan fantazması"nın "alla turca" çeşitlemesinin zaferidir. Bu fantazma, 1950'lerde başlayan bir zihnî örselenmenin 2007'deki uzantısıdır.
"Amerikan fantazması"nın zihinlerimize sirayet etmesi zaman aldı. NATO üyeliğimiz sırasında başlayan ve aradaki ilişkileri yürüten askerî-diplomatik elitler düzeyinde başlayan etkilenmeler 1980'lere kadar sınırlı kaldı. Mesela 1960'larda çekilen Türk filmlerinde esas oğlan ya da kız ya da onların ebeveynleri hâlâ "Evropa"ya tatile giderdi. Amerika'ya giden yoktu.
Sağın ve solun kendi Evropaları
Garplılaşma tartışmaları da "Evropalılaşma" üzerinden yürütülürdü. "Evropa", medeniyetin merkezi olan "büyülü" bir diyardı. Bu, bir orta tabaka tasavvuruydu. Orta tabakalar arasında entelektüel vasıfları sınırlı kalanlar bu büyüyü biçimselliğe taşır; taklide dayalı bir oyuna dönüştürürlerdi. Ama bu taklitlerin hep sakil ve komik bir tarafı olurdu. Taklitçiler karşısında, entelektüel yatırımları olan yukarı orta tabaka mensupları ise seçmeci yakınlıklar üzerinden bir özcülük güder; Evropa'nın kirli politik tarihinden haberdar olduklarından bazı ihtirazî kayıtlar ileri sürerlerdi. Bu kurgularda önce reddedilen bir Evropa resmedilir. Daha sonra seçmeci yakınlıklar üzerinden kabul edilen bir başka "Evropa" parlatılır. "Nasıl bir Batı?", "Hangi Avrupa?" "Avrupalılaşmadan Batılılaşmak" gibi sorular ve formüller orta tabaka kültürel kuşkuculuğunun ürünüdür ve her daim bir özcülükle bitmiştir. Bu özcü yaklaşımlarda, "Evropa"nın medeni vasıflarının, onun felsefî ve sanatsal zenginlikleri başta olmak üzere köklü kültürel yapılarının ürünü olduğu; buradan ilham alınması gerektiği vurgulanırdı.
Özcü-seçmeci kurgular birbiriyle kanlı bıçaklı olan ideolojilerin de ortak paydasıdır. Mesela Peyami Safa, Mümtaz Turhan ve Nurettin Topçu gibi seçkin sağ kültüralistlerin Evropa'sı spritüalist, moralist değerlerin Evropa'sıdır. Bu Evropa'nın standartları elbette ki alınmalı ve yerli karşılıkları üzerinden benimsenmelidir. Sol kültüralistlerin Evropa'sı ise demokrasi, insan hakları ya da şanlı sınıf savaşlarının, devrimlerin Evropa'sıdır.
Evropa düşü 1960'lardan başlayarak bozuldu. İlk olarak, başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine yoğun işçi göçü ve bu köylü nüfusların "acı vatanda" yaşadıkları travmalar Evropa hayalimizi örseledi. Evropa'nın sık sık oryantalist temelli önyargılarıyla yüklü olarak yürüttüğü müdahaleler bardağı taşıran damlalar oldu. Yerlicilikten hareket eden çevreler, zaman içinde Evropa'ya karşılık gelen kültürel yatırımlarını ya sınırladı ya da geri çekti. "Sağ'ın Amerikancılığı" işte bu boşluğun ürünüdür. "Sol" ise kısmen ayrışmış gözüküyor. Artık kendisine "ulusal sol" diyen kesim, keskin bir Amerika karşıtlığını "kırgın" ve "küskün" bir Avrupacılığı yedeğinde taşıyarak sürdürüyor. Liberal sol ise liberal sağın Amerikancılığı karşısında Evropacılığını politikleştirerek kronikleştirdi. Bu eğilimler, AB ilişkilerinin kulvarında oldukça berrak manzaralarla karşımıza çıkıyor.
Avrupa, tahayyüle dayalı bir yatırımdır. Yani; Avrupa kurgusu dünyayı tahayyül etmede varabildiğimiz son aşamadır. Bunun nedeni Avrupa'yı algılamada kitabî kültürün baskınlığıdır. Bizde Avrupa imgesi üzerine çok çalışılmış değildir. Ama Avrupa'nın neyi imlediği sorulsa kitabî referansların etkili olduğu hemen görülecektir. "Yok azizim, Evropa, Amerika'ya göre daha derin bir kültürdür" gibisinden bir basitlemeye aşinayızdır. Avrupa, kitabî bir kavrayış; edebî bir kurgudur. Kitap, ya da yazılı kültür tahayyül gücü gerektirir. Kitaptaki tasvirleri zihnimizde inşa etmemiz icap eder. Dostoyevski, uzun uzun bir Raskolnikov tasviri yapar bize. Biz onu hayal etmek, kaşı, gözü, boyu ve posuyla zihnimizde kurmak zorundayız. Bu da oldukça yoğun bir mesai gerektirir.
Maliyeti ucuz bir kültür: Amerikan kültürü
Leonard M.Dudley, Türkçeye de başarıyla çevrilen "Kalem ve kılıç" başlıklı çalışmasında tarihin şekillenmesinde "iletişim maliyetlerinin düzeyini" esas alan bir yaklaşım getiriyor. Tarihin yerinden oynaması, iletişimin maliyetindeki ucuzlamalardır, diyor Dudley. Amerikan kültürünün bu ucuzlamada Avrupa'ya göre ciddi manada ileride olduğu su götürmese gerekir. Görsellik olarak vasıflandırılan bu yeni iletişim dünyasının tanıklık ettiğimiz baş döndürücü yenilenmeleriyle Amerikan kültürünü sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada baskın kılmaya yetmiştir.
Avrupa kitabî geçmişiyle, artık pahalı bir iştir. Bu yüksek maliyeti artık kendisi bile ödeyemez durumdadır. Çünkü durumunu koruması ancak yeni maliyetlerle mümkün olacaktır. Fransa'da üniversite mahallelerini Amerikan etkisinden kurtarmak için Paris Belediyesi yasaklar getiriyor. Kitap satan kadim dükkanların yerini, internet kafelerin, fast-food dükkanlarının aldığını görünce hemen müdahale ediyor. Fransa'da kültür harcamalarına ayrılan bütçenin yakın zamanlarda neredeyse yarısına yakın bir oranda artırılması da Amerikan kültürüne karşı bir direnç oluşturma amacını taşıyor.
Amerikan kültürü her şeyden önce derinlik iddiasını tasfiye etti. Baudrillard, "derin sebeplere dayalı düşünmek" geleneğinin nasıl tahrip edildiğini çarpıcı ifadelerle ortaya koyar. Bu bir boyut kaybıdır. Artık önemli olan, yüzeydekilerle ya da görüntülerle hemhal olmaktır. Hatta duragan (stil-life) görüntülerin kendisi de önemini kaybetmiştir. Avrupa bir perspektivizm inşa etmişti. Resim, fotoğraf ve sinema, kitabî kültürü önemli ölçüde geriletiyordu. Ama Avrupa'nın fotoğrafik ve sinematografik değerlerinde hâlâ bir derinlik mevcuttu ve izleyicilerine kitapta olduğu kadar olmasa da hayal edilecek bir şeyler bırakıyordu. Amerikan kültürü bu malzemeyi etkin teknolojilerle hızlı bir akışa tabi kıldı. Bu hızla destekli hiper gerçekçilik, görüntülerin aralarında ve arkasında duran bağları berhava etti. Olumsalcılık, durumsalcılığı demode kıldı. Alain, "Düşünmek için durmak gerekir" diyordu. Yeni hayat tarzı içinde durmayı anlamlı kılacak bir derinlik ya da bağ hesabı tasfiye görünce, durmanın kendisi can sıkıcı bir hale geldi. Hareket, yer değiştirme ve anlık heyecanları kışkırtan görüntüler zihnimizi tutsak aldı. Mesela "özgürlüğün" bir duruşla elde edilmiş tarafı yok. Nil Karaibrahimgil'in ünlendiği reklam mahsulü "özgür kız"a bakın. Sürekli gidiyordu.
Görüntülerle aramızdaki kültürel bağ fantazmalardır. Bir bakıma yeni kültürde tahayyül gücünün yerini Frankfurt Okulu'nun düşünürlerince oldukça erken bir evrede ve kitle kültürü içindeki konumu itibarıyla teşhis edilmiş olan "fantazmagorik" bir basitçilik aldı. Tahayyül gücümüz, müphemiyet ve mahremiyetin üzerine inşa olur. Fantazmagorik olanda ise her ikisi de yoktur. Her şey apaçıktır ve hiper-gerçeklik içinde en ince ayrıntısına kadar gösterilir. Burada "aşk" kaybeder, "pornografi" kazanır.
Fantazmagorik dünya, bizim dışımızda inşa edilmiş, inceden inceye paketlenerek ayağımıza getirilmiş bir dünyadır. "İlla ki" yapılacak ve yapılması tartışılmayacak şeyler vardır. Yaz geldi mi, illaki "güney"e gidilecek, hepsi Disneyland'dan bozma dekorlara sahip tatil köylerinde, havuzlara girilecek, soğuk içkilerle serinlenecek, yaz parçalarıyla coşulacak, derilerimiz yakılacaktır. Hafta sonları "illa" ki hipermarketler tavaf, geceleri publar ziyaret edilecektir. "İlla ki" banliyölerden, mümkünse müstakil, değilse Mimar Turgut Cansever'in "maymunlar cehennemi" olarak nitelediği çok katlı rezidanslardan bir daire alınacaktır. Met'a-fetişizminin ileri bir evresidir bu. Yeni kapitalizm bu fetişlerin tüketilmesi üzerine inşa oluyor. Yarın bu konuya devam edeceğiz.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
PROF. DR. SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN
Zaman
01 Aralık 2007, Cumartesi
"Seyreyledim eşgal-i hayatı ben,
Havz-ı hayalin sularında"
(Ahmet Haşim)
Son seçimlerde ortaya çıkan "zafer", "Amerikan fantazması"nın "alla turca" çeşitlemesinin zaferidir. Bu fantazma, 1950'lerde başlayan bir zihnî örselenmenin 2007'deki uzantısıdır.
"Amerikan fantazması"nın zihinlerimize sirayet etmesi zaman aldı. NATO üyeliğimiz sırasında başlayan ve aradaki ilişkileri yürüten askerî-diplomatik elitler düzeyinde başlayan etkilenmeler 1980'lere kadar sınırlı kaldı. Mesela 1960'larda çekilen Türk filmlerinde esas oğlan ya da kız ya da onların ebeveynleri hâlâ "Evropa"ya tatile giderdi. Amerika'ya giden yoktu.
Sağın ve solun kendi Evropaları
Garplılaşma tartışmaları da "Evropalılaşma" üzerinden yürütülürdü. "Evropa", medeniyetin merkezi olan "büyülü" bir diyardı. Bu, bir orta tabaka tasavvuruydu. Orta tabakalar arasında entelektüel vasıfları sınırlı kalanlar bu büyüyü biçimselliğe taşır; taklide dayalı bir oyuna dönüştürürlerdi. Ama bu taklitlerin hep sakil ve komik bir tarafı olurdu. Taklitçiler karşısında, entelektüel yatırımları olan yukarı orta tabaka mensupları ise seçmeci yakınlıklar üzerinden bir özcülük güder; Evropa'nın kirli politik tarihinden haberdar olduklarından bazı ihtirazî kayıtlar ileri sürerlerdi. Bu kurgularda önce reddedilen bir Evropa resmedilir. Daha sonra seçmeci yakınlıklar üzerinden kabul edilen bir başka "Evropa" parlatılır. "Nasıl bir Batı?", "Hangi Avrupa?" "Avrupalılaşmadan Batılılaşmak" gibi sorular ve formüller orta tabaka kültürel kuşkuculuğunun ürünüdür ve her daim bir özcülükle bitmiştir. Bu özcü yaklaşımlarda, "Evropa"nın medeni vasıflarının, onun felsefî ve sanatsal zenginlikleri başta olmak üzere köklü kültürel yapılarının ürünü olduğu; buradan ilham alınması gerektiği vurgulanırdı.
Özcü-seçmeci kurgular birbiriyle kanlı bıçaklı olan ideolojilerin de ortak paydasıdır. Mesela Peyami Safa, Mümtaz Turhan ve Nurettin Topçu gibi seçkin sağ kültüralistlerin Evropa'sı spritüalist, moralist değerlerin Evropa'sıdır. Bu Evropa'nın standartları elbette ki alınmalı ve yerli karşılıkları üzerinden benimsenmelidir. Sol kültüralistlerin Evropa'sı ise demokrasi, insan hakları ya da şanlı sınıf savaşlarının, devrimlerin Evropa'sıdır.
Evropa düşü 1960'lardan başlayarak bozuldu. İlk olarak, başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine yoğun işçi göçü ve bu köylü nüfusların "acı vatanda" yaşadıkları travmalar Evropa hayalimizi örseledi. Evropa'nın sık sık oryantalist temelli önyargılarıyla yüklü olarak yürüttüğü müdahaleler bardağı taşıran damlalar oldu. Yerlicilikten hareket eden çevreler, zaman içinde Evropa'ya karşılık gelen kültürel yatırımlarını ya sınırladı ya da geri çekti. "Sağ'ın Amerikancılığı" işte bu boşluğun ürünüdür. "Sol" ise kısmen ayrışmış gözüküyor. Artık kendisine "ulusal sol" diyen kesim, keskin bir Amerika karşıtlığını "kırgın" ve "küskün" bir Avrupacılığı yedeğinde taşıyarak sürdürüyor. Liberal sol ise liberal sağın Amerikancılığı karşısında Evropacılığını politikleştirerek kronikleştirdi. Bu eğilimler, AB ilişkilerinin kulvarında oldukça berrak manzaralarla karşımıza çıkıyor.
Avrupa, tahayyüle dayalı bir yatırımdır. Yani; Avrupa kurgusu dünyayı tahayyül etmede varabildiğimiz son aşamadır. Bunun nedeni Avrupa'yı algılamada kitabî kültürün baskınlığıdır. Bizde Avrupa imgesi üzerine çok çalışılmış değildir. Ama Avrupa'nın neyi imlediği sorulsa kitabî referansların etkili olduğu hemen görülecektir. "Yok azizim, Evropa, Amerika'ya göre daha derin bir kültürdür" gibisinden bir basitlemeye aşinayızdır. Avrupa, kitabî bir kavrayış; edebî bir kurgudur. Kitap, ya da yazılı kültür tahayyül gücü gerektirir. Kitaptaki tasvirleri zihnimizde inşa etmemiz icap eder. Dostoyevski, uzun uzun bir Raskolnikov tasviri yapar bize. Biz onu hayal etmek, kaşı, gözü, boyu ve posuyla zihnimizde kurmak zorundayız. Bu da oldukça yoğun bir mesai gerektirir.
Maliyeti ucuz bir kültür: Amerikan kültürü
Leonard M.Dudley, Türkçeye de başarıyla çevrilen "Kalem ve kılıç" başlıklı çalışmasında tarihin şekillenmesinde "iletişim maliyetlerinin düzeyini" esas alan bir yaklaşım getiriyor. Tarihin yerinden oynaması, iletişimin maliyetindeki ucuzlamalardır, diyor Dudley. Amerikan kültürünün bu ucuzlamada Avrupa'ya göre ciddi manada ileride olduğu su götürmese gerekir. Görsellik olarak vasıflandırılan bu yeni iletişim dünyasının tanıklık ettiğimiz baş döndürücü yenilenmeleriyle Amerikan kültürünü sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada baskın kılmaya yetmiştir.
Avrupa kitabî geçmişiyle, artık pahalı bir iştir. Bu yüksek maliyeti artık kendisi bile ödeyemez durumdadır. Çünkü durumunu koruması ancak yeni maliyetlerle mümkün olacaktır. Fransa'da üniversite mahallelerini Amerikan etkisinden kurtarmak için Paris Belediyesi yasaklar getiriyor. Kitap satan kadim dükkanların yerini, internet kafelerin, fast-food dükkanlarının aldığını görünce hemen müdahale ediyor. Fransa'da kültür harcamalarına ayrılan bütçenin yakın zamanlarda neredeyse yarısına yakın bir oranda artırılması da Amerikan kültürüne karşı bir direnç oluşturma amacını taşıyor.
Amerikan kültürü her şeyden önce derinlik iddiasını tasfiye etti. Baudrillard, "derin sebeplere dayalı düşünmek" geleneğinin nasıl tahrip edildiğini çarpıcı ifadelerle ortaya koyar. Bu bir boyut kaybıdır. Artık önemli olan, yüzeydekilerle ya da görüntülerle hemhal olmaktır. Hatta duragan (stil-life) görüntülerin kendisi de önemini kaybetmiştir. Avrupa bir perspektivizm inşa etmişti. Resim, fotoğraf ve sinema, kitabî kültürü önemli ölçüde geriletiyordu. Ama Avrupa'nın fotoğrafik ve sinematografik değerlerinde hâlâ bir derinlik mevcuttu ve izleyicilerine kitapta olduğu kadar olmasa da hayal edilecek bir şeyler bırakıyordu. Amerikan kültürü bu malzemeyi etkin teknolojilerle hızlı bir akışa tabi kıldı. Bu hızla destekli hiper gerçekçilik, görüntülerin aralarında ve arkasında duran bağları berhava etti. Olumsalcılık, durumsalcılığı demode kıldı. Alain, "Düşünmek için durmak gerekir" diyordu. Yeni hayat tarzı içinde durmayı anlamlı kılacak bir derinlik ya da bağ hesabı tasfiye görünce, durmanın kendisi can sıkıcı bir hale geldi. Hareket, yer değiştirme ve anlık heyecanları kışkırtan görüntüler zihnimizi tutsak aldı. Mesela "özgürlüğün" bir duruşla elde edilmiş tarafı yok. Nil Karaibrahimgil'in ünlendiği reklam mahsulü "özgür kız"a bakın. Sürekli gidiyordu.
Görüntülerle aramızdaki kültürel bağ fantazmalardır. Bir bakıma yeni kültürde tahayyül gücünün yerini Frankfurt Okulu'nun düşünürlerince oldukça erken bir evrede ve kitle kültürü içindeki konumu itibarıyla teşhis edilmiş olan "fantazmagorik" bir basitçilik aldı. Tahayyül gücümüz, müphemiyet ve mahremiyetin üzerine inşa olur. Fantazmagorik olanda ise her ikisi de yoktur. Her şey apaçıktır ve hiper-gerçeklik içinde en ince ayrıntısına kadar gösterilir. Burada "aşk" kaybeder, "pornografi" kazanır.
Fantazmagorik dünya, bizim dışımızda inşa edilmiş, inceden inceye paketlenerek ayağımıza getirilmiş bir dünyadır. "İlla ki" yapılacak ve yapılması tartışılmayacak şeyler vardır. Yaz geldi mi, illaki "güney"e gidilecek, hepsi Disneyland'dan bozma dekorlara sahip tatil köylerinde, havuzlara girilecek, soğuk içkilerle serinlenecek, yaz parçalarıyla coşulacak, derilerimiz yakılacaktır. Hafta sonları "illa" ki hipermarketler tavaf, geceleri publar ziyaret edilecektir. "İlla ki" banliyölerden, mümkünse müstakil, değilse Mimar Turgut Cansever'in "maymunlar cehennemi" olarak nitelediği çok katlı rezidanslardan bir daire alınacaktır. Met'a-fetişizminin ileri bir evresidir bu. Yeni kapitalizm bu fetişlerin tüketilmesi üzerine inşa oluyor. Yarın bu konuya devam edeceğiz.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
PROF. DR. SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN
Zaman
01 Aralık 2007, Cumartesi