gula islam
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 9 Şub 2009
- Mesajlar
- 53
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Web Sitesi
- www.zeyneb1985.spaces.live.com
NE OLUR, BENİ UYAR ARKADAŞIM!’
Lütuf ve kerem sahibi Yüce Rahman’a hamd;
Sevgili Resulü’ne, Ehl-i Beyt’e, Sahabe-i Güzine salât ve selâm…
Merhaba Dostlar;
Müslümanlıktan o kadar uzak kaldık ki birisi bir konuda bizi uyardığında, hemen o batılı/modern refleksle “Tamam kardeşim, sen kendi işine bak…” diyebiliyoruz.
Oysa birbirimizi uyarmanın dinin bir emri olduğunu bilmeyenimiz var mı?...
Peki, işimize geldiğinde dinin emrettiği gibi işimize geldiğinde de “kafamıza estiği gibi” yaşamaya hakkımız var mı?...
En mazbut, en takva, en entelektüel müslümanlar arasında bile bir konuda uyarıda bulunuyorsunuz. Üstelik şartlarına uygun bir uyarı; kişiyi hedef almıyorsunuz, hatayı hedef alıyorsunuz… Hemen hata sahibi oradan çıkıp bu uyarıya hakkınız olmadığını, herkesin kendine göre yorum sahibi olabileceğini söylüyor.
Ayette, hadisten, âlimlerin sözlerinden örnekler ortaya koyuyorsunuz… Fakat o da ne? Bütün bunların bile hiçbir bağlayıcılığı yok karşıdakinde!...
Varsa yoksa kendi bildiği ve taraftar olduğu görüşler…
Burada, dinde farklı yorumlara tahammül gibi bir konuya girmeyeceğim, mesele zaten o değil. Dinin temel meselelerinden bahsediyoruz burada. Ancak, ne olursa olsun, bir müslüman bizi uyardığında, düşünmeliyiz ki “Bu benim müslüman kardeşim, doğru yada yanlış, ‘emri bilmaruf’ yapıyor. Allah için vazifesini yerine getiriyor.”
Evvelâ düşünülmesi gereken budur. Yaptığı eleştiride haklı mı haksız mı? O ayrı mesele. Önce bir böyle bakıp teşekkür edelim, onu yumuşak bir yüz, tatlı bir sözle karşılayalım. Kim bilir, belki bu sefer haksız yere eleştirse de yarın gerçekten uyarılmaya muhtaç olmayacağımızı nereden biliyoruz. Bugün sert tepki verirsek, yarın bizi kim uyaracak?...
İnsanız, her an hata yapma ihtimalimiz var. İnsan demek, nisyan demek, unutma ve hata demektir zira…
Sonra, bakalım; eğer bizi uyaran müslüman kardeşimiz, doğru bir üslûpla bize hitap etmişse ona daha da fazla kulak verelim, duacı olalım. Doğru üslûp sahibi, her türlü hürmeti hak ediyor demektir, aklıselim sahibi, edepli biri demektir.
Yok, eğer üslûbu hatalı ise yine de ona karşı, bu defa biz güzel ahlâkla karşılık verelim. Demek ki bu kardeşimiz, Allah için uyarması gerektiğini biliyor ama yol yordam bilmiyor. Biz ona yol yordam gösterelim, iyi örnek olalım ki işin doğrusunu bizden öğrensin.
Başka bir alternatif de bizi uyaran kişinin, haklı veya haksız olması… Eğer haklıysa zaten söylenecek bir şey yok. Hatamızı açıkça kabullenmekle ne kaybederiz ki…
Eğer haksızsa yine sorun yok; o, görevini yapıp bizi uyardı, ancak bilemediği, göremediği bazı sebeplerden dolayı haksız yere bizi uyarmış oldu. Yine güler yüzle teşekkür etmeli, asla aşırı bir tepki göstermemeliyiz.
Sevgili dostlar, bu konuları bu kadar detaya girerek yazmak zorunda kalmaktan inanın sıkılıyorum. Bizim müslüman kardeşlerimiz bu kadar basit hatalara da düşmezler diyesimiz geliyor. Ancak ne yaparsınız, maalesef, bu tür hatalara o kadar çok şahit oluyoruz ki…
Meselenin bir başka boyutu da ehli ilim ve ehli hal tarafından uyarılan Müslümanların, kimseyi bir otorite olarak kabul etmemeleri. Anlayacağınız, herkes kafasına göre bir din, kafasına göre bir hayat anlayışı tutturmuş gidiyor.
Neticede, müslüman bir toplumda olması gereken iş, fikir ve tutum birliği ortaya çıkmıyor. Kalpler bir vurmayınca Müslümanlığımızın maddi ve manevi kazanımları, sürgün vermiyor bir türlü…
Bu dağınıklığımızın en önemli sebebi, hiç şüphesiz Müslümanların ilmi ve siyasî bir otoriteden mahrum kalmaları. İslam’da meşru otoriteyi ortaya çıkaran unsurlar nelerdir? Müslüman bir toplumun en önemli hiyerarşi kriteri nedir peki?
Bu soruların cevaplarını gelecek sayımıza bırakarak, birbirimizi uyarmak konusunu bağlayalım müsaadenizle. Demek ki neymiş? Kim ne derse desin, müslümanlar olarak birbirimizi uyarmanın dini bir vecibe olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım.
Birbirini uyarmayıp her nefsin kendi şeytanıyla baş başa kaldığı bir toplum, müminler cemaati olamaz. Olsa olsa şeytanî/modern bir sistem olabilir. Bizler ise müslümanız elhamdülillah. Bizim sistemimiz şeytanî değil; Rahmanî olabilir ancak.
Bizler eğer müminler isek hem uyaracağız hem de uyarılacağız. Haklıysak da haksızsak da…
Ayrıca bileceğiz ki en güzel uyarı, doğru örnek olmaktır. On defa nefsimize yükleneceğiz; bir defa başkasına söyleyeceğiz. O zaman göreceğiz ki çoğu defa uyarmaya gerek kalmadan Kur’an ahlâkıyla, hilimle muamele ettiğimiz insanlar, birden dostumuz olmuşlar. Mümin kardeşlerimiz ise âdeta cennet kardeşliğine kanat açmışlar…
Uyarmanın retoriğine de vakıf olmalıyız dostlarım. Sözü, rendeleyip yumuşatmalı, kalp kırmadan sözü parlatmalı, ondan sonra göndermeliyiz kelimelerimizi, emanet verir gibi kardeşimizin kulaklarına...
Öyle bir uyarmalıyız ki kardeşimizi, âdeta onun işlediği hatayı, ben işlemişim de ondan özür diliyorum gibi... O kadar alttan almalıyım, yani. Âdeta hatasını anlayabilmesi için yalvarmalıyım kardeşime… Çünkü ben nasıl bir mümin kardeşimin hatalı, geri ve yoksun kalmasına razı olurum? Oysa biliyorum ki bir mümin, her şeyin en güzeline lâyıktır…
İşte, sevgili dostlarım, uyarı böyle bir niyetle ve böylesine güzel tutumla olursa ancak o zaman şifa verir kalplere. Kalplere tohum ekmesini bilelim artık. Yoksa çabalayıp çapalamadan, taşın kayanın üzerine tohum atılmaz; atılsa da verim alınmaz…
Rabbimize emanet olunuz.
SÜLEYMAN KARAKAŞ
Lütuf ve kerem sahibi Yüce Rahman’a hamd;
Sevgili Resulü’ne, Ehl-i Beyt’e, Sahabe-i Güzine salât ve selâm…
Merhaba Dostlar;
Müslümanlıktan o kadar uzak kaldık ki birisi bir konuda bizi uyardığında, hemen o batılı/modern refleksle “Tamam kardeşim, sen kendi işine bak…” diyebiliyoruz.
Oysa birbirimizi uyarmanın dinin bir emri olduğunu bilmeyenimiz var mı?...
Peki, işimize geldiğinde dinin emrettiği gibi işimize geldiğinde de “kafamıza estiği gibi” yaşamaya hakkımız var mı?...
En mazbut, en takva, en entelektüel müslümanlar arasında bile bir konuda uyarıda bulunuyorsunuz. Üstelik şartlarına uygun bir uyarı; kişiyi hedef almıyorsunuz, hatayı hedef alıyorsunuz… Hemen hata sahibi oradan çıkıp bu uyarıya hakkınız olmadığını, herkesin kendine göre yorum sahibi olabileceğini söylüyor.
Ayette, hadisten, âlimlerin sözlerinden örnekler ortaya koyuyorsunuz… Fakat o da ne? Bütün bunların bile hiçbir bağlayıcılığı yok karşıdakinde!...
Varsa yoksa kendi bildiği ve taraftar olduğu görüşler…
Burada, dinde farklı yorumlara tahammül gibi bir konuya girmeyeceğim, mesele zaten o değil. Dinin temel meselelerinden bahsediyoruz burada. Ancak, ne olursa olsun, bir müslüman bizi uyardığında, düşünmeliyiz ki “Bu benim müslüman kardeşim, doğru yada yanlış, ‘emri bilmaruf’ yapıyor. Allah için vazifesini yerine getiriyor.”
Evvelâ düşünülmesi gereken budur. Yaptığı eleştiride haklı mı haksız mı? O ayrı mesele. Önce bir böyle bakıp teşekkür edelim, onu yumuşak bir yüz, tatlı bir sözle karşılayalım. Kim bilir, belki bu sefer haksız yere eleştirse de yarın gerçekten uyarılmaya muhtaç olmayacağımızı nereden biliyoruz. Bugün sert tepki verirsek, yarın bizi kim uyaracak?...
İnsanız, her an hata yapma ihtimalimiz var. İnsan demek, nisyan demek, unutma ve hata demektir zira…
Sonra, bakalım; eğer bizi uyaran müslüman kardeşimiz, doğru bir üslûpla bize hitap etmişse ona daha da fazla kulak verelim, duacı olalım. Doğru üslûp sahibi, her türlü hürmeti hak ediyor demektir, aklıselim sahibi, edepli biri demektir.
Yok, eğer üslûbu hatalı ise yine de ona karşı, bu defa biz güzel ahlâkla karşılık verelim. Demek ki bu kardeşimiz, Allah için uyarması gerektiğini biliyor ama yol yordam bilmiyor. Biz ona yol yordam gösterelim, iyi örnek olalım ki işin doğrusunu bizden öğrensin.
Başka bir alternatif de bizi uyaran kişinin, haklı veya haksız olması… Eğer haklıysa zaten söylenecek bir şey yok. Hatamızı açıkça kabullenmekle ne kaybederiz ki…
Eğer haksızsa yine sorun yok; o, görevini yapıp bizi uyardı, ancak bilemediği, göremediği bazı sebeplerden dolayı haksız yere bizi uyarmış oldu. Yine güler yüzle teşekkür etmeli, asla aşırı bir tepki göstermemeliyiz.
Sevgili dostlar, bu konuları bu kadar detaya girerek yazmak zorunda kalmaktan inanın sıkılıyorum. Bizim müslüman kardeşlerimiz bu kadar basit hatalara da düşmezler diyesimiz geliyor. Ancak ne yaparsınız, maalesef, bu tür hatalara o kadar çok şahit oluyoruz ki…
Meselenin bir başka boyutu da ehli ilim ve ehli hal tarafından uyarılan Müslümanların, kimseyi bir otorite olarak kabul etmemeleri. Anlayacağınız, herkes kafasına göre bir din, kafasına göre bir hayat anlayışı tutturmuş gidiyor.
Neticede, müslüman bir toplumda olması gereken iş, fikir ve tutum birliği ortaya çıkmıyor. Kalpler bir vurmayınca Müslümanlığımızın maddi ve manevi kazanımları, sürgün vermiyor bir türlü…
Bu dağınıklığımızın en önemli sebebi, hiç şüphesiz Müslümanların ilmi ve siyasî bir otoriteden mahrum kalmaları. İslam’da meşru otoriteyi ortaya çıkaran unsurlar nelerdir? Müslüman bir toplumun en önemli hiyerarşi kriteri nedir peki?
Bu soruların cevaplarını gelecek sayımıza bırakarak, birbirimizi uyarmak konusunu bağlayalım müsaadenizle. Demek ki neymiş? Kim ne derse desin, müslümanlar olarak birbirimizi uyarmanın dini bir vecibe olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım.
Birbirini uyarmayıp her nefsin kendi şeytanıyla baş başa kaldığı bir toplum, müminler cemaati olamaz. Olsa olsa şeytanî/modern bir sistem olabilir. Bizler ise müslümanız elhamdülillah. Bizim sistemimiz şeytanî değil; Rahmanî olabilir ancak.
Bizler eğer müminler isek hem uyaracağız hem de uyarılacağız. Haklıysak da haksızsak da…
Ayrıca bileceğiz ki en güzel uyarı, doğru örnek olmaktır. On defa nefsimize yükleneceğiz; bir defa başkasına söyleyeceğiz. O zaman göreceğiz ki çoğu defa uyarmaya gerek kalmadan Kur’an ahlâkıyla, hilimle muamele ettiğimiz insanlar, birden dostumuz olmuşlar. Mümin kardeşlerimiz ise âdeta cennet kardeşliğine kanat açmışlar…
Uyarmanın retoriğine de vakıf olmalıyız dostlarım. Sözü, rendeleyip yumuşatmalı, kalp kırmadan sözü parlatmalı, ondan sonra göndermeliyiz kelimelerimizi, emanet verir gibi kardeşimizin kulaklarına...
Öyle bir uyarmalıyız ki kardeşimizi, âdeta onun işlediği hatayı, ben işlemişim de ondan özür diliyorum gibi... O kadar alttan almalıyım, yani. Âdeta hatasını anlayabilmesi için yalvarmalıyım kardeşime… Çünkü ben nasıl bir mümin kardeşimin hatalı, geri ve yoksun kalmasına razı olurum? Oysa biliyorum ki bir mümin, her şeyin en güzeline lâyıktır…
İşte, sevgili dostlarım, uyarı böyle bir niyetle ve böylesine güzel tutumla olursa ancak o zaman şifa verir kalplere. Kalplere tohum ekmesini bilelim artık. Yoksa çabalayıp çapalamadan, taşın kayanın üzerine tohum atılmaz; atılsa da verim alınmaz…
Rabbimize emanet olunuz.
SÜLEYMAN KARAKAŞ