Ne oldu bize?
Dün sevgili dostum Eser Alptekin’in kardeşi İlhan’ı toprağa verdik.
İlhan da ağabeyi Eser gibi hekimdi; diş hekimi.
Genç, güzel, mavi gözlü, sakin, saygılı, melek gibi bir kardeşimizdi.
Alptekin ailesi çok sevildiği için cami avlusu hekimlerle, siyasetçilerle, medya mensuplarıyla doluydu.
Birisi dedi ki: “Önümüzdeki on yıl içinde kim bilir kaç kez geleceğiz buraya!”
Akşam evde dua vardı.
Küçük kardeşini kaybetmenin acısıyla yüreği yanan Eser “İnsanlar hiç ölüm yokmuş gibi nasıl da birbirini yiyor!” dedi. “Ne manasız bir hırgür.”
Cami avlusunda ben de aynı şeyi düşünmüştüm.
Yarın birbirinin cenazesine gidecek olan insanlar nasıl büyük bir öfkeyle kavga ediyorlar. Nasıl kırıyorlar birbirlerini.
Hele manevi tarafı güçlü olduğunu söyleyen insanlardaki bu “dünya hırsı”nı anlamak mümkün değil.
Daha çok mal, daha çok para, daha çok iktidar, daha çok şöhret, daha çok, daha çok, daha çok...
Oysa bunlar Yunus Emre ilahileri dinleyerek yetişmiş çocuklardı.
“Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”
dizelerini nasıl da çabuk unuttular.
***
Akşam duada Hüseyin Hoca güzel bir konuşma yaptı. Konuşmanın bir yerinde Hz. Muhammed’i andıktan sonra, “Bir başka peygamberimiz olan Hz. İsa der ki” diyerek onun bir cümlesine yer verdi.
“İşte bizim bildiğimiz, içinde yetiştiğimiz din bu!” diye düşündüm.
Evlerimizin dokusuna sinen din temizlik, merhamet, insan sevgisi içeren, çoluk çocuk hepimizi saran ruhani bir ritüeller bütünüydü.
Namaz kılan babaannenizin önünden geçerseniz, duayı sesini yükselterek okuması demekti din.
Kandillerde radyodan mevlit dinlemekti.
Ramazanlarda büyüklere “Ben de tutayım!” diye yalvarmak ve sahurlara kalkmaktı.
Dedenin elinden tutup seni teravih namazına götürmesiydi.
Büyüklerin Hz. Ömer’den, Hz. Ali’den anlattığı güzel ahlak hikâyeleriydi.
Şefkatti, hoşgörüydü, sevgiydi.
Böyle bir canavarlık, dünya malı için birbirinin gözünü oyma, şöhret ve lüks düşkünlüğü değildi.
Hele şiddet hiç değildi.
Ne oldu bize?
Zülfi Livaneli/Vatan gzts
Dün sevgili dostum Eser Alptekin’in kardeşi İlhan’ı toprağa verdik.
İlhan da ağabeyi Eser gibi hekimdi; diş hekimi.
Genç, güzel, mavi gözlü, sakin, saygılı, melek gibi bir kardeşimizdi.
Alptekin ailesi çok sevildiği için cami avlusu hekimlerle, siyasetçilerle, medya mensuplarıyla doluydu.
Birisi dedi ki: “Önümüzdeki on yıl içinde kim bilir kaç kez geleceğiz buraya!”
Akşam evde dua vardı.
Küçük kardeşini kaybetmenin acısıyla yüreği yanan Eser “İnsanlar hiç ölüm yokmuş gibi nasıl da birbirini yiyor!” dedi. “Ne manasız bir hırgür.”
Cami avlusunda ben de aynı şeyi düşünmüştüm.
Yarın birbirinin cenazesine gidecek olan insanlar nasıl büyük bir öfkeyle kavga ediyorlar. Nasıl kırıyorlar birbirlerini.
Hele manevi tarafı güçlü olduğunu söyleyen insanlardaki bu “dünya hırsı”nı anlamak mümkün değil.
Daha çok mal, daha çok para, daha çok iktidar, daha çok şöhret, daha çok, daha çok, daha çok...
Oysa bunlar Yunus Emre ilahileri dinleyerek yetişmiş çocuklardı.
“Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”
dizelerini nasıl da çabuk unuttular.
***
Akşam duada Hüseyin Hoca güzel bir konuşma yaptı. Konuşmanın bir yerinde Hz. Muhammed’i andıktan sonra, “Bir başka peygamberimiz olan Hz. İsa der ki” diyerek onun bir cümlesine yer verdi.
“İşte bizim bildiğimiz, içinde yetiştiğimiz din bu!” diye düşündüm.
Evlerimizin dokusuna sinen din temizlik, merhamet, insan sevgisi içeren, çoluk çocuk hepimizi saran ruhani bir ritüeller bütünüydü.
Namaz kılan babaannenizin önünden geçerseniz, duayı sesini yükselterek okuması demekti din.
Kandillerde radyodan mevlit dinlemekti.
Ramazanlarda büyüklere “Ben de tutayım!” diye yalvarmak ve sahurlara kalkmaktı.
Dedenin elinden tutup seni teravih namazına götürmesiydi.
Büyüklerin Hz. Ömer’den, Hz. Ali’den anlattığı güzel ahlak hikâyeleriydi.
Şefkatti, hoşgörüydü, sevgiydi.
Böyle bir canavarlık, dünya malı için birbirinin gözünü oyma, şöhret ve lüks düşkünlüğü değildi.
Hele şiddet hiç değildi.
Ne oldu bize?
Zülfi Livaneli/Vatan gzts