Ne halin varsa gör (!)..
Hastane bahçesinde yaşlı bir teyze ve konuşmalarından kendi kızı olduğunu anladığım bir abla aralarında tartışıyorlar.
Tartışıyorlar demek imkânsız:
Resmen bağrışıyorlar…
Az geçmeden, resmen; itişip-kakışıyorlar…
Kelimenin tam anlamıyla iğrenç bir manzara.
Aslında iç acıtıcı bir vâziyet.
İnsanı acı acı düşündüren bir vâziyet…
Hayret ediyorum.
Kanım donuyor!
Öylece kendilerine bakıp kala-kalıyorum…
***
Kız, en sonunda annesine dönüp:
“O paraları mezarına mı götüreceksin… Seni hasta haneye getirdim. Ben mi hastayım. Biliyorsun maddî durumumuz kötü, taksi parasını çıkarıp verseydin canın mı çıkardı?” diyor…
Annesi:
“Sizin bütün gözünüz benim üç-beş kuruşumda. Onu da bitirince asla yüzüme bakmazsınız… Ben evlâtlarımı bilmez miyim?! Bana yaptığınızın on katını da inşallah sizin evlâtlarınız da size yapar!...” şeklinde cevap verince aklı sıra annesine tehditkâr davranan kızı, kendi elindeki poşeti annesinin eline tutuşturarak oradan hızla uzaklaşıyor numarasına girişip bir yerlere doğru seğirterek o an izini kaybettiriyor…
***
Arkadaşlarımdan biri anlatıyor:
Bir gün ilkokulda okuyan çocuğu okuldan geliyor…
Sırt çantası ters takılı!
Arkasında durması gereken çanta kitap dolu ve oldukça ağır vaziyette önünde asılı!..
Bu çanta, akşam yemeğine kadar öylece asılı kalıyor çocuklarının boynunda.
“Evlâdım çıkar çantanı, elini-yüzünü yıka ve sofraya gel!” diye kendisini çağıran annesi ve babası bu durumun ne anlama geldiğini zeki çocuklarının kendilerine anlatacaklarından eminler.
Elini-yüzünü yıkayan çocukları sofraya oturmadan sarılarak önce babasının sonra da ağlayarak annesinin ellerini öpüyor ve şunları söylüyor:
“Öğretmenimiz hepimizin sırt çantasını bugün boynumuzda ve önümüzde taşıttı. Teneffüslere de böyle çıktık. sebebini son derste söyledi ve size teşekkür etmemizi istedi: Canım anneciğim sen beni 9 ay, 10 gün böyle ağır halimle karnında taşıdığın; güzel babacığım sen de beni büyütüp beslediğin için size çok teşekkür ediyorum…”
Hastane bahçesinde yaşlı bir teyze ve konuşmalarından kendi kızı olduğunu anladığım bir abla aralarında tartışıyorlar.
Tartışıyorlar demek imkânsız:
Resmen bağrışıyorlar…
Az geçmeden, resmen; itişip-kakışıyorlar…
Kelimenin tam anlamıyla iğrenç bir manzara.
Aslında iç acıtıcı bir vâziyet.
İnsanı acı acı düşündüren bir vâziyet…
Hayret ediyorum.
Kanım donuyor!
Öylece kendilerine bakıp kala-kalıyorum…
***
Kız, en sonunda annesine dönüp:
“O paraları mezarına mı götüreceksin… Seni hasta haneye getirdim. Ben mi hastayım. Biliyorsun maddî durumumuz kötü, taksi parasını çıkarıp verseydin canın mı çıkardı?” diyor…
Annesi:
“Sizin bütün gözünüz benim üç-beş kuruşumda. Onu da bitirince asla yüzüme bakmazsınız… Ben evlâtlarımı bilmez miyim?! Bana yaptığınızın on katını da inşallah sizin evlâtlarınız da size yapar!...” şeklinde cevap verince aklı sıra annesine tehditkâr davranan kızı, kendi elindeki poşeti annesinin eline tutuşturarak oradan hızla uzaklaşıyor numarasına girişip bir yerlere doğru seğirterek o an izini kaybettiriyor…
***
Arkadaşlarımdan biri anlatıyor:
Bir gün ilkokulda okuyan çocuğu okuldan geliyor…
Sırt çantası ters takılı!
Arkasında durması gereken çanta kitap dolu ve oldukça ağır vaziyette önünde asılı!..
Bu çanta, akşam yemeğine kadar öylece asılı kalıyor çocuklarının boynunda.
“Evlâdım çıkar çantanı, elini-yüzünü yıka ve sofraya gel!” diye kendisini çağıran annesi ve babası bu durumun ne anlama geldiğini zeki çocuklarının kendilerine anlatacaklarından eminler.
Elini-yüzünü yıkayan çocukları sofraya oturmadan sarılarak önce babasının sonra da ağlayarak annesinin ellerini öpüyor ve şunları söylüyor:
“Öğretmenimiz hepimizin sırt çantasını bugün boynumuzda ve önümüzde taşıttı. Teneffüslere de böyle çıktık. sebebini son derste söyledi ve size teşekkür etmemizi istedi: Canım anneciğim sen beni 9 ay, 10 gün böyle ağır halimle karnında taşıdığın; güzel babacığım sen de beni büyütüp beslediğin için size çok teşekkür ediyorum…”