Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni.
Her dem düşünmek, her dem hayal etmek seni...
Ne güzel! Visâline gülmek, firâkınla ağlamak.
Yanmaktan usanmamak yanarken susamak seni.
(Haddâd)
Vedûd isminin sahibi dilerse, dilediği kimseye aşkının kâsesinden öyle bir zevk sunar ki; onu içenlerin susuzluğu artar. Susuzluğu arttıkça O’na yakın olma şevki ziyâdeleşir. Ancak ne içtiği onu kandırır, ne de yakınlık gönlüne merhem olur.
Gönül teli hassastır. Bir dokunuş binlerce âh ettirir. Kimi zaman yârin yâd etmesiyle, kimi zaman da yâri yâd ile bir oraya, bir buraya durmadan savrulur durur. Bu mânevî bir çekim alanıdır ve adına cezbe denir. Bu cezbeye kapılanların ortak ismi meczûbîndur.
Cezbe; Mutlak Sevgili’ nin sevdiği kulunu mânen cezbedip muhabbetine çekmesi, kendisine yaklaştırmasıdır. Yine bu sevgili kulunun kalbinden perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olmaksızın onu yakîn nuru ile ansızın mânevî makamlara yükseltmesidir. Bu esnada kul ruhuyla hakîkatin kaynağına ulaşır. Allah’ın dışında her şeyi unutarak kendinden geçer ve hatta kulluğundan habersiz hale gelir. İlâhî muhabbetin çekim alanına giren kul, bu ikram ve lütuf karşısında farklı tepkiler verir.
Yaratılışları icâbı kimisinde toprak unsuru gâliptir. Bunlar mizacı “Türâbî” olanlardır ve daha çok dayanıklıdırlar. Sessiz-sedasız bu çekim alanında kalmayı başarırlar. Kendisine verilen muhabbet lokmasını hazmederler. Yanarlar, ancak dumanları yoktur. “Yanar yüreğim dumanım tütmez” diyerek arz-ı hâl ederler.
Kimilerinin yaratılışında ise âteş unsuru gâliptir. Onların mîzâcı “Nârî” dir. Bu yüzden kendisine vâsıl olan cezbeye tahammül gösteremez, ağlar, sızlar, nâralar atar. Zarfı bu muhabbete dayanamaz. Bir tencerede suyun kaynaması gibi garip sesler çıkarır.
Cezbeden ile cezbedilen arasında çözülmesi güç, girift bir alışveriş mevcuttur. Kimdir bu yangını alevlendiren?
“Yandıklarım şâm u seher/ Senden midir benden midir
Başımda ki aşktan eser/ Senden midir benden midir”
Seyyid Nizamoğlu
Seyyid Nizâmoğlu’nu hayrete düşüren bu hal, cezbeye tutulan gönül sahiplerinin müşterek med-cezirleridir. Bu yangının kıvılcımı kimdendir? Hz. Mevlânâ bu hususta Mutlak Aşk’ ın diliyle konuşur:
“Ben rüzgârım sen âteş /Seni ben alevlendirdim”
Yine aşkın kaynağına işâretle der ki;
“Biz yalnız demir bir kıymığız /Aşkın bizim mıknatısımızdır
İçimde hiçbir zaman görmediğim /Hasretin kaynağı sen”
Hakk’ın kulu kendine çekmesi; cezbe, bu cezbeyle kulun Allah’a yönelmesi; aşktır. Cezbesiz hiçbir velî yetişmemiştir. Çünkü Allah(c.c.) bir kulunu kendi tarafına çekmezse, O kulun Allah’a yakınlaşması imkansızdır. “Allah dilediğini kendisine çeker.” (Şûra 42/13) ilâhî sözü bunun delilidir. Bu sevgiye nâil olabilmenin yolunu, yine mutlak sevgilinin sevgilisinden öğreniyoruz. “Eğer Allah(c.c.)’ı arzu ederseniz,
bana uyunuz –benim gibi yapınız-ki; O da sizi sevsin. (Al-i İmran, 31) İlâhî muhabbetin çekim alanına girenlerin manevî tecrübeleri mutlak aşkın cezbesi olmaksızın yakîn derecesinin elde edilemeyeceğini göstermektedir.
Yunus Emre:
“Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni” der.
Bu cezbenin âşıka ulaşma zamanı farklılık arz eder. Bazen aşk yolunda seyreden sâlik, bu yolculuğu esnasında cezbeye erişir. Bazen de, evvela cezbeye tutulur ve ardından aşk yolunda seyre başlar. Hakîkî cezbe yolcunun yola koyulduktan sonra kendi gayreti ile cezbeye erişmesidir ki, bu türlü cezbe daha makbul ve daha kalıcıdır. Bu meczûba; sâlik-i meczûb denir. İlâhî cezbeye tutularak manevî yolculuğa başlayanlara ise; meczûb-i sâlik denmektedir. Bu tür meczublar, istikamet üzere devam ederlerse hedeflerine ulaşırlar, değilse başlangıçta kendilerine tattırılan zevk ile yolda kalırlar.
Gönülleri cezbedilen kimi âşıkların zâhiri, kimisinin de bâtını meczubtur. Zâhiri meczûb olanların sayhaları, inlemeleri ve gözyaşları, yaşadıkları cezbenin eseridir. Bâtını meczub olanların dışında ve vücûdunda herhangi bir cezbe izine rastlanmaz. İç dünyasında ise doyumsuz lezzetlere, sayısız hallere sahiptir. Onlar görünürde sâkin ve çıplak dağlar gibidirler. Ancak iç âlemleri, zengin maden yataklarına benzer. Âşıkın halini açığa vurması, ehl-i aşk tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu yüzden Rifâîler: “Yan fakat tütme” sözleriyle sâliklerine yol gösterirler.
Bu yol ilâhî temâşânın cezbesi içerisinde maddî varlığı terketme yoludur. Çünkü bu yolun yolcuları , her zerrenin aslına doğru hareket etmesi gibi, asıllarına yönelenlerin kâfilesinde yer alırlar.
“Sen güneşsin; ben senin peykin olan ay’ım
Pürnûr etti bakışın beni
Kucağından uzak kaldıkça eksiğim
Sen Kur’an’sın ben de senin cüz’ünüm
(M. İkbal)
Kaynak: T.D.V. Cezbe maddesi, M.S. Ramazanoğlu(k.s.), Musahabe/6, shf,165
Mustafa Demirci