Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nasibinin üstünde adın yazılı (1 Kullanıcı)

vaktileyl

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Tem 2008
Mesajlar
2,887
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Web Sitesi
www.vaktileyl.com
Ömrün, nasip aramakla geçtiğini söyleriz; acaba bu doğru mu? Biz uğrun uğrun onu ararken, o da gizliden gizliye bizi takip ediyor olmasın...

Sıcak yaz günlerindeyiz. Kahvaltı sofrasında hafif yiyecekler var... “Bismillah” deyip elimi sofraya uzatacağım sırada, mahmur yüzünden gülücükler saçılan oğlum beliriyor karşımda... Teklifsiz oturduğu sofrada, buz gibi kirazlara uzanıyor ilk önce... “Hayrola oğlum!” diyorum. “Bu saatte seni tatlı uykularından kim uyandırdı, yoksa bu kirazlar mı çağırdı seni sofraya? Nasip bazen ayağına gelir, bazen ayağına çağırırmış insanı... Anlaşılan bu gün nasibin gür olacak. Bir nasibin de şu hikaye olsun:

Eski zamanlardı... İmkanların kıt olduğu vakitlerdi. Herkes her şeyi uzun uzadıya sorgulamazdı; anlatılana kolayca inanırdı. İnsânî ilişkilerde güvensizlik değil, güven hakimdi çünkü... “Bu iş nasip meselesi” deyince akan sular dururdu.

Hekimlik hizmetleri günümüzdeki kadar yaygınlaşmamıştı. İnsanlar başı daraldığında en yakınındaki hoca efendiye giderdi.

İşlerin böyle yürüdüğü günlerde... Bir derviş kişi evinde pilav yemekte iken, genizine bir pirinç tanesi kaçtı. Zavallı derviş uğraştı, didindi: fakat onu çıkarmaya muvaffak olamadı. Komşuları başına toplandılar. Ne yaptılarsa inatçı pirinç tanesini yerinden oynatamadılar. Sanki oraya çakılmıştı; ne ileri gidiyor, ne de geri...

Sonunda o da herkes gibi yaptı; tanıyıp güvendiği hoca efendiye başvurdu... Hoca efendi kendisine arz edilen meseleyi sükûnetle dinledikten sonra; başını öne eğip bir müddet sessizce bekledi. Ve sonra; “Sizin işinizin halledileceği yer, burası değil” dedi... Bağdat'a gitmeniz gerekiyor. Oradaki filan hoca efendiyi bulup; onun dediğini yapacaksınız.

Derdine çare arayan kişi, bu sözleri hiç tereddütsüz kabul etti. Ve derhal Bağdat'ın yollarına revân oldu. Günler süren yorucu bir yolculuktan sonra menzil-i maksûduna vasıl oldu. Sorup, soruşturdu; tarif edilen hoca efendiyi buldu. Varıp karşısına diz çökünce, ziyaretinin sebebini anlattı.

O salih kişi, anlatılanları huşu ile dinledi... Bir müddet sustu. Sonra, başını kaldırıp aydınlık yüzünü dervişe gösterdi. Gözlerinin içine muhabbetle baktı....

“Bak evlat!” dedi misafirine. “Zahmet edip buralara kadar geldiniz. Gelişinizle bizleri mesrûr ettiniz. Lakin sizin daha gidilecek yolunuz var... Biliyorum; sizi bize gönderdiler. Ve çok uzaklardan geldiniz buraya... Ne çare ki derdinizin dermanını değil; çarenin yerini söyleyebileceğim sadece... Tez vakitte Semerkant'a gitmelisiniz; oraya varıp, filanca zatı bulmanız gerekiyor.

Bu sözler, muhatabını tekrar yollara düşürdü. Ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Semerkant’a varıldı... Çare, o şehirde, filanca zatın meclisinde denilmişti çünkü...

Derviş, tarif edilen zatın meclisine katılmak üzere destur aldı. Buyur edilince baktı ki, söylenen kişi kapının karşısında bir kürsü üzerinde oturmakta; etrafını saran talebeleri ile sohbet etmekte... Sohbetin insicamını bozmamak için kapı girişine yakın bir yere çöküverdi. Mevzu bitince maruzatını söyleyecekti... Hoca efendi konuşmasını sürdürmekte...

Çok geçmeden yol yorgununda bastırılamaz bir aksırma isteği belirdi. Aylardır gelmesini beklediği bir şey, oracıkta ortaya çıkıverdi. Öyle şiddetli bir hapşırma isteği ki... “Hapşuuu!” demesiyle boğazında takılı duran pirinç tanesi dışarı fırlayıverdi... Kapı ağzında duran bir kedicik, sanki onu bekliyordu. Hemen gelip o pirinç tanesini yedi.

Hatip o sırada tam da şöyle diyordu: “Yiyeceğin lokmanın üzerinde mânen adın yazılıdır. Kimse kimsenin nasibini yiyemez...”

Bunu derken, kapı ağzında olup bitenler nazar-ı dikkatinden kaçmamıştı. Misafire dönerek; “Bak işte azizim!” dedi. Nasip hususundaki esrarengiz tecellîyi görmüş oldun!... Başından geçenleri anlat ki, burada bulunanlar da hissedar olsunlar...”

Şimdi oğlumun ne diyeceğini gayet iyi biliyorum: “Ama baba, bu kirazların üstünde yazı yok ki!”

Evet, o yazı kolaylıkla görünmüyor. Çünkü gördüğü yazıları satır satır okuyan insan göremediğini, yazgıyı bilemez. Belki de bu günkü insanın yüzeysel bakışı, çocuklarınkinden farklı değil...

iktibas
 

IMEN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Şub 2008
Mesajlar
201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
keske dıyorum bazen keske hersey eskıdekı gıbı saf olsa ınsanların davranısları dunya hayatı hersey nasılda degıstı artık gonuller doymak bılmez oldu herseyı elde edebılecegını dusunen onca ınsan ve hırs burulu kalpler keske kısmetımızde olana razı olabılsek cok guzel bı paylasım rabbım razı olsun bunu okyunca aklıma su geldı hanı rabbım kımseye ezıyet etmez ya mesela en vahsı hayvamnı dusunun nasıbını elde etmek ıcın nasılda cabalar ve bı anlık sey ıcın balkı gunler caba harcar ama ufacık bı kurt dusunun yemeı ayagına kadar gelır hıc zahmetsız aslında ne yaparsak yapalım bıze kısmetımızden ote yok dmekkı selam ve dua ıle
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Selam ve dua ile selametle kalın.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt