Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Namazı Cem etme konusunda bilgi sahibi olanlar ? (1 Kullanıcı)

orumceq

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
42
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Çalıştığım için gündüz namazlarımı vaktinde kılamayıp akşam gelip hepsini kaza ediyorum ama öğle ve ikindiyi nasıl cem edip kılabilirim? yani 8 rekatın hepsini selam vermeden mi kılacağım bu konuda bilgisi olan arkadaşlar yardım ederse çok sevinirim şimdiden teşekkür ederim.
 

orumceq

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
42
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
15 kişi okumuş ancak kimse cevaplamamış valla şaştım bu kadar zor mu yardım etmek
 

kardelele

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2009
Mesajlar
15,425
Tepki puanı
28
Puanları
0
Yaş
55
Konum
istanbul
Mukimken iki namazı cem etmek
Bir harac, yani bir sıkıntı, bir meşakkat olursa, iki namaz Hanbelî mezhebi taklit edilerek cem edilebilir; çünkü S. Ebediyye’de, (Namaz kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmayanların, Hanbeli mezhebini taklit ederek iki namazı cem etmeleri caizdir) diyor. Namaz kıldığı için maişetine zarar gelmese bile, siciline işlenebiliyorsa veya başka mahzurları varsa, onların gözleri önünde kılmamak için iki namazı, mukimken cem etmek caiz olur. Caiz olan durumlardan birkaç örnek verelim:
1- Ebe doğumdaysa, namaz kazaya kalacaksa, iki namazı cem caiz olur.

2- Ameliyattaki doktorun namazı kazaya kalacaksa, iki namazı cem etmesi caiz olur.

3- Öğrenci sınavdayken namaz kazaya kalacaksa, iki namazı cem caiz olur.

4- Abdest ve namaz kılmakta zorluk çeken hasta veya yaşlı, iki namazı cem edebilir.

5- Uçakta abdest alıp namaz kılmak zor olacaksa, iki namazı cem caiz olur.

6- Abdest veya namaz için yer bulunmazsa, iki namazı cem caiz olur.

7- Abdest ve teyemmüm için zorluk varsa, iki namazı cem caiz olur.

8- Güvenlik görevlisinin namaz kılma imkânı yoksa iki namazı cem etmesi caiz olur.

9- Dağda, gurbette, kışta kalıp vakitleri anlamak zor olursa, iki namazı cem caiz olur.

10- Yağmur, fırtına gibi sebeple namaz kaçacaksa, iki namazı cem caiz olur.

11- Namazı tuvalette bile kılma imkânı yoksa iki namazı cem caiz olur.

12- Mescidi olmayan otel, restaurant, hava limanlarında, uluslararası toplantılarda, namaz kazaya kalacaksa, iki namazı cem etmek caiz olur.

13- Gayrimüslimlerin de katıldığı iftar yemeklerinde namaz kılmak, fitneye sebep olacaksa, iki namazı cem caiz olur.

14- Önemli bir toplantıda bulunan bir memur, toplantıyı bırakırsa işine, maişetine zarar gelecekse, iki namazı cem caiz olur.

15- Şehirlerarası yolculukta, otobüs durmayacaksa, yanında hastası varsa yahut ikinci otobüs için parası yoksa bunun gibi sebeplerle iki namazı mukimken de cem caiz olur.

16- İstanbul gibi trafik problemi olan bir yerde, şehir içinde özel arabasıyla giderken trafik sıkışıp namaz kazaya kalacaksa, mukimken de cem caiz olur.

17- Boğulacak olanı kurtarırken namaz vakti çıkacaksa, iki namazı cem caiz olur.

18- Namaz kılarken düşmanın, anarşistin veya eşkıyanın bir zarar verme ihtimali varsa, iki namazı cem edebilir.

19- Yeni Müslüman olmuş kimse, namaz kıldığı görülürse bir zarara uğrama ihtimali varsa, iki namazı cem edebilir.

20- Abdesti bozan özrü olan, mesela ishalini veya idrarını tutamayan, çıbanından, yarasından kan akan, basurdan kan, fistüllerden, göbekten akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran yani gelen yeli tutamayan, ağız dolusu kusan, bunlar gibi abdesti bozan bir özrü olan kimsenin, iki namazı cem etmesi caiz olur.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,603
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
İKİ NAMAZI BİR VAKİTTE KILMAK (CEM`)

Cem` kelimesi, sözlük anlamı itibariyle "iki veya daha fazla şeyi bir araya getirmek, toplamak" anlamlarına gelir. Cem`in fıkıhtaki terim anlamı ise, "birbirini takip eden iki namazın (öğle ile ikindinin veya akşam ile yatsının), bu ikisinden birinin vaktinde, birlikte ve peşipeşine kılınması"dır. Eğer bu birlikte kılma birinci namazın vaktinde ise buna cem`-i takdîm, ikincisinin vaktinde ise cem`-i te'hîr denilir.

Âlimler, hac zamanında Arafat'ta öğle ile ikindinin öğle namazının vaktinde birlikte kılınması (cem`-i takdîm) ve Müzdelife'de akşam ile yatsının yatsı namazının vaktinde birlikte kılınması (cem`-i te'hîr) konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu iki yer dışında iki namazı cemederek birlikte kılmanın câiz olup olmadığında ve cemetmeyi câiz kılan mazeretlerin neler olduğunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

Hanefî mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdelife'deki cem`in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilmesi câiz görülmez. Bununla birlikte Hanefîler'e göre yolculuk, yağmur gibi cem`i mubah kılan mazeretlerin bulunması durumunda şöyle bir cem` uygulaması mümkündür: Bir namaz (öğle veya akşam), diğer namazın (ikindi veya yatsı) vaktinin girmesine yakın bir zamana kadar geciktirilip, bu namazın kılınmasından sonra diğerinin vaktinin girmesi ve bu namazın da kendi vaktinde kılınması mümkündür. Bu uygulamada, bir namaz hemen diğerinin ardından kılındığı için buna "cem`ü'l-fiil" ve "cem`ü'l-muvâsala" denildiği gibi, bir namaz son vaktinde diğeri de ilk vaktinde olmak üzere her namaz kendi vakti içinde kılınmış olacağı için buna "mânevî cem`" ve "şeklî (sûrî) cem`" de denilir. Bu şekildeki cem`, yukarıda tanımı verilen gerçek anlamda bir cem` değildir. Çünkü bu uygulamada vakit değil, fiil birleştirilmektedir.

Ebû Hanîfe, arefe günü Arafat'ta birlikte kılınan öğle ve ikindi namazının cemaatle kılınmasını şart koştuğu halde diğer mezhepler bu şartı aramazlar. Cem` ile namaz kılınırken bir ezan okunur, fakat iki namaz için ayrı ayrı kamet getirilir. Öğle namazının farzı eda edildikten sonra sünnet kılınmaksızın ikindi namazına geçilir. İkindi namazı öğle namazına tâbi olduğundan, öğle namazı herhangi bir nedenle sahih olmamışsa ikindi namazının da öğle ile birlikte iade edilmesi gerekir. Müzdelife'de ise akşam ile yatsı namazı tek ezan ve tek kamet ile kılınır. Akşamın farzı ile yatsının farzı arasında sünnet namaz kılınmaz. Arada sünnet kılınmışsa yatsı için tekrar kamet getirilir.

Diğer mezheplerde cem`, belirli sebep ve şartlarla câiz görülmüştür. Şiî-Ca`ferî mezhebinde ise, hiçbir mazerete gerek olmaksızın iki namazın bir vakitte cemedilmesi câizdir. Cem`i kabul edenlere göre, iki namazın cemedilmesini câiz kılan sebepler, ayrıntıdaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa şunlardır: 1. Yolculuk (sefer), 2. Yağmur, çamur, kar, dolu, 3. Hastalık, 4. İhtiyaç ve meşguliyet.

1. Yolculuk. Hanefîler dışındaki çoğunluk âlimler, yolculuğu bir mazeret kabul ederek, yolculukta cem` yapılmasını câiz görmüşlerdir. Ancak bazı ayrıntılarda aralarında görüş ayrılığı vardır. Buna göre Mâlikîler, cem` yapmanın câiz olabilmesi için yolculuğun yorucu bir yolculuk olmasını şart koşarken, Şâfiîler ve Hanbelîler, yorucu olup olmamasına bakılmaksızın yolculuğun her hâlükârda cem` için bir mazeret olduğunu söylerler. Bu noktada Şâfiîler, Mâlikîler'in ve Hanbelîler'in aksine, ayrı bir şart ileri sürerek, cem` yapmayı câiz kılan yolculuğun, herhangi bir yolculuk değil, namazların kısaltılmasını câiz kılan nitelik, süre veya mesafedeki yolculuk olduğunu söylerler. Bu arada yolculuğun türüne ve amacına bağlı olarak da bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kimi Mâlikîler, deniz yolculuğunu da sefer hükmünden istisna etmişlerdir.

2. Yağmur, Kar, Dolu. Yağmur, şiddeti konusundaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yolcu olmayan (mukim) kişiler için bir mazeret kabul edilmiş ve böyle günlerde namazın cem`i belli şartlarla câiz görülmüştür. Mâlikîler ve Hanbelîler, sadece akşam ile yatsının mescidde cem`-i takdîm olarak cemedilmesini câiz görürken, Şâfiîler buna öğle ve ikindinin cem`ini de ilâve etmişlerdir. Bu ve benzeri sebepler, evde değil, sadece mescidde cemaatle birlikte cem` yapmayı câiz hale getirir.

Şâfiîler, yerlerin çamurlu olmasını cem` yapmayı câiz kılan mazeret kabul etmezken, Hanbelîler bunu bir mazeret saymış, Mâlikîler ise cem`in câiz olabilmesi için çamurla birlikte zifiri karanlık durumunun bulunmasını şart koşmuşlardır.

3. Hastalık. Mâlikîler'e göre hasta bir kişi, ikinci bir namazın vaktine kadar durumunun namaz kılamayacak derecede kötüleşeceğinden veya bayılacağından endişe ediyorsa, cem` yapabilir. Hanbelîler de hastalık sebebiyle meşakkat söz konusu olduğunda cem`i câiz görmüşler ve emzikli kadını, istihâze kanı gören kadını, özür sahibi kişileri ve her vakit için abdest almaktan âciz olan kişileri de aynı hükümde tutmuşlardır. Şâfiîler'e göre ise hastalık sebebiyle cem` câiz değildir.

4. İhtiyaç, Meşguliyet ve Sıkıntı. İhtiyaç ve sıkıntı sebebiyle cem` genelde câiz görülmemiştir. Cem` konusunda en geniş görüşe sahip olan Hanbelî mezhebinde sıkıntı ve meşguliyetin cem`i câiz kılacağı söylenmektedir. Hanbelî fakihi Ebû Ya`la'nın bu hususta getirdiği ölçü şudur: "Cumanın ve cemaatle namazın terkedilmesini câiz kılan her sebep, cem`i de câiz kılar". İbâzî mezhebine göre ise, namazın vaktinde kılınmasında sıkıntı doğuran her mazeret cem` için bir sebep teşkil eder. İbn Sîrîn, İbn Şübrüme, Eşheb gibi ünlü âlimler ve bazı Şâfiî fakihleri, bir sebep olmaksızın cem` yapılmasını da -itiyat haline gelmemesi şartıyla- câiz görmüşlerdir. Saîd b. Müseyyeb'in de bu yönde bir fetvası bulunmaktadır.

Mezheplerin cem` konusunda görüş ayrılığına düşme sebepleri üç noktada toplanabilir:

1. Namazların vakitlerini tayin eden hadisler yanında, cem` konusunda birbiriyle çelişir gözüken haberlerin bulunması. Bu durumda kimi âlimler, cem` konusundaki haberlerin, vakitlemeye ilişkin hadisleri tahsis ettiğini ileri sürerek cem`i câiz görürken, kimileri de cem` konusundaki haberleri te'vil ederek cem`e karşı çıkmışlardır.

2. Arafat ve Müzdelife'de cem` yapmanın meşrûluğunda ittifak vardır. Diğer zaman ve yerlerdeki namazın buna kıyas edilip edilmeyeceği tartışma konusu olmuştur. Bu kıyası câiz görenler, cem`i de câiz görmüşlerdir.

3. Namazların müşterek vakitleri olup olmadığı noktasındaki tartışma da, cem` konusundaki görüş ayrılığının önemli bir nedeni olmuştur.

Beş vakit namazın ilk ve son vakitleri, ayrıntıdaki ihtilâflar bir yana, bellidir ve herkes tarafından kabul edilmektedir. Ca`ferî mezhebinin vakit anlayışı, Ehl-i sünnet'ten farklı olup, olağan durumlarda bile cem`e imkân veren bir şekildedir. Şiîler genelde cem` yaparak namaz kıldıkları için, onların namazı üçe indirdiği zannedilir.

Burada cem`i câiz görenlerin ve câiz görmeyenlerin gerekçelerini tartışmayacağız. Hanefîler iki yer dışında cem`i kabul etmemiş, diğer mezhepler belli mazeretler sebebiyle cem`i kabul etmişlerdir. Hanefî mezhebinin görüşü, teorik olarak daha tutarlı ve savunulabilir olmakla birlikte, günümüzde cem`in yapılmasının namaz kılanlara sağlayacağı birtakım kolaylıklar bulunmaktadır. Cem` yapmak sonradan ortaya çıkmış, uydurulmuş bir uygulama değildir. Nitekim Arafat ve Müzdelife'de cem` yapılacağını bütün mezhepler söylemektedir. Bunun yanında Hz. Peygamber'in çeşitli zamanlarda ve çeşitli durumlarda iki namazı birleştirerek bir vakitte kıldığı yönünde rivayetler bulunmaktadır. Gerek Arafat ve Müzdelife'deki cem`in, gerekse öteki rivayetlere göre çeşitli zamanlarda yapılan cem`in gerekçesi ve hikmeti namaz kılanlara kolaylık sağlanmasıdır. Hz. Peygamber'in, korku ve yolculuk durumu olmaksızın da öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte kıldığına dair rivayetler bulunduğu gibi (Muvatta, I, 144; Müslim, "Salâtü'l-müsâfirîn", 49), bazı sahâbîlerin de cem` yaptığı nakledilmektedir.

Cem`in Arafat ve Müzdelife dışında câiz olmadığını savunan Hanefîler ise büyük ölçüde, namazların belli vakitlere göre belirlendiğini bildiren âyetlere (el-Bakara 2/238; en-Nisâ 4/103) ve Cibrîl'in peş peşe iki gün Hz. Peygamber'e imamlık yaparak namazların ilk ve son vakitlerini göstermesine dayanmışlardır. Bu âyetler ve bu rivayet, her bir namazın kendine özel bir vakti bulunduğuna ve bu vaktin öncesine veya sonrasına alınmasının câiz olmadığına delâlet etmektedir. Hanefîler ayrıca, namazın kasten geciktirilerek vaktinin çıkmasına yol açmayı tehditli ifadelerle yasaklayan hadislere ve İbn Mes`ûd'dan gelen mukabil rivayetlere de tutunmuşlardır.

Namaz için özel vakitler konulmuş ve bu vakitler namazın vücûbu için sebep kılınmıştır. Kur'an'da mücmel olarak belirtilen vakitler, Hz. Peygamber tarafından belirlenmiş ve namaz vakitleri tevâtürle sabit olmuştur; tevâtürle sabit olan bir şeyi de haberi vahidle terketmek kesinlikle câiz değildir. Şu kadar ki, namaz vakitlerini fiilî olarak uygulayan ve belirten Hz. Peygamber olduğu gibi, cem`in meşruiyetini söz ve fiili ile belirten de odur. Sünnetin bir kısmı alınıp bir kısmı atılamayacağına göre, bunların arasını uzlaştırmak gerekir.

Buna göre, olağan ve normal durumlar için beş vakit namazın vakitlerine titizlikle uyulması kuraldır. Ancak bazı özel durumlarda, ihtiyaç ve zaruret sahiplerine de cem` ruhsatı tanınmış olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Cem`, bir ruhsat ve kolaylaştırmadır; gerektiğinde bu ruhsattan istifade edilmelidir. Sünnî fıkıh mezheplerine göre kural, her namazın kendi özel vaktinde kılınmasıdır. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda cem` yapılabilir. Namaz dinin direği kabul edildiği için, hiçbir mazeret nedeniyle terkine izin verilmemiş, fakat kılınabilmesi için birtakım kolaylıklar getirilmiştir. Bu bakımdan olağan dışı durumlarda, alışkanlık haline getirmemek kaydıyla ve belirli şartlarla cem` yapılabilir. Namazı vaktinde kılmalarında bir sıkıntı ve güçlük söz konusu olan kişilerin, kendi durumlarını yukarıdaki bilgi ve ruhsatlar çerçevesinde değerlendirerek netice itibariyle Allah'a karşı şahsî sorumluluğunu ilgilendiren bu konuda kendilerinin karar vermesi en uygun olan yoldur. Ayrıca bilinmelidir ki, cem`-i takdîm veya cem`-i te'hîr yapmak, namazın amacının gerçekleşmesi bakımından, namazın kazâya kalmasından daha uygun bir çözüm olarak görünmektedir.

Cem` Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar

Sabah namazı hiçbir şekilde cemedilemez. Cem` yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı arasında olabilir.

Şayet cem`-i takdîm yapılacaksa, meselâ öğle ile ikindi, öğlenin vaktinde birlikte kılınacaksa, öğle namazına başlarken cem` yapmaya niyet etmek gerekir. Kimilerine göre, birinci namazı bitirmedikçe de niyet edilebilir. Cem`-i tehîrde ise, birinci namazın vakti içerisinde cem` yapmaya niyet etmek gerekir. Aksi takdirde, namazı vaktinden sonraya ertelemiş olur ki bu haramdır.

Cem`-i takdîmde, sırayı gözetmek (tertibe riayet etmek) gerekir. Öğle ile ikindi cem` ediliyorsa önce öğle, sonra ikindi kılınmalıdır. Cem`-i te'hîrde ise sıraya riayet edilmezse Hanbelîler'e göre sahih olur; Şâfiîler'e göre de sahih olmakla birlikte ikinci namaz kazâ olarak kılınmış olur.

Cem` yapılırken, iki namazın ara vermeksizin peşi peşine kılınması (muvâlât) gerekir. Mâlikîler, birlikte kılınan iki farzın arasına nâfile katmayı dahi uygun görmemişlerdir. Şâfiî ve Hanbelîler'e göre eğer cem` birinci namazın vaktinde yapılıyor (cem`-i takdîm) ise, peş peşelik şarttır; ikinci namazın vaktindeki yapılıyor ise bu şart değildir. İki namaz arasında verilebilecek aranın belirlenmiş bir miktarı olmayıp, abdest alacak ve kamet getirecek kadar bir süre olduğu söylenmektedir.

Akşam ile yatsının cem`-i takdîm olarak birlikte kılınması durumunda vitir namazının ne olacağı konusunda da ağırlıklı görüş, bunun yatsı namazına tâbi olduğu ve dolayısıyla yatsı namazı kılındıktan sonra kılınabileceği yönündedir.

http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/yweboku.asp?sayfa=57&yid=33
 

orumceq

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
42
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
çok sağolun şimdi netleştirdim sorularımı ...Allah razı olsun
 

kardelele

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2009
Mesajlar
15,425
Tepki puanı
28
Puanları
0
Yaş
55
Konum
istanbul
Sizden de allah razı olsun.
Rabbim yolundan ayırmasın.
Selametle kalın inşallah.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,603
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
ALLAH c.c. cümlemizden razi olsun. ALLAH yar ve yardimcin olsun Selam ve dua ile.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Namazlar 3 vakitte cem edilebilir mi? Yani öğleyi ikindi ile ve akşamı da yatsı ie birlikte olmak üzere namaz 3 vakitte cem edilebilir mi?
Soran adikoray
Tarih 09.08.2011

Cevap

Bismillahirrahmanirrahim

Böyle bir görüş doğru değildir.

Namazların cem edilmesi yani İki namazı birleştirerek kılmaktan maksat:

Öğle ile ikindi namazının, öğle namazının veya ikindi namazının vaktinde; bir de akşam ile yatsı namazının, akşam namazı veya yatsı namazı vaktinde kılınmasıdır. Eğer bu, ilk namazın vaktinde yapılırsa, “cem’i takdim”; ikinci namazın vaktinde yapılırsa, buna da “cem’i te-hir” denir.

Ayet-i kerime1, hadis-i şerifler ve Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hayat boyu fiili tatbikatı gereğince; “her namazın kendi muayyen (belirli) vakti içinde kılınması” bütün ehli sünnet mezhep ve müçtehidlerinin icması ile karar kılmış bir prensiptir. Ve bu prensibin iki istisnası bulunmaktadır:

1- Hac yapanların arefe günü Arafat’ta vakfeden önce öğle ile ikindi namazını, tek ezan ve iki kamet ile öğle vaktinde (cem’i takdim) kılmaları

2- Hac yapanların Arafat’tan Müzdelife’ye geldikleri bayram gecesi Müzdelife’de akşam ile yatsı namazını, tek ezan ve kametle yatsı namazı vaktinde birleştirerek (cem’i tehir) kılmaları.

İşte yeri ve zamanı belirli bu iki durumun dışında cem’i takdim ve cem’i tehir yapılması kesinlikle caiz değildir.2 Her namazın vaktinde kılınması gerekmektedir. Bunun dışında özürsüz olarak iki namazı cem edenler hakkında uyarı ve tehditler içeren hadis-i şerifler de varid olmuştur.3

Hacda Arafat ve Müzdelife’deki cem’i takdim ve cem’i tehir konusunda müçtehidler arasında tam bir ittifak vardır. Fakat bu iki durum dışındaki zaman ve yerlerde ( seferlik halinde, şiddetli yağmurlu havada, ağır hastalık halinde, çocuk emzirmek, acziyet ve özür sahibi olmak) namazın birleştirilmesi konusunda ise, mesele ihtilaflıdır. Bu nedenle en doğrusu, bu ihtilafa düşmemek için namazları birleştirmekten vazgeçmektir. Çünkü aksi daha doğru olsaydı, Sevgili Efendimiz (S.A.V.) seferilik halinde farz namazların iki rekât kılınmasını emrettiği gibi, böyle yapılmasını da emrederdi.
Aslında Arafat ve Müzdelife dışında iki namazın birleştirilmesi, şeklen olmuştur. Çünkü iki namaz kendi vakitleri içinde kılınmış fakat ilk namaz vaktin sonuna kadar geciktirilmiş ve ikincisi de hemen vaktin başında kılınmıştır.

Ve bu uygulama, hac vazifesi dışında normal yolculuk, ağır hava şartları, hastalık ve benzeri darlık zamanlarında, öğle ve akşam namazlarının son vakitlerinde, ikindi ve yatsı namazlarının da ilk vakitlerinde kılınması mümkün olup dinimizin bizlere getirdiği bir kolaylıktır.

Mehmet Talu
dipnot

(1) Bakara Suresi:238
(2) İbn-i Abidin:1/255-256
(3) İbn-i Ebi Şeyme, el Kitabul Musannef:2/212, No:8252-8253-8256


Selam Ve Dua ile
 

orumceq

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
42
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Gurbette çok teşekkür ederim sağolasın
 

malikester

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2012
Mesajlar
11
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Kardeslerım selamun aleykum oncelıkle

yazılarınızı okudum ama hıc bır delıl sunmamıssınız cubbelı ahmet hocanın canlı yayın konusmasını koymussunuz sadece
sımdı ehlı sunnu hadıslerının en sağlam kaynaklarından sıze arz edecegım kendınızde bakabılır ve arastıra bılırsınız bu kıtaplar sızın hadıslerınızdır cubbelı ahmet hocanın veya herhangı bır hocanın yazdıgı kıtaplar değildirler.
ımamların bılgı depolarından ve ehlı sunnı hadıslerınden verılmıstır.
Peygamber efendımız s.a.a namazları bazen cem bazende tefrık olarak kılıyordu.
Ehlı sunnet rıvayetlerınde resulullah bazen vatanda hıcbır ozru olmaksızın namazları cem seklınde eda etmıstır.
Muslım b. Haccac kendı sahıhınde el cemu beynes salateynı fıl hazar babında ravılerın sılsılesını naklederek ıbnı abbastan soyle nakletmıstır:
Resulullah s.a.a öğleyle ıkındıyi ve akşamla yatsı namazını hıcbır korku ve yolculuk halı olmaksızın cem olarak kıldı.
Yıne ıbnı abbas soyle nakletmıstır.
Resulullah s.a.a sekız rekat öğleyle ıkındı namazını ve yedı rekat aksamla yatsı namazını cem olarak kıldı
aynı hadısı ımam ahmed b. Hanbel musned in bırıncı cuzunde diğer bır hadısıde ekleyerek şöyle demıstır:
Resulullah s.a.a medınede ıkamet ettıgı halde yolcu olmadıgı halde yedı sekız rekat namaz kıldı yanı öğlenle ıkındıyı aksamla yatsıyı cem ettı.
Ve bukonuda ehlı sunnet kaynaklarından
zerkanı ıbnı malık in muvatta kıtabı 1. Cuzunde el cemu beynes salateyn babında amr b. Hırem oda ebi şasa vasıtasıyla nesaiden bukonuyla ılgılı cem meselesını nakletmıstır.
Umarım bu delıller kulaktan duyma olmayan delıller ehlı sunnı delıllerı faydalı olmustur ımamlar bunu neden aktarmıyor bılmıyorum ya o kıtapları okumuyor dıyanetın su donemlerde yazdıgı kıtapları nakledıyor yada bırsey bılıyorlar yada bılıp soylemıyorlar bılmıyorum allah ıslam alemının yardımcısı olsun
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
13
hicbir korku ve yolculuk hali olmaksizin kismi yok...Bu yalandir...Ibni Abbas rivayeti "Resûlullah (s.a.v) yol halindeyken öğle ile ikindiyi birleştirirdi. Akşam ile yatsıyı da birleştirirdi. Bu Buhari hadisidir.

"Resûlullah (s.a.v) güneş batıya meyletmeden önce yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine erteler, ikindi olunca mola verir, ikisini cem' ederek birlikte kılardı. Yola çıkmazdan önce güneş batıya meyledip öğle vakti girdiyse hareketten önce her ikisini de öğle ve ikindiyi kılar, sonra yola çıkardı.". Buda Buhari hadisidir.

Cubbeli Hoca dogru fetva vermis. Namaz vakitlerini 3 vakte indirmeye calismayin. kaldiki hanefiye gore caiz degil. Anca yolculuk varsa kilamayacak durumda isen son care cem edersin. Degilse EHli SUnnete gore namaz vakitleri 5 dir. Eyvallah
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,603
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
NAMAZ VAKİTLERİ VE CEM'-İ TAKDİM MESELESİ

FARZ NAMAZLAR BEŞ VAKİTTİR
İslâm’ın ikinci şartı olan namaz, beş vakittir. Bazılarının dediği gibi, Müslümanlar istedikleri zaman öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek beş vakit namazı üç vakitte toplayamazlar. Dinimizde -ileride izahı gelecek istisnaî hâller dışında- böyle bir uygulamaya cevaz yoktur. Her namaz kendi belirlenmiş vaktinde kılınır.

Hemen belirtelim ki; “Çağımız şartları gereği, namazlar üç vakitte toplanarak kılınabilir” gibi ortaya atılan bu düşünceler, yeni olmadığı gibi, Ehl-i Sünnet âlimlerince makbul ve muteber de değildir. Benzer teraneler daha önceki devirlerde de söylenmiş, âlimlerimiz tarafından reddedilmiştir. Bunları sanki yeni bir şeymiş gibi ortaya atan, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme getiren malum zihniyet, güya Müslümanlara kolaylık sağlamak için ortalıkta arz-ı erdâm ediyor. Kendilerini allâme-i cihan ve müctehid-i mutlak sanan bu zihniyetin sahipleri, halka da öyle oldukları imajını verme gayretkeşliği içerisindeler. Ve üzülerek ifade edelim ki, bir kısım insanımızın kalbini ve kafasını da karıştırmayı başarmış durumdalar.

Bilindiği üzere farz namazların her birerinin dinen tayin edilmiş beş ayrı vakitleri vardır. Belirlenmiş olan bu vakitler, o vakit namazının sahih yani makbul olmasının da şartıdır. Bu itibarla bir namazın vakti girmeden edâsı caiz olmaz. Bu hususta bütün âlimlerimizin icma‘ı vardır, yani söz birliği etmişlerdir. Zira namazı farz kılan Rabbimiz buyuruyor ki, “... Muhakkak namaz, mü’minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (1) İşte bu âyet-i kerime, namazın belli vakitler içinde mü’minlere farz olduğunu bildirmektedir.

Aşağıda yine meallerini arz edeceğimiz âyet-i celileler de, farz olan beş namazın vakitlerine işaret ve delâlet etmektedir:

1. “Gündüzün iki tarafında, gecenin de (gündüze) yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl...” (2) “Gündüzün iki tarafı”ndaki namazlar; sabah, öğle, ikindi, “gecenin (gündüze) yakın saatlerinde”kiler de akşam ve yatsı namazlarıdır. (3)

2. "Güneşin kayması ânından (zeval vaktinden) gecenin kararmasına kadar namazı dosdoğru kıl. Bir de Kurân’iyle ayrılan sabah namazını da (öylece edâ et). Çünkü sabah Kur’ân’ı(namazı) şâhitlidir." (4)

Âyet-i kerimedeki, “dülûkü’ş-şems” öğle ve ikindi namazlarını; “gasakı’l-leyl” de akşam ve yatsı namazlarını ifade etmektedir. (5) Yine Âyet-iceliledeki: “Kur’âne’l-fecr”den murad da sabah namazıdır. “Zikru’l-cüz irâdetü’l-küll” (parçayı zikrederek bütünü kastetmek) edebî kaidesi gereğince mecâzdır.

Nitekim Cenab-ı Hak muhtelif âyetlerde namazı, onun rükünleri ve fiilleri ile ifade buyurmuştur. Burada da “Kur’ân” kıraat demektir. Sabah namazının bu kelime ile anlatılması, o namazda kıraatın uzatılmasının lüzumuna işarettir... (6)

Bir de, gece melekleriyle gündüz melekleri sabah namazında imamın ardında toplanırlar. İmam namazı bitirince gece melekleri semaya yükselir, nöbeti gündüz melekleri devralırlar. (Yani o zaman, devir-teslim zamanıdır.) İşte sabah namazında her iki sınıf melaike toplandığı ve bu duruma şâhitlik ettiği için, o namaza “meşhûd” yani şâhitli denilmiştir. (7)


NAMAZLAR BELİRLENEN VAKİTLERİNDE KILINIR
Rabbimiz (c.c.) Habîbi’ne hitaben şöyle buyurmuştur:

“(Resûlüm!) Sen onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de, batmasından önce de Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, sen Allah’tan hoşnut olasın, (Allah da senden râzı olsun).” (8.)

Âyet-i kerimedeki “hamd ile tesbih”den maksat namazdır. “Güneşin doğmasından önce”ki tesbih sabah, “batmasından önce”ki ikindi, “gecenin bir kısım saatleri”ndeki akşam ve yatsı, “gündüzün etrafında”ki de öğle namazıdır. (9)

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde), sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allâh’ı tesbih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur.” (10)

Âyet-i celiledeki “akşama ulaştığınızda” tabiri, akşam ve yatsı namazlarına; “sabaha kavuştuğunuzda” tabiri, sabah namazına; “aşiyy” tabiri ikindi namazına; “hıyne tuzhirûn” tabiri, öğle namazına delalet etmektedir.

“... Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbih et.” (11) Bu Âyet-i kerimede de beş vakit namaz emredilmektedir. (12)

“(Habîbim!) Onların dediklerine sabret. Güneş’in doğuşundan önce de batışından önce de Rabb’ini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde de secdelerin ardından da onu tesbih et.” (13)

İbn Abbas’a (r.anhüma) göre, âyet-i kerimedeki “Güneş batmadan önce”ki tesbih, öğle ve ikindi namazlarına; “gece tesbihi”, akşam ve yatsı namazlarına; “güneş doğmadan önce”ki tesbih ise, sabah namazına delalet etmektedir. (14)

“... Rabbini çokça zikret ve akşam-sabah onu tesbih et (namaz kıl).” (15)

İşte meallerini arzettiğimiz bütün bu âyetler; Kur’ân-ı Kerim’i yeterince bilmeyen, İslâmi esaslar hakkında ciddi bir araştırma ve bilgisi olmayan, fakat bununla birlikte, Kur’ân’da namazın beş vaktinden söz edilip edilmediğini “tartışma konusu” yapan, “Kur’ân’da yalnız namazdan söz edilir, beş vakit olduğu açıklanmaz” diyerek beyinleri ve gönülleri bulandırmaya çalışan aydın (!) taslaklarına en güzel cevabı vermektedir.

Abdullah b. Abbas’a (r.anhüma), “Kur’ân-ı Kerim’de beş vakit namaza delalet eden bir âyet var mıdır?” diye sorulduğunda, yukarıda meallerini arzettiğimiz, Rum suresi 17, 18 ve Kaf sûresi 39, 40. âyetleri okumuş ve bunların beş vakit namaza delalet ettiğini belirtmiştir. (16)

Bununla beraber bir an varsayalım ki, Kur’ân’da beş vakitten söz edilmemektedir. Bu neyi isbatlar? Kur’ân’da hâkim olan İlahi üslup ve usûlden biri de, daha çok mevzûların, mesele ve hükümlerin ana fikrini, özetini verip açıklama ve detayını Resûlüllah Efendimize bırakmaktır. Nitekim beş vakit namazdan her birinin ilk vakti ile son vaktini Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle belirlemektedir:

Ebû Mûsa’dan (r.a.) rivâyet edilmiştir:

“Resûlüllâh’a (s.a.v.) bir zat gelerek namaz vakitlerini sormuş. Resûlüllah (s.a.v.) ona hiçbir cevap vermemiş. Müteakiben fecir doğduğu zaman sabah namazını kıldırmış. (O halde ki) insanlar hemen hemen birbirlerini tanıyamazlarmış. Sonra müezzine emir buyurmuş; o da öğle namazına güneşin zevali zamanında kamet getirmiş. O halde ki cemaatin hepsinden iyi bilen biri, gündüz yarı oldu, dermiş.

“Sonra güneş yüksekte iken müezzine emretmiş; o da ikindi namazı için kamet getirmiş. Sonra güneş kavuştuğunda emir buyurarak akşam için kamet getirtmiş. Sonra şafak (Şafak, Güneş’in batışından sonra ufukta beliren kızıllıktır) kaybolduğu zaman müezzine emir buyurmuş; o da yatsı için kamet getirmiş.

“Ertesi gün sabah namazını o kadar geciktirmiş ki, ondan çıkdıktan sonra insan güneş doğdu, yahut nerdeyse doğacak dermiş. Sonra öğleyi o kadar geciktirmiş ki önceki günkü ikindi vaktine yaklaşmış; sonra ikindiyi de o derece geciktirmiş ki, ondan çıktıktan sonra insan güneş kızarmış dermiş. Sonra akşam namazını o kadar geciktirmiş ki, nerdeyse şafak kaybolduğu zaman kıldırmış, sonra yatsıyı gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmiş. Sabaha çıkınca, soruyu soran zatı çağırarak:
“Namaz vakitleri şu iki vakit aralarıdır” buyurmuşlar. (17)

Büreyde’den (r.a.) rivâyet edilmiştir: Resûlüllah’a (s.a.v.) bir adam namaz vaktini sormuş, Resûlüllah Efendimiz de ona:

“Bizimle beraber şunları (yani iki günün namazını) kıl!’ buyurmuşlar.

“Güneş zevâle varınca Resûlüllah (s.a.v.) Bilâl’e ezan okumasını emretmiş; o da okumuş. Sonra yine ona emir buyurmuş, o da öğle namazı için kâmet getirmiş. Sonra Bilâl’e emir buyurmuş; o da güneş henüz yüksek ve bembeyaz bir halde iken ikindi için kâmet getirmiş, sonra yine Bilâl’e emir buyurmuş; o da güneş battığı anda akşam namazı için kâmet getirmiş; sonra yine ona emir buyurmuş, o da yatsı için şafak kaybolduğu zaman kâmet getirmiş, sonra yine ona emir buyurmuş, o da sabah namazı için fecir doğduğu zaman kâmet getirmiş. İkinci gün gelince Resûlüllah (s.a.v.) Bilâl’e emir buyurmuş ve öğleyi serinlik zamanına bırakmış. Bilâl öğleyi ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirmiş. İkindiyi güneş yüksekken; önceki günki vakitten biraz sonra kılmış; akşam namazını şafak kaybolmazdan önce kılmış; yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kılmış; sabah namazını da ortalık iyice aydınlandıktan sonra kılmış. Sonra da:

- “Namaz vaktini soran kişi nerede?’ diye sormuş.

O zat:

- “Benim (buradayım), yâ ResûlAllah’ demiş.

Resûlüllah (s.a.v.):

“Namazınızın vakti şu gördüğünüz sınırlar arasıdır” buyurmuşlar (18.).

İbn Abbas (r.anhüma) anlatıyor: Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cebrâil aleyhisselâm Ka‘be’nin yanında iki defa bana imam oldu. Öğleyi, güneş batıya eğilip (gölge) na‘linin tasması kadar olduğu zaman; ikindiyi, (her şeyin) gölgesi kendisi kadar olunca; akşamı, oruçlunun iftar ettiği vakitte; yatsıyı, şafak kaybolunca; sabahı da (oruçluya yeme-içmenin) haram olduğu zaman kıldırdı. Ertesi gün ise öğleyi, (her şeyin) gölgesi kendisi kadar; ikindiyi, iki misli olunca; akşamı; oruçlunun orucunu açtığı zaman; yatsıyı, gecenin üçte birine doğru; sabahı da ortalık ağarınca kıldırdı. Sonra da bana dönüp şöyle dedi:

‘Yâ Muhammed, bu senden önceki peygamberlerin de vaktidir; vakit, bu iki vaktin arasıdır.” (19)

İşte bütün bu hadîs-i şerifler, üzerimize farz olan namazlar için -günün belli ve belirli saatlerinde- ayrı ayrı vakitler konulduğunu gâyet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Her namazın kendine mahsus vakitte edâ edilmesi farzdır. Bu hususta da Cenab-ı Hak, “Namazlara ve orta namaza (ikindi namazına, belirlenmiş vakitlerinde rükünleri ve şartlarına riâyet ederek) devam edin...” (20) buyurmuştur. Namazın belirli vakti çıktıktan sonra ise, artık o namaz kazaya kalmış olur.


İKİ VAKTİN NAMAZI BİRLEŞTİRİLEBİLİR Mİ?

Belli çevrelerin vakitleri birleştirmekten maksatları, öğle ile ikindi namazını öğle veya ikindi vaktinde; akşam ile yatsı namazını da akşam veya yatsı namazının vaktinde kılmaktır. Şayet namaz, önceki namazın vaktinde kılınırsa buna, “cem‘-i takdim”, sonraki namazın vaktinde kılınırsa buna da “cem‘-i te’hir” denir.

Yukarıda arzetmeye çalıştığımız âyet-i kerimeler, hadîs-i şerifler ve Peygamberimiz’in (s.a.v.) hayat boyu fiilî tatbikatı gereğince, “Her namazın kendi muayyen vakti içinde kılınması” Ehl-i Sünnet mezhepleri müctehidlerinin icmâı (söz birliği) ile kararlaşmış bir esastır. Fıkıhta temâyüz etmiş sahâbe-i kiramdan Abdullah bin Mes’ûd, Abdullah bin Ömer (r.anhüm), Tâbiinden Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, İbrahim Nehaî, Ömer bin Abdülaziz (rahmetullâhi aleyhim), müctehid imamlardan İmam Sevrî, İmam Evzaî ve Hanefi mezhebine göre, “Her namazın kendi vakti içinde kılınması esası”nın sadece iki istisnası vardır. Onlar da;
1) Hacıların, arefe günü Arafat’ta, vakfeden önce öğle ile ikindi namazını, tek ezan ve iki ikametle öğle vaktinde birleştirerek (cem‘-i takdimle) kılmaları.

2) Yine hac yapanların Arafat’tan Müzdelife’ye geldikleri bayram gecesi, Müzdelife’de, akşam ile yatsı namazını, yatsı vaktinde birleştirerek (cem‘-i te’hirle) tek ezan ve ikametle kılmalarıdır (21).

Arafat ve Müzdelife’deki bu birleştirme uygulaması mevzuunda, müçtehid imamlar arasında görüş birliği vardır. Çünkü, Vedâ Haccı sırasında Peygamber Efendimizin tatbikatı ve sözleri, namaz vakitlerini belirleyen âyet ve hadîsleri tahsis edecek kuvvettedir. Abdullah bin Mes’ud (r.anhüma) şöyle demiştir: “Ben Resûlüllâh’ın (s.a.v.), Müzdelife’de birleştirdiği iki namaz müstesna, hiçbir namazı (bilinen) vaktinin dışında kıldığını görmedim. Müzdelife’de akşam ile yatsı namazlarını birleştirdi. Bir de sabah namazını (bilinen) vaktinden önce kıldı.” (22)

İşte, yeri ve zamanı belirli bu iki durumun dışında “cem‘-i takdim” veya “cem‘-i te’hir” yapmak Hanefî mezhebine göre kesinlikle caiz değildir. (23) Çünkü yukarıda arzedilen hadîs-i şeriflerde görüldüğü üzere, Cebrâil (a.s.), Peygamberimize (s.a.v.) beş vakit namazın vakitlerini bizzat bildirerek, her namazı kendi vakitleri içinde kılması gerektiğini öğretmiştir. Bunlar içerisinde, bir vakit içinde iki namaz kılma uygulaması yoktur. Bundan öte, özürsüz olarak iki namazı aynı vakitte kılanlar hakkında tehditler de vârid olmuştur.

Abdullah b. Abbas (r.anhüma) anlatıyor:

“Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Kim, iki namazı özürsüz olarak cem ederse (aynı vakitte kılarsa), şüphesiz büyük günah kapılarından bir kapıya gelmiş olur.” (24)

Ayrıca Hz. Ömer ve Hz. Ebû Mûsa’nın (r.a.), “Özürsüz olarak iki namazı cem etmek, büyük günahlardandır” (25) dedikleri rivâyet olunmuştur.

Hz. Hasan ve Muhammed de (r.anhüma) şöyle demişlerdir:

“Biz, Müzdelife’de akşam namazı ile yatsı namazının ve Arafat’ta da, öğle namazı ile ikindi namazının cem‘ edilişi müstesna, hazarda veya seferde namazın cem‘ edilişine dair bir sünnet (hadîs) bilmiyoruz.”


EHL-İ SÜNNET MEZHEPLERİNİN GÖRÜŞLERİ

Meseleyi hulâsa edecek olursak, bu mevzûda Ehl-i Sünnet imamlarının görüşleri şöyledir:

İmam Şâfiî (rh.); “Seferilik halinde, cemaatle kılındığı takdirde şiddetli yağmurlu havada, Hac’da Arafat ve Müzdelife’de...”

İmam Mâlik (r.a.); “Seferilik halinde, cemaatle kılındığı takdirde şiddetli yağmurlu havada, zifiri karanlıkla birlikte çok çamurlu durumlarda, bayılmak ve benzeri ağır hastalıklar hâlinde, Hac’da Arafat ve Müzdelife’de...”

İmâm Ahmed b. Hanbel (rh.); ‘Seferilik hâlinde, şiddetli yağmurlu-çamurlu veya karanlık havada, ağır hastalık, çocuk emzirmek, acziyet ve özür sahibi olmak (abdesti tutamamak) gibi durumlarda... öğle ile ikindinin, akşamla yatsının birleştirilerek kılınmasını caiz görmüşlerdir. Çünkü bütün bu hususlarla alâkalı sahih rivâyet vardır. (27)

İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe ve arkadaşları ile aynı görüşte olan diğer fukaha (rahımehümüllah) ise, -yukarıda anlatılan sebeplere binaen- böyle bir durumu kesinlikle câiz görmemişler, ileri sürülen delillere de şöyle cevap vermişlerdir:

“Bu husustaki rivâyetin ekseriyeti sahih de olsa hepsi ‘haber-i âhad’ durumundadır. (Hadîs ilminde, mütevâtır dışında kalan meşhur, aziz ve garib haberlerin hepsine birden “haber-i âhad” veya “haber-i vâhid” denir.) Halbuki namaz vakitleri tevâtür yolu (Yalan söylemek üzere birleşmelerini aklın kabul edemeyeceği kadar çok sayıda bir topluluğun görerek veya işiterek verdiği habere, hadîs ilminde “haber-i mütevâtır” tabir edilir. Bu şekilde nakledilişe de “tevâtür” denir.) ile tesbit edilmiştir. Tevâtür yolu ile sabit olan bir hüküm ise, âhad haberle terk edilmez.”

Bu açıklamadan da anlaşılmıştır ki; hacda Arafat’taki cem‘-i takdim ile Müzdelife’deki cem‘-i te’hir mevzuunda müctehid imamlarımız arasında icma‘ yani görüş birliği vardır. Anlatılan diğer durumlarda ise mesele ihtilaflıdır. Bu bakımdan en iyisi fukahanın ihtilaflı olduğu alana girmemek, o hallerde cem‘-i takdim veya cem‘-i te’hirle namazları birleştirmemektir. Çünkü böyle yapmak daha iyi olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) seferilik halinde namazları devamlı kasrettiği (dört rek‘atli farz namazları iki kıldığı) ve böyle yapılmasını emrettiği gibi, bunu da devamlı yapar ve emrederdi.

Gerçi Peygamberimizin (s.a.v.), hacda Arafat ve Müzdelife dışında bazı seferilik ve meşakkatli zamanlarda da öğle ve ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek kıldığı olmuştur. Nitekim Abdullah b. Ömer (r.anhüma) şöyle demiştir: Resûlüllah’ı (s.a.v.), sefere acele ettiği zaman akşam namazını te’hir ederek, onunla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm. (28.)

Muaz b. Cebel (r.a.) de şöyle demiştir: “Tebük savaşına Resûlüllah (s.a.v.) ile birlikte çıktık, kendileri öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı beraber kılıyordu.” (29)

Ancak bu ve benzeri haberler Hanefî âlimlerince, Resûlüllah’ın (s.a.v.) bu durumlarda birinci namazı kendi vaktinin sonunda kılmış olduğu, ikinci namazı da yine kendi vaktinin evvelinde kıldığı tarzında anlaşılmıştır. Burada, birleştirme şeklen olmakta, gerçekte ise her iki namaz kendi vaktinde kılınmaktadır. Yoksa öğle ile akşam namazları, vakitleri dışına bırakılmamıştır. (30)

Aşağıdaki hadîs-i şerifler de yine Hanefîlerin ve ashâbının bu ictihadını desteklemektedir.

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor:

“Resûlüllah (s.a.v.), gün devrilmeden (zevâlden) önce yola çıkarsa, öğleyi ikindi vaktine te’hir eder, sonra (hayvanından) inerek ikisini birden kılardı. Yola çıkmadan önce gün devrilirse, öğle namazını kılar sonra (hayvanına) binerdi.” (31)

Yine Enes b. Malik’ten (r.a.) gelen bir rivâyete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sefere acele ettiği zaman, öğleyi ikindinin ilk vaktine kadar te’hir eder, müteâkiben aralarını cem edermiş. Akşam namazını da erteler ta şafak kaybolduğu vakit, onu yatsı ile beraber kılarmış. (32)
İbn Abbas (r.anhüma), “Resûlüllah (s.a.v.) Tebük gazasında yaptığı bir yolculukta öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı cem ederek kıldı” deyince, bu esnada orada bulunan Said (r.a.), “İbn Abbas’a, Resûlüllâh’ı (s.a.v.) buna sevk eden nedir? diye sormuş. O da, “Ümmetini meşakkate sokmamak istedi” cevabını vermiştir. (33)

Bir başka rivâyette yine İbn Abbas (r.anhüma), “Resûlüllah (s.a.v.) Medine’de hiçbir korku ve sefer yokken öğle ile ikindiyi birleştirerek kıldı” demiştir.

Ebû Zübeyr (r.a.) diyor ki:

- Ben, (bu sözün şâhidi olan) Said’e, ‘Acaba bunu niçin yaptı?’ diye sordum.

Said:

- Ben de, senin sorduğun gibi İbn Abbas’a sordum. O da, ‘Resûlüllah (s.a.v.) ümmetinden hiçbir kimseyi meşakkate sokmamak istedi...’ cevabını verdi... dedi.” (34)

İbn Abbas’ın (r.anhüma), “Resûlüllah (s.a.v.) ile cem‘ etmek suretiyle sekiz ve yine cem‘ etmek suretiyle yedi rek‘at namaz kıldım” demiştir. Bunun üzerine orada bulunanlardan biri, “Yâ Eba’ş-Şa‘sa‘! Zannederim öğleyi te’hir edip ikindiyi acele kıldı ve akşam namazını te’hir ederek de yatsıyı (vakti girer girmez) acele kıldı” deyince, o, “Ben de öyle zannediyorum...” cevabını vermiştir (35).

Hadislerden anlaşılan; birinci namazın kendi vaktinin sonunda, ikinci namazın da yine kendi vaktinin ilk cüz’ünde kılınmış olduğudur.

Sözün özü: Arafat ve Müzdelife dışında iki namazın birleştirilmesi sadece şeklen olmuştur. Esas itibariyle iki namaz, ayrı ayrı kendi vakitleri içinde kılınmış; sadece birinci namaz, vaktinin sonuna geciktirilmiş, ikinci namaz ise ilk vaktinde edâ edilmiştir.

Yolculukta namazın vaktinden önce cem‘-i takdim (öne alınarak birleştirme) şeklinde kılınacağına delalet eden, Hz. Muaz’dan naklen Ebu’t-Tufeyl’in rivâyetinden başka açık hadîs yoktur. Bu hadîste şöyle denilmektedir:

“Muaz b. Cebel’den (r.a.) rivâyet olunduğuna göre; Resûlüllah (s.a.v.) Tebük gazvesinde iken Güneş batıya kaymadan önce yola çıkarsa, öğleyi ikindiye kadar bekletir, ikindi namazıyla birlikte kılardı. Eğer Güneş batıya kaydıktan sonra yola çıkmak isterse ikindiyi (vaktinden) öne alarak öğleyle beraber kıldıktan sonra yola düşerdi. Eğer akşamdan önce yola çıkacak olursa akşamı te’hir eder yatsıyla beraber kılardı. Eğer akşam olduktan sonra yola çıkmak isterse yatsıyı (vaktinden) öne alarak akşamla birlikte kılardı. (36)

Ebu Dâvud dedi ki: Bu hadîsi Kuteybe’den başka hiçbir kimse rivâyet etmedi, diğer hadîs âlimleri tarafından tenkide uğramıştır. Çünkü Ebû Dûvud’un, hadîsin sonuna ilave ettiği talikten (şerh şeklinde koyduğu nottan) maksadı, hadîsin zayıf olduğuna dikkat çekmektir. Zira bu hadîsi “el-Leys”den rivâyet eden güvenilir râvilerin hiçbirisi Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, “ikindiyi vaktinden öne alarak öğleyle beraber kıldığı”ndan bahsetmemişlerdir. Bu fazlalık sadece Kuteybe’nin el-Leys’den rivâyet ettiği bu hadîste bulunmaktadır. Diğer râvilerin de bu hadîsi el-Leys’den aldıkları düşünülürse, Kuteybe’nin bu rivâyetinin şâz olduğu anlaşılır.
Bu bakımdan Tirmizî bu hadîsle ilgili olarak şöyle demiştir (37):

“Muaz’ın hadîsi hasen garibtir. Bu hadîsi (bu hâliyle) yalnız Kuteybe rivâyet etmiştir. Ondan başka bu hadîsi el-Leys’den rivâyet eden kimse tanımıyoruz. Nitekim el-Leys’in Yezîd bin Habîb’den, Ebu’t-Tufeyl’den, Muaz’dan rivâyeti garibdir. Çünkü muhaddislerce ma‘ruf olan rivâyet Ebu’z-Zübeyr’in Ebu’t-Tufeyl kanalıyla Muaz’dan rivâyet ettiği şu hadîstir: Resûlüllah (s.a.v.) Tebük Gazvesi’nde öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir arada kıldı. (38.)

Büyük hadîs âlimi Tirmizî, “Muhaddislerce ma‘ruf olan rivâyet” sözleriyle daha önce arzettiğimiz İbn Abbas ve Muaz b. Cebel (r.anhüm) tarafından rivâyet edilen hadîs-i şerifi kast ediyor ki, gerçekten de orada ikindinin öne alınarak öğle ile birlikte kılındığından bahsedilmiyor.

Meselenin mesnedini teşkil eden Ebû Dâvud hadîsi ise, Tirmizî’ye göre hasen-garib, İbn Hibbân’a göre mahfûz, Ebû Davûd’a göre münker, İbn Hazm’a göre münkatı‘, Hâkim’e göre de mevzûdur.


İSTİDRAD

“Hasen”, kelime olarak güzel anlamına gelir. Hadîs usûlü ilmine göre ise hasen’in tarifi şöyledir: Adâleti tam, yani senedinde yalan söylemekle itham edilmiş hiçbir kimse bulunmayan, ancak zabt yönünden sahih hadîsteki kadar sağlam olmayan râvilerin rivâyet ettiği hadîstir. “Garib” ise sözlükte; tek, yalnız, ailesinden ve vatanından uzak kalmış gibi mânâlarda kullanılır. Hadîs usûlünde ise tarifi şöyledir: Senedinin bir veya birkaç tabakasında râvi sayısı bir’e düşen hadîstir. Bunlara “ferd hadîs” de denir.

Mahfûz; saklanmış, korunmuş, gizlenmiş, ezberlenmiş mânâlarına gelir. Hadîs ilminde ise, güvenilir bir râvi tarafından, ekseriyetin rivâyetine ters olarak, tek başına rivâyet edilen hadîs hakkında kullanılan bir tabirdir. Bir râvinin rivâyeti, kendisinden üstün olan veya daha fazla isnadla gelen diğer râvilerin rivâyetlerine ters düşüyorsa, onun rivâyeti bırakılır, diğerlerinin rivâyeti alınır. Böyle bırakılan hadîse “şâzz”, tercih edilene “mahfûz” adı verilir.

Bilmemek, tanımamak, mâkul olmayan, belli olmayan anlamlarına gelen “münker” kavramı, hadîs usûlü ilminde, zayıf hadîs çeşitlerinden birine verilen isimdir. Bu mânâda “münker”, zayıf olan râvinin güvenilir râvilere muhalif olarak rivâyet ettiği ve rivâyeti ile tek kaldığı hadîstir.

Munkatı‘, sözlükte kesik mânâsınadır. Hadîs ilminde ise, tâbir olarak “munkatı‘ hadîs” terkibinde kullanılır. Munkatı‘ hadîs, senedinde bir veya daha çok râvi atlanmış olan, yani senedinde kesiklik-kopukluk bulunan hadîs demektir.

Mevzû, kelime olarak, konulmuş, uydurma, doğru olmayan (uydurukça) konu mânâlarınadır. Hadîs ilminde ise, hadîs diye uydurulmuş sözler hakkında kullanılan bir tâbirdir. Daha çok “mevzû hadîs” diye ifade edilir.


Devamı
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,603
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Aşağıdan devam

N E T İ C E

Hac ibadeti dışındaki yolculuk, hastalık, şiddetli yağmur-çamur ve benzeri sıkıntılı zamanlarında zarûretten dolayı öğle ve akşam namazlarını son vakitlerinde, hemen arkasından da ikindi ve yatsı namazlarını ilk vakitlerinde kılmak mümkündür. Böylece iki namaz birlikte fakat kendi vakitlerinde kılınmış olur. Bu uygulama, İslâm’ın Müslümanlara getirdiği bir kolaylıktır.

Buraya kadar arzetmeye çalıştığımız âyet-i kerimeler, hadîs-i şerifler ve müctehid imamlarımızın görüşleri gâyet açıktır: Onlar meseleyi, “Allah Teâlâ sizin için kolaylığı ister, güçlüğü istemez” İlâhi düsturu istikametinde ele almışlar... Bununla birlikte neticede; beş vakit namazın, hiçbir zorlayıcı şartın bulunmadığı zamanlarda, keyfe göre istediğin zaman istediğin gibi biraraya getirilemeyeceğini… Öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının birleştirilerek kılınamayacağını ortaya koymuşlardır.
Aksini iddia edenlerin, iddiaları bozuk ve geçersizdir. Hele de böyle düşünmeyenleri, “Hurâfelere tâbi olmakla, Allah Teâlâ’nın rahmetini onun kullarından esirgemekle, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine ambargo koymakla” itham etmenin yanlışlığı ve bayağılığı ise ortadadır.

Evet, Allah Teâlâ’nın rahmetini, verdiği kolaylıkları onun kullarından esirgemeye, bunlara (hâşâ) ambargo koymaya hiç kimsenin hakkı ve yetkisi olamaz. Ancak bunun yanında, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini, zarûret hallerinde lûtfettiği kolaylıkları keyfince genişletmeye; Müslümana olduğu gibi, Hıristiyana da, Yahûdiye de, müşrike, kâfire, mürtede ve münafığa da şâmilmiş gibi göstermeye de kimsenin hakkı ve selahiyeti yoktur.
“Allâh’ım! Cümlemize; hakkı hak bilip ona uymayı, bâtılı da bâtıl bilip ondan kaçınmayı nasip eyle.”


DİPNOTLAR
(1) Nisâ sûresi, 4/103)
(2) Hûd sûresi, 11/114.
(3) Medârik, Beyzâvî, Râzî Tefsirleri, ilgili âyet tefsiri.
(4) İsrâ sûresi, 17/78.
(5) A.g. tefsirler, ilgili âyet tefsiri.
(6) A.g. tefsirler, ilgili âyet tefsiri.
(7) A.g. tefsirler, ilgili âyet.
(8.) Tâhâ sûresi, 20/130.
(9) Hâzin, Medârik tefsirleri, ilgili âyet.
(10) Rûm sûresi, 30/17-18.
(11) Mü’min sûresi, 40/55.
(12) Celaleyn tefsiri, ilgili âyet.
(13) Kaf sûresi, 50/39-40.
(14) Kurtubî, Hazin Tefsirleri, ilgili âyet.
(15) Âl-i İmrân sûresi, 3/41.
(16) Tefsîru’l-Kurtubî, Hâzin, Âlusî, ilgili âyet.
(17) Müslim, Mesâcid, 178; Ebû Dâvud, Salât, 2; Neseî, Mevâkit, 15.
(18.) Müslim, Sahîh, Mesacid, 176-177; Tirmizî, Sünen, Salat, 115; Neseî, Sünen, Mevakit, 12.
(19) Ebû Dâvud, Sünen, Salât, 2; Tirmizî, Sünen, Salât, 115.
(20) Kur’ân-ı Kerim, Bakara sûresi, 2/238.
(21) el-Fetâva’l-Hindiyye, 1, 228, 230; İbn-i Âbidîn, 2, 174, 176.
(22) Buhâri, Sahîh, Hac, 99, 97; Müslim, Sahîh, Hac, 292; Ebû Dâvud, Sünen, Menâsik, 65; Neseî, Sünen, Mevâkıt, 49.
(23) İbn Âbidin, 1, 255-256.
(24) Tirmizî, Sünen, Salât, 138.
(25) İbn Ebî Şeybe, el-Kitâbü’l-Musannef, 2, 212, No: 8252-8253.
(26) (26) A.g.e., 2, 212, No: 8256.
(27) Abdurrahman el-Cezîri, Kitâbu’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, 1, 485-487, Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmi ve Edilletühû, 2, 349-361.
(28.) Bkz. Buhâri, Sahîh, Taksıyru’s-Salât, 13-16; Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 42-58.
(29) Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 52.
(30) et-Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 1, 166.
(31) Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 46; Buhârî, Sahîh, Taksıyru’s-Salât, 15, 16; Ebû Dâvud, Sünen, Salât, 274; Neseî, Sünen, Mevâkit, 42.
(32) Bkz. a. g. Eserler.
(33) Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 51.
(34) Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 50.
(35) Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 55; Buhârî, Sahîh, Mevâkit, 12, Teheccüd, 30.
(36) Ebû Dâvud, Sünen, Sefer, 6; Tirmizî, Sünen, Cum‘a, 42; Neseî, Sünen, Mevâkit, 42.
(37) Tirmizî, Sünen, Cum‘a: 42, 2, 440.
(38.) Müslim, Sahîh, Müsafirûn, 52.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt