İnsanların bir kısmı namazın hem Allah’ın emri olduğunu bildikleri, hem de Cennete gitmek istedikleri halde, neden namaz kılmazlar?
Namaz nedir?
Niçin namaz kılarız?
Namazın mahiyetini ne kadar biliyoruz?
Namaz kılmayanlar niçin şiddetli azapla tehdid edilmiştir?
Namazı bu kadar önemli kılan sır nedir?
Gafletin sebeb olduğu namazsızlıktan kurtuluş çaresi nedir?
Gaflet sebebiyle yakalayamadığımız namazın rûhu olan huşû nasıl elde edilebilir?
NAMAZ NEDİR?
Namazın manası; Allah’ı “Sübhanallah” diyerek O’na yakışmayan her şeyden ve yaratılmışların alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, “Elhamdülillah” diyerek ihsan ettiği dünya ve ahiret ni’metlerine şükretmek ve “Allahu Ekber” diyerek bütün isim ve sıfatlarıyla her şeyden üstün olduğunu ilân etmekle hürmet göstermektir. Kâinatta îmandan sonra en büyük hakikat olan namaz Kur’an’da 70 kez emredilmiş bir şeâir-i İslâmiyedir. Ve Resûlullah (asm)’ın “İslâm dininin direği” dediği namaz; çok kıymettar ve mühim olmasıyla beraber ucuz ve az bir masraf ile kazanılabilen ve bütün ibâdetlerin fihristi hükmünde küllî bir ibâdettir.
Allah, şu kâinat sarayını kendisini tanıttırmak için inşâ etmiştir. Namaz, O’nu tanımaktır.
Allah, âlemi kendisini sevdirmek için nihâyetsiz zînetler ile süslemiştir. Namaz, O’nu sevmektir.
Allah, gördüğümüz hârika ihsanlarıyla bize olan muhabbetini gösterir. Namaz, O’na muhabbet ve itaattir.
Allah, görünen nîmet ve ikramlarıyla bize olan şefkatini ilân eder. Nihâyetsiz bir şefkat ise elbette nihâyetsiz bir hürmete layıktır. Namaz, O’na hürmettir.
Allah, yaptığı mükemmel san’atlarla bize gizli güzelliğini gösterir. Namaz, O güzele iştiyaktır.
Allah, benzersiz san’atlarıyla her şeyin kendisine has oluşunu ve kendi kudret eseri olduğunu i’lan eder. Namaz, O’nu tek, benzersiz ve ortağının olmayışını kabul etmektir.
Namaz, yaratılışın asıl vazifesi ve kulluğun esasıdır.
Namaz insanı yokluk karanlıklarından varlık âlemlerine getiren ve onu câmit bir taş, ruhsuz bir ot veya şuursuz bir hayvan değil de eşref-i mahlûkat ve halîfe-i zemin olarak yaratan Allah’a, şükür ve O’nu en üstün bir şekilde övmektir.
Namaz, bütün mahlûkatın ibâdetlerine işâret eden kudsî bir haritadır.
Namaz, yaratılmış olmayı, abd oluşu, âciz, fakir, kusurlu ve fâni oluşu ve elbette ki yaratana muhtaç oluşu kabul ve izhardır. Yani namaz, kulluğun ilânıdır.
Namaz, haddini bilmektir.
Namaz, ibâdetlerin her çeşidini içeren nûrânî bir fihristedir.
Namaz, Allah’ın belirli vakitlerde manevî huzuruna yapılan davettir.
Namaz, mi’raçtır. Her Allahu Ekber bir basamağıdır.
Namaz, Allah’ın kullarına hediyesidir.
Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir bağlılık ve yakınlık, ulvî bir münâsebettir.
Namaz sevgiliyle yapılan kudsî bir sohbettir.
Namaz, her bir ruh ve vicdanın lakayt kalamayıp iştiyak ile yapmak istediği ulvî ve nezih bir hizmettir.
Namaz, fânilere tenezzül ve minnet zilletinden kurtulup Bâki’ye müteveccih olmaktır.
Namaz, bizi unutan ve elimize geçmeyen dünyayı, “Allâhu Ekber” diyerek elimizle arkamıza atıp vefasız dünyaya onu unutmakla ceza vermek ve dertlerimizi kalbin ağlamasıyla rahmet dergâhına döküp, Allah’ın Rahmet kucağına sığınmaktır.
Namaz, Kalp, ruh ve duyguların gıdasıdır.
Namaz, kabrin arkasında devam etmekte olan beşer yolculuğunda bir bilettir.
Namaz, dünyada manevî kuvvet, kabirde gıda ve ziya, mahşerde kurtuluş senedi, sırat köprüsünde Burak’tır.
Namaz, îmanı ışıklandırıp inkişaf ettirendir.
Namaz, Allah’ın büyüklüğünü kalplere yerleştirendir.
Namaz, akılları Allah’a yönelten ve ilahî adalet kanunlarına itaat ettirendir.
Namaz, kâinattaki Allah’a âit nizamı i’landır.
Namaz, kâinat ile ahenktir.
Namazsızlık ise; ilahî düzenden çıkmak, ahengi bozmak ve Allah’ın va’dini ve rahmetini suçlamaktır.
NAMAZ NİÇİN KILINIR?
Aslında Allah’ın yarattığı bir kul olduğunun idrakine varmış bir insan için namazı anlamak o kadar zor olmasa gerek. Zira herkesçe malumdur ki, kulluk; itaattir. Allah’ın meâlen, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zariyât, 56) buyurmasıyla ve daha bir çok âyetlerle açıkça anlaşılan, insanın ibâdetle emrolunmasıdır. Âlemde Allah’ın hiç bir mahlûku gâyesiz, vazîfesiz ve başıboş yaratmadığı âşikardır. Allah, ‘küçük bir kâinat’ denilecek kadar mükemmel yarattığı insana da küllî bir ibâdet vazifesi vermiştir. İbadet; kulluk etmek, itaat etmek manasını taşır. Yani aczini, kusurunu görüp yaratıcının Kudret, Kemalat ve Rahmet’inin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Kâinata baktığımızda, Allah’ın, her şeyi, vazifesine uygun bir şekilde yarattığını görmekteyiz. Mesela, bal yapmak ile vazifelendirilmiş olan arı, azaları ve hisleri ile bu vazifeye gâyet münasip yaratılmıştır. Dolayısı ile vazifesi ibâdet olan insanın yaratılışı da, vazifesine elbette münâsiptir ve ibâdeti ister. Elemler ile müteellim, lezzetler ile mütelezziz olmakla korku ve ümit arasında devamlı med-cezir yaşayan insan rûhu, acziyete bürünerek Kudret sahibi yaratıcısına sığınma ihtiyacı hissetmektedir. Madem ibâdet yaratılışımızın gâyesidir. Ve madem namaz ibâdetlerimizin temelidir; kulluğunu idrak eden insan, aklen, rûhen ve kalben yaratıcısına itaat etme ihtiyacını ve iştiyakını duyacak ve “Neden namaz kılıyorum?” sorusuna cevabı “Beni yaratan Allah emrettiği için” olacaktır.
Elbette ki namazın hikmet ve faydaları bildiklerimizden daha fazladır. Fakat biz namazı hikmet ve faydaları için değil, Allah emrettiği ve O’nun rızası için kılarız. Farz-ı muhal namazın faydalarının olmadığı düşünülse bile, bir Müslümanın namaz kılması için Allah’ın emretmesi yeterlidir. Bedîüzzaman Hazretleri’nin ifâdesiyle, “İbâdetin rûhu, ihlâstır. İhlas ise, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.”
NAMAZSIZLIĞIN SEBEBİ NEDİR?
“Sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyin! Şüphesiz ki o, (Allah’a) gönülden bağlı olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Onlar ki, gerçekten Rablerine kavuşacak ve O’na dönecek kimseler olduklarını sezerler. (katî olarak îman ederler)” (Bakara 45-46)Namazsızlık gaflet ya da inkâr veya îman zayıflığı sebebiyledir. İnkâr, insanın âcizliğini bilmemesidir. Aczini bilmemek, kibri netice verir. Kibir ise, kulun yaratıcısına acziyet itirafı olan secde etmeye mâni olur. Dünyayı, asıl olan âhiret hayatının önüne geçirecek derecede maddiyat ile meşgul olmak ise gafleti netice verir. Gafletin tarifi işlenen günahlardan vicdanın azap duymamasıdır. Gaflet kalınlaştıkça Allah’a muhabbet ve korku azalır. Akabinde îmanın alâmetleri olan başta namaz ve diğer farz ibâdetlere karşı tembellik başlar ve zamanla terke uğrar. Îman da tehlikeye girer. Nitekim Efendimiz (asm), “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” buyurmuştur. (Müslim)
Demek ki, kişinin dînini muhafaza eden en önemli esas namazdır. Lâkin bu çok mühim ve kudsî hakîkate gösterilecek tembellik sebebiyledir ki; namaz, Hz. Peygamberimizin (asm) ümmetine vasiyeti olmuş ve son sözlerinde; “Namazlara dikkat ediniz. Namazlara dikkat ediniz!” buyurarak o şefkatli Peygamber ümmeti için namaz hususunda ne kadar endişelendiğini göstermiştir. (Kenz)
ALLAH’IN BİZİM NAMAZIMIZA İHTİYACI MI VAR?
Bedîüzzaman Hazretleri şöyle der: “Cenâb-ı Hak senin ibâdetine muhtaç değil. Hem hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibâdete muhtaçsın sen mânen hastasın. İbâdet ise senin mânevî yaralarına tiryak hükmündedir. Acaba bir hasta, o hastalığı hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrarına mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun? Bu sözün ne kadar manasız olduğunu anlarsın.”
Günde beş vakit ezanla nihâyetsiz merhamet sahibi Rabbi tarafından manevi yaralarının tedavisi için huzura çağrılan insan, namaza muhtaçtır. Çünkü şuuruyla, aklıyla olmasa da hissen ve fıtraten hissediyor ki: İnsan zayıftır; fakat her şey ona ilişir, onu üzüyor. Âcizdir; fakat düşmanları ve belaları hadsizdir, onu yoruyor. Fakirdir; fakat ihtiyaçları ve istekleri nihâyetsizdir, ulaşamıyor. Hem tembel ve güçsüzdür; fakat hayat yükü ağırdır, taşıyamıyor. Neredeyse kâinatın hepsini sever ve alakadardır, hâlbuki onlar onu terk eder, daima ayrılık acısıyla perişan oluyor. Aklı ona yüksek maksatlar, büyük idealler gösterir. Fakat eli kısa, ömrü kısa, iktidarı ve sabrı kısadır, fâni dünyada yüksek maksatlarına yetişemiyor. İşte bu vaziyetteki ruh; hayat yüküne tahammül, dünyevî işlerin baskısından istirahat ve kendini terk eden fani sevgililere bedel teselli için, Bâkî bir zatla sohbet etmek ister.
İnsanın fâni dünyasına bir parça nur serpecek, istikbâl karanlığını izâle edecek bir sohbet-i bâkî olan namaz, ruh için gereklidir, elzemdir.
NAMAZI TERK EDENE KUR’AN’DA NEDEN ŞİDDETLİ TEHDİD VAR?
Her nefis (kendi) kazandığına karşılık bir rehinedir. Ancak Ashab-ı Yemin (amel defterleri sağ eline verilenler) müstesna. (Onlar) Cennetlerdedir; birbirlerine suçlular(ın halin) den sorarlar. (Sonra o günahkarları görünce dediler ki, “Sizi Sakar’a (Cehennemin o dehşetli vadisine) sokan nedir? (Onlar şöyle) dediler: “(Biz) namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir 38-43)
Namazı terk eden, öncelikle nefsine zulmeder. Nefsin sahibi ise Allah’tır.
Namazı terk eden, mevcudatın ibâdetlerini göremez, belki inkar eder. Böylece Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekle kıymet kazanmış mevcudatı yüksek makamlarından düşürür. Ve namaz -bir subayın kendi bölüğünün yaptığı vazifeleri komutanına bildirmesi gibi- varlıkların zikir ve tesbihlerini insanın kâinatın sultanına takdim etmesidir. Namazı terk eden bu mesûliyetini yerine getirmemekle varlıkların haklarına manen tecâvüz eder.
Namazı terk eden, yaratılışının gayesi olan ibâdeti terk ederek ilâhî hikmete tecâvüz eder.
Yani namazsız insan, Allah’ın abdi olan nefsine zulüm etmesi, mevcudatın manevî hukuklarına ve hikmet-i ilâhiyeye tecavüz etmesiyle kendini şiddetli tehdide müstahak eder.
NAMAZIN MAKBULİYETİ NAMAZDA HUŞÛ NİSBETİNDEDİR.
Huşû, Allah’ın huzurunda olduğunu, O’nun her an kendisini gördüğünü bilerek hürmet, tevâzu, haya ve huzur içinde ta’dîl-i erkâna riâyetle namaz kılmaktır. Korku ve muhabbetten hâsıl olan bu edep hali, namazın makbuliyeti için esastır.
Avam bir kimsenin -hissetmese bile- bir anlık huşû elde etmesi onu namazın hakikatinden hissedar eder. Namazın derecelerinde mertebeler çoktur. Herkes bulduğu huşû nisbetinde namazın nûrânî hakikatinden hissedar olur.
Huşûu bulmanın öncelikli sebebi, Allah için namaz kılınmaya devam edilmesidir. Sesli ve geniş mekânlar kalp dağınıklığına sebep olduğu için mümkün olduğu kadar namaz esnasında sükunetli ve dar yerler huşû bulmak için tercih edilir. Hazırda mevcut olan bir işin yapılmamasıyla kalpte oluşan dağınıklık da huşûa mani olur. Bunun olmaması için mevcut işin yapılmasından sonra namaza yönelmektir. Zira Resûlullah (asm): “Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de getirmeyin.” buyurmuşlardır. Kalbi istila etmiş diğer endişe ve malayâni işlerden kurtulup huşûu bulabilmek için ise, namazda okunan sûrelerin manalarıyla ve namazın mahiyetine dair ilmî mevzulardan istifade edip tefekkür kazanmak gerekir. Risâle-i Nûr’da, bilhassa 9. Söz’de namazın rûhu olan huşûu bulduracak orijinal bir tefekkür mevcuttur.
Resûlullah (asm) bir kimseyi namazda sakalı ile oynarken gördü ve: “Kalbinde huşû ve hudu’ olsaydı, eli edep üzere olur, azası da kalbi gibi olurdu” buyurdular. (Hâkim, Tirmizî)
Namazın başka bir meşguliyeti barındırmayacağı konusunda ise: “Şüphesiz namazın kendisi başlı başına mühim bir meşguliyettir” buyurmuştur. (Müslim)
Ve huşûu kazandıracak şu tavsiyede bulunmuştur: “Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin namazı gibi namaz kıl.” (İbni Mace, Hakim, Beyhaki)
Rabbimiz, bizi ve neslimizi namazda mukîm kılsın. Bize ve neslimize namazı sevdirsin. Bize ve neslimize namazı hakkıyla kılmayı nasîb eylesin. Âmîn.
NAMAZIN VAKTİNDE KILINMASININ GERKELİLİĞİ
Namaza şevkle kalkarak vaktinde kılınmasında Allah’ın rızası bulunduğu için ehemmiyeti büyüktür. Fahreddin-i Râzî Hazretleri, namazı vaktinde kılanın dünya hırsı ve emelinin olmayışını şâyet dünyaya muhabbeti olmuş olsaydı; dünya işlerini terkederek, âhiret işlerinden olan namaza sürat etmeyeceğini söylemiştir. Namaza tembel tembel kalkmak ise Kur’ân’da münâfıklara ait vasıflardan zikredilmiştir.“Hem (onlar) namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar” (Nisa, 142)
Sa’d bin Ebî Vakkas (ra) der ki: “Rasûl-i Ekrem’e (asm):
“Allah Azze ve Celle’nin ‘onlar kıldıkları namazdan gâfildirler (Mâûn, 5)’ âyetinden maksat kimlerdir?” diye sordum. Rasûlullah (asm):
“Onlar namazlarını vakitlerinde kılmayıp, geç bırakanlardır” buyurdu.” (Bezzar)
Ve Resülullah (asm) buyurdular ki: “Namazın ilk vaktinde Allah’ın rızası vardır. Son vaktinde de affı vardır.”
NAMAZA İTİRAZ EDEN NEFSE AKLÎ İTİRAZLAR
* Namaz kılmak meziyet değil insan olmanın gereğidir. Yani namaz, insanî bir borçtur. Evet, insan ücretini önceden almış ona göre de hizmetle vazifelendirilmiş. Var olmayı, hayatı, göz kulak gibi bütün duyguları Allah insana vermiş ve yeryüzü kadar geniş bir nîmet sofrasını önüne sermiş. Ve hayat, insaniyet ve İslâmiyet ile de kıymet kazandırmış. Bu nîmetlerin borcu hükmündeki namazı terk etmek Allah’ın nîmetlerini bir hırsız gibi yutmak değil de nedir? Acaba hangi insan olan insan bu sıfatı kendisine yakıştırabilir!?
* Öldükten sonra dirileceğine îman eden elbette bilir ki; hakîkî ömrümüz ahiret hayatıdır. Kısacık dünya hayatımıza yirmi üç saati sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan âhiret hayatımıza sarf etmemek hangi aklın kabulüdür!?
* Bedenin yemek, içmek, nefes almak gibi ihtiyaçlarını üşenmek şurda dursun, zevkle karşılamaktayız. İnsan sadece cisimden ibaret olmadığına göre ruh, kalp ve latifelerimizin gıdası olan namaz neden bize usanç veriyor!?
* İnsanın hakîkî saadeti cennet hayatıdır. Cennetin anahtarı olan ve külfeti çok az ve hoş, güzel ve ulvî bir hizmet olan namaza, günde sadece bir saat ayırmak cennete müştak insana nasıl ağır gelebilir?!
* Dünya işlerinin ağırlıklarına karşı kalbe manevî kuvvet, karanlık kabirde ışık, Mahkeme-i Kübrâ’da kurtuluş senedi ve elbette geçilecek olan sırat köprüsünde Burak olan namaz insana şevk vermiyorsa, ebedî cehennem korkusu da mı gayret vermiyor?!
* Acaba insanın vazifesi nedir? Hayvanlar taifesi gibi sadece dünya için çabalamak mı, yoksa hakîkî bir insan gibi hakîkî ve ebedi bir hayat için çalışmak mı? En lüzumlu işimiz Allah’a kulluk iken hiç ölmeyecekmiş gibi lüzumsuz işlerle vakit geçiriyoruz. Velhasıl; Namaz Kılmıyorsak Biz Neden Yaşıyoruz!?
Hz. Enes (ra)’dan rivâyet ediliyor: “Resûl-i Ekrem (asm) ile beraber namaz kılan Ensar’dan bir genç vardı. Çirkin işlerden hiçbirini bırakmadan işliyordu. Onun o durumu Resulullah’a anlatıldı. Resûl-i Ekrem: ‘Onun namazı ona o çirkin işleri terk ettirecektir’ diye buyurdu. Gerçekten aradan zaman geçmeden o genç tevbe edip halini düzeltti.”
Öyle ise akşama girdiğinizde ve sabaha girdiğinizde Allah’ı tesbih edin. (akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılın). Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur. Akşama doğru ve öğlene girdiğiniz zaman da (Allah’ı tesbih edin. İkindi ve öğle namazını kılın).”1
Kur’ân-ı Azimüşşan’da îmandan sonra en büyük hakikat namazdır. Nasıl ki insan şu büyük âlemin küçültülmüş bir örneğidir. Fâtiha-yı şerîfe Kur’ân-ı Azimüşşan’ın nurlu bir misâlidir. Öyle de namaz, başta îmanın ve İslâm’ın esasları olmak üzere bütün varlıkların her çeşit ibâdetlerini içinde toplayan nûrânî bir fihristtir.
Evet, namazda îmanın altı şartı vardır; çünkü Allah’ın var ve bir olduğuna inandığımız için namazla ona ibâdet ediyoruz. Namazda meleklere îman da vardır; çünkü bitirirken sağ ve solumuzdaki meleklere selam veriyoruz. Namazda kitaplara îman da vardır; çünkü Kitâbullah olan Kur’ân’ı okuyarak namaz kılıyoruz. Namazda aynı zamanda peygamberlere îman da vardır; çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine ve Hz. Muhammed (asm)’ın da onun elçisi olduğuna ‘Ettahiyyatü’ okurken şahitlik ediyoruz. Namazda öldükten sonra dirilmeye îman da vardır; çünkü namazda okuduğumuz ‘Fâtiha Sûresi’nde ve ‘Rabbenâ âtina’ duâsında âhiret nîmetlerini istiyoruz. Namazda kadere îman da vardır; çünkü kadere ve hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine dair birçok âyet-i kerîme vardır ve bunları da zaman zaman namazda okuyoruz.
NAMAZDA BÜTÜN İBÂDETLER VARDIR
Aynı zamanda namazda İslâmiyet’in beş şartı da vardır. İlk olarak; zaten namaz kılıyoruz. Sonra namazda bir nevi oruç tutmuş oluyoruz. Çünkü namazda bir şey yiyenin namazı bozulur. Hem vaktimizin bir kısmını da ömrün zekâtı olarak namaz için harcıyoruz. Kâbe’ye yöneldiğimiz için hayalen de olsa bir nevî hac yapmış oluyoruz. Tahiyyatı okurken de kelime-i şehâdet getiriyoruz. Demek, namaz İslâmiyet’in beş şartını da böylece içinde topluyor.
Bütün varlıkların ibâdetlerini içinde toplamasını şöyle ifade edebiliriz: Namaz kılan “Allâhu Ekber” diyerek huzur-ı ilâhiye girip, kıyamda, ayakta durmak ile devamlı olarak kıyam halinde namaz kılan bütün melâike ve ruhânilerin ve dimdik ayakta duran ağaçlar vb. varlıkların yaptıkları ibâdetleri temsil eder. Eğilip rükûa gitmek ile devamlı olarak rükû hâlinde Allah’a kulluk eden melâike ve ruhânilerin ibâdetlerini ifade ettiği gibi rükû hâlindeki bütün dört ayaklı hayvanlar vb. mahlukların da ibâdet ve tesbihlerini ifade ediyor. Mahviyeti ifade eden secdeye gitmek ise devamlı olarak secde halinde Allah’a ibâdet eden ve Allah’ı tesbih eden melâike ve ruhânîlerin ve devamlı olarak secdede bulunan sürüngenlerin vb. mahlûkatın ibâdet ve tesbihatını ifade ediyor. Secdeden kalkıp oturmak ise devamlı olarak oturarak bu tarzda Allah’a ibâdet ve O’na tesbih eden melâike ve ruhanîlerin ve oturur gibi görünen taşların, dağların vb. mahlûkatın ibâdet ve tesbihatını da yapmış oluyor.
Demek namaz itikadî ve amelî bütün İslâmî meseleleri ihtiva ettiği gibi şeriat-ı fıtriyeye göre amel eden başta melâike ve ruhâniyât olmak üzere bütün varlıkların her çeşit ibâdetlerini içinde toplar. Nasıl ki insan eşref-i mahlûkat olarak âlemin en münevver bir meyvesi ve küçültülmüş bir numûnesidir; öyle de namaz İslâmî ahkâm ile fıtrî kanunların düsturlarına göre yapılan ve umum mahlûkatın ibâdetlerini içinde toplayan nurânî bir fihristtir.
Evet, kalbi hüşyar bir zât namaz kılarken bütün varlıklarla omuz omuza verdiğini belki hepsinin önüne geçen bir kumandan olarak bütün o varlıklarla birlikte onların her çeşit ibâdetlerini temsil eden küllî ve büyük bir ibâdet yaptığını düşünüp o ibâdetleri kendi namazıyla beraber Rabbine takdim edebilir. Namazı terk eden ise bütün varlıklara muhalefetle manen onların nefret ve tahkirlerine maruz kalır.
Tefsirlerde namazın pek çok ibâdetleri ihtiva etmesine dair şöyle güzel bir tespit vardır: “Namaz, Allah’ı bir bilenler için düğündür. Nasıl ki düğünde bütün nîmetler toplanıyorsa namazda da ibâdetin bütün renkleri ve çeşitleri toplanır. Bir kul iki rekât namaz kıldığı zaman Cenâb-ı Hakk ferman eder: ‘Ey kulum, zayıflığınla beraber kıyam, rükû, secde, kıraat, tehlil, tahmid, tekbir ve selam olarak ibâdetin bütün çeşitlerini namaz kılarak yaptın. Muhakkak ki benim de Celâl ve azametimle seni nîmetlerin her çeşidi içinde bulunan cennetten menetmem benim için güzel olmaz, sen ibâdetin bütün elvan renk ve çeşitleriyle bana kulluk ettiğin gibi ben de cenneti bütün nîmetleriyle sana vacip kıldım. Sen beni bir olarak tanıdığın gibi ben de sana Cemâl’imi göstermekle ikramda bulunacağım ve muhakkak ki ben lütfumla özrünü ve rahmetimle de senden gelen hayırları kabul edeceğim. Hem ben ateşle azap edecek kâfirleri bulurum; fakat sen benden başka seyyiatlarını ve günahlarını mağfiret edip bağışlayacak ilâh bulamazsın. Yanımda senin için her bir rekâta bedel cennette bir kasır ve huriler vardır ve her bir secde için vechime ve nûruma bakmak saadeti vardır.”2
NAMAZ ALLAH’IN KANUNLARINA İTAATİ ÖĞRETİR
Namaz, insanların kalplerinde Cenâb-ı Hakkın azamet ve büyüklüğünü yerleştirip devam ettirmek ve akılları ve kalpleri ona döndürmekle Allah’ın emir ve yasaklarına itaat ettirmek için de yegâne îlahî bir vesîledir. Şu âyet-i kerîme de bu hakîkati ifade ediyor: “Şüphe yok ki namaz çirkin işlerden ve günahlardan alıkoyar, (namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise elbette (her şeyden) en büyük olandır.”3
Evet, şartlarına uygun kılınan namaz, ilahî kanunları, insanların kendi hayatlarına tatbik etmelerine bir vesiledir. Zaten insan medenî olduğu cihetle şahsî ve ictimaî hayatını kurtarmak için o kanun-ı İlâhiye muhtaçtır.4 Âyette geçtiği gibi namazın günahları terk ettirmesi, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına uymak demektir. Bununla birlikte günde beş defa namaz kılarak itaate alışan bir kul elbette Allah’ın diğer bütün emirlerine uymakta da yani harama helale dikkat etmekten tutun da toplumu düzenleyen bütün ilâhî kanunlara kadar itaat etmeye daha büyük bir aşk ve şevk duyacaktır. Hz. Enes (ra)’dan rivâyet ediliyor: “Resûl-i Ekrem (asm) ile beraber namaz kılan Ensar’dan bir genç vardı. Çirkin işlerden hiçbirini bırakmadan işliyordu. Onun o durumu Resulullah’a anlatıldı. Resûl-i Ekrem: ‘Onun namazı ona o çirkin işleri terk ettirecektir’ diye buyurdu. Gerçekten aradan zaman geçmeden o genç tevbe edip halini düzeltti.”
Hem bütün mahlûkat arasında bu mukaddes ibâdeti yapabilecek istidadın insana ihsan edilmesi, namaz kılmanın insanın fıtrî bir vazifesi olduğunu isbat eder. Evet, eşref-i mahlûkat olan insan o yüce mertebeyi ancak ibâdet ve ibâdetlerin en mukaddesi olan namaz ile muhafaza edebilir. Aksi halde o büyük şerefi kaybetmek vardır. İslâmiyet noktasında bu kadar hayati önem taşıyan namaz hakkındaki hükme gelince, namazın farziyetini inkâr eden küfre girer. Tembellikle namazı kazaya bırakan ise günah-ı kebâir işler, fâsık bir mü’min olur.
Yazımızı namazı terk edenin ne kadar zararda olduğunu gösteren bir ayet-i kerime meali ile neticelendiriyoruz:
“(Sonra o günahkârları görünce cehennem zebanileri dediler ki: ‘Sizi Sakar’a (Cehennemin o dehşetli vadisine) sokan nedir?’
(Onlar şöyle )dediler. ‘(Biz) namaz kılanlardan değildik.’ ”5
Rabb-i Rahimimiz bizleri istediği şekilde namaz kılan kullarından eylesin. Ve rahmetiyle namazlarımızı ve ibâdetlerimizi kabul eylesin.(Âmin)