HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
MUTEDİL OLMAK VE AŞIRILIK
--------------------------------------------------------------------------------
Batı, İslâm’ı hayattan koparmak için elinden gelen her şeyi yapmaktan geri durmamıştır. Bunun için değişik sahalarda farklı şekil ve tarzlarda İslâm ile savaşını sürdürmektedir. İslâm’ın zaman aşımına uğramış olduğunu, sadece kitaplarda mevcut bulunduğunu, hayatın vakıasıyla münasebetinin bir daha kurulamayacağını, hükümlerinin zamanımıza uygun düşmediğini söyleyerek İslâm’a saldırırken oldukça acımasız davranmakta kusur göstermemektedirler. İslâm’ı paramparça yapıp hilafetini ilga etmekten de geri durmamışlardır. Şimdi de onu tekrar hayata döndürecek ve dünya yönetimini eline geçirecek bir akide durumuna gelmemesi için elinden geleni arkalarına koymuyorlar. İslâm korkusu onlarda daimidir, karakterlerine işlemiştir. Ayaklarını kaydıracak bir fırsatı müslümanlara vermemek için her yola baş vurmaktadırlar. İslâm’a ve müslümanlara yönelik hile ve tuzakları hiç eksik olmamaktadır.
Batı; Müslümanların, onlara devamlı surette birlik ve bütünlüğü telkin eden, onları eğiten ve maslahatlarını gösteren, evrensel olan İslâm’la hala dipdiri bir ümmet olduklarını gördü. Her ne kadar şu anda muhtelif devletler halinde iseler de ulaştıkları kıtalara hakim olacak stratejik öneme sahip tek bir devlet olabilme kudretinde olduklarını anladı. Büyük devlet olmak için ihtiyaç duyulan büyük bir kültür birikiminin onlarda mevcut olduğuna şahit oldular. Ayrıca dünya nüfuzunun üçte birine sahip oldukları da dikkatlerinden kaçmadı. Hatta Allah kendilerine yardım ve inayette bulunduğunda, zafer elde ettiklerinde, sadece ülkeleri değil fertleri, insanları kılıçtan geçirip mallarını yağmalamadıklarını, fetihlerden sonra insanların iradeleriyle akın akın küfrün körlüğünden İslâm hidayetine girdiklerini, zira Müslümanlar için bir kişinin sayesinde hidayete girmesinin dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu da batı gördü ve anladı.
İşte bunun içindir ki İslâm, onun hükümleri ve onun için ihlaslı bir şekilde çalışan Müslümanlar aleyhine büyük ve pek çok tuzaklara şahit olmaktadır. Bu tuzak ve hilelerin en büyük amacı, İslâm'ın müslümanlara ve diğer milletlere yaptığı etkiyi yok etmektir. Elbette ki hazırladıkları bu tuzaklar, onların hissettikleri korkunun büyüklüğü mesabesindedir.
Eğer İslâm Allahu Teâla'nın gönderdiği hak din olmasaydı gözden düşmüş, izi silinmiş, yok olmuş olurdu. Fakat Allah'ın ezeli olan iradesi ve daima üstün gelen dilemesi buna müsaade etmedi. Batı, onları bozuk düşünme metotlarını, belirsiz mefhumların ve hatalı ölçülerin içine düşürmüş olsa da Müslümanlar en zayıf günlerinde dahi dinlerine sahip çıkmaya devam ettiler. Zira giriştikleri birinci haçlı seferinde İslâm'ın Müslümanların bağrında ne kadar sapa sağlam, dip diri olduğunu gördüler. Müslümanlara karşı giriştikleri maddi savaşlarla İslâm'a daha da güç kattıklarını anladıklarında, bugün hala vehametini idrak etmeyip önemsemediğimiz müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak üzere planlarını değiştirdiler. Haçlı seferlerinin yönünü fikrî sahaya çevirdiler. Maddi egemenliğini garantilemek için çalışmalarını Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak, mefhumlarını, kanaatlarını ve fikri ölçülerini müslümanlar arasından yaymak esası üzerinde yoğunlaştırdılar. Önce fikri bağımlılığı oluşturdu ardından da maddi egemenliklerini sağladılar. Daha sonra bozuk fikri ve siyasi ortamla kuşatılmış yöneticileri yetiştirip yönetime getirdi. Neticede maslahatlarını gerçekleştirmek için siyasi olarak hakimiyeti altına aldığı devletlerden tek bir siyasi yapı meydana getirdi. Bu yolla dünyayı kendileri için üretim yapan anonim şirket; diğer devletleri de kendileri için çalışan ve tüketen devletler şekline getirdiler. Bununla da kalmayıp büyük bir haberleşme ağını oluşturarak diğer devletlerdeki haberleşme ağlarını da buna bağladılar. Ülkeler ancak onların yazıp çizdiklerini yazıp çizdiler. Yazdıklarından başkasının okunmamasını, yayınladıklarından başkasının duyulmamasını, göstermek istediklerinden başkasının görülmemesini istediler. Böylece hayatın işleri ile ilgili kavrayışları hep onların yönetimiyle oldu. İşte bu yeni tarz sömürü eski tarz sömürüden çok daha geliştirilmiş tehlikeli ve dehşetlidir. Eski tarz sömürü insanı haricen aldatma esası üzerine kurulu iken yeni tarz sömürü insanı içten ve dıştan kuşatmaktadır. Öyle ki insanlar artık onların diledikleri gibi düşünüp karar veriyorlar. Sonuçta hiç bir menfaatleri tehdit etmeyen mutlak itaat içinde olan halklar sömürülmeye hazır bekliyorlar.
Hatta batı dinimizi bile kendi düşünce metotlarıyla bize anlatmayı başardı. Kendi bakış açısına uymayanlara karşı sahip olduğu telekominikasyon ağını seferber etti. Düşünce metoduna uymayan her düşünceyi aykırı bir düşünce, çizgisinden sapmış, tutarsız, aşırı, köktenci, terör ve şiddet içeren fikirler olarak ilan etti. Ayrıca bu fikirlerin insanlığın düşmanı fikirler olduğu, insanlara karanlık bir hayat biçimi vaad ettiğini ve insanlar arasında kin ve düşmanlık tohumlarını eken keskin, aşırı karakterde olduğuna dair propagandalarını yaygınlaştırdılar. Dinimizin hakikatini bu şekilde tersyüz ettikten sonra vurulmaya müstahak bir nizam olarak İslâm nizamını vurdular. Bütün güçleri, ümmetin hakikati idrak etmedeki gafletine dayanmaktadır. Ayrıca batının her yaptığı işi pek abartan alimlerden de yardım görmektedirler. Fakat her şeye rağmen bugün ümmetin bünyesinde onların işlerini zorlaştıran bir kıpırdanma bir hareketlenme görmekteyiz. Bu ümmet artık batıya, yönetim, yönetici ve alimlerine tek bir bakış açısıyla bakmaktadır. Artık ümmet batıya şeytan, yöneticilere de şeytanın müritleri gözüyle bakmaktadır. Yöneticilere yardım eden bu alimler makam ve mevkilerini ancak dinlerinin saygınlığını heder ettikleri, yöneticilere yarandıkları seviyede geliştirebilmişlerdir. İnhitat ve düşüş döneminin sona ermesiyle onların da nesli son bulacaktır. İslâm'ın kalkınma asrında alimleri de sahih düşünce metoduna sahip, İslâm'a serpilen toz ve toprakları gideren nezih ve dosdoğru kimseler olacaktır.
Gerçekten bugün batının, İslâm'ın tekrar hayata dönmesinden bilfiil korkuya kapıldığı bir dönemi yaşamaktayız. Oluşan her İslâmi hareketi aleyhlerine bir tehlike olarak hissettiklerini görmekteyiz. Ellerindeki basın ve yayın borusunu öttürerek bu hareketlerin faaliyet alanlarını kısıtlamaya veya onları parçalamaya çalışmaktadırlar. Bu saldırılarında bazı alimlerin sarfettikleri sözleri de kullanmaktadırlar. İşte bunun içindir ki sadece ve sadece İslâm’ı istiyorlar diye bazı İslâmi hareketleri aşırılıkla ve terörizmle suçladılar. Ne yazık ki bazı Müslüman alimler de dahil olmak üzere ırkçı, vatancı, yazarlar yoğun bir telif furyasıyla İslâmi olmayan her şeye karşı çıkan bu hareketleri aşırılıkla itham edip onları mutedil olmaya davet etmeye başladılar. Bu kanatta yer alanların hareket noktaları ve bakış açıları hep aynıdır. O da batının bakış açısıdır. Eğer bugün bozguncu güruh içinde İslâm şeriatını garbın teorilerine entegre eden ve bu işi makbul sayan Müslüman alimler olmasaydı işimiz bu denli zor olmayacaktı. Çünkü İslâm ümmeti zaten alimlerin dışındakileri ölçü olarak alıp itibar etmemektedir. Onların işleri yöneticiler iledir. Bilakis onların İslâm'a saldırmaları aksi tesir meydana getirmektedir. Neticede onlar kendilerini İslâm ümmetinden ayrı olduklarını açığa vururlar. Hak ve hakikate sığmayan saptırmaları çoğaldıkça ümmet de onlara arkasını döner. Zira bunlar Şer’î usulün dışına çıkarak tutarsız fetvalar verirler. Neticede sadece Şer’î usule uygun olmayan fetvalar vermekle kalmayıp, İslâm şeriatının büsbütün ortadan kaldırılmasından da söz ederler. Bunu ümmete de kabul ettirmeye çalışırlar. Nitekim bu tarz fetvalarla iş münkeri emretmeye ve ma’rufu nehyetme kadar varır. Evet böyle bir durumun devam etmesinden Allah'a sığınırız. İşte bu vahim durumun tek sebebi alimlerin Allah'ın rızasını değil de yöneticilerin ve efendilerinin rızasını gözeterek İslâm şeriatının metodolojisine müdahale ederek İslâm'a aykırı hükümlere varmalarıdır. Şükürler olsun ki onlar, Müslümanların ve İslâm davetinin maslahatları bunu gerektirmektedir deyip de bir takım tezler ileri sürseler de bu ümmet onların tezlerinin derin aldatmacadan ibaret olduğunu ve sahiplerinin haktan saptıklarını idrak etmeye başlamıştır.
Islm'a Davet - MUTEDL OLMAK VE AIRILIK
--------------------------------------------------------------------------------
Batı, İslâm’ı hayattan koparmak için elinden gelen her şeyi yapmaktan geri durmamıştır. Bunun için değişik sahalarda farklı şekil ve tarzlarda İslâm ile savaşını sürdürmektedir. İslâm’ın zaman aşımına uğramış olduğunu, sadece kitaplarda mevcut bulunduğunu, hayatın vakıasıyla münasebetinin bir daha kurulamayacağını, hükümlerinin zamanımıza uygun düşmediğini söyleyerek İslâm’a saldırırken oldukça acımasız davranmakta kusur göstermemektedirler. İslâm’ı paramparça yapıp hilafetini ilga etmekten de geri durmamışlardır. Şimdi de onu tekrar hayata döndürecek ve dünya yönetimini eline geçirecek bir akide durumuna gelmemesi için elinden geleni arkalarına koymuyorlar. İslâm korkusu onlarda daimidir, karakterlerine işlemiştir. Ayaklarını kaydıracak bir fırsatı müslümanlara vermemek için her yola baş vurmaktadırlar. İslâm’a ve müslümanlara yönelik hile ve tuzakları hiç eksik olmamaktadır.
Batı; Müslümanların, onlara devamlı surette birlik ve bütünlüğü telkin eden, onları eğiten ve maslahatlarını gösteren, evrensel olan İslâm’la hala dipdiri bir ümmet olduklarını gördü. Her ne kadar şu anda muhtelif devletler halinde iseler de ulaştıkları kıtalara hakim olacak stratejik öneme sahip tek bir devlet olabilme kudretinde olduklarını anladı. Büyük devlet olmak için ihtiyaç duyulan büyük bir kültür birikiminin onlarda mevcut olduğuna şahit oldular. Ayrıca dünya nüfuzunun üçte birine sahip oldukları da dikkatlerinden kaçmadı. Hatta Allah kendilerine yardım ve inayette bulunduğunda, zafer elde ettiklerinde, sadece ülkeleri değil fertleri, insanları kılıçtan geçirip mallarını yağmalamadıklarını, fetihlerden sonra insanların iradeleriyle akın akın küfrün körlüğünden İslâm hidayetine girdiklerini, zira Müslümanlar için bir kişinin sayesinde hidayete girmesinin dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu da batı gördü ve anladı.
İşte bunun içindir ki İslâm, onun hükümleri ve onun için ihlaslı bir şekilde çalışan Müslümanlar aleyhine büyük ve pek çok tuzaklara şahit olmaktadır. Bu tuzak ve hilelerin en büyük amacı, İslâm'ın müslümanlara ve diğer milletlere yaptığı etkiyi yok etmektir. Elbette ki hazırladıkları bu tuzaklar, onların hissettikleri korkunun büyüklüğü mesabesindedir.
Eğer İslâm Allahu Teâla'nın gönderdiği hak din olmasaydı gözden düşmüş, izi silinmiş, yok olmuş olurdu. Fakat Allah'ın ezeli olan iradesi ve daima üstün gelen dilemesi buna müsaade etmedi. Batı, onları bozuk düşünme metotlarını, belirsiz mefhumların ve hatalı ölçülerin içine düşürmüş olsa da Müslümanlar en zayıf günlerinde dahi dinlerine sahip çıkmaya devam ettiler. Zira giriştikleri birinci haçlı seferinde İslâm'ın Müslümanların bağrında ne kadar sapa sağlam, dip diri olduğunu gördüler. Müslümanlara karşı giriştikleri maddi savaşlarla İslâm'a daha da güç kattıklarını anladıklarında, bugün hala vehametini idrak etmeyip önemsemediğimiz müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak üzere planlarını değiştirdiler. Haçlı seferlerinin yönünü fikrî sahaya çevirdiler. Maddi egemenliğini garantilemek için çalışmalarını Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak, mefhumlarını, kanaatlarını ve fikri ölçülerini müslümanlar arasından yaymak esası üzerinde yoğunlaştırdılar. Önce fikri bağımlılığı oluşturdu ardından da maddi egemenliklerini sağladılar. Daha sonra bozuk fikri ve siyasi ortamla kuşatılmış yöneticileri yetiştirip yönetime getirdi. Neticede maslahatlarını gerçekleştirmek için siyasi olarak hakimiyeti altına aldığı devletlerden tek bir siyasi yapı meydana getirdi. Bu yolla dünyayı kendileri için üretim yapan anonim şirket; diğer devletleri de kendileri için çalışan ve tüketen devletler şekline getirdiler. Bununla da kalmayıp büyük bir haberleşme ağını oluşturarak diğer devletlerdeki haberleşme ağlarını da buna bağladılar. Ülkeler ancak onların yazıp çizdiklerini yazıp çizdiler. Yazdıklarından başkasının okunmamasını, yayınladıklarından başkasının duyulmamasını, göstermek istediklerinden başkasının görülmemesini istediler. Böylece hayatın işleri ile ilgili kavrayışları hep onların yönetimiyle oldu. İşte bu yeni tarz sömürü eski tarz sömürüden çok daha geliştirilmiş tehlikeli ve dehşetlidir. Eski tarz sömürü insanı haricen aldatma esası üzerine kurulu iken yeni tarz sömürü insanı içten ve dıştan kuşatmaktadır. Öyle ki insanlar artık onların diledikleri gibi düşünüp karar veriyorlar. Sonuçta hiç bir menfaatleri tehdit etmeyen mutlak itaat içinde olan halklar sömürülmeye hazır bekliyorlar.
Hatta batı dinimizi bile kendi düşünce metotlarıyla bize anlatmayı başardı. Kendi bakış açısına uymayanlara karşı sahip olduğu telekominikasyon ağını seferber etti. Düşünce metoduna uymayan her düşünceyi aykırı bir düşünce, çizgisinden sapmış, tutarsız, aşırı, köktenci, terör ve şiddet içeren fikirler olarak ilan etti. Ayrıca bu fikirlerin insanlığın düşmanı fikirler olduğu, insanlara karanlık bir hayat biçimi vaad ettiğini ve insanlar arasında kin ve düşmanlık tohumlarını eken keskin, aşırı karakterde olduğuna dair propagandalarını yaygınlaştırdılar. Dinimizin hakikatini bu şekilde tersyüz ettikten sonra vurulmaya müstahak bir nizam olarak İslâm nizamını vurdular. Bütün güçleri, ümmetin hakikati idrak etmedeki gafletine dayanmaktadır. Ayrıca batının her yaptığı işi pek abartan alimlerden de yardım görmektedirler. Fakat her şeye rağmen bugün ümmetin bünyesinde onların işlerini zorlaştıran bir kıpırdanma bir hareketlenme görmekteyiz. Bu ümmet artık batıya, yönetim, yönetici ve alimlerine tek bir bakış açısıyla bakmaktadır. Artık ümmet batıya şeytan, yöneticilere de şeytanın müritleri gözüyle bakmaktadır. Yöneticilere yardım eden bu alimler makam ve mevkilerini ancak dinlerinin saygınlığını heder ettikleri, yöneticilere yarandıkları seviyede geliştirebilmişlerdir. İnhitat ve düşüş döneminin sona ermesiyle onların da nesli son bulacaktır. İslâm'ın kalkınma asrında alimleri de sahih düşünce metoduna sahip, İslâm'a serpilen toz ve toprakları gideren nezih ve dosdoğru kimseler olacaktır.
Gerçekten bugün batının, İslâm'ın tekrar hayata dönmesinden bilfiil korkuya kapıldığı bir dönemi yaşamaktayız. Oluşan her İslâmi hareketi aleyhlerine bir tehlike olarak hissettiklerini görmekteyiz. Ellerindeki basın ve yayın borusunu öttürerek bu hareketlerin faaliyet alanlarını kısıtlamaya veya onları parçalamaya çalışmaktadırlar. Bu saldırılarında bazı alimlerin sarfettikleri sözleri de kullanmaktadırlar. İşte bunun içindir ki sadece ve sadece İslâm’ı istiyorlar diye bazı İslâmi hareketleri aşırılıkla ve terörizmle suçladılar. Ne yazık ki bazı Müslüman alimler de dahil olmak üzere ırkçı, vatancı, yazarlar yoğun bir telif furyasıyla İslâmi olmayan her şeye karşı çıkan bu hareketleri aşırılıkla itham edip onları mutedil olmaya davet etmeye başladılar. Bu kanatta yer alanların hareket noktaları ve bakış açıları hep aynıdır. O da batının bakış açısıdır. Eğer bugün bozguncu güruh içinde İslâm şeriatını garbın teorilerine entegre eden ve bu işi makbul sayan Müslüman alimler olmasaydı işimiz bu denli zor olmayacaktı. Çünkü İslâm ümmeti zaten alimlerin dışındakileri ölçü olarak alıp itibar etmemektedir. Onların işleri yöneticiler iledir. Bilakis onların İslâm'a saldırmaları aksi tesir meydana getirmektedir. Neticede onlar kendilerini İslâm ümmetinden ayrı olduklarını açığa vururlar. Hak ve hakikate sığmayan saptırmaları çoğaldıkça ümmet de onlara arkasını döner. Zira bunlar Şer’î usulün dışına çıkarak tutarsız fetvalar verirler. Neticede sadece Şer’î usule uygun olmayan fetvalar vermekle kalmayıp, İslâm şeriatının büsbütün ortadan kaldırılmasından da söz ederler. Bunu ümmete de kabul ettirmeye çalışırlar. Nitekim bu tarz fetvalarla iş münkeri emretmeye ve ma’rufu nehyetme kadar varır. Evet böyle bir durumun devam etmesinden Allah'a sığınırız. İşte bu vahim durumun tek sebebi alimlerin Allah'ın rızasını değil de yöneticilerin ve efendilerinin rızasını gözeterek İslâm şeriatının metodolojisine müdahale ederek İslâm'a aykırı hükümlere varmalarıdır. Şükürler olsun ki onlar, Müslümanların ve İslâm davetinin maslahatları bunu gerektirmektedir deyip de bir takım tezler ileri sürseler de bu ümmet onların tezlerinin derin aldatmacadan ibaret olduğunu ve sahiplerinin haktan saptıklarını idrak etmeye başlamıştır.
Islm'a Davet - MUTEDL OLMAK VE AIRILIK