[h=2]Selim Gürselgil[/h]sgurselgil(x)yenifurkan.com
Daha en başından beri, M. Kemal’in çıkışına karşı olan ve onu Bolşeviklikle, Farmasonlukla, hattâ Deccallıkla suçlayan birçok kesim vardı. İstanbul’da yayınlanan ve birbirinden farklı çevrelerin sesini yansıtan “Alemdar”, Peyâm-ı Sabah”, “Türkçe İstanbul”, “Tasvir-i Efkâr”, “Aydede”, “Rönesans”, “Renin”, “Ümid”, “Akşam”, “Açıkgöz”, “Mesuliyet” ve Anadolu’da yayınlanan “Ferdâ”, “İrşad”, “Zafer”, “Adana Postası” gibi gazeteler, sürekli bir biçimde M. Kemal’i ve hareketini karalayıcı yayınlar yapıyorlardı. Bunlar arasında koyu İngiliz hayranları ve hattâ ajanları olduğu gibi, sadece İngiltere’ye karşı bir girişim yapılmasından korku duyanlar da vardı. Çoğu Jeune turc kalıntıları ve Batıcılardı. Ama aralarında Şeriate ve Hilafete bağlı olanlar ve M. Kemal’in öyle olmadığından kaygı duyanlar da vardı.
Damad Ferid, tıpkı M. Kemal’in birçok kesimi arkasında toplaması gibi, bütün bu kesimleri peşine takmıştı. Bir kısmı İslâmcı kaygılarla, bir kısmı Batıcı kaygılarla, bir kısmı İttihatçılara düşmanlığıyla, bir kısmı kendi zümresine aid etnik kaygılarla, bir kısmı da sırf Anadolu hareketini Makedonya muhacirleri sevk ve idare ediyor diye onlara olan husumetleriyle, Damad Ferid’e destek vermişlerdi. Salih Paşa’nın istifâsından sonra yeniden hükümeti eline alan Damad Ferid, bu kesimlerin sesine uyarak, evvelâ M. Kemal ve arkadaşlarını yeniden “gayrımeşrû” ilân etmiş, Divan-ı Harbe verdirmiş, haklarında Şeyhülislâm Dürrizade’den “katli vacibdir” fetvâsını çıkarttırmıştı. Bu kesim, Sevr’in de, M. Kemal ve arkadaşlarına kızan Batılılar’ın, onlar yüzünden gözümüze soktukları bir musibet olduğuna inanıyorlardı.
(Dürrizade Abdullah’ın fetvâsının, Anadolu’ya İngiliz ve Yunan uçaklarıyla dağıtıldığı söylenir. Anadolu İsyanı, bu fetvâya bağlanır. Buna mukabil, Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) başkanlığında 153 Anadolu Müftüsü, işgâl altında çıkarılan bir fetvâya dinen uymak gerekmediği, Ankara’yı destekleyecekleri yollu karşı fetvâlar çıkarır. Bektaşî lideri Cemaleddin Efendi de, bütün Alevî – Bektaşîlerin Kemalist Harekete katılması çağrısında bulunur ve Dersim yöresi dışında büyük ölçüde bu çağrıya uyulur.)
Anadolu isyanının arkasında, Millî Mücadele düşmanlığı değil, ama özellikle, İttihat ve Terakki düşmanlığı, hâkim bir motifti. M. Kemal ve arkadaşları, isyancılara, milleti felâketten felâkete sürükleyen yeni bir Selânik İhtilâli peşindeymiş gibi görünüyordu. Resmî tarihçilerin “Millî Mücadele karşıtlığı” olarak niteleyecekleri kesimlerin pek çoğu, sadece İttihat ve Terakki karşıtıydılar. 21 Şubat 1920 tarihli Alemdar gazetesinde Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi şöyle demişti:
-“Zavallı Türk milleti! Dünkü gün Ruslar ezelî düşmanımızdır diyerek seni Almanlarla beraber harbe sokanlar, bugün de Bolşeviklik namı altında Moskoflarla birleşmeye davet ediyorlar.”
M. Kemal’in arkasında, Padişaha ve İslâma düşman birtakım İttihatçılar olduğu gibi, Hilâfeti ve Şeriati her şeyin üstünde tutan güçlü bir çevre de vardı. Bunlar, Damad Ferid’in girişimlerine derhal karşı fetvâlarla ve çeşitli beyanlarla cevab vermişlerdi. Sevr’den sonra ise M. Kemal, Meclisi toplamış ve Sevr’e imzâ atanları “vatan haini” ve “vatansız” ilân eden bir karar almıştı. Verdiği izahatlarda da sürekli “Hilâfet ve Saltanatı kurtarmak” vurgusu yaptığı için, Damad Ferid’le aralarındaki kavga, ideolojik renk ayrımı henüz net yapılamayacak, sadece işgâle karşı direnmekle direnmemek tartışmasından doğan bir kavgaydı. Şimdilik ideolojik rengini pek belli etmeyen Kemal, vatanı silahla savunmaktan ibaret metodunda, Damad Ferid ve temsil ettiği kesimlere karşı elbette haklıydı. Ama nihaî gaye yönünden kuşku uyandıran muğlâklığı, sözkonusu haklılığını izale ediyor gibiydi.
Nitekim M. Kemal’in yaptıklarına karşı olmadığı hâlde, sadece niyetinden emin olamadıkları için kendisine karşı gelenler de vardı. Karabekir, Rauf, Ali Fuad, Refet, Adnan Adıvar, Halide Edib gibi Kemal’in en yakınındaki isimler -daha çok İttihatçılar-, işin sonunda Kemal’in diktatörlüğünü ilân etme endişesi taşıdıkları için, işin başında onun bulunmasından rahatsızdılar. Bunun yanında, hükümeti zamanında Millî Mücadele heyecanının ayyuka vardığı Ali Rıza Paşa gibi bazıları, M. Kemal’in niyeti hakkında daha derin kuşkular taşıyorlardı. Ali Rıza Paşa bir gün M. Kemal’in de sevdiği ve desteklediği Ahmed İzzet Paşa’ya giderek, dehşetten açılmış gözlerle şöyle haykırmıştı:
-“Cumhuriyet yapacaklar, Cumhuriyet! Hakikî maksadları bu!”
Vahidüddin, sonradan Ali Rıza Paşa’yı bunu bildiği halde kendisinden saklamakla suçlayacaktı.
***
Sultan Vahidüddin’den de bu hizâda bazı sözler nakledilmiştir. Ancak bu sözler, genellikle Vahidüddin’in Millî Mücadeleye karşı olduğunu isbatlamak isteyenler tarafından ve sansürlü olarak nakledildiği için, başı ve sonu yoktur. Ayrıca -bizim görebildiğimiz- hiçbiri orijinâl kelimeleriyle değil, maksada uygun “sadeleştirme”leriyle yansıtıldığı için, sağlıklı değildir. Bununla beraber, devrin çalkantıları hakkında fikir vermektedir.
6 Nisan 1920’de;
-“Ankara’nın askerî ihtilâl cemiyeti, sadece İttihat ve Terakki Fırkası’nın hortlamasıdır. Yunan saldırısının uyandırdığı hissiyatı istismar ederek göz boyamaya imkân sağlayan millîcilik maskesi altına gizlenmiştir. Halkın yüzde 90’ı Ankara’nın gidişine karşıdır. Ancak onların tazyikleriyle başkaldırmaları önlenmiştir.”
21 Mart 1921’de;
-“Bir avuç eşkıyâ tam bir hâkimiyet kurmuşlar… Ankara’nın liderleri, bu memlekette dikili ağacı olmayan; ne kan bağıyla, ne de başka bir şeyle memlekete bağlı olmayan kimseler… M. Kemal kökeni belli olmayan Makedonya komitecisidir. Kanı Bulgar, Sırp, Rum her şey olabilir. Daha ziyade Sırp’a benziyor. Onların arasında hakikî bir Türk yoktur. Hakikî Türk, aslına bağlıdır.”
23 Mayıs 1921’de;
-“Ankara liderleri, şahsî çıkarlarına bağlı olarak kundakçılığı destekliyorlar. Masum halk her ikisinin de kurbanıdır. Kendi vatanı çılgın düşünceli kalabalıklarla dolup taşıyor. Onlar Bolşevik yardımına güveniyorlar… Güdülecek siyaset (…) Bolşevikleri Kafkasya’nın ötesine atmak olmalıdır.”
Sultan Vahidüddin, Divan-ı Harb tarafından verilen, M. Kemal ve arkadaşlarının idamına ilişkin kararı, 24 Mayıs 1920’de “yakalandıklarında yeniden yargılanmaları şartıyla” imzâladı. Hakkında karar imzalananlar, Selânikli Mustafa Kemal Efendi, Kara Vasıf Bey, Salacaklı Fuad Paşa, Salacaklı Alfred Rüstem, İstanbullu Adnan Bey (Adıvar) ve İstanbullu Halide Edib Hanım’dı. Bundan bir süre sonra, Fevzi Paşa, İsmet, Bekir Sami, Celaleddin Arif, Dr. Rıza Nur, Yusuf Kemal (Tengirşek), Mehmed Rıfat (Börekçi) ve Fahreddin (Altay) hakkında da benzer idam kararları çıkacaktı. Karar metninde şöyle deniyordu:
-“Kuvâ-i Milliye adı altında çıkarttıkları karışıklık ve anayasaya aykırı olarak halktan para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların düzenleyicisi ve kışkırtıcısı oldukları anlaşılan…”
Böylece Padişah, birkaç ay içinde, değişen hükümetlere ve işgâlcilerle olan münasebetlere bağlı olarak, M. Kemal ve arkadaşlarını bir reddeden, bir kabul eden zigzaglı bir politika takib etmek durumunda kalacaktır. Fakat hadiselerin dışyüz görünüşleri, bunları çarpıtılmamış, eklenmemiş ve çıkarılmamış farzetsek bile, onların içyüz gerçeklerini açıklamaya her zaman yardımcı değildir; zirâ bu eleştiri ve tepkilere nazaran, Vahidüddin’i Millî Mücadele karşıtı olarak değil, “Millî Mücadelenin Gizli Mimarı” olarak görmek borcumuz devam eder. Tam da, en yaman düşmanlarının dilinden dökülen şu gerçekten ötürü:
-“Bâbıâli iki taraflı oynuyordu. Görünürde Millî Mücadele’nin karşısında, ama gizliden gizliye onun yanındaydı. Kuvâ-i Milliye Anadolu’da, Ermenileri Doğu’ya, Rumları da Batı’ya püskürtecek yeni bir meclis kurduğunda, çok cılız bir protesto çekti. Böyle yapmakla, tarafları birbirine yaklaştırmaktansa, birbirinden ayırmanın daha elverişli olacağını düşünüyordu. Bu ince düşünce tarzı, eski Türk diplomasisinin esaslarından biriydi. İçinden İngilizler’in aptallıklarına, (Intelligence Service)’in beceriksizliklerine gülüyordu.”
***
Bu devirde Saray çevresinden ve Sultan Vahidüddin’in yakınlarından, Ankara hareketine karşı açık bir destek verildiği de bilinmektedir. Bu desteklerden biri, Veliahd Abdülmecid’den gelmiştir. Abdülmecid, Damad Ferid’i şiddetle eleştirmekte ve Kuvâ-i Milliye’yi destekleyen beyanlarda bulunmaktadır. Damad Ferid için şu sözleri vâkidir:
-“Tecrübesiz bir Sadrazam, halkı ümidsizliğin son noktasına ulaştırdı.”
-“Milletle Padişah arasına siyah bir perde çekti!”
Veliahd, Damad Ferid’i işgâllere karşı tepkisiz kalmakla suçluyordu ki, belirttiğimiz gibi, bu sırada asıl çelişki buydu. Abdülmecid, Damad Ferid’in değil, Anadolu’daki Millî Mücadele yanlısı derneklerin ve Heyet-i Temsiliyye’nin desteklenmesi noktasında Sultan Vahidüddin’e bir muhtıra da vermişti. Abdülmecid bu çabaları üzerine M. Kemal tarafından Ankara’ya davet edildiyse de gitmedi. Prof. Yaşke’ye göre, Ankara hareketinin “Cumhuriyet” fikrine doğru şekillenmekte olduğunu farketmişti. Tabiî ki, Millî Mücadeleyi ne kadar desteklese de, hiçbir hanedan mensubu, Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına kendi eliyle son vermeyi kabul edemezdi. Nitekim 1922’de Sakarya Meydan Muharebesi başladığında hâlen Ankara’ya destek vermekte olan, Ayasofya ve Fatih Mitinglerine katılacak olan Abdülmecid, Cumhuriyetin ilânından sonra “Halife” ilân edilecek, ama kısa zamanda Ankara hükümetiyle ters düşecek ve 1924’te Hilâfetin kaldırılmasıyla ülkeyi terkedecekti. Bu durum, Ankara’ya muhalefetin, en azından bir kısmının “Millî Mücadeleye muhalefet” demek olmadığının en açık delilllerinden biriydi.
Abdülmecid, Ankara’nın çağrısına –haklı sebeblerle- uymamış olmasına rağmen, oğlu Şehzade Ömer Efendi’yi Ankara’ya göndermişti. Kemal’in talib olduğu ama alamadığı Sabiha Sultan ile evli bulunan, birkaç yıl Fenerbahçe kulübüne başkanlık yapan ve kulübün Millî Mücadeleye desteğinden dolayı işgâlciler tarafından kapatılmasına yol açan Şehzade Ömer Efendi de Millî Mücadelenin açık destekçilerinden biriydi. Onun bu tutumunun bizzat Padişah tarafından teşvik edildiğine dair kuvvetli tarihî alâmetler vardır ki, Üstad Necib Fazıl’ın “Vahidüddin” kitabında bundan bahsedilir.
1921’in Nisan ayında Şehzade Ömer Efendi, Padişah tarafından görevlendirilerek gizlice Anadolu’ya geçti. İnebolu’da karaya çıkan Şehzade Ömer Efendi, halkın yoğun tezahüratıyla karşılandı. Ankara’ya haber göndererek Millî Mücadeleye fiilen katılmak istediğini belirtti. Ancak Kemal’in 27 Nisan tarihli cevabı ilginçti: “Hanedan mensublarının hizmetlerinden faydalanılacak zaman olmadığını, şimdilik İstanbul’da oturmaları gerektiğini” söylüyordu. Bu haberi nakleden Kemalist yazar, bu cevabın gerekçesi olarak, bozuk bir Türkçe’yle, “Çünkü koşullar değişmişti” diyor… Ama aynı gerekçeyi Sultan Vahidüddin için kabul etmeye gelince, bir tuhaf oluyorlar. 1920’de Divan-ı Harb tarafından M. Kemal hakkında verilen idam kararını hepsi büyük puntolarla yazıyor ve Padişah’a mâletmek için yarışıyorlar da, daha bir sene dolmadan askerî temyiz mahkemesinin bu kararı bozduğundan ve Padişah’ın da bu bozma kararını tasdik ettiğinden hiçbiri bahsetmiyor. Hani “koşulların değişmesi”?..
Burada hatırlanması gereken başka bir husus da, Vahîdüddin ile Kemal’in, İzmir’in kurtulduğu 1922 Eylül’üne kadar yazışmalarının devam etmesi, Vahîdüddin’in İzmir kurtulduktan sonra “vatan haini” ilân edilmesi ve konuya ilişkin belgelerin bir devlet kurumunda sır gibi saklanması, tarihin gözünden kaçırılmasıdır.
***
Kemal’in Anadolu İsyanı sırasında yoğun şekilde “Bolşeviklik”le suçlanmasının hikâyesine gelince… Tarık Zafer Tunaya, Nisan 1919’da, Rus yazarı Steklov’un, İzvestiya gazetesinde yazdığı ve “Türk İhtilâli” adını verdiği makalesinde şöyle dediğini haber verir:
-“Şimdi Türk İhtilâli, Çanakkale Boğazı’nı Türk emekçi sınıflarının eline, bu yoldan, içlerinde Ruslar’ın da bulunduğu, dünya proleterlerine vermektedir. Böylece Rus emperyalizminin yüzyıllardır çevirdiği entrikalarla başaramadığı şey, olgun bir erik gibi, Rus işçi sınıfının avucuna düşüyor.”
Ruslar’ın, emperyalistiyle komünistiyle avucuna düştükleri “Çanakkale Boğazı” saplantısı, enteresandır. Ancak burada daha enteresan bir durum vardır: Nisan 1919’da henüz “Mustafa Kemal” ismi ortalarda olmadığına göre, Rus yazarının “Türk İhtilâli” tabirinden neyi kasdettiği belli değildir. Demek ki Ruslar, işgâl altındaki Anadolu’ya el atmaya ve orada “antiemperyalist bir isyan” kılığında “Bolşevik bir ihtilâl” kotarmaya, herkesten önce karar vermişler, bunun adını bile koymuşlardır:
-“Türk İhtilâli!”
M. Kemal, bu çabayı farketmekte gecikmedi. İlk fırsatta, daha BMM hükümeti kurulmadan, İstanbul’daki İngiliz hapsinden kaçmış, Anadolu’ya geçmiş bulunan Halil’i Moskova’ya gönderdi. Bu ziyaret, Sovyetler’in, Enver’den daha fazla ilgisini çekti. Enver, onlar için güvenilmez biriydi ve şimdi de, Bolşevik görüntüsü altında Anadolu’ya girip, Millî Mücadelenin başına geçmekten başka bir emel beslemiyordu. Enver’e verdikleri desteği geri çektiler; onun Anadolu’ya geçmesini yasakladılar, bütün güçleriyle M. Kemal’i desteklemeye koyuldular. Halil 1920’de Moskova’dan dönerken, beraberinde 100 bin lira değerinde Sovyet altunu getiriyordu. Aynı yıl, Bekir Sami Moskova’ya gönderildi. O da ilk silâh ve cephane yardımını sağlamayı ve 1 milyon altun ruble ile geri dönmeyi becerecektir.
Sovyetler’in Mayıs 1919 ile Kasım 1923 arasında, toplam 45.000 tüfek, 52.000 cephane, 167.000 top mermisi ve benzeri harb malzemeleriyle yaklaşık 82.000.000 civarında nakdî yardım yaptıkları ve birkaç yıl süren, yılda 10 milyon rublelik ek yardımda bulundukları söylenir. Ayrıca, Türk-Yunan savaşına bizzat subaylarıyla katıldıklarını belirtenler de vardır. Ama bu yardımlar karşısında Sovyetler’in beklentisinin ne olduğu üzerinde pek durulmaz. Henüz Osmanlı bayrağı taşıyan Azerbaycan’ın Sovyetler tarafından işgâline göz yumulması ve Vilâyât-ı Selâse’den Batum’un Sovyet idaresine terki, bu beklentilerin başında gelir. Yine, Sovyet liderlerinden Zinovyev’in, 1920 güzünde Bakû’da tertiblenen “Doğu Halkları Kurultayı”nda, Bolşevikler olarak M. Kemal’e yaptıkları yardımlardan söz etmesi ve ardından ilâvesi de bu cümledendir:
-“Kemal Paşa’nın yönettiği hareket, Halifenin kutsal kişiliğini düşmanların elinden kurtarmayı hedefliyor. (…) Dinî kanaat ve telâkkileri ne olursa olsun, böyle yapmamalıydı. İleriye bakmalı, geçmişi geri getirmeye uğraşmamalıydı. İnanıyoruz ki, Sultanların son saati de gelecek. Yalnız bunu beklerken otokrasiye de müsamaha göstermemeliyiz. Sultanın iradesini yıkmak ve onun yerine gerçek Sovyet rejimini kurmak, sizlerin vazifenizdir!”
Bu sözlerin M. Kemal üzerinde derin tesir uyandırdığını söylemek zor; zirâ belirttiğimiz ve belirteceğimiz gibi, o Osmanlı’yı yıkıp “Cumhuriyet” yapmaya bundan önce karar vermişti. Öte yandan, Zinovyev ve arkadaşlarının, M. Kemal’in sözkonusu kararını bilmeden, Hilâfeti İngilizler’den kurtarmak adına ona destek verdiklerine ve bu destekle Ankara’da ilk askerî birlikler kurulup, Yunan’a karşı koyacak güce erildiğine inanmak da zor; yoksa sırf İngilizlere karşı verilecek bir desteği, sözkonusu Kurultay’a “Komünist” sıfatıyla katılan Mustafa Suphi’ye veya bunun için can atan Enver veya Cemal’e veya Ethem’e de verebilirlerdi.
Bu noktada, Sovyetler’in dâvâsını nasıl anlamalı: Kendileri, “halkları özgürleştirmek” adına Rus Çarlığının vaktiyle işgâl etmiş olduğu ülkeleri yeniden işgâl etmek için yıllarca mücadele ederken, Hilâfetin İslâm ülkelerini yeniden birleştirmesine yahut Kemalist Hareketin eski Osmanlı topraklarına doğru genişlemesine şiddetle karşı gelirler!
***
5 Kasım 1918 günü, Cihangiroğlu İbrahim Bey önderliğinde “Kars İslâm Şûrâsı” adı altında bir hükümet kurulmuştu. 12 Nisan 1919’da İngilizler Kars’a saldırdılar, hükümeti yıkıp, ileri gelenlerini Malta adasına sürerek, şehri Ermenilere verdiler. Bunun ardından, 25 Mayıs 1919’da, Tahirbeyzade Yusuf Ziya Bey önderliğinde “Oltu İslâm Şûrâsı” kuruldu. Ayrıca Göle’de “Kafkas Çiftçi Şûrâsı” ve Nahçivan’da bir şûrâ hükümeti kuruldu. İngiliz yetkilileri, Nisan ayında Osmanlı hükümetine başvurmuşlar, hududun iç tarafındaki Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas gibi Şark vilâyetlerinin herbirinde “şûrâ” hükümetleri kurulduğunu, bunların silahlanıp örgütlendiğini ve bir tedbir alınmasını istemişlerdi. Osmanlı hükümeti de verdiği cevabda, Mustafa Kemal Paşa’nın bölgeye gönderileceğini ve durumla yakından ilgileneceğini bildirnişti.
“Şûrâ” kelimesi, o günlerde Rusça “Sovyet” kelimesine karşılık kullanılıyordu. Bu şûrâları kuranlar, Sovyetler Birliği’nin yardımını alarak İngiliz işgâlinden kurtulmayı umuyorlardı. Aralarında “şûrâ”nın İslâmın özünde bulunan bir sistem olduğunu ve dolayısiyle Bolşevikliğin İslâma en uygun ideoloji olduğunu düşünenler olduğu gibi, pragmatik ve taktik amaçlarla Sovyet desteği umanlar da vardı. Daha önemlisi Enver, firar ettiği Almanya’dan Rusya’ya geçmiş, Sovyet desteğiyle Kafkaslar’a inmiş ve bu “şûrâ” hükümetlerinin pek çoğunu adamları vasıtasıyla bizzat örgütlemişti. Enver’in İttihat ve Terakki’yi dirilteceği, Sovyet desteğiyle Anadolu’ya döneceği ve İngilizleri denize dökeceği, bir efsane halinde bütün Şark’ta dolaşıyordu. Enver Osmanlı’yı yeniden ayağa kaldıracak bir “konfederasyon” peşindeydi. İngilizleri asıl çıldırtan ve M. Kemal’den kuşkulanmalarına yol açan da buydu. O dönemde Anadolu’ya çok sayıda Sovyet ajanının sızmış olduğu söylenir. Denildiğine göre, bunlar henüz Havza’da bulunduğu sırada M. Kemal’le görüşmüşler, Hilâfet ve Saltanat aleyhinde bir mücadeleye girişmesi halinde kendisine maddî ve manevî her türlü desteğin Sovyetler tarafından sağlanacağını belirtmişlerdir. Bu rivayetin gerçek olması için, Bolşeviklerin İngilizler’den daha ileri görüşlü ve M. Kemal’in Anadolu’ya Millî Mücadele için gittiğini daha o günlerden biliyor olmaları gerekir. Fakat Havza’ya dair bu rivayet doğru olmasa bile, M. Kemal’in derhal Sovyetler’le temasa geçtiği, onlardan silâh ve para istediği, üstelik Lenin’le sadece İngilizlere karşı değil, Vahidüddin’e ve Enver’e karşı da bir ittifak içine girdiği ve nihayet ikisini de tasfiye ettiği doğrudur.
Öte yandan, Doğu’da bir kısmı devrilen bağımsız şûrâ hükümetlerini Millî Mücadeleye dahil eden olduğu gibi, Enver’in Sovyet desteğinin kesilmesi ve nihayet tasfiyesi için en büyük gayreti gösterenlerin başında da Kâzım Karabekir’in geldiğini bilmek gerekir.
***
Meşhur komünist yazar Şemsutdinov’un, Kemalist Hareketine Bolşevikliğe olan minnet borcunu gösterme gayesine matuf meşhur kitabında, M. Kemal’in, Sovyetler’ce BMM hükümetini tanıması kararına ilişkin şükran mektubunda, Sovyet Dışişleri Halk Komiserliği’ne şöyle yazdığını öne sürer:
-“Size, sadece kendi zincirlerini kırmakla yetinmeyip, iki yıldan fazla zamandır bütün dünyanın kurtarılması uğrunda eşi görülmemiş bir mücadele yürüten ve zulmün dünya yüzünden sonsuzadek silinmesi için duyulmamış acılara seve seve katlanan Rus halkına, Türk halkının hayranlık duyduğunu bildirmekten çok büyük mutluluk duyuyorum.
…Bir yandan Batı emekçilerinin, öte yandan köle Asya ve Afrika halklarının, beynelmilel sermayenin, efendilerinin en yüksek kârı elde etmek için onları kullandıklarını anladıkları ve sömürge politikasının bir suç olduğu şuurunun dünya emekçi kitlelerinin kafasına yerleştiği gün, burjuvazinin hâkimiyetinin sona ereceğine ilişkin inancımın, bütün yurttaşlarım tarafından da paylaşıldığına eminim.”
Evet… Saray, Hükümet, İttihatçılar, İtilâfçılar, İslâmcılar, İtalyanlar, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar; herbiri nasıl M. Kemal’i kendilerinden sandılarsa, şimdi de en ileri komünist şuuruyla yazılmış intibaı veren bu mektubu gören Sovyetler, onu kendilerinden bilmekte ve yardım etmekteydiler. Bu durum, M. Kemal’in içeride “Bolşevik” suçlamasıyla yoğun bir muhalefetle karşılaşmasına yol açacağı gibi, gelecekte de Kemalist anlayışın Bolşevik ideolojisiyle karışmasına sebeb olacak ve “uydurma tarih tezleri” bu zeminde gelişip serpilecek, Kemalizm yarı Bolşevik, yarı Siyonist bir zemine çekilmek istenecektir.
Hâlbuki, M. Kemal, Bolşevikliğe daha ziyade pragmatik açıdan yaklaşmış, ama Batılı modelde bir “Cumhuriyet”e daima inanmış gibidir. Bolşeviklik onun için hiç gerçek bir alternatif olmuş mudur? Belki Batı’da aradığı desteği bulamazsa olacaktır. Zirâ bu dâvâyı, Batılılar’ı isteklerine iknâ edebilmek için ustaca kullandığına kuşku yoktur. Bir ara İngilizler’e gözdağı vermek için Batum’da bir “şûrâ – sovyet” hükümeti ilân etmeyi bile düşünmüş, ama neden sonra bu fikri uygulamaktan vazgeçmiştir. Herhalde şöyle bir misâl, meseleyi daha iyi ortaya koyar:
1920’de Ankara’da “Yeşil Ordu” adında gizli bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyet, İslâm Bolşevik Ceridesi adında bir yayın organı çıkarmakta ve bunu el altından halka ulaştırmaya çalışmaktadır. Cemiyetin güdücüleri, Eyüp Sabri, Yunus Nadi, Adnan Adıvar, Celal Bayar, Hakkı Behiç, Reşid (Ethem’in ağabeyi) gibi, Kemalist Hareketin önemli isimleridir. Daha doğrusu bu gizli cemiyet, M. Kemal’in izni ve bilgisi dahilinde, İttihatçı gelenekten gelen birtakım Makedonya muhacirleriyle bir kısım Çerkeslere kurdurulmuştur. Gayesi, iç isyanları bastırmak ve Millî Mücadelenin paralelinde Kemalist Hareketi temellendirmektir. (Yukarıda görülen, Anadolu’yu kasıp kavuran “Bolşevik, Zındık” söylentilerinin ve iç isyanların kaynaklarından biri buydu.)
Fakat Ethem çıkagelince, işin rengi değişir. Cemiyet, sonunda, aradığı “Bolşevik Lider” tipini Ethem’de bulmuştur ve onu dâvâya kazandırmaya bakarak, yavaş yavaş Kemalist yoldan sapmaya başlar. M. Kemal bunu farkedince, cemiyetin kapatılmasını ister ve ona muhalif olarak Türkiye İştirakiyyun Fırkası’nı (TKP) kurdurur. Ancak cemiyetin Makedonyalı güdücüleri bu yeni örgüte geçerken, Hakkı Behiç, Reşid gibi Çerkes güdücüleri ayak direrler. Ethem’i lider ve Eskişehir’i merkez alarak, İslâmiyetle komünizmi birleştirici yeni bir mezheb ihdasına koyulurlar. Hattâ Sovyet ajanlarının da Ethem’in başa geçeceği bir Bolşevik İhtilâli için epey uğraştıkları söylenir. Ne var ki, kardeşleri bu işe bütün varlıklarıyla katılırken, Ethem kendisine teklif edilen şeyi sevmez. Daha sonraki Kemal’e isyanının Bolşeviklikle bir ilgisi yoktur ama, onun tarafından “Yeşil Ordu”cu diye damgalanmaktan kurtulamaz.
Aynı şey, Bakû’deki Doğu Halkları Kurultayı’nda Enver’le alay eden ve Kemal’e destek veren Türkiye İştirakiyyun Fırkası mensubları için de geçerlidir. M. Kemal’in, önce bunların Rusya’daki ilişkilerinden yararlandığı, sonra da Anadolu’ya geçmek isterlerken, başkanları Mustafa Suphi ile beraber Karadeniz’e gömdüğü bilinmektedir.
***
Türkiye yakın tarihi üzerine araştırmalarıyla son yıllarda adından söz ettiren Hollandalı akademisyen Erik-Jan Zürcher, 1921’deki Türk – Sovyet mutabakatının mimarı Yusuf Kemal (Tengirşek) ile Lenin arasında şöyle bir diyalog geçtiğinden söz eder:
- Biz biliyoruz ki, Mustafa Kemal ve Türkiye sosyalist olmayacaktır. Ama Mustafa Kemal de ortak düşmanımıza karşı savaşmaktadır. Ona yardım etmek istiyoruz. Peki, Mustafa Kemal bizim yardımımıza rağmen sonunda emperyalizmle anlaşırsa ne olacaktır?
- Eğer böyle bir durum olursa, biz Meclis olarak Mustafa Kemal’i Meclis’in bahçesinde asarız!
Hollandalı akademisyen, bu sözlerin duyulması üzerine Yusuf Kemal’in Hariciye Vekilliği görevinden alındığını söylerse de, bu doğru değildir. Yusuf Kemal, Moskova Antlaşması’ndan sonra Hariciye Vekili olmuş, kısa süre sonra istifâ etmiş, diplomatlık yapmış ve M. Kemal sağ olduğu müddetçe de yakın hizmetini sürdürmüştür. Önce Ruslar’la, daha sonra İngilizler’le münasebetleri düzenleyici bir “karakutu” olarak…
Yukarıdaki sözlerine gelince; o aralar sürüsüne bereket, ne dediğini bilmez ve zaten bahsedeğmez, virgüllük şahsiyetlerden teki olmasındandır.
Daha en başından beri, M. Kemal’in çıkışına karşı olan ve onu Bolşeviklikle, Farmasonlukla, hattâ Deccallıkla suçlayan birçok kesim vardı. İstanbul’da yayınlanan ve birbirinden farklı çevrelerin sesini yansıtan “Alemdar”, Peyâm-ı Sabah”, “Türkçe İstanbul”, “Tasvir-i Efkâr”, “Aydede”, “Rönesans”, “Renin”, “Ümid”, “Akşam”, “Açıkgöz”, “Mesuliyet” ve Anadolu’da yayınlanan “Ferdâ”, “İrşad”, “Zafer”, “Adana Postası” gibi gazeteler, sürekli bir biçimde M. Kemal’i ve hareketini karalayıcı yayınlar yapıyorlardı. Bunlar arasında koyu İngiliz hayranları ve hattâ ajanları olduğu gibi, sadece İngiltere’ye karşı bir girişim yapılmasından korku duyanlar da vardı. Çoğu Jeune turc kalıntıları ve Batıcılardı. Ama aralarında Şeriate ve Hilafete bağlı olanlar ve M. Kemal’in öyle olmadığından kaygı duyanlar da vardı.
Damad Ferid, tıpkı M. Kemal’in birçok kesimi arkasında toplaması gibi, bütün bu kesimleri peşine takmıştı. Bir kısmı İslâmcı kaygılarla, bir kısmı Batıcı kaygılarla, bir kısmı İttihatçılara düşmanlığıyla, bir kısmı kendi zümresine aid etnik kaygılarla, bir kısmı da sırf Anadolu hareketini Makedonya muhacirleri sevk ve idare ediyor diye onlara olan husumetleriyle, Damad Ferid’e destek vermişlerdi. Salih Paşa’nın istifâsından sonra yeniden hükümeti eline alan Damad Ferid, bu kesimlerin sesine uyarak, evvelâ M. Kemal ve arkadaşlarını yeniden “gayrımeşrû” ilân etmiş, Divan-ı Harbe verdirmiş, haklarında Şeyhülislâm Dürrizade’den “katli vacibdir” fetvâsını çıkarttırmıştı. Bu kesim, Sevr’in de, M. Kemal ve arkadaşlarına kızan Batılılar’ın, onlar yüzünden gözümüze soktukları bir musibet olduğuna inanıyorlardı.
(Dürrizade Abdullah’ın fetvâsının, Anadolu’ya İngiliz ve Yunan uçaklarıyla dağıtıldığı söylenir. Anadolu İsyanı, bu fetvâya bağlanır. Buna mukabil, Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) başkanlığında 153 Anadolu Müftüsü, işgâl altında çıkarılan bir fetvâya dinen uymak gerekmediği, Ankara’yı destekleyecekleri yollu karşı fetvâlar çıkarır. Bektaşî lideri Cemaleddin Efendi de, bütün Alevî – Bektaşîlerin Kemalist Harekete katılması çağrısında bulunur ve Dersim yöresi dışında büyük ölçüde bu çağrıya uyulur.)
Anadolu isyanının arkasında, Millî Mücadele düşmanlığı değil, ama özellikle, İttihat ve Terakki düşmanlığı, hâkim bir motifti. M. Kemal ve arkadaşları, isyancılara, milleti felâketten felâkete sürükleyen yeni bir Selânik İhtilâli peşindeymiş gibi görünüyordu. Resmî tarihçilerin “Millî Mücadele karşıtlığı” olarak niteleyecekleri kesimlerin pek çoğu, sadece İttihat ve Terakki karşıtıydılar. 21 Şubat 1920 tarihli Alemdar gazetesinde Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi şöyle demişti:
-“Zavallı Türk milleti! Dünkü gün Ruslar ezelî düşmanımızdır diyerek seni Almanlarla beraber harbe sokanlar, bugün de Bolşeviklik namı altında Moskoflarla birleşmeye davet ediyorlar.”
M. Kemal’in arkasında, Padişaha ve İslâma düşman birtakım İttihatçılar olduğu gibi, Hilâfeti ve Şeriati her şeyin üstünde tutan güçlü bir çevre de vardı. Bunlar, Damad Ferid’in girişimlerine derhal karşı fetvâlarla ve çeşitli beyanlarla cevab vermişlerdi. Sevr’den sonra ise M. Kemal, Meclisi toplamış ve Sevr’e imzâ atanları “vatan haini” ve “vatansız” ilân eden bir karar almıştı. Verdiği izahatlarda da sürekli “Hilâfet ve Saltanatı kurtarmak” vurgusu yaptığı için, Damad Ferid’le aralarındaki kavga, ideolojik renk ayrımı henüz net yapılamayacak, sadece işgâle karşı direnmekle direnmemek tartışmasından doğan bir kavgaydı. Şimdilik ideolojik rengini pek belli etmeyen Kemal, vatanı silahla savunmaktan ibaret metodunda, Damad Ferid ve temsil ettiği kesimlere karşı elbette haklıydı. Ama nihaî gaye yönünden kuşku uyandıran muğlâklığı, sözkonusu haklılığını izale ediyor gibiydi.
Nitekim M. Kemal’in yaptıklarına karşı olmadığı hâlde, sadece niyetinden emin olamadıkları için kendisine karşı gelenler de vardı. Karabekir, Rauf, Ali Fuad, Refet, Adnan Adıvar, Halide Edib gibi Kemal’in en yakınındaki isimler -daha çok İttihatçılar-, işin sonunda Kemal’in diktatörlüğünü ilân etme endişesi taşıdıkları için, işin başında onun bulunmasından rahatsızdılar. Bunun yanında, hükümeti zamanında Millî Mücadele heyecanının ayyuka vardığı Ali Rıza Paşa gibi bazıları, M. Kemal’in niyeti hakkında daha derin kuşkular taşıyorlardı. Ali Rıza Paşa bir gün M. Kemal’in de sevdiği ve desteklediği Ahmed İzzet Paşa’ya giderek, dehşetten açılmış gözlerle şöyle haykırmıştı:
-“Cumhuriyet yapacaklar, Cumhuriyet! Hakikî maksadları bu!”
Vahidüddin, sonradan Ali Rıza Paşa’yı bunu bildiği halde kendisinden saklamakla suçlayacaktı.
***
Sultan Vahidüddin’den de bu hizâda bazı sözler nakledilmiştir. Ancak bu sözler, genellikle Vahidüddin’in Millî Mücadeleye karşı olduğunu isbatlamak isteyenler tarafından ve sansürlü olarak nakledildiği için, başı ve sonu yoktur. Ayrıca -bizim görebildiğimiz- hiçbiri orijinâl kelimeleriyle değil, maksada uygun “sadeleştirme”leriyle yansıtıldığı için, sağlıklı değildir. Bununla beraber, devrin çalkantıları hakkında fikir vermektedir.
6 Nisan 1920’de;
-“Ankara’nın askerî ihtilâl cemiyeti, sadece İttihat ve Terakki Fırkası’nın hortlamasıdır. Yunan saldırısının uyandırdığı hissiyatı istismar ederek göz boyamaya imkân sağlayan millîcilik maskesi altına gizlenmiştir. Halkın yüzde 90’ı Ankara’nın gidişine karşıdır. Ancak onların tazyikleriyle başkaldırmaları önlenmiştir.”
21 Mart 1921’de;
-“Bir avuç eşkıyâ tam bir hâkimiyet kurmuşlar… Ankara’nın liderleri, bu memlekette dikili ağacı olmayan; ne kan bağıyla, ne de başka bir şeyle memlekete bağlı olmayan kimseler… M. Kemal kökeni belli olmayan Makedonya komitecisidir. Kanı Bulgar, Sırp, Rum her şey olabilir. Daha ziyade Sırp’a benziyor. Onların arasında hakikî bir Türk yoktur. Hakikî Türk, aslına bağlıdır.”
23 Mayıs 1921’de;
-“Ankara liderleri, şahsî çıkarlarına bağlı olarak kundakçılığı destekliyorlar. Masum halk her ikisinin de kurbanıdır. Kendi vatanı çılgın düşünceli kalabalıklarla dolup taşıyor. Onlar Bolşevik yardımına güveniyorlar… Güdülecek siyaset (…) Bolşevikleri Kafkasya’nın ötesine atmak olmalıdır.”
Sultan Vahidüddin, Divan-ı Harb tarafından verilen, M. Kemal ve arkadaşlarının idamına ilişkin kararı, 24 Mayıs 1920’de “yakalandıklarında yeniden yargılanmaları şartıyla” imzâladı. Hakkında karar imzalananlar, Selânikli Mustafa Kemal Efendi, Kara Vasıf Bey, Salacaklı Fuad Paşa, Salacaklı Alfred Rüstem, İstanbullu Adnan Bey (Adıvar) ve İstanbullu Halide Edib Hanım’dı. Bundan bir süre sonra, Fevzi Paşa, İsmet, Bekir Sami, Celaleddin Arif, Dr. Rıza Nur, Yusuf Kemal (Tengirşek), Mehmed Rıfat (Börekçi) ve Fahreddin (Altay) hakkında da benzer idam kararları çıkacaktı. Karar metninde şöyle deniyordu:
-“Kuvâ-i Milliye adı altında çıkarttıkları karışıklık ve anayasaya aykırı olarak halktan para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların düzenleyicisi ve kışkırtıcısı oldukları anlaşılan…”
Böylece Padişah, birkaç ay içinde, değişen hükümetlere ve işgâlcilerle olan münasebetlere bağlı olarak, M. Kemal ve arkadaşlarını bir reddeden, bir kabul eden zigzaglı bir politika takib etmek durumunda kalacaktır. Fakat hadiselerin dışyüz görünüşleri, bunları çarpıtılmamış, eklenmemiş ve çıkarılmamış farzetsek bile, onların içyüz gerçeklerini açıklamaya her zaman yardımcı değildir; zirâ bu eleştiri ve tepkilere nazaran, Vahidüddin’i Millî Mücadele karşıtı olarak değil, “Millî Mücadelenin Gizli Mimarı” olarak görmek borcumuz devam eder. Tam da, en yaman düşmanlarının dilinden dökülen şu gerçekten ötürü:
-“Bâbıâli iki taraflı oynuyordu. Görünürde Millî Mücadele’nin karşısında, ama gizliden gizliye onun yanındaydı. Kuvâ-i Milliye Anadolu’da, Ermenileri Doğu’ya, Rumları da Batı’ya püskürtecek yeni bir meclis kurduğunda, çok cılız bir protesto çekti. Böyle yapmakla, tarafları birbirine yaklaştırmaktansa, birbirinden ayırmanın daha elverişli olacağını düşünüyordu. Bu ince düşünce tarzı, eski Türk diplomasisinin esaslarından biriydi. İçinden İngilizler’in aptallıklarına, (Intelligence Service)’in beceriksizliklerine gülüyordu.”
***
Bu devirde Saray çevresinden ve Sultan Vahidüddin’in yakınlarından, Ankara hareketine karşı açık bir destek verildiği de bilinmektedir. Bu desteklerden biri, Veliahd Abdülmecid’den gelmiştir. Abdülmecid, Damad Ferid’i şiddetle eleştirmekte ve Kuvâ-i Milliye’yi destekleyen beyanlarda bulunmaktadır. Damad Ferid için şu sözleri vâkidir:
-“Tecrübesiz bir Sadrazam, halkı ümidsizliğin son noktasına ulaştırdı.”
-“Milletle Padişah arasına siyah bir perde çekti!”
Veliahd, Damad Ferid’i işgâllere karşı tepkisiz kalmakla suçluyordu ki, belirttiğimiz gibi, bu sırada asıl çelişki buydu. Abdülmecid, Damad Ferid’in değil, Anadolu’daki Millî Mücadele yanlısı derneklerin ve Heyet-i Temsiliyye’nin desteklenmesi noktasında Sultan Vahidüddin’e bir muhtıra da vermişti. Abdülmecid bu çabaları üzerine M. Kemal tarafından Ankara’ya davet edildiyse de gitmedi. Prof. Yaşke’ye göre, Ankara hareketinin “Cumhuriyet” fikrine doğru şekillenmekte olduğunu farketmişti. Tabiî ki, Millî Mücadeleyi ne kadar desteklese de, hiçbir hanedan mensubu, Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına kendi eliyle son vermeyi kabul edemezdi. Nitekim 1922’de Sakarya Meydan Muharebesi başladığında hâlen Ankara’ya destek vermekte olan, Ayasofya ve Fatih Mitinglerine katılacak olan Abdülmecid, Cumhuriyetin ilânından sonra “Halife” ilân edilecek, ama kısa zamanda Ankara hükümetiyle ters düşecek ve 1924’te Hilâfetin kaldırılmasıyla ülkeyi terkedecekti. Bu durum, Ankara’ya muhalefetin, en azından bir kısmının “Millî Mücadeleye muhalefet” demek olmadığının en açık delilllerinden biriydi.
Abdülmecid, Ankara’nın çağrısına –haklı sebeblerle- uymamış olmasına rağmen, oğlu Şehzade Ömer Efendi’yi Ankara’ya göndermişti. Kemal’in talib olduğu ama alamadığı Sabiha Sultan ile evli bulunan, birkaç yıl Fenerbahçe kulübüne başkanlık yapan ve kulübün Millî Mücadeleye desteğinden dolayı işgâlciler tarafından kapatılmasına yol açan Şehzade Ömer Efendi de Millî Mücadelenin açık destekçilerinden biriydi. Onun bu tutumunun bizzat Padişah tarafından teşvik edildiğine dair kuvvetli tarihî alâmetler vardır ki, Üstad Necib Fazıl’ın “Vahidüddin” kitabında bundan bahsedilir.
1921’in Nisan ayında Şehzade Ömer Efendi, Padişah tarafından görevlendirilerek gizlice Anadolu’ya geçti. İnebolu’da karaya çıkan Şehzade Ömer Efendi, halkın yoğun tezahüratıyla karşılandı. Ankara’ya haber göndererek Millî Mücadeleye fiilen katılmak istediğini belirtti. Ancak Kemal’in 27 Nisan tarihli cevabı ilginçti: “Hanedan mensublarının hizmetlerinden faydalanılacak zaman olmadığını, şimdilik İstanbul’da oturmaları gerektiğini” söylüyordu. Bu haberi nakleden Kemalist yazar, bu cevabın gerekçesi olarak, bozuk bir Türkçe’yle, “Çünkü koşullar değişmişti” diyor… Ama aynı gerekçeyi Sultan Vahidüddin için kabul etmeye gelince, bir tuhaf oluyorlar. 1920’de Divan-ı Harb tarafından M. Kemal hakkında verilen idam kararını hepsi büyük puntolarla yazıyor ve Padişah’a mâletmek için yarışıyorlar da, daha bir sene dolmadan askerî temyiz mahkemesinin bu kararı bozduğundan ve Padişah’ın da bu bozma kararını tasdik ettiğinden hiçbiri bahsetmiyor. Hani “koşulların değişmesi”?..
Burada hatırlanması gereken başka bir husus da, Vahîdüddin ile Kemal’in, İzmir’in kurtulduğu 1922 Eylül’üne kadar yazışmalarının devam etmesi, Vahîdüddin’in İzmir kurtulduktan sonra “vatan haini” ilân edilmesi ve konuya ilişkin belgelerin bir devlet kurumunda sır gibi saklanması, tarihin gözünden kaçırılmasıdır.
***
Kemal’in Anadolu İsyanı sırasında yoğun şekilde “Bolşeviklik”le suçlanmasının hikâyesine gelince… Tarık Zafer Tunaya, Nisan 1919’da, Rus yazarı Steklov’un, İzvestiya gazetesinde yazdığı ve “Türk İhtilâli” adını verdiği makalesinde şöyle dediğini haber verir:
-“Şimdi Türk İhtilâli, Çanakkale Boğazı’nı Türk emekçi sınıflarının eline, bu yoldan, içlerinde Ruslar’ın da bulunduğu, dünya proleterlerine vermektedir. Böylece Rus emperyalizminin yüzyıllardır çevirdiği entrikalarla başaramadığı şey, olgun bir erik gibi, Rus işçi sınıfının avucuna düşüyor.”
Ruslar’ın, emperyalistiyle komünistiyle avucuna düştükleri “Çanakkale Boğazı” saplantısı, enteresandır. Ancak burada daha enteresan bir durum vardır: Nisan 1919’da henüz “Mustafa Kemal” ismi ortalarda olmadığına göre, Rus yazarının “Türk İhtilâli” tabirinden neyi kasdettiği belli değildir. Demek ki Ruslar, işgâl altındaki Anadolu’ya el atmaya ve orada “antiemperyalist bir isyan” kılığında “Bolşevik bir ihtilâl” kotarmaya, herkesten önce karar vermişler, bunun adını bile koymuşlardır:
-“Türk İhtilâli!”
M. Kemal, bu çabayı farketmekte gecikmedi. İlk fırsatta, daha BMM hükümeti kurulmadan, İstanbul’daki İngiliz hapsinden kaçmış, Anadolu’ya geçmiş bulunan Halil’i Moskova’ya gönderdi. Bu ziyaret, Sovyetler’in, Enver’den daha fazla ilgisini çekti. Enver, onlar için güvenilmez biriydi ve şimdi de, Bolşevik görüntüsü altında Anadolu’ya girip, Millî Mücadelenin başına geçmekten başka bir emel beslemiyordu. Enver’e verdikleri desteği geri çektiler; onun Anadolu’ya geçmesini yasakladılar, bütün güçleriyle M. Kemal’i desteklemeye koyuldular. Halil 1920’de Moskova’dan dönerken, beraberinde 100 bin lira değerinde Sovyet altunu getiriyordu. Aynı yıl, Bekir Sami Moskova’ya gönderildi. O da ilk silâh ve cephane yardımını sağlamayı ve 1 milyon altun ruble ile geri dönmeyi becerecektir.
Sovyetler’in Mayıs 1919 ile Kasım 1923 arasında, toplam 45.000 tüfek, 52.000 cephane, 167.000 top mermisi ve benzeri harb malzemeleriyle yaklaşık 82.000.000 civarında nakdî yardım yaptıkları ve birkaç yıl süren, yılda 10 milyon rublelik ek yardımda bulundukları söylenir. Ayrıca, Türk-Yunan savaşına bizzat subaylarıyla katıldıklarını belirtenler de vardır. Ama bu yardımlar karşısında Sovyetler’in beklentisinin ne olduğu üzerinde pek durulmaz. Henüz Osmanlı bayrağı taşıyan Azerbaycan’ın Sovyetler tarafından işgâline göz yumulması ve Vilâyât-ı Selâse’den Batum’un Sovyet idaresine terki, bu beklentilerin başında gelir. Yine, Sovyet liderlerinden Zinovyev’in, 1920 güzünde Bakû’da tertiblenen “Doğu Halkları Kurultayı”nda, Bolşevikler olarak M. Kemal’e yaptıkları yardımlardan söz etmesi ve ardından ilâvesi de bu cümledendir:
-“Kemal Paşa’nın yönettiği hareket, Halifenin kutsal kişiliğini düşmanların elinden kurtarmayı hedefliyor. (…) Dinî kanaat ve telâkkileri ne olursa olsun, böyle yapmamalıydı. İleriye bakmalı, geçmişi geri getirmeye uğraşmamalıydı. İnanıyoruz ki, Sultanların son saati de gelecek. Yalnız bunu beklerken otokrasiye de müsamaha göstermemeliyiz. Sultanın iradesini yıkmak ve onun yerine gerçek Sovyet rejimini kurmak, sizlerin vazifenizdir!”
Bu sözlerin M. Kemal üzerinde derin tesir uyandırdığını söylemek zor; zirâ belirttiğimiz ve belirteceğimiz gibi, o Osmanlı’yı yıkıp “Cumhuriyet” yapmaya bundan önce karar vermişti. Öte yandan, Zinovyev ve arkadaşlarının, M. Kemal’in sözkonusu kararını bilmeden, Hilâfeti İngilizler’den kurtarmak adına ona destek verdiklerine ve bu destekle Ankara’da ilk askerî birlikler kurulup, Yunan’a karşı koyacak güce erildiğine inanmak da zor; yoksa sırf İngilizlere karşı verilecek bir desteği, sözkonusu Kurultay’a “Komünist” sıfatıyla katılan Mustafa Suphi’ye veya bunun için can atan Enver veya Cemal’e veya Ethem’e de verebilirlerdi.
Bu noktada, Sovyetler’in dâvâsını nasıl anlamalı: Kendileri, “halkları özgürleştirmek” adına Rus Çarlığının vaktiyle işgâl etmiş olduğu ülkeleri yeniden işgâl etmek için yıllarca mücadele ederken, Hilâfetin İslâm ülkelerini yeniden birleştirmesine yahut Kemalist Hareketin eski Osmanlı topraklarına doğru genişlemesine şiddetle karşı gelirler!
***
5 Kasım 1918 günü, Cihangiroğlu İbrahim Bey önderliğinde “Kars İslâm Şûrâsı” adı altında bir hükümet kurulmuştu. 12 Nisan 1919’da İngilizler Kars’a saldırdılar, hükümeti yıkıp, ileri gelenlerini Malta adasına sürerek, şehri Ermenilere verdiler. Bunun ardından, 25 Mayıs 1919’da, Tahirbeyzade Yusuf Ziya Bey önderliğinde “Oltu İslâm Şûrâsı” kuruldu. Ayrıca Göle’de “Kafkas Çiftçi Şûrâsı” ve Nahçivan’da bir şûrâ hükümeti kuruldu. İngiliz yetkilileri, Nisan ayında Osmanlı hükümetine başvurmuşlar, hududun iç tarafındaki Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas gibi Şark vilâyetlerinin herbirinde “şûrâ” hükümetleri kurulduğunu, bunların silahlanıp örgütlendiğini ve bir tedbir alınmasını istemişlerdi. Osmanlı hükümeti de verdiği cevabda, Mustafa Kemal Paşa’nın bölgeye gönderileceğini ve durumla yakından ilgileneceğini bildirnişti.
“Şûrâ” kelimesi, o günlerde Rusça “Sovyet” kelimesine karşılık kullanılıyordu. Bu şûrâları kuranlar, Sovyetler Birliği’nin yardımını alarak İngiliz işgâlinden kurtulmayı umuyorlardı. Aralarında “şûrâ”nın İslâmın özünde bulunan bir sistem olduğunu ve dolayısiyle Bolşevikliğin İslâma en uygun ideoloji olduğunu düşünenler olduğu gibi, pragmatik ve taktik amaçlarla Sovyet desteği umanlar da vardı. Daha önemlisi Enver, firar ettiği Almanya’dan Rusya’ya geçmiş, Sovyet desteğiyle Kafkaslar’a inmiş ve bu “şûrâ” hükümetlerinin pek çoğunu adamları vasıtasıyla bizzat örgütlemişti. Enver’in İttihat ve Terakki’yi dirilteceği, Sovyet desteğiyle Anadolu’ya döneceği ve İngilizleri denize dökeceği, bir efsane halinde bütün Şark’ta dolaşıyordu. Enver Osmanlı’yı yeniden ayağa kaldıracak bir “konfederasyon” peşindeydi. İngilizleri asıl çıldırtan ve M. Kemal’den kuşkulanmalarına yol açan da buydu. O dönemde Anadolu’ya çok sayıda Sovyet ajanının sızmış olduğu söylenir. Denildiğine göre, bunlar henüz Havza’da bulunduğu sırada M. Kemal’le görüşmüşler, Hilâfet ve Saltanat aleyhinde bir mücadeleye girişmesi halinde kendisine maddî ve manevî her türlü desteğin Sovyetler tarafından sağlanacağını belirtmişlerdir. Bu rivayetin gerçek olması için, Bolşeviklerin İngilizler’den daha ileri görüşlü ve M. Kemal’in Anadolu’ya Millî Mücadele için gittiğini daha o günlerden biliyor olmaları gerekir. Fakat Havza’ya dair bu rivayet doğru olmasa bile, M. Kemal’in derhal Sovyetler’le temasa geçtiği, onlardan silâh ve para istediği, üstelik Lenin’le sadece İngilizlere karşı değil, Vahidüddin’e ve Enver’e karşı da bir ittifak içine girdiği ve nihayet ikisini de tasfiye ettiği doğrudur.
Öte yandan, Doğu’da bir kısmı devrilen bağımsız şûrâ hükümetlerini Millî Mücadeleye dahil eden olduğu gibi, Enver’in Sovyet desteğinin kesilmesi ve nihayet tasfiyesi için en büyük gayreti gösterenlerin başında da Kâzım Karabekir’in geldiğini bilmek gerekir.
***
Meşhur komünist yazar Şemsutdinov’un, Kemalist Hareketine Bolşevikliğe olan minnet borcunu gösterme gayesine matuf meşhur kitabında, M. Kemal’in, Sovyetler’ce BMM hükümetini tanıması kararına ilişkin şükran mektubunda, Sovyet Dışişleri Halk Komiserliği’ne şöyle yazdığını öne sürer:
-“Size, sadece kendi zincirlerini kırmakla yetinmeyip, iki yıldan fazla zamandır bütün dünyanın kurtarılması uğrunda eşi görülmemiş bir mücadele yürüten ve zulmün dünya yüzünden sonsuzadek silinmesi için duyulmamış acılara seve seve katlanan Rus halkına, Türk halkının hayranlık duyduğunu bildirmekten çok büyük mutluluk duyuyorum.
…Bir yandan Batı emekçilerinin, öte yandan köle Asya ve Afrika halklarının, beynelmilel sermayenin, efendilerinin en yüksek kârı elde etmek için onları kullandıklarını anladıkları ve sömürge politikasının bir suç olduğu şuurunun dünya emekçi kitlelerinin kafasına yerleştiği gün, burjuvazinin hâkimiyetinin sona ereceğine ilişkin inancımın, bütün yurttaşlarım tarafından da paylaşıldığına eminim.”
Evet… Saray, Hükümet, İttihatçılar, İtilâfçılar, İslâmcılar, İtalyanlar, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar; herbiri nasıl M. Kemal’i kendilerinden sandılarsa, şimdi de en ileri komünist şuuruyla yazılmış intibaı veren bu mektubu gören Sovyetler, onu kendilerinden bilmekte ve yardım etmekteydiler. Bu durum, M. Kemal’in içeride “Bolşevik” suçlamasıyla yoğun bir muhalefetle karşılaşmasına yol açacağı gibi, gelecekte de Kemalist anlayışın Bolşevik ideolojisiyle karışmasına sebeb olacak ve “uydurma tarih tezleri” bu zeminde gelişip serpilecek, Kemalizm yarı Bolşevik, yarı Siyonist bir zemine çekilmek istenecektir.
Hâlbuki, M. Kemal, Bolşevikliğe daha ziyade pragmatik açıdan yaklaşmış, ama Batılı modelde bir “Cumhuriyet”e daima inanmış gibidir. Bolşeviklik onun için hiç gerçek bir alternatif olmuş mudur? Belki Batı’da aradığı desteği bulamazsa olacaktır. Zirâ bu dâvâyı, Batılılar’ı isteklerine iknâ edebilmek için ustaca kullandığına kuşku yoktur. Bir ara İngilizler’e gözdağı vermek için Batum’da bir “şûrâ – sovyet” hükümeti ilân etmeyi bile düşünmüş, ama neden sonra bu fikri uygulamaktan vazgeçmiştir. Herhalde şöyle bir misâl, meseleyi daha iyi ortaya koyar:
1920’de Ankara’da “Yeşil Ordu” adında gizli bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyet, İslâm Bolşevik Ceridesi adında bir yayın organı çıkarmakta ve bunu el altından halka ulaştırmaya çalışmaktadır. Cemiyetin güdücüleri, Eyüp Sabri, Yunus Nadi, Adnan Adıvar, Celal Bayar, Hakkı Behiç, Reşid (Ethem’in ağabeyi) gibi, Kemalist Hareketin önemli isimleridir. Daha doğrusu bu gizli cemiyet, M. Kemal’in izni ve bilgisi dahilinde, İttihatçı gelenekten gelen birtakım Makedonya muhacirleriyle bir kısım Çerkeslere kurdurulmuştur. Gayesi, iç isyanları bastırmak ve Millî Mücadelenin paralelinde Kemalist Hareketi temellendirmektir. (Yukarıda görülen, Anadolu’yu kasıp kavuran “Bolşevik, Zındık” söylentilerinin ve iç isyanların kaynaklarından biri buydu.)
Fakat Ethem çıkagelince, işin rengi değişir. Cemiyet, sonunda, aradığı “Bolşevik Lider” tipini Ethem’de bulmuştur ve onu dâvâya kazandırmaya bakarak, yavaş yavaş Kemalist yoldan sapmaya başlar. M. Kemal bunu farkedince, cemiyetin kapatılmasını ister ve ona muhalif olarak Türkiye İştirakiyyun Fırkası’nı (TKP) kurdurur. Ancak cemiyetin Makedonyalı güdücüleri bu yeni örgüte geçerken, Hakkı Behiç, Reşid gibi Çerkes güdücüleri ayak direrler. Ethem’i lider ve Eskişehir’i merkez alarak, İslâmiyetle komünizmi birleştirici yeni bir mezheb ihdasına koyulurlar. Hattâ Sovyet ajanlarının da Ethem’in başa geçeceği bir Bolşevik İhtilâli için epey uğraştıkları söylenir. Ne var ki, kardeşleri bu işe bütün varlıklarıyla katılırken, Ethem kendisine teklif edilen şeyi sevmez. Daha sonraki Kemal’e isyanının Bolşeviklikle bir ilgisi yoktur ama, onun tarafından “Yeşil Ordu”cu diye damgalanmaktan kurtulamaz.
Aynı şey, Bakû’deki Doğu Halkları Kurultayı’nda Enver’le alay eden ve Kemal’e destek veren Türkiye İştirakiyyun Fırkası mensubları için de geçerlidir. M. Kemal’in, önce bunların Rusya’daki ilişkilerinden yararlandığı, sonra da Anadolu’ya geçmek isterlerken, başkanları Mustafa Suphi ile beraber Karadeniz’e gömdüğü bilinmektedir.
***
Türkiye yakın tarihi üzerine araştırmalarıyla son yıllarda adından söz ettiren Hollandalı akademisyen Erik-Jan Zürcher, 1921’deki Türk – Sovyet mutabakatının mimarı Yusuf Kemal (Tengirşek) ile Lenin arasında şöyle bir diyalog geçtiğinden söz eder:
- Biz biliyoruz ki, Mustafa Kemal ve Türkiye sosyalist olmayacaktır. Ama Mustafa Kemal de ortak düşmanımıza karşı savaşmaktadır. Ona yardım etmek istiyoruz. Peki, Mustafa Kemal bizim yardımımıza rağmen sonunda emperyalizmle anlaşırsa ne olacaktır?
- Eğer böyle bir durum olursa, biz Meclis olarak Mustafa Kemal’i Meclis’in bahçesinde asarız!
Hollandalı akademisyen, bu sözlerin duyulması üzerine Yusuf Kemal’in Hariciye Vekilliği görevinden alındığını söylerse de, bu doğru değildir. Yusuf Kemal, Moskova Antlaşması’ndan sonra Hariciye Vekili olmuş, kısa süre sonra istifâ etmiş, diplomatlık yapmış ve M. Kemal sağ olduğu müddetçe de yakın hizmetini sürdürmüştür. Önce Ruslar’la, daha sonra İngilizler’le münasebetleri düzenleyici bir “karakutu” olarak…
Yukarıdaki sözlerine gelince; o aralar sürüsüne bereket, ne dediğini bilmez ve zaten bahsedeğmez, virgüllük şahsiyetlerden teki olmasındandır.