Aşkâ Mecnun
Kayıtlı Kullanıcı
Adı: Muhammed Faruk
Yalan adı: Haluk, Mehmet, Murat, Tolga, İlkay...
"Şimdi okuyacağınız bu yazı hayatın gerçeklerinden derlenmiş olan bir kesittir." Kurum ve Kuruluşlar Hayal ürünüdür.
Hayatımdan Kesitler... İtiraf Mektupları, Günlüklerim, Ve derlenmeyi bekleyen Şiir vedaları, Hepsi ve daha fazlası devam edecek....
Samsunun küçük bir kasabasında doğup beraber büyüdüğümüz bir dostumun başından geçen sıra dışı olayları anlatmaya çalışacağım.
Yıllar önce Muhammed Faruk ve ben aynı kasabanın komşu çocuklarıydık, Muhammed Faruk benden 3 ay küçük zeki ve akıllı bir çocukluk dönemi geçirmişti, onunla yediğimiz içtiğimiz bir denecek kadar iyiydi gayet mütevazı bir arkadaşlığımız vardı. Çoğu kere vaktimiz hep beraber geçmiş zaman ilerledikçe büyümüş ve olgun bir yaşa erişmiştik, çokluğumuzda hep beraberdik, ortaokul çağlarında hep birlikteydik, Muhammed Faruk’un bir sıkıntısı olduğunda hemen kendini benim yanımda bulurdu. Ahlakı temiz, kalbi pırlanta gibi bir çocuktu, kötülüğü öldürmek iyiliği yaymak için mücadele edicim der dururdu. Liseyi yıllarını beraber okumuştuk aynı medresede eğitim görmüştük, ranzalarımız altlı üstlü değil yan yana idi, yapı olarak durgun bir yapım vardır, hayatta en çok korkum telaş etmek ve aceleye gelmektir. Her işimi zamanında ve vaktinde yapmasını severdim, Muhammed Faruk hiperaktif bir yapıya sahip 5 dk bir durakta durdurup otobüs bekleme gibi bir imkân yoktur onunla öyle ki candan kandan olan bu kardeşimiz ile aramız en ufak bir münasebet ile açılmış ve liseden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştı, artık ayrılık vakti gelmişti, hayatta yalnızlığın ne demek olduğunu belki de ben o zaman anlamıştım, Çünkü kızabileceğim ve her kızdığımda bana tebessüm ettirmeyi öğreten kişi yoktu, kafasını koymuştu ayrı düşmeyi kabullenmişti ama illa da gitmek istiyordu bu fakülteye benim için hayatın en zor dönemi başlıyordu adeta.
Yalnızdım kendimi yalnızlığa nasıl alıştırabilirdim ki?
Zaman çok çabuk geçiyor ve her aklıma estikçe ne yaptığını nasıl bir arkadaşları olduğunu merak eder dururdum bu yıl Hukuk Fakültesinin 3 sınıf öğrencisi idi. Hayatında acaba ne gibi bir değişiklik olmuştu kardeşimin, candan öte sevdiğim saydığım yoldaş bildiğim Gardaşım beni hiç aramamış sormamıştı, bana dargın mıydı hâlâ, kırgınlığı onca yıllara rağmen geçmemiş miydi acaba hiç aklına düşmemiş miydim, hiç mi merak etmiyordu beni tıpkı onu merak eden ben gibi...
Yıllar çok çabuk geçiyordu. Muhammed Faruk’un babası herkes gibi geçimini çiftçilikle sağlan bir kimse idi. Muhammed Faruk ailenin en küçükleri idi, onun sırtındaki sorumluluklar ağır olduğu gibi zordu da, Muhammed Faruk’un babası İhsan amca ailecek görüşüp, birbirimize gidip geldiğimiz kimselerdi bir kuru soğanı bile esirgemeyen kimselerdi. Yoksullardı fakirlerdi ama ne bir kuru soğana ve de bir arpa çorbasına muhtaç kadar eğilmişlerdi. Amaçları ve tek gayeleri Muhammed Faruk’u okutabilmek ve iyi yerlere gelebildiğini görebilmekti, Hayat zorluklarla dolu bir çıkmaz sokak gibi idi adeta bulunduğumuz kasabada her perşembe günleri büyük sohbetler olur kasabanın yerli ve yabancı erkekleri sohbete gitmek için can havli ile perşembe gününü beklerlerdi. Genç arkadaşlar sohbet tefsir, kelam derslerinden sonra büyüklere ikramlar yapmak için adeta yarışırlardı. Artık eskisi gibi ne sohbetlere katılabiliyordum nede Mevla’nın bana bahşettiği güzelliklere şükredebiliyordum ziyadesi ile Katıldığım sohbet geceleri bir köşeye çekilir adeta kendimden geçercesine dertlenirdim,
Çoğu zaman hasta oldum Hastalığım bir dostun umrundamıydı ki?
Sessiz, suskun, sukutu daha çok sever ve kendimi dinlemeyi özler gibiydim. Elime ilk geçen fırsatlarda yalnız kalmayı yeğler dedemin Osmanlı zamanlarından kalma antika radyosunu alır sohbete gelen hocalarımızın İstanbullarda bizlere getirdiği kasetleri dinlerdim nede güzel okurdu Kelam-ı Kadimi Abdussamed Hazretleri, Ahh ahh karanlık gecelerde onun yanık sesi beni alıp alıp ebedi âleme götürür kendimden iyice çekmeme vesile olurdu. Ne mübarek bir insandı ki onu her dinleyişimde ürperir her ürpertimde de ağlarcasına dolardım... Muhammed Faruk’umda güzel okurdu sesi kuvvetli ve berrak idi. Babam devlet kapısında çalışan bir memurdu halimize vaktimize çok şükür orta halli kendi çapımızda bizlere yetecek kadar bir ekonomiye sahiptik. Allah c.c. bizlere verdiği nimetlerden şükrümüzü daima arttırsın inşallah. Bir gün dışarıda şiddetli bir yağmur yağıyordu dışarı çıkıp dolaşmak istemiştim bardaktan boşalırcasına akan yağmurun ardından üşütmüş ve zatüreye çevirmiştim günlerce hasta yataklarda yatmış ateşim bir inmiş bir çıkmıştı, halimi gören annem tedirgin oluyor, beni hasta vaziyette gördükçe üzüntüsünden eriyordu adeta...
Artık karar vermiştik İstanbul’a gitmeliydik. Hayatımın değişen dönem noktaları da bir çarşamba günü olmuştu, babam samsundaki bağımızı bahçemizi satıp İstanbul’a yerleşeceğimizi söylüyordu, bu sözünden çok değil tam 2 ay geçtikten sonra bizlere İstanbul yolu görünmüştü, bu karar beni hem üzmüş bende sevindirmişti üzüldüğüm tarafı gençliğimi iyi ya da kötü çocukluğumu geçirdiğim yılların anısı geride kalacaktı, iyi yanı ise Muhammed Faruk la tekrar görüşme imkânım olacaktı...
Hayat korkunç tuzaklarla kapanına almıştı adeta düşerimi...
Benim için bir kâbus gibi olan günlerim henüz yeni başlıyordu ilk aksilik İstanbul’a gelir gelmez bir araba kazası geçirmem olmuştu, daha sonra ardından takip eden talihsizlikler ailemi tedirgin eder olmuştu adeta, İstanbul hayallerimde şehir ilk defa İstanbul’da kendimi bu kadar hür, özgür ve sevinçli hissetmiştim. Okumak için idean bir şehir olan İstanbul da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okula başlamıştım. Hayat benim için yeni başlıyordu ikinci bir üniversite okumak hele ki İstanbul gibi bir şehirde oldukça külfetli olsa gerekti, Aklıma direk düşen Muhammed Faruk olmuştu. Uzun uğraşlar sonucunda onu olmuştum, Hayalimdeki hayatımdaki anıların sadece geçmişte kalmış bir sahne ibaretinden olduğunu gördüm...
Dedem hep derdi İstanbul büyük aslandır. Artık ekmek aslanın midesinde dir, İstanbul adamı yer yutar bitirir diye çok söylenir dururdu rahmetlik, Hiç bir ihtimal vermezdim hayatların bu kadar kolay değişeceğine, Muhammed Faruk’u bulmak benim için çok kolay olmadı, Çünkü onu bu isimle bilen çok nadir insanların olduğunu gördüm, Fakülteler arası kültür sanat festivallerinde hukuk Fakültesinden tanışıp kaynaştığım bir arkadaş vasıtasıyla Muhammed Faruk'a ulaşabilmiştim. Hani bazen insan derya keşke görmeseydim bu anı, hep derzi yaa zamanı geri almak gibi bir edebiyatımız olsa ilk almak istediğim şey Muhammed Faruk’u geri getirmek olacaktı...
Çok seneler geçti, Vefasızlığın beledi ağır olmuş bee dostum....
Hukuk Fakültesi öğrencilerinden İsmail arkadaş bana Sen Tolgayı mı arıyorsun dediğinde aklıma ilk gelen sanırım yanlış kişilerden bahsediyoruz olmuştu, Samsunun küçük bir kasabasından denilince onun adının Tolga değil Muhammed Faruk olduğunu söylediğimde hayatın sahte gerçekleri yüzüme çarptı adeta... Muhammed Faruk'u bu isimle kimse tanımaz onu ancak Tolga ismi ile bulabilirsin denmişti bana, uzun uzadıya uğraşlar sonu sınıfını öğrenmiştim, Devlete ait bir yurtta kaldığını duyunca koşarak yurdun yolunu tuttum ancak o zaman diliminde Muhammed Faruk yurttan ayrılmış bekâr evi diye nitelendirilen bir yere yerleşmiş bu benim arayışlarımı oldukça zorlaştırmıştı. Sınıfına gitmiş saatlerce bekledikten sonra karşımda duran bir portre vardı.
Müslümanlıktan Kırma....
Hayatta en ağır olarak nadir kullandığım bir kelimedir bu kelime ancak bu kelimeyi hak edenlerin var olması ise daha ağır bir vahim sonuçtur. Herkesin Haluk, Mehmet, Murat, Tolga, İlkay... Adıyla tanıdığı Muhammed Faruk benim tanıdığım çocukluk arkadaşım Muhammed Faruk değildi, Edepli, Ahlaklı, amaçları ve hedefleri olan 4+3'lük bir Müslüman modelinin yerine sanki bir yabani portresi çizilmiş gibiydi. Saç ve sakalın birbirine girdiği, uzun uzadıya el tırnaklarının olduğu, ağzı fena bir üslupla argoya bozulmuş birisi benim tanıdığım Muhammed Faruk olamazdı, yanlış zamanda yanlış yerde bir yabancı ile karşı karşıyaydım sanki Hayatta tek korkum ve gocuntum olan bu vaziyet Muhammed Faruk’a ne yapmıştı?
—Beni gördüğüne şaşırdın değil mi?
-Evet, seni hiç beklemiyordum dedi ve ilave etti neden buradasın, ne işin var senin burada, sürüngen halimi görmeye mi geldin dedi.
—Hayatın baharında inancın zirvesindeki insan nasıl olmuştu da bu kadar değişebilmişti, Anlık vesveseler ve şeytani arzuların şehvete karıştığı bu zamanda Muhammed Faruk’a ne olmuştu? Hayatta görücü usulü ile annemin yakıştırdığı benimde istediğim bir hatunla evlenmek istediğini belirten ve aile içi yuvada takvadan bahseden Muhammed Faruk’un yanındaki bu kız da kim? Mahrumiyetin dört duvar arasında olmasını isteyen, hayvanlar gibi sokak ortalarında sarmaş dolaş geziyorlar sinir oluyorum diyen Muhammed Faruk’a ne olmuştu da yanındaki bayanla sarmaş dolaş olmuştu?
Beklemediğim ve gördüğüm bu manzara karşısında tüylerim ürpermiş onun için canım yanmış, Gardaşım arkadaşım dediğim adama ne olmuştu onu kimler bu hale getirmişti düşünceleri beni derin bakışlara itti,
-Neden bana öyle aşağılar gibi bakıyorsun, neden acır gibisin, buraya bana acımaya mı geldin dediği anda sanki başımdan aşağı dökülen kaynar sular vardı.
vardı.
Devamı yakında...
Aşka Mecnun