_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Bu konuda kesin bir ayırım yapmak mümkün değildir. Çünkü müslümanların olaylara yaklaşımdaki tutum ve değerlendirmelerinde realistlik olduğu gibi, idealistlik de vardır.
Realistliğe, yaşanan gerçekliği yeterince görmek ve doğru tanımlamak açısından yaklaştığımızda, müslümanların bu açıdan birer realist olduklannı veya realist olmalan gerektiğini söyleyebiliriz. Müslümanlar, yaşanan realite ne olursa olsun, bu realiteyi yeterince görmek ve doğru tanımlamak durumundadırlar. Mesela tekamül etmeyi amaçlayan insanlar ve toplumlar, genel olarak kendilerine şu soruyu sorarlar.
Neredeyiz ve ne yaparak, nereye varmamız gerekir?
Tabi ki sağlıklı bir şekilde cevaplan dınlması gereken bir sorudur bu. İnsanların veya toplumların kalkış noktasını belirlemeyi amaçlayan “Neredeyiz veya ne haldeyiz?” sorusu, hiç kuşkusuz ki kaskatı bir realistlik ile cevaplandırılması gereken bir sorudur. Dolayısıyla meselenin bu noktasında müslümanların realiteyi gözardı ederek, vakıayı kendi İstek ve temayüllerine göre tanımlamaktan kaçınmaları gerekir. Çünkü içinde bulunulan hal ve durum ne ise, bu durumun apaçık bir şekilde görülmesi ve tüm gerçekliği ile tanımlanması şarttır.
Tabi ki bu şarta yeterince riayet edildiğini veya bu konuda yeterince realist olunduğunu söyleyemeyiz. Çünkü hüsnozanlardan ve hüsnü kabullerden kaynaklanan bazı yaklaşımlar, bu konuda birçok kardeşimizi yanılgıya düşürmektedir. Kendilerini veya içinde bulunulan durumları olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi algılayan kardeşlerimiz, böylesi algılamalar ile realiteden uzaklaşmakta ve yaşanılan durumları yanlış tanımlamaktadırlar. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi “Neredeyiz veya ne haldeyiz?” sorusu, tavizsiz bir realistlik ile cevaplandırılması gereken bir sorudur.
“Ne yaparak, nereye varmamız gerekir?” sorusu ise hem realite ve hem de idealler dikkate alınarak cevaplandırılacak bir sorudur. “Nereye varmamız gerekir?” sorusuna verilecek cevap, daha ziyade ideal ağırlıklı bir cevap olmasına rağmen, bu idealin yine de realiteye göre gerçekleşebilir idealler olması gerekir. Bu dikkate alınmadığı zaman vanlması amaçlanan hedef, bir ideal değil, bir ütopya, bir hayal olacaktır.
Kalkış noktası realiteye, vanlması amaçlanan hedef ideale göre belirlendikten sonra, bu iki menzil arasının nesil geçilebileceğini açıklamaya çalışan “Ne yaparak?” sorusu ise, realite ve idealin birlikte cevaplandıracağı bir sorudur. Çünkü ideale doğru atılması gereken ve atılacak her adım, yaşanan realiteden kalkacak adımlardır.
Netice olarak meseleyi bu genel çerçevede ele alarak, müslümanların gerektiği kadar realist ve yine gerektiği kadar idealist oldukiannı veya olmaları gerektiğini söyleyebiliriz.
Realistliğe, yaşanan gerçekliği yeterince görmek ve doğru tanımlamak açısından yaklaştığımızda, müslümanların bu açıdan birer realist olduklannı veya realist olmalan gerektiğini söyleyebiliriz. Müslümanlar, yaşanan realite ne olursa olsun, bu realiteyi yeterince görmek ve doğru tanımlamak durumundadırlar. Mesela tekamül etmeyi amaçlayan insanlar ve toplumlar, genel olarak kendilerine şu soruyu sorarlar.
Neredeyiz ve ne yaparak, nereye varmamız gerekir?
Tabi ki sağlıklı bir şekilde cevaplan dınlması gereken bir sorudur bu. İnsanların veya toplumların kalkış noktasını belirlemeyi amaçlayan “Neredeyiz veya ne haldeyiz?” sorusu, hiç kuşkusuz ki kaskatı bir realistlik ile cevaplandırılması gereken bir sorudur. Dolayısıyla meselenin bu noktasında müslümanların realiteyi gözardı ederek, vakıayı kendi İstek ve temayüllerine göre tanımlamaktan kaçınmaları gerekir. Çünkü içinde bulunulan hal ve durum ne ise, bu durumun apaçık bir şekilde görülmesi ve tüm gerçekliği ile tanımlanması şarttır.
Tabi ki bu şarta yeterince riayet edildiğini veya bu konuda yeterince realist olunduğunu söyleyemeyiz. Çünkü hüsnozanlardan ve hüsnü kabullerden kaynaklanan bazı yaklaşımlar, bu konuda birçok kardeşimizi yanılgıya düşürmektedir. Kendilerini veya içinde bulunulan durumları olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi algılayan kardeşlerimiz, böylesi algılamalar ile realiteden uzaklaşmakta ve yaşanılan durumları yanlış tanımlamaktadırlar. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi “Neredeyiz veya ne haldeyiz?” sorusu, tavizsiz bir realistlik ile cevaplandırılması gereken bir sorudur.
“Ne yaparak, nereye varmamız gerekir?” sorusu ise hem realite ve hem de idealler dikkate alınarak cevaplandırılacak bir sorudur. “Nereye varmamız gerekir?” sorusuna verilecek cevap, daha ziyade ideal ağırlıklı bir cevap olmasına rağmen, bu idealin yine de realiteye göre gerçekleşebilir idealler olması gerekir. Bu dikkate alınmadığı zaman vanlması amaçlanan hedef, bir ideal değil, bir ütopya, bir hayal olacaktır.
Kalkış noktası realiteye, vanlması amaçlanan hedef ideale göre belirlendikten sonra, bu iki menzil arasının nesil geçilebileceğini açıklamaya çalışan “Ne yaparak?” sorusu ise, realite ve idealin birlikte cevaplandıracağı bir sorudur. Çünkü ideale doğru atılması gereken ve atılacak her adım, yaşanan realiteden kalkacak adımlardır.
Netice olarak meseleyi bu genel çerçevede ele alarak, müslümanların gerektiği kadar realist ve yine gerektiği kadar idealist oldukiannı veya olmaları gerektiğini söyleyebiliriz.