Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Ümmetini sonsuz sevgi ile bağrına basan, sevgi ve rahmet toplumunu inşa etmek ve güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen Alemlerin Efendisi; Allahın dinine çağıran eşsiz bir davetçi, tarihin en disiplinli halk okulunu kuran ideal bir eğitimci olarak, ümmetinin en seçkin özelliklere sahip olmasını arzu ettiği için, pedagojik ve psikolojik prensipleri titizlikle uyguluyor, bazen doğrudan doğruya, bazen örneklerle, bazen de dualarıyla ümmetini eğitiyordu.
Allah Rasûlü, sadece karşısındaki kişilere değil, onların şahsında kıyamete kadar gelecek bütün nesillere hitap ediyordu. Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v) coğrafyayı kucaklayarak bütün ülkelere, tarıhı aşarak bütün çağlara hitap ediyordu.
Rahmet Peygamberi Efendimiz (s.a.v)’in her hadis-i şerifi bizim için şaşmaz bir ölçü, eskimez bir prensip ve ciddî bir uyarı niteliğindedir. Her biri birer şefkat iksiri, rahmet damlası ve sevgi sembolü olan hadis-i şerifler derinliğine incelenmeli, en nazik üslûp kullanılarak verilen nebevî mesaj, kelime seçiminden kelimelerin cümle içindeki sıralamasına varıncaya kadar iyi okunmalıdır.
Paygamberimiz’in duaları, sıradan bir dua gibi telakki edilip ciddî bir şekilde üzerinde durulmadan ve incelenmeden sadece okunmak için okunmamalıdır. Zira O’nun dualarının apayrı bir anlamı vardır. O, dualarında sanki sadece kendisi için değil, aynı zamanda bizim için yalvarıyordu, ya da bizim Cenab-ı Hakka ne şekilde yalvarıp yakarmamızı istiyorsa açıktan yaptığı dualarda o şekilde yakarıyordu Rabbine...
Yukarıda naklettiğimiz duada dile getirilen dilek ve istekler aslında bize yönelik tavsiyeler olarak telakki edilmelidir. En yüce ve en üstün makamda bulunan Efendimiz (s.a.v)’in bir peygamber olarak Peygamberlerin sonuncusu ve İnsanlığın Efendisi olarak -hâşâ- acizlik, tembellik, korkaklık ve cimrilik gibi çirkin hasletleri taşıması düşünülemez. Dolayısıyla O’nun dua şeklindeki bu ifadeleri bize nebevî bir tavsiye niteliğinde analaşılmalıdır.
Bu dua ile verilmek istenen mesaj, müslümanın burada adı geçen hasletlerin tam karşıtı olan ahlakî özelliklere sahip olması dileğidir. Sanki Allahın Rasûlü bu duasıyla bize; “Aciz, tembel, korkak ve cimri olmayın. Dinamik, çalışkan, cesur ve cömert olun”, demektedir. Ama O, bu gerçeği ifade ederken kullandığı belağat dolu üstün nebevî üslûp ile dua şeklindeki bir uyarıyı tercih etmiştir.
Allahın izniyle “Kalplerimizin Tabibi” olan Allahın Rasûlü, bu hadis-i şerifle özellikle günümüzde çok yaygın olan manevî hastalıklara dikkat çekmiş, gönlümüzü bu çeşit hastalıklardan koruması için Allaha iltica etmemizi emretmiştir. Bugün “İslâm Alemi’ni kasıp kavuran, maddî planda dünya milletlerinden geri kalmamaıza neden olan manevî hastalıklar nelerdir?”konulu bir yarışma açılsa belki de en güzel cevap bu hadis-i şerif olacaktır.
1. Acizlik:
Allahın adını yüceltmek, yeryüzüne hakkı, adaleti, rahmeti, müsamahayı sevgi ve saygıyı hakim kılmak, insanlığı Allahın izniyle kullara kulluktan kurtarıp Allaha kulluğa davet etmek gibi en büyük, en ulvî ve en mukaddes davanın sahibi olan Müslüman; davasını öğrenme, yaşama ve yaşatma yolunda aktif, dinamik, faal, aksiyoner, canlı ve heyecanlı olmak zorundadır.
Aziz Kitabı’nda bize düşmanlara karşı onları korkutacak şekilde kuvvet hazırlamayı emreden Cenab-ı Hakkın Hak Yol’una gönül veren müslüman, her yönden güçlü olmalıdır. Bu yolda hem imanen, hem hem bedenen, hem ilmen, hem iktisaden kuvvetli olmalıdır.
Efendimiz (s.a.v) “Güçlü mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allaha daha sevgilidir” buyururken her yönden güçlü olmamızı emretmektedir.
Allah nazarında sevgili hayırlı bir kul arzusunu taşıyan müslüman iman, takva, ilim, ahlak ve maneviyat gücü yanında teknolojik, ekonomik, akademik, siyasal, sosyal, fiziksel ve saire her yönden güçlü olmak zorundadır.
Müslüman; davasına daha çok hizmet edebilmek, acze düşmemek, ezilmemek ve horlanmamak, zalimlerin karşısında Hakkı ezdirmemek için güçlü olmalıdır.
Mü’min alan el değil, veren el sahibi olabilmek, malını Hak Yolda harcayan hayır sahipleri arasına girerek Peygamberimiz’in bile imrendiği kişiler rasına girebilmek, şükreden zengin olabilmek, sahabe-i Kiram misali ideal bir toplum inşa edebilmek ve bu toplumun dinamikleri olan eğitim, kültür, sağlık, yardımlaşma ve diğer sosyal müesseseleri kurabilmek ve bu müesseseleri ayakta tutabilmek için ama elde ettiği imkânı sadece ve sadece Allahın Rızasını yolunda harcamak için malî yönden güçlü olmalıdır.
Müslüman, Hz. Peygamber’in; “Allahtan yardım dile. Acizliğe düşme”3, şeklindeki tavsiyesine uyarak yılmayacak, bunalmayacak, sarsılmayacak, acze düşmeyecektir. Vakarlı, izzetli, kendine has islâmî kişilik sahibi olarak medeniyet yarışında kendine verilen rolü en iyi şekilde oynayacaktır.
Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah’a iman eden müslüman, yalnız O’na güvenecek, O’na dayanacak, kendisini “aciz, zayıf, bîçare” olarak görmeyecektir. O, aczini ve çaresizliğini sadece Rabbine açacak, Onun abd-i âcizi olarak sadece O’na yalvarıp yakaracaktır. Ama kendisini din kardeşlerine hiç bir zaman “Aciz kardeşiniz” diye takdim etmeyecektir.
O, Allahın yardımıyla asla aciz kalmayacak, yenilgisi ve çaresizliği durumunda yalnız Allaha yönelecektir. Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayrılmamak şartıyla olaylar karşısındaki haklı ve seviyeli tepkisini ortaya koyacaktır.
Konuşmak gibi bazen susmak ta bir tepkidir. Susmak her zaman aczin işareti değildir. Yerinde sükût etmek bazen muhataba en güzel cevap olmaktadır.
Acizlik; imanın temel ilkeleri, Kur’anın ana prensipleri ve müslümanın manevî değerleri çiğnenirken maddî ve nefsî hesaplar yaparak pasif ve tepkisiz kalmak, davaya ve dava adamlarına sahip çıkmamak, coğrafyanın değişik bölgelerinde İslam’ı yaşama ve yaşatma mücadelesi veren iman kardeşlerimize el uzatamamaktır.
Allah Rasûlü, sadece karşısındaki kişilere değil, onların şahsında kıyamete kadar gelecek bütün nesillere hitap ediyordu. Alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v) coğrafyayı kucaklayarak bütün ülkelere, tarıhı aşarak bütün çağlara hitap ediyordu.
Rahmet Peygamberi Efendimiz (s.a.v)’in her hadis-i şerifi bizim için şaşmaz bir ölçü, eskimez bir prensip ve ciddî bir uyarı niteliğindedir. Her biri birer şefkat iksiri, rahmet damlası ve sevgi sembolü olan hadis-i şerifler derinliğine incelenmeli, en nazik üslûp kullanılarak verilen nebevî mesaj, kelime seçiminden kelimelerin cümle içindeki sıralamasına varıncaya kadar iyi okunmalıdır.
Paygamberimiz’in duaları, sıradan bir dua gibi telakki edilip ciddî bir şekilde üzerinde durulmadan ve incelenmeden sadece okunmak için okunmamalıdır. Zira O’nun dualarının apayrı bir anlamı vardır. O, dualarında sanki sadece kendisi için değil, aynı zamanda bizim için yalvarıyordu, ya da bizim Cenab-ı Hakka ne şekilde yalvarıp yakarmamızı istiyorsa açıktan yaptığı dualarda o şekilde yakarıyordu Rabbine...
Yukarıda naklettiğimiz duada dile getirilen dilek ve istekler aslında bize yönelik tavsiyeler olarak telakki edilmelidir. En yüce ve en üstün makamda bulunan Efendimiz (s.a.v)’in bir peygamber olarak Peygamberlerin sonuncusu ve İnsanlığın Efendisi olarak -hâşâ- acizlik, tembellik, korkaklık ve cimrilik gibi çirkin hasletleri taşıması düşünülemez. Dolayısıyla O’nun dua şeklindeki bu ifadeleri bize nebevî bir tavsiye niteliğinde analaşılmalıdır.
Bu dua ile verilmek istenen mesaj, müslümanın burada adı geçen hasletlerin tam karşıtı olan ahlakî özelliklere sahip olması dileğidir. Sanki Allahın Rasûlü bu duasıyla bize; “Aciz, tembel, korkak ve cimri olmayın. Dinamik, çalışkan, cesur ve cömert olun”, demektedir. Ama O, bu gerçeği ifade ederken kullandığı belağat dolu üstün nebevî üslûp ile dua şeklindeki bir uyarıyı tercih etmiştir.
Allahın izniyle “Kalplerimizin Tabibi” olan Allahın Rasûlü, bu hadis-i şerifle özellikle günümüzde çok yaygın olan manevî hastalıklara dikkat çekmiş, gönlümüzü bu çeşit hastalıklardan koruması için Allaha iltica etmemizi emretmiştir. Bugün “İslâm Alemi’ni kasıp kavuran, maddî planda dünya milletlerinden geri kalmamaıza neden olan manevî hastalıklar nelerdir?”konulu bir yarışma açılsa belki de en güzel cevap bu hadis-i şerif olacaktır.
1. Acizlik:
Allahın adını yüceltmek, yeryüzüne hakkı, adaleti, rahmeti, müsamahayı sevgi ve saygıyı hakim kılmak, insanlığı Allahın izniyle kullara kulluktan kurtarıp Allaha kulluğa davet etmek gibi en büyük, en ulvî ve en mukaddes davanın sahibi olan Müslüman; davasını öğrenme, yaşama ve yaşatma yolunda aktif, dinamik, faal, aksiyoner, canlı ve heyecanlı olmak zorundadır.
Aziz Kitabı’nda bize düşmanlara karşı onları korkutacak şekilde kuvvet hazırlamayı emreden Cenab-ı Hakkın Hak Yol’una gönül veren müslüman, her yönden güçlü olmalıdır. Bu yolda hem imanen, hem hem bedenen, hem ilmen, hem iktisaden kuvvetli olmalıdır.
Efendimiz (s.a.v) “Güçlü mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allaha daha sevgilidir” buyururken her yönden güçlü olmamızı emretmektedir.
Allah nazarında sevgili hayırlı bir kul arzusunu taşıyan müslüman iman, takva, ilim, ahlak ve maneviyat gücü yanında teknolojik, ekonomik, akademik, siyasal, sosyal, fiziksel ve saire her yönden güçlü olmak zorundadır.
Müslüman; davasına daha çok hizmet edebilmek, acze düşmemek, ezilmemek ve horlanmamak, zalimlerin karşısında Hakkı ezdirmemek için güçlü olmalıdır.
Mü’min alan el değil, veren el sahibi olabilmek, malını Hak Yolda harcayan hayır sahipleri arasına girerek Peygamberimiz’in bile imrendiği kişiler rasına girebilmek, şükreden zengin olabilmek, sahabe-i Kiram misali ideal bir toplum inşa edebilmek ve bu toplumun dinamikleri olan eğitim, kültür, sağlık, yardımlaşma ve diğer sosyal müesseseleri kurabilmek ve bu müesseseleri ayakta tutabilmek için ama elde ettiği imkânı sadece ve sadece Allahın Rızasını yolunda harcamak için malî yönden güçlü olmalıdır.
Müslüman, Hz. Peygamber’in; “Allahtan yardım dile. Acizliğe düşme”3, şeklindeki tavsiyesine uyarak yılmayacak, bunalmayacak, sarsılmayacak, acze düşmeyecektir. Vakarlı, izzetli, kendine has islâmî kişilik sahibi olarak medeniyet yarışında kendine verilen rolü en iyi şekilde oynayacaktır.
Sonsuz kuvvet ve kudret sahibi Allah’a iman eden müslüman, yalnız O’na güvenecek, O’na dayanacak, kendisini “aciz, zayıf, bîçare” olarak görmeyecektir. O, aczini ve çaresizliğini sadece Rabbine açacak, Onun abd-i âcizi olarak sadece O’na yalvarıp yakaracaktır. Ama kendisini din kardeşlerine hiç bir zaman “Aciz kardeşiniz” diye takdim etmeyecektir.
O, Allahın yardımıyla asla aciz kalmayacak, yenilgisi ve çaresizliği durumunda yalnız Allaha yönelecektir. Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayrılmamak şartıyla olaylar karşısındaki haklı ve seviyeli tepkisini ortaya koyacaktır.
Konuşmak gibi bazen susmak ta bir tepkidir. Susmak her zaman aczin işareti değildir. Yerinde sükût etmek bazen muhataba en güzel cevap olmaktadır.
Acizlik; imanın temel ilkeleri, Kur’anın ana prensipleri ve müslümanın manevî değerleri çiğnenirken maddî ve nefsî hesaplar yaparak pasif ve tepkisiz kalmak, davaya ve dava adamlarına sahip çıkmamak, coğrafyanın değişik bölgelerinde İslam’ı yaşama ve yaşatma mücadelesi veren iman kardeşlerimize el uzatamamaktır.