ahmetmeydani
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Ocak 2012
- Mesajlar
- 149
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 64
Hükümetin yeni açılım konusundaki eylem planının ana teması terör örgütü ile müzakere değil onun uzantısı ile müzakere şeklinde tezahür etti. Bu uzantının da BDP olduğu ifade edildi.
PKK’ya açık destek verdiği aşikar olan Özgür Gündem gazetesinin kapatılmasının eleştirildiği, basın hürriyetinden, ifade serbestisinden bahsedildiği şu günlerde PKK ile mücadele eden devletin onun siyasi uzantısı ile anlaşma zemini arayacak olması, herkesin kafasında haklı olarak birtakım soru işaretlerine sebep oldu.
Kürtler hakkında Türklerin bildiği en önemli gerçek, onların Müslüman olduğu noktasındadır. Nasıl ki gayrimüslim camia Türk nitelemesi ile Müslüman’ı kast ediyorsa, Türkiye’de Türkler de Kürt tesmiyesi ile Müslüman’ı kast ediyor. Yani bütün dünyada Türk’ün ifade ettiği anlam Türkiye’de Kürt’ün ifade ettiği anlam ile eş değerdir.
Hâl böyle olunca, BDP’yi Kürt sorunu konusunda muhatap almak demek, BDP’yi Kürtlerin temsilcisi olduğu emrivakisini oluşturmak demektir. Yani Kürt sorununda devletin BDP ile anlaşmak istemesi bütün Kürtleri BDP çatısı altında toplanmaya çağırmaktan başka bir şey değildir. Zaten yıllardır Barzani ve onu Orta Doğu’nun başına musallat eden ABD’nin de tek derdi PKK’nın siyasal temsilcileri ile müzakere edilmesi noktasında idi.
BDP’nin Kürt nüfusu içindeki oy oranı beşte bir civarındadır. Yani Kürtlerin yüzde yirmi (%20)si BDP’yi temsilci olarak atamış. Peki ezici çoğunluk olan yüzde seksen (%80)lik oranın temsilcisi kimdir?
Şu durumda devlet, Kürtlerin %20’si ile müzakere edecek. PKK ve onun siyasi kanadı BDP ideolojik olarak Marksist-Sosyalist, dinî olarak da Zerdüştlüğe sempati duyan oluşumlar olduğuna göre, Müslüman kimliğini öne çıkaran dindar Kürtlerin bir kenara itilerek devletin, bu azınlık ile Kürtlüğün geleceğini görüşmesi kime hizmet eder?
Yukarıda belirttiğimiz gibi Müslüman kimliği ön planda olan % 80’lik Kürt nüfusunun anlayışında Kürtlük ancak İslam’la vardır.
Şimdi sağduyulu ve de nesnel olarak olaya bakalım. Bölgede MUSTAZAF-DER cemaati, Müslüman Kürtler nezdinde büyük ve güçlü bir tabana sahip. Bu gerçeği öncelikle görmek lazım. Onlar belki millete yeni bir pürüz çıkarmamak ve İsrail’i sevindirmemek için siyasete girmediler ama Kürtlerin en az %40’ının bu camiaya mensup olduğu da bir gerçektir.
Ön yargısız düşünelim ve bir dönem Gladyo’nun kullandığı hatta Gladyo’nun Marksist kesimi tarafından her faili meçhulün üzerlerine yıkıldığı Hizbullah olayını da bir kenara bırakalım. Şu anda Kürt halkı içinde %40’lık bir oran Müslüman kimliğini öne çıkaran ve ümmetçi bir geleneğe sahip olan MUSTAZAF-DER camiasının tabanını oluşturuyor.
Peki, yeni açılım stratejisine göre ne yapılacak? Terör örgütüne destek veren ve Kürtlerin ancak %20’sine hitap eden bir parti ile müzakere masasına oturulacak. Müslümanlığı önce çıkan dindar Kürtler yok sayılacak. Kürtlüğün geleceği konusunda, dindarların söz hakkı olmayacak. Irkçılıktan uzak duran, milli birliği savunan, topyekün Allah’ın ipine savunulması gerektiğini söyleyen Müslüman Kürtler saf dışı bırakılacak.
Bu yanlış görülmelidir. Beklenen tehlikeye karşı bir an önce strateji geliştirilmelidir.
Son olaylara bir bakın bakalım. Suriye Ulusal Konseyi’ne Kürt muhalifler katılmadı. Onlar aylardır Erbil ve Süleymaniye’de toplantı üstüne toplantı yapıyorlar. Kürt Ulusal Konseyi’ni kurdular.
CIA’nin Kuzey Irak İstasyon şefi ile mutabakat hâlindeler. Yayınladıkları deklarasyonda Suriye’de özerk ve laik bir Kürt devleti kuracaklarını, şimdilik bağımsızlık düşünmediklerini ifade ettiler. Barzani ABD adına işleri organize ediyor. Laiklik konusuna özellikle vurgu yapıyorlar.
Kuzey Irak’ta İsrail ile iyi geçinen, ABD’nin çabaları ile kurulan laik Barzani devletinden sonra İsrail’in isteği doğrultusunda yine ABD’nin koltuk germesi sonucunda ikinci bir laik Kürt devleti kurulma yolunda ilerliyor. ABD ve İsrailli stratejistlere göre ilk adım özerk yapılar. Bu yapıların en belirgin özelliği de laik hatta laikçi olması. Herkesin gördüğü ama çeşitli sebeplerle dillendiremediği bu gerçeğe göre hareket etme vakti geldi de geçiyor.
PKK’ya açık destek verdiği aşikar olan Özgür Gündem gazetesinin kapatılmasının eleştirildiği, basın hürriyetinden, ifade serbestisinden bahsedildiği şu günlerde PKK ile mücadele eden devletin onun siyasi uzantısı ile anlaşma zemini arayacak olması, herkesin kafasında haklı olarak birtakım soru işaretlerine sebep oldu.
Kürtler hakkında Türklerin bildiği en önemli gerçek, onların Müslüman olduğu noktasındadır. Nasıl ki gayrimüslim camia Türk nitelemesi ile Müslüman’ı kast ediyorsa, Türkiye’de Türkler de Kürt tesmiyesi ile Müslüman’ı kast ediyor. Yani bütün dünyada Türk’ün ifade ettiği anlam Türkiye’de Kürt’ün ifade ettiği anlam ile eş değerdir.
Hâl böyle olunca, BDP’yi Kürt sorunu konusunda muhatap almak demek, BDP’yi Kürtlerin temsilcisi olduğu emrivakisini oluşturmak demektir. Yani Kürt sorununda devletin BDP ile anlaşmak istemesi bütün Kürtleri BDP çatısı altında toplanmaya çağırmaktan başka bir şey değildir. Zaten yıllardır Barzani ve onu Orta Doğu’nun başına musallat eden ABD’nin de tek derdi PKK’nın siyasal temsilcileri ile müzakere edilmesi noktasında idi.
BDP’nin Kürt nüfusu içindeki oy oranı beşte bir civarındadır. Yani Kürtlerin yüzde yirmi (%20)si BDP’yi temsilci olarak atamış. Peki ezici çoğunluk olan yüzde seksen (%80)lik oranın temsilcisi kimdir?
Şu durumda devlet, Kürtlerin %20’si ile müzakere edecek. PKK ve onun siyasi kanadı BDP ideolojik olarak Marksist-Sosyalist, dinî olarak da Zerdüştlüğe sempati duyan oluşumlar olduğuna göre, Müslüman kimliğini öne çıkaran dindar Kürtlerin bir kenara itilerek devletin, bu azınlık ile Kürtlüğün geleceğini görüşmesi kime hizmet eder?
Yukarıda belirttiğimiz gibi Müslüman kimliği ön planda olan % 80’lik Kürt nüfusunun anlayışında Kürtlük ancak İslam’la vardır.
Şimdi sağduyulu ve de nesnel olarak olaya bakalım. Bölgede MUSTAZAF-DER cemaati, Müslüman Kürtler nezdinde büyük ve güçlü bir tabana sahip. Bu gerçeği öncelikle görmek lazım. Onlar belki millete yeni bir pürüz çıkarmamak ve İsrail’i sevindirmemek için siyasete girmediler ama Kürtlerin en az %40’ının bu camiaya mensup olduğu da bir gerçektir.
Ön yargısız düşünelim ve bir dönem Gladyo’nun kullandığı hatta Gladyo’nun Marksist kesimi tarafından her faili meçhulün üzerlerine yıkıldığı Hizbullah olayını da bir kenara bırakalım. Şu anda Kürt halkı içinde %40’lık bir oran Müslüman kimliğini öne çıkaran ve ümmetçi bir geleneğe sahip olan MUSTAZAF-DER camiasının tabanını oluşturuyor.
Peki, yeni açılım stratejisine göre ne yapılacak? Terör örgütüne destek veren ve Kürtlerin ancak %20’sine hitap eden bir parti ile müzakere masasına oturulacak. Müslümanlığı önce çıkan dindar Kürtler yok sayılacak. Kürtlüğün geleceği konusunda, dindarların söz hakkı olmayacak. Irkçılıktan uzak duran, milli birliği savunan, topyekün Allah’ın ipine savunulması gerektiğini söyleyen Müslüman Kürtler saf dışı bırakılacak.
Bu yanlış görülmelidir. Beklenen tehlikeye karşı bir an önce strateji geliştirilmelidir.
Son olaylara bir bakın bakalım. Suriye Ulusal Konseyi’ne Kürt muhalifler katılmadı. Onlar aylardır Erbil ve Süleymaniye’de toplantı üstüne toplantı yapıyorlar. Kürt Ulusal Konseyi’ni kurdular.
CIA’nin Kuzey Irak İstasyon şefi ile mutabakat hâlindeler. Yayınladıkları deklarasyonda Suriye’de özerk ve laik bir Kürt devleti kuracaklarını, şimdilik bağımsızlık düşünmediklerini ifade ettiler. Barzani ABD adına işleri organize ediyor. Laiklik konusuna özellikle vurgu yapıyorlar.
Kuzey Irak’ta İsrail ile iyi geçinen, ABD’nin çabaları ile kurulan laik Barzani devletinden sonra İsrail’in isteği doğrultusunda yine ABD’nin koltuk germesi sonucunda ikinci bir laik Kürt devleti kurulma yolunda ilerliyor. ABD ve İsrailli stratejistlere göre ilk adım özerk yapılar. Bu yapıların en belirgin özelliği de laik hatta laikçi olması. Herkesin gördüğü ama çeşitli sebeplerle dillendiremediği bu gerçeğe göre hareket etme vakti geldi de geçiyor.