Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Müslüman Felsefeciler (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
İlahiyatla ilgili konularda felsefi meseleler Müslümanlar arasına sızdığında, Hasan el-Basri, Gaylan ed-Dımeşki ve Cehm b Safvan gibi bir kısım âlimler, Emevi asrının sonları ile Abbasi asrının başlarında birçok kelami meselelerle karşı karşıya geldiler. Onlardan sonra gelen âlimler Aristo mantığını öğrendiler. Tercüme edildikten sonra kendilerini bazı felsefi kitaplara verdiler. Böylece kelami meselelerde araştırma sahası genişledi ve bilinen kelam ilmini araştırır oldular. Vasıl b Ata, Amr b. Ubeyd, Ebi Huzeyl el-Allaf ve Nazzam gibi şahsiyetler bunların başında gelmektedirler. Ancak bunların yapmakta oldukları felsefi çalışmalar kâmil, eksiksiz bir felsefi çalışma olmayıp felsefi düşüncelerin genişletilmesi çerçevesinde yapılan çalışmalardı. Hatta felsefedeki farklı görüşleri bütün felsefi konuları değil, takip ettikleri, ilgilendikleri meselelerde her felsefi grubun görüşünü öğrendiler.

O felsefeciler bazı felsefi araştırmalarla uğraşmalarına rağmen Kur'an'a imanla bağlıydılar. Bu nedenle onlar İslâm'dan çıkmadılar. Ancak delil getirme sahasını genişlettiler ve kendilerini delillere çok önem veren kimseler saydılar. Ancak onların bu çalışmaları imanı kuvvetlendirici ispatlar getirmede ve Allah'ı her şeyden tenzih etmeye özen göstermede ağırlık kazanıyordu. Bu nedenle, bazı görüşlerinde farklılık olmasına rağmen onların hiçbirinde inançlardan sapma görülmedi. Onların hepsi İslâm'ı savunan Müslüman kimselerdi.

Kelamcılardan sonra ise cemaat veya mezhep olacak seviyeye ulaşamayan, her ne kadar bir takım fertler onların araştırmalarını güzel bulduysalar da grup olarak Müslümanlardan tabileri bulunmayan bir takım kimseler geldi. İşte kelamcılardan sonra gelen bir dönemde İslâm topraklarında Müslümanlar arasında vücut bulan ve “Müslüman felsefeciler” olarak isimlendirilen kimseler bunlardır.

Kelamcılardan sonra gelen asırda felsefi düşünceler ve felsefi kitaplarla tanışmanın Müslümanlara felsefi araştırmaları sevdirmesiyle, felsefecilerin Müslümanlar arasında bulunmalarını sağladığı ve onların önünü açtığı zannedilir. Bu durum bazı kişilerin bu düşüncelerde genişlemelerine neden oldu. Felsefeyi derinlemesine ve geniş bir şekilde, her şeyde, her düşüncede, her yönüyle kapsamlı bir şekilde incelediler. Bütünüyle ona yöneldiler. Felsefeden önemli bir bölümü hazmetmeleri onlara felsefi düşünebilme ve felsefi sonuçlar çıkarabilme yeterliliğini kazandırdı.

Müslümanlar arasında felsefecilerin bulunması, felsefi konularda özellikle ve özel bir şekilde de Yunan felsefesi üzerinde yapılan bu geniş ve derin inceleme ve araştırmaların sonuçlarıdır.

Müslümanlar arasında ortaya çıkan ilk Müslüman filozof H. 260 yılında vefat eden Yakub el-Kindi'dir. Daha sonra bunu diğer Müslüman filozofların çıkışı izledi. Bu nedenle kelamcılar ortaya çıkmadan önce ve kelamcıların takip ettikleri metod egemen olduktan sonra ancak İslâm topraklarında Müslüman felsefecilerin varlığına rastlandı. Felsefecilerin metodu olan tartışma ve münazara kelamcılardan ve âlimlerden birçoğunun gözünde felsefeyi büyüttü. Ancak bundan önce Müslümanlardan hiçbir kimse filozof olmamıştır. Böylece İslâm topraklarında Müslümanlar arasında kelamcılar ve felsefeciler de yer aldılar.

Ancak kelamcılarla felsefeciler arasında fark vardır. Kelamcılar sadece birtakım felsefi düşünceler hakkında bilgi sahibi idiler. Felsefeciler ise felsefe âlimleridirler. Bu nedenle felsefeciler kelamcıları cahil kimseler olarak görürler. Kelamcıları safsatacı ve cedelci kimseler sayarlar. Felsefecileri ise, akledilebilen şeyleri doğru bir felsefi araştırma ile akli olarak araştırırlar.

İlahiyatla ilgili konularda araştırma yapan kelamcıların ve felsefecilerin metodları arasında fark vardır. Bu farklar şu şekilde özetlenebilir:

1. Kelamcılar iman kaidelerine inandılar, onların doğruluğunu kabul ettiler ve iman ettiler. Sonra inandıkları şeyleri akli kanıtlarla delillendirmeye başladılar. Mantıki kanıtlarla akli olarak akidevi konular hakkında delil getiriyorlardı. Akidelerini ispat etmek için mantıki üslûp ile akli araştırmayı esas alıyorlardı. İslâm'ın temel kurallarına inandıkları için, iman ettikleri hususları ispat etmede kanıtlar ve deliller üretiyorlar, oluşturuyorlardı.

2. Her ne kadar araştırmalarında kelamcılardan ve felsefecilerden Müslüman olanlara cevap vermeleri belirgin ise de kelamcıların araştırmaları; ister -anlayış farklılığından dolayı birbirine muhalif olan Mutezile, Mürcie, Şia ve Hariciler gibi- Müslüman guruplara karşı olsun, isterse Hıristiyan, Yahudi, Mecusi vb. Müslüman olmayan gruplara karşı olsun akidelerini savunmaya dayalı ve karşıtlarının görüşlerinin çürütülmesi ile ilgili konuların araştırılması ile sınırlı kalmışlardır.

3. İslâmî görüşlerle çelişmesi ve farklılıklar arzetmesi ile birlikte kelamcıların araştırmaları İslâmî araştırmalar sayılır. Kelamcılardan herhangi bir grubun görüşüne inanan Müslüman, İslâmî bir görüşe inanmış sayılır ve inandıklarına İslâmî akide olarak itibar edilir.

Kelamcıların metodunun özeti işte budur. Felsefecilerin metodunu ise şu şekilde özetlemek mümkündür:

1- Felsefeciler sadece soyut meselelerin araştırılması ile ilgileniyorlardı. Araştırmalarının metodu ve temel direği kanıtların da işaret ettiği gibi meselelere bakışta odaklaşmaktadır. İlahiyat konusuna bakışları ise “mutlak varlığa” ve “mutlak varlığın zatının” gerektirdiği hususlara bakışlarında görülür. Onlar, olaylara kanıtların ulaştırdığı bir bakış açısı ile bakarlar ve bu yol üzere adım adım yürüyerek ulaşabildikleri sonuca kadar giderek vardıkları sonuca inanırlar. Felsefeden maksat ve felsefenin temeli de budur.

Felsefecilerin yaptıkları araştırmalar içerisinde her ne kadar İslâm'la alakalı bazı konulara rastlanılsa da araştırmaları sırf felsefi araştırma olup İslâm'la alakası yoktur. Onlar genelde, ölmek ve yeniden dirilmek, şu andaki beden ile yeni bir hayata başlamak gibi doğruluğu veya yanlışlığı hakkında akli deliller getirilmesi mümkün olmayan nakle dayanan hususları araştırmalarına konu edinirler. Çoğu kere Yunan felsefesindeki bazı görüşleri sahip oldukları İslâm akidesinden etkilenerek açıklarlar ve herhangi bir meseledeki hükmü bu esasa göre verirler. Yine çoğu kere birtakım felsefi meselelerle İslâmî meseleleri birbirine uyumlaştırmaya çalışırlar. Ancak onların bu davranışları Müslüman olmaları ve İslâm'dan etkilenmelerinin ürünüdür. Fakat felsefeciler kelamcılarda olduğu gibi düşüncelerine İslâm'ı esas alarak, fikri bakımından İslâm'dan etkilenmiş kimseler değildirler. Tıpkı Hıristiyan felsefecilerin Hıristiyanlıktan, Yahudi felsefecilerin Yahudilikten etkilenmeleri gibi uzak bir şekilde İslâm'dan etkilenmişlerdir. Araştırma esnasında ortaya konulan konuların, eskiden kalan mefhumların kalıntılarından etkilenmesi elbette ki kaçınılmazdır.

Ancak felsefecilerin üzerinde yürüdükleri esas “mutlak varlık” ve “mutlak varlığın zatının” gerektirdiği hususlar olduğu halde onlar, gerçekte Yunan felsefesinin etkisinde kalmışlardır. Düşünce yapıları Yunan felsefesine göre şekillenmiştir. Felsefi düşüncelerini Yunan felsefesinde iyice olgunlaştıktan sonra yazmışlardır. Ortaya koydukları felsefelerin İslâm'la herhangi bir bağı da yoktur.

2- Müslüman felsefeciler, İslâm'ı savunmakla yetinmeyerek birtakım hakikatlerin kabullenilmesi ve delillerle ispatlanması ile uğraşmışlardır. Her ne kadar zaman zaman İslâm'dan etkilenmişlerse de İslâm'a ters düşen söylemlerin reddedilmesi ve bunlara karşı İslâm'ın savunulması gibi konulara girmemişlerdir. Araştırmalarının temelini akli araştırmalar oluşturmakta ve her şeyde akla dayanmaktaydılar.

3- Müslüman felsefecilerin araştırmaları İslâm dışı araştırmalardır. İslâm'la alakası olmayan sırf felsefi araştırmalardır. Araştırmalarında İslâm'ın yeri yoktur. Dolayısıyla ortaya koydukları görüşler İslâmî görüşler sayılmadığı gibi İslâm kültüründen de sayılmaz.

İşte, kelamcılar ile Müslüman felsefeciler arasındaki fark bunlardır. Müslüman felsefecilerin gerçek yüzü de budur. Ancak ne yazık ki gerçeğin tam tersine İslâm'a sokulan aldatmacaların etkisi ile el-Kindi, Farabi, İbni Sina ve benzeri Müslüman felsefecilerin uğraştıkları felsefeler "İslâm felsefesi" olarak isimlendirilmiştir. Oysa bunların felsefelerinin İslâm'la herhangi bir şekilde bağı olmadığı gibi, temel yapısı ve detayları itibarı ile de İslâm'la tamamen çelişen felsefelerdir.

Bunların felsefelerinin temelde İslâm'la çelişen tarafı, kâinat ötesi/metafizik konuları yani “mutlak varlık” hakkındaki araştırmalarında görülür. Oysa İslâm bunların tersine, kâinat hakkında yalnızca hissedilebilen nesneler üzerinde araştırma yapılmasına izin verirken Allah Subhenehû ve Teala’nın zatı ve kâinat ötesi konular hakkında araştırma yapmayı yasaklamakta ve naklen bildirilenlere şüphesiz bir şekilde teslim olmayı emretmektedir. Aklın bu alanlarda herhangi bir araştırma yapmasına izin vermeden eksiksiz ve fazlasız emredilenler sınırında kalınmasını istemektedir.

Müslüman felsefecilerin detay konularda İslâm'la çelişen düşünceleri ise, İslâm'ın küfür saydığı birçok konu hakkındaki araştırmalarında görülür. Evrenin ezeli ve kadim (başlangıcının ve sonunun bulunmadığı) olduğu, Cennet nimetlerinin maddi değil ruhi olduğu, Allah Subhenehû ve Teala’nın eşyanın detaylarını bilemeyeceği gibi İslâm’ın nazarında kesinlikle açık küfür sayılan konular hakkındaki araştırmalarında ve düşüncelerinde görmek mümkündür. Bu kadar açık çelişkilere rağmen nasıl olur da bunların ortaya koydukları felsefeye “İslâm Felsefesi” denilebilir? Kaldı ki mutlak olarak İslâm’da felsefe yoktur. İslâm’ın hissedilebilen şeyler hakkında akli araştırma yapılmasına izin verip, duyularla algılanamayan metafizik konular hakkında akli araştırma yapılmasını yasaklamasından dolayı İslâm, bütün felsefi araştırmalardan uzaktır ve apayrı bir yol takip etmektedir. İslâm’da felsefi araştırmaların varlığına dair herhangi bir ihtimal dahi yoktur. Bu nedenle “İslâm felsefesi’ diye bir şey söz konusu değildir. İslâm’da Kur’an-ı Kerim ve nebevî sünnet ile ilgili araştırmalar vardır. Akide, hükümler, emir, nehiy ve haberler olarak İslâm’ın aslı sadece Kur’an ve Sünnettir.
 

OkanDemir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Eyl 2008
Mesajlar
177
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
yazınız ya da tahminim yaptığınız alıntı önyargılar ile dolu ..

İbni Sina yı Farabi yi böyle bir kalemde silip atamazsınız.İnanmayan insanlara ALLAH ın varlığını nasıl ispat edeceksiniz ? Kuran da yazıyor diyerek mi ?
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
Esselamu aleykum,

Kıymetli kardeşim güzel bir çalışma ancak genelde paragraflar aynı şeyi tekrar edip duruyor sanki,daha net anlatımlar olsa idi daha açılımlı olsa idi daha çok şey anlatılırdı hem bu arada felsefenin sebep olması ile doğan bir çok mezheblerde gün yüzüne çıkardı mesela cebriye mezhebi de felsefi bir akım sonucu ortaya çıkmış olup ALLAH TEALA nın kullarına zorla cebr ettirerek fiillerini yaptırdığını savunurlar dahası ALLAH ın alemleri yarattığını ancak içinde olup bitenden habersiz olduğunu ispat etmeye çalışırlar halbu ki- açık ayeti şerifler vardır bir tanesin de '' Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.'' der.(En'am Suresi, 59) ve bazı mezhebler kur-an dan felsefi görüş bildirirler şöyle ki yüce ALLAH bir çok yerde BİZ YARATIRIZ der tabi HAK TEALA böyle diyerek bize edeb öğretir ancak BİZ çoğulunu görenler ALLAH ın c.c başka kullarına yaratma yetkisi verdiğini büyük işleri kendisinin ve küçük işleride bu yetkili kıldığı kullarının yaratmakla gördüğünü söylerler, halbu ki HAK TEALA Kur-anı azimüşşanda (Yaratmak Allah’a mahsustur.) [Araf 54]-(Yaratıcı ancak Rabbindir.) [Hicr 86]-(Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62]-(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] gibi ayetler ile ancak kendisinin yaratıcı olduğunu sabitlemiştir.Felsefi düşünce gereği okuduğu BİZ çoğulunun görüşün gereği olarak başka bir yaratıcıya yani nefsi mütekellim meal ğayriye ihtiyaç duyduğunu düşünürler.
Ve bir başka düşünce akımı ise Efendimizin s.a.v yüce miraçlarını kabul etmeyip onun için uyku halinde görülmüş rüyadır derler ama ALLAH TEALA kati suretle Miraç vakasını Kerim kelamın da şöyle anlatır '' "Kulu Muhammed (sav)’i bir gece Mescid-i Haram’dan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah her türlü noksanlardan beridir. Şüphesiz ki O her şeyi işiten ve her şeyi görendir." [İsra Suresi: 1] ve bu mübarek olayın gerçekleştiği anlarda Efendimiz s.a.v in yollarda rastladığı kervanlardan aldığı eşyaları meydana çıkarması daha önce hiç görmediği halde mescidi aksayı sanki içinde ve görüryormuş gibi işlemeleri ile net anlatması hakkındaki hadisler ve yine delil olması babında buraya yazacağım şu olay ki-Mekkeli müşrikler Miracını anlatan ALLAH ın Resulunu dinledikten sonra Hz.Ebu Bekr Sıddık r.a. efendimize koşarak ''Duydunmu ya eba bekr senin Muhammedin dün gece Mescidi Aksadan göğe Miraç ettiğini söylüyor ,ne diyorsun bu husus da '' (Güya deli saçması sanmışlar) soruları üzerine Hz.Ebu Bekrin ''Vallahi O s.a.v söyledi ise doğrudur '' demeleri de meşhurdur ve bütün sahih hadis kitaplarında yerini almıştır ve hatta Miraç da olan bitenler namazın ve başka hediyelerin alınması hususlarının hepsinin konu edildiği her yerde ALLAH ın Resulu miraçın gerçekliğinden defalarca bahs etmişlerdir,hele hele O yıllarda sadece Mekkeli müşrikler değil ateş perestinden tutunda Yahudi ve Hristiyanlarında Efendimizin bir açığını aramak hususunda gayretleri varken,tabi şuda var ayeti şerifleri kafamıza göre yorumlayıp veya yeterli açık değil bu ayet öyleyse ben istediğim manayı yüklerim deyip hadisi şerifleride yok onun ravisi sağlam değil yok bu sahabe yalancıydı gibi sözlerle reddiyelerde olduğu için durum yeni bir görüş ve yeni bir mezhebin meydana çıkmasını gerektirir doğal olarak.
Hatta ilginçdir bazılarıda vardır ki bizzat hadisi şeriflerden yola çıkarak kendilerine mezheb kurmuşlardır misal ;Efendimiz bir mübarek hutbelerinde Cennet ve Cennette Hak Teala nın görüleceği hususunda konuşması sürerken ve aynı anda Mimberden aşağı yürüyerek şöyle derler '' ALLAH Cennette işte benim burdan aşağı indiğim gibi Arş dan aşağı inecek ve kullarına görünecektir...'' bu sözün zahiri manasını düşünmek ile ele geçecek tek şey ALLAH ın c.c eli ayağı olduğu yürüdüğü gibi hususlardır ancak ne var ki HAK TEALA kerim kelamında bunada Reddiye buyurmuşturlar İhlas suresi son ayetin de ''Hiç bir şey Ona c.c denk olmamıştır '' ve ALLAH c.c aklın tasavvur edemeyeceği bir varlıktır Ehli Sünnete göre ALLAH TEALA nın zatını düşünmek Ona c.c (haşa) küfr dür çünkü Mevla Teala yı düşünme keyfiyetine sahip değiliz ancak Onu c.c akıl yolu ile bulmamız mümkündür.
Yinede konunun başında söylenmesi gerekeni sonunda yazayım ''Kur-an ı kerimde Allah Tealayı arayıpta inanmaktansa sahabi hazretleri gibi daha Kur-an inmemişken hemen duyupta inanmak yani körü körüne inanmak daha avla değilmidir,daha sonra Kur-an ı incelersek burada ALLAH TEALA nın akıl sahipleri olan bizlere bakın görün kıyaslayın araştırın emrine uyarız ancak bir şartla sınırları zorlayıpta kendimize bir mezheb kurmayalım.''
Umarım bu kardeşin senin yazına bir açıklık getirmiştir,selametle kal kardeşim...
 

OkanDemir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Eyl 2008
Mesajlar
177
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
ancak Onu c.c akıl yolu ile bulmamız mümkündür.
Yinede konunun başında söylenmesi gerekeni sonunda yazayım ''Kur-an ı kerimde ALLAH Tealayı arayıpta inanmaktansa sahabi hazretleri gibi daha Kur-an inmemişken hemen duyupta inanmak yani körü körüne inanmak daha avla değilmidir

Değildir sevgili kardeşim.Zaten Kuran inmeden körü körüne bir bağlılık sözkonusu değildir.İlk ayet Hira Dağında inmiştir.İlk Müslüman Hz.Hatice de bu ayet i kerimeden sonra müslüman olmuştur.Din gelmeden ona tabi olan sahabi olması zaten saçma olur.

İnsanların İslam la aydınlanmaya başladıktan (ki bu ALLAH ın ayetleri gelmesidir) sonra akın akın bu dine katılmalarıda bu sebeptendir.Kuran inmiş olmasa Peygamber Efendimizin tebliğ edeceği din oluşmazdı insanlar da sadece Efendimizin güvenilirliğine inanıp müslüman olurlardı bu da İslam ın doğasına aykırı gerçekleşirdi.Körü körüne bağlılık insanı ufku dar hale getirir Müslüman araştıran okuyan ve okuduğundan kendisine birşeyler katan insandır.Felsefe konusu varlık ve yokluk üzerine soru sorma sorgulama sonucunda meydana gelmiştir.

Hz.İbrahim in kıssasını hepimiz biliriz.Önce güneş e sonra ay a ilah gözüyle bakmış onların geçici olduğunun farkına varıp ALLAH ın varlığını benliğine sindirmiştir.Felsefe, İslam öncesi devirde insanların sorularına cevap arayıp onların kendilerinde gördüğü eksikliği tatmin ettiği bir konuyken,İslam dan sonra karşı tezlerin çürütülmesiyle İslam ı değerler ışığında bu ilmi gerçekleştiren insanlar birçok insanın gerçeği görmesini sağlamıştır.

Yorumda mutlaka bir hikmet var hiçbirimiz 4 mezhep in ortaya çıkışındaki hikmeti inkar edemeyiz.Bu sormanın sorgulamanın yanlış olduğu anlamına gelmez.Hz Hamza nın Çağrı fikrindeki bir repliği hala aklımda;

`Çölde yalnız kaldığım gecelerde anladım,ALLAH o kadar büyüktür ki 4 duvar arasına sığmaz `
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
Değildir sevgili kardeşim.Zaten Kuran inmeden körü körüne bir bağlılık sözkonusu değildir.İlk ayet Hira Dağında inmiştir.İlk Müslüman Hz.Hatice de bu ayet i kerimeden sonra müslüman olmuştur.Din gelmeden ona tabi olan sahabi olması zaten saçma olur.

İnsanların İslam la aydınlanmaya başladıktan (ki bu ALLAH ın ayetleri gelmesidir) sonra akın akın bu dine katılmalarıda bu sebeptendir.Kuran inmiş olmasa Peygamber Efendimizin tebliğ edeceği din oluşmazdı insanlar da sadece Efendimizin güvenilirliğine inanıp müslüman olurlardı bu da İslam ın doğasına aykırı gerçekleşirdi.Körü körüne bağlılık insanı ufku dar hale getirir Müslüman araştıran okuyan ve okuduğundan kendisine birşeyler katan insandır.Felsefe konusu varlık ve yokluk üzerine soru sorma sorgulama sonucunda meydana gelmiştir.

Hz.İbrahim in kıssasını hepimiz biliriz.Önce güneş e sonra ay a ilah gözüyle bakmış onların geçici olduğunun farkına varıp ALLAH ın varlığını benliğine sindirmiştir.Felsefe, İslam öncesi devirde insanların sorularına cevap arayıp onların kendilerinde gördüğü eksikliği tatmin ettiği bir konuyken,İslam dan sonra karşı tezlerin çürütülmesiyle İslam ı değerler ışığında bu ilmi gerçekleştiren insanlar birçok insanın gerçeği görmesini sağlamıştır.

Yorumda mutlaka bir hikmet var hiçbirimiz 4 mezhep in ortaya çıkışındaki hikmeti inkar edemeyiz.Bu sormanın sorgulamanın yanlış olduğu anlamına gelmez.Hz Hamza nın Çağrı fikrindeki bir repliği hala aklımda;

`Çölde yalnız kaldığım gecelerde anladım,ALLAH o kadar büyüktür ki 4 duvar arasına sığmaz `

Benim anlatmak istediğim Kur-anın bütünlüğü hakkında idi sahabi hazretlerinden örneklemem ise şu şekilde idi Miraç ta Allahın Resulu 2 adet ayeti şerif aldılar ALLAH-U Teala dan ancak bu ayeti şerifleri daha duymamıştı Hz.Ebu Bekr hatta miraça çıktığını bile bilmiyordu Efendimizin s.a.v yinede kendisine gelen müşriklere ''Ben Muhammed dedi ise inanırım'' demesi sencede körü körüne değilmidir,yoksa şöylemi demesi daha uygun düşerdi ''Durun hele bir varam yanına bir soram kendisine akıl var mantık varsen kalk git bir gecede kudüse ordan çık bilmem göklere '' ama ne yaptı önce kapadı gözlerini inandı sonra gitti Allah resulunun yanına dinledi ve yine gözle görülür bir şey yokken ''Ey Allahın Resulu sen gittim dedi isen gitmişsindir '' dedi,peki kardeşim akıl mantık yürütmek güzelde biz nasıl açıklayacağız sence Miraç vakıasını körü körüne inanmadan delilsiz senetsiz sepetsiz.
Hz.İbrahim a.s ın mevzusuda aynı Efendimizin mevzusu gibidir soruyorum sana Hz.İbrahim peygamber güneşe aya baktı önce bunlardır İlahım dedi sonra mantık yürüttü bunlar kayboluyor geri geliyor bunlar olamaz dedi de sence ALLAH TEALA fazlı kereminden Hz.İbrahime kendi Mübarek zatından c.c haberdar etmese idi efatına kadar her yeni gördüğü nesneyi kendine İlah edip ertesi gün terk etmezmiydi?.
Hz.Peygamber Efendimize de s.a.v peygamberlik verilmese idi Hira dağına çıkmaya devam ederdi ta-ki ölünceye kadar!!!
Onlar ALLAH-U Tealadan haberdar değildiler bilakis bir yaratıcının varlığının olması gerektiğini kendilerince fikir edindiler,Mevlamızın lütfu olmasa malum hiç bir şey olmaz...
Felsefeyi anlamak istiyorum ancak nerede bir felsefe lafı geçse o kurulan cümleler içinde ya sapıtmış mezhebler ya başka dinlere mensup bilginlerin yada din adamlarının sözleri ile karşılaşıyoruz.
Kur-an ı felsefe de ne demek bunu anlamıyorum.
Şu hadisi şerifi birisi bana felsefi olarak açaıklayabilirmi acaba ?
ALLAH ın Resulu s.a.v buyuruyor ''Sabah namazını güneş doğarken ve ikindi namazını güneş batarken kılmayınız çünkü bu zamanlarda güneş ŞEYTANIN BOYNUZLARI ARASINDAN BATAR ve bu zamanda şeytana (ateşe,güneşe) tapanlar ibadet ederler'' (Kaynak kütübü sitte kaynaklı Hadis-ül Taç kitabı 1.cilt)
Şeytanın boynuzları arasından nasıl batar güneş?
Bunu kim görmüş nasıl izah edebiliriz bu durumu,bu söze inanmayan büyük bir günahı sırtlanmış olur çünkü ALLAH TEALA ''Peygamber size ne getirirse alın '' diye emreder ve başka bir ayette ''Biz seni boş söz söyleyip şiir okuyasın diye göndermedik ...'' diye buyururlar, demekki bu söze körü körüne inanmak ALLAHIN FARZIDIR.Ve daha bunun gibi nice kelamlarada...
 

OkanDemir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Eyl 2008
Mesajlar
177
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Benim anlatmak istediğim Kur-anın bütünlüğü hakkında idi sahabi hazretlerinden örneklemem ise şu şekilde idi Miraç ta Allahın Resulu 2 adet ayeti şerif aldılar ALLAH-U Teala dan ancak bu ayeti şerifleri daha duymamıştı Hz.Ebu Bekr hatta miraça çıktığını bile bilmiyordu Efendimizin s.a.v yinede kendisine gelen müşriklere ''Ben Muhammed dedi ise inanırım'' demesi sencede körü körüne değilmidir,yoksa şöylemi demesi daha uygun düşerdi ''Durun hele bir varam yanına bir soram kendisine akıl var mantık varsen kalk git bir gecede kudüse ordan çık bilmem göklere '' ama ne yaptı önce kapadı gözlerini inandı sonra gitti Allah resulunun yanına dinledi ve yine gözle görülür bir şey yokken ''Ey Allahın Resulu sen gittim dedi isen gitmişsindir '' dedi,peki kardeşim akıl mantık yürütmek güzelde biz nasıl açıklayacağız sence Miraç vakıasını körü körüne inanmadan delilsiz senetsiz sepetsiz.
Hz.İbrahim a.s ın mevzusuda aynı Efendimizin mevzusu gibidir soruyorum sana Hz.İbrahim peygamber güneşe aya baktı önce bunlardır İlahım dedi sonra mantık yürüttü bunlar kayboluyor geri geliyor bunlar olamaz dedi de sence ALLAH TEALA fazlı kereminden Hz.İbrahime kendi Mübarek zatından c.c haberdar etmese idi efatına kadar her yeni gördüğü nesneyi kendine İlah edip ertesi gün terk etmezmiydi?.
Hz.Peygamber Efendimize de s.a.v peygamberlik verilmese idi Hira dağına çıkmaya devam ederdi ta-ki ölünceye kadar!!!
Onlar ALLAH-U Tealadan haberdar değildiler bilakis bir yaratıcının varlığının olması gerektiğini kendilerince fikir edindiler,Mevlamızın lütfu olmasa malum hiç bir şey olmaz...
Felsefeyi anlamak istiyorum ancak nerede bir felsefe lafı geçse o kurulan cümleler içinde ya sapıtmış mezhebler ya başka dinlere mensup bilginlerin yada din adamlarının sözleri ile karşılaşıyoruz.
Kur-an ı felsefe de ne demek bunu anlamıyorum.
Şu hadisi şerifi birisi bana felsefi olarak açaıklayabilirmi acaba ?
ALLAH ın Resulu s.a.v buyuruyor ''Sabah namazını güneş doğarken ve ikindi namazını güneş batarken kılmayınız çünkü bu zamanlarda güneş ŞEYTANIN BOYNUZLARI ARASINDAN BATAR ve bu zamanda şeytana (ateşe,güneşe) tapanlar ibadet ederler'' (Kaynak kütübü sitte kaynaklı Hadis-ül Taç kitabı 1.cilt)
Şeytanın boynuzları arasından nasıl batar güneş?
Bunu kim görmüş nasıl izah edebiliriz bu durumu,bu söze inanmayan büyük bir günahı sırtlanmış olur çünkü ALLAH TEALA ''Peygamber size ne getirirse alın '' diye emreder ve başka bir ayette ''Biz seni boş söz söyleyip şiir okuyasın diye göndermedik ...'' diye buyururlar, demekki bu söze körü körüne inanmak ALLAHIN FARZIDIR.Ve daha bunun gibi nice kelamlarada...

Sevgili kardeşim Kurani felsefe diye birşey yok ,felsefenin sorduğu sorulara Kuran ın ışığında cevap vermek vardır.Felsefenin ilgilendiği varlık ,yokluk ve yaratılışa dair bilinmezlere verilen cevapların İslam a dayanması ve bunun izahat yönteminin ortaya konmasıdır.İslam a dayanmayan onun verdiklerini kaynak olarak benimsemeyip odak noktası almadan yapılan felsefe nasıl İslami felsefe olabilir ? Felsefe olur da İslami nasıl olur ? BU soruları kendimize sormak lazım önyargılı olmadan önce.

Bir sürü sapkın mezhep ortaya çıkabilir bu felsefenin sonucu değil insanoğlunun nefsine uyup doğru yoldan sapmasıdır.İnsan önceden beri gelen herşeye inanıp körü körüne bağlanırsa hala ağaçlara çaputlar bağlanır.Hz.Ebubekir in o örnekte vermek istediği mesaj ona körü körüne bağlı olduğu değil Resulullah a ne kadar sadık olduğudur bunu farketmesi zor değil.ALLAH a ve Resulune körü körüne bağlanmak Farz olsa Mucizelere ne gerek vardı ki?

İnsanların Resulullah a itaat etmesi onun ALLAH ın Resulu olduğuna kanaat getirmelerinden sonradır.İnanmayanlardan Efendimiz e itaat eden gördünüz mü? Ruhlarını kemiren soruların cevabı efendimiz de bulamasalar itaat ederler miydi ? Hz.İbrahim örneğini anlamamışsınız ,orda benim haşa ALLAH ın hidayet nasip ettiğini inkar felan ettiğm yok konuyu enteresan pencereden ele almışsınız.Orda Hz.İbrahim in rabbini bulmasında sorgulamasının sebep edilmesi var... Bu dünyada her sonuç bir sebebe bağlanmış değil mi ?

Sormak veya sorgulamak İslam la çelişmez yeterki niyet üzüm yemek olsun bağcıyı dövmek değil ..Selamlar.
 

bkcan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2010
Mesajlar
2
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Lütfen Hadisi Şerif lerimizin kaynaklarını verir misiniz?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt