Müridlik kapısı
Bilesin ki, yolun başındaki tesir -eğer olması gereken şekilde olursa- çok önemli bir tesirdir. Kulun kalbine yerleştirilir, onu Allah'a yönelmeğe ve ahiret amellerine ağırlık verdirmeğe zorlar. Dünyadan ve insanların çoğunun dalıp gittikleri meşguliyetlerden yüz çevirtir. Bu da dünyanın gereğinden fazla mamur kılınması, mal toplamak, dünya lezzetlerine dalmak ve süsüyle aldanmamaktır.
Kulun kalbine yerleştirilen bu tesir, Allah'ın askerlerinden bir askerdir. Bu, kula Allah'dan gelen yardım ve yol göstericidir. Bu kapı da genellikle kula ya bir korkutma, ya bir teşvik ile açılır. Veya kul Allah dostlarına baktığı zaman veya onların himmetine nail olduğu zaman, bazan da sebebsiz açılır.
Böyle bir tesire muhatab olmak, kulun önem vereceği bir durumdur. Kulun kalbinde böyle bir uyanıklığa ulaşabilmesi için ilâhî bir işarete muhatab olmayı beklememesi ve kapıda duygusuz durması hamakattir. Bu nasıl böyle olmaz ki, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: "Yaşadığınız günler içinde rabbınızın size gönderdiği işaretler, yardımlar vardır. Bunların size de dokunmasını sağlayınız." (el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/231, el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/23-232)
Allah kime böyle bir işaret, böyle bir yardım göndermişse bunun kıymetini bilmelidir. Bilmelidir ki bu, Allah'ın kul üzerinde en büyük nimetidir. Kul bunun kıymetini hiçbir zaman tam idrak edemez, şükrünü de tam îfâ edemez. Bu sebeble Allah'ın verdiği bu nimete şükretmek için elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Çünkü Allah onu emsalleri arasından seçip böyle bir ihsanda bulunmuştur. Şu dünyada seksen sene yaşayıp da Allah'ın bu işaretlerinden, bu yardımlarından hiçbirini alamayan niceleri vardır.
Müridin, kendisine Allah'dan gelen bu işareti, bu tesiri kuvvetlendirmeye ve muhafaza etmeye çalışması lâzımdır. Bu da Allah'ı zikretmekle kuvvetlenir. Allah katındaki mükâfatı düşünmekle güçlenir. Allah'ın dostlarıyla oturmak, sohbetlerinde bulunmakla pekişir.
Allah'ın kalbe koyduğu tesiri muhafaza ise, gafillerle oturmaktan sakınmakla ve şeytanların vesveselerine kapılmamakla olur.
Allah'ın koyduğu tesire icabet ise, kulun bir an önce Allah'a dönmesiyle, Allah'a dönüş kararında sâdık olmasıyla, şimdi yapması gerekeni başka zaman yaparım diye kendini aldatmamasıyla, gevşeklik göstermemekle, vazifelerini geç bırakmamakla olur. Kul, eline geçen en küçük fırsatı değerlendirmeli, Allah ona bir kapı açınca hemen girmeli, Allah'dan bir çağırıcı onu çağırınca hemen icabet etmelidir. Yarın yaparım, yarından sonra yaparım gibi şeyleri aklından silip, kendini ziyana sokmamalıdır. Çünkü böyle yapmak şeytanın amelindendir. Sâlik, gayesine candan yönelip gevşeklik göstermemeli, "ben şu ibadete uygun vakit bulamıyorum" dememeli, kendisine tevcih edilen bir hizmete "ben buna layık değilim" dememeli, vazifesini yapmalıdır.
Ebu'r-Rebî' rahımehullah şöyle demiştir: "Kolunuz kırık, bacağınız topal da olsa, durmadan Allah'a yürüyünüz, "sıhhatime kavuşayım da yapayım!' demeyiniz. Çünkü sıhhate kavuşmayı beklemek tenbelliktir."
İbnu Atâullah da Hikem'inde şöyle demiştir: "Şimdi mükellef bulunduğun bir ameli boş vakte bırakmak nefsin kuruntularındandır."
Bilesin ki, yolun başındaki tesir -eğer olması gereken şekilde olursa- çok önemli bir tesirdir. Kulun kalbine yerleştirilir, onu Allah'a yönelmeğe ve ahiret amellerine ağırlık verdirmeğe zorlar. Dünyadan ve insanların çoğunun dalıp gittikleri meşguliyetlerden yüz çevirtir. Bu da dünyanın gereğinden fazla mamur kılınması, mal toplamak, dünya lezzetlerine dalmak ve süsüyle aldanmamaktır.
Kulun kalbine yerleştirilen bu tesir, Allah'ın askerlerinden bir askerdir. Bu, kula Allah'dan gelen yardım ve yol göstericidir. Bu kapı da genellikle kula ya bir korkutma, ya bir teşvik ile açılır. Veya kul Allah dostlarına baktığı zaman veya onların himmetine nail olduğu zaman, bazan da sebebsiz açılır.
Böyle bir tesire muhatab olmak, kulun önem vereceği bir durumdur. Kulun kalbinde böyle bir uyanıklığa ulaşabilmesi için ilâhî bir işarete muhatab olmayı beklememesi ve kapıda duygusuz durması hamakattir. Bu nasıl böyle olmaz ki, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: "Yaşadığınız günler içinde rabbınızın size gönderdiği işaretler, yardımlar vardır. Bunların size de dokunmasını sağlayınız." (el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/231, el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/23-232)
Allah kime böyle bir işaret, böyle bir yardım göndermişse bunun kıymetini bilmelidir. Bilmelidir ki bu, Allah'ın kul üzerinde en büyük nimetidir. Kul bunun kıymetini hiçbir zaman tam idrak edemez, şükrünü de tam îfâ edemez. Bu sebeble Allah'ın verdiği bu nimete şükretmek için elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Çünkü Allah onu emsalleri arasından seçip böyle bir ihsanda bulunmuştur. Şu dünyada seksen sene yaşayıp da Allah'ın bu işaretlerinden, bu yardımlarından hiçbirini alamayan niceleri vardır.
Müridin, kendisine Allah'dan gelen bu işareti, bu tesiri kuvvetlendirmeye ve muhafaza etmeye çalışması lâzımdır. Bu da Allah'ı zikretmekle kuvvetlenir. Allah katındaki mükâfatı düşünmekle güçlenir. Allah'ın dostlarıyla oturmak, sohbetlerinde bulunmakla pekişir.
Allah'ın kalbe koyduğu tesiri muhafaza ise, gafillerle oturmaktan sakınmakla ve şeytanların vesveselerine kapılmamakla olur.
Allah'ın koyduğu tesire icabet ise, kulun bir an önce Allah'a dönmesiyle, Allah'a dönüş kararında sâdık olmasıyla, şimdi yapması gerekeni başka zaman yaparım diye kendini aldatmamasıyla, gevşeklik göstermemekle, vazifelerini geç bırakmamakla olur. Kul, eline geçen en küçük fırsatı değerlendirmeli, Allah ona bir kapı açınca hemen girmeli, Allah'dan bir çağırıcı onu çağırınca hemen icabet etmelidir. Yarın yaparım, yarından sonra yaparım gibi şeyleri aklından silip, kendini ziyana sokmamalıdır. Çünkü böyle yapmak şeytanın amelindendir. Sâlik, gayesine candan yönelip gevşeklik göstermemeli, "ben şu ibadete uygun vakit bulamıyorum" dememeli, kendisine tevcih edilen bir hizmete "ben buna layık değilim" dememeli, vazifesini yapmalıdır.
Ebu'r-Rebî' rahımehullah şöyle demiştir: "Kolunuz kırık, bacağınız topal da olsa, durmadan Allah'a yürüyünüz, "sıhhatime kavuşayım da yapayım!' demeyiniz. Çünkü sıhhate kavuşmayı beklemek tenbelliktir."
İbnu Atâullah da Hikem'inde şöyle demiştir: "Şimdi mükellef bulunduğun bir ameli boş vakte bırakmak nefsin kuruntularındandır."