MÜMİNLERİN SAYICA FAZLA OLMALARI DEĞİL, İHLASLI OLMALARI ÖNEMLİDİR
İnsanların büyük bölümü gücü hep kalabalıkta ararlar. Fikri ve fiziki gücün, insan sayısıyla paralel olduğunu düşünürler. Bu nedenle çoğu kişinin kendisine ait bir hayat felsefesi, doğru-yanlış düşüncesi ve ahlak anlayışı yoktur. Yetiştikleri çevrelerde genel olarak kabul görmüş olan ahlak yapısını, inanç şeklini ve hayat felsefesini olduğu gibi benimserler. Hatta çoğu kişi çevrelerinden aldıkları bu düşünce yapısını hiç eleştirmez, sorgulamaz, son günlerine kadar değiştirmezler. Bunun sebebi çoğunluğun gücüne olan inançlarıdır. Her konuda çoğunluğa ayak uydurmanın çıkarlara daha uygun olacağı zihniyetiyle hareket etmeleridir. Halbuki bu düşünce son derece yanlıştır. Kuran’da bu gerçeği Bakara Suresi’nde dikkat çekilmektedir:
"Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)
Görüldüğü gibi güçle, çoğunluk hiçbir şekilde birbirine bağımlı değildir. Çünkü güç, insanların kendilerine ait değildir. Gücün tümü Allah'a aittir ve Allah bu gücü istediği kişiye verebilir. Nitekim peygamberler dönemi bu gerçeğin en açık delillerinden biridir. Peygamberler yaşadıkları dönemde hep büyük topluluklara karşı ya tek başlarına ya da sayısı az olan bir toplulukla birlikte dini savunmuşlardır. Hatta peygamberler döneminde fikri mücadelenin dışında sıcak savaşlar da gerçekleşmiş ve her zaman sonuç olarak galip gelen taraf müminler olmuştur. Dışarıdan bakıldığında, kalabalık olan topluluğun savaşı kazanması gerekir diye düşünülür. Ancak Allah dilerse bu genel kanaati geçersiz kılar. Ki bu savaşlar sırasında Allah inkarcıların kalbine korku salmış, müminlerin az olan sayısını onların gözüne çok göstermiş ve 5000 melekle müminlerin ordusunu desteklemiştir. Böylece sayıları son derece az ve imkanları kısıtlı olmalarına rağmen, müminler inkar edenlere galip gelmişlerdir.
Görüldüğü gibi insanların, "güç çoğunluktadır" zihniyetiyle kendi doğrularından vazgeçerek, kalabalıktan yana olmaları çok büyük bir hatadır. Allah dilerse yüzbinlerce kişinin imkanını ve gücünü tek bir insana verir. İslam ahlakını tek bir insanın gayreti ve ihlasıyla tüm dünyaya hakim kılabilir. Çünkü bütün yeryüzü, Allah'ın gücü ve kontrolü altındadır. Bu nedenle insanın her zaman sadece haktan yana olması ve bu gerçeği unutmaması şarttır.
Ayrıca müminlerin sayısının her zaman dini yaşamayanlara göre daha az olması da, Allah'ın bir kanunudur. Allah kendi gücünü bu şekilde bütün dünyaya göstermekte ve gücün insan kalabalığında değil, sadece hakta olduğu ispat etmektedir.
Ayrıca imandan sonra inkara dönenler olması veya bir insanın zamanla samimiyetsizliğinin ortaya çıkması da doğaldır. Müminlerin arasından "münafık" olarak adlandırılan bu tip insanların çıkacağı Kur'an'da bildirilmiş ve bu ayrılıkların Müslümanlar için bir hayır olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu ayrılıkların müminlere zarar getireceğinin veya müminlerin sayısının azalmasının onların gücünü etkileyeceğinin düşünülmesi son derece yanlış olur. Çünkü yazının başında da belirtttiğimiz gibi önemli olan müminlerin sayısı değil, iman edenlerin ihlası ve samimiyetidir. Allah ihlaslı yirmi müminin inkarcılardan iki yüz kişiye, ihlaslı yüz müminin inkar edenlerden bin kişiye, ihlaslı bin müminin ise inkar edenlerden iki bin kişiye bedel bir güce sahip olacağını bildirmiştir. Nitekim Allah müminlerin arasından ayrılan münafıkların yerine çok daha hayırlılarını getireceğini de bildirmiştir.
Bu nedenle samimi Müslümanların sayısının ne kadar olduğu veya imkanlarının mahiyeti onların gücü hakkında gerçekçi bir bilgi vermez. Müminler hakkı savundukları, Allah'a dayandıkları ve imanın kararlılığıyla hareket ettikleri için her zaman üstün taraf olurlar. Bir tane samimi dindara karşı bütün dünya bir araya gelse, yine de Allah'ın dilemesi dışında bu insanı mağlup etmeyi başaramazlar.
Nitekim Üstad bir açıklamasında, müminlerin ne kadar değerli insanlar olduğundan bahsederken bu konuya da değinmiş ve imandan dönenlerin yerine çok daha hayırlı müminlerin geleceğinin müjdesini vermiştir.
"Aziz, sıddık, sarsılmaz, sıkıntıdan usanıp bizlerden çekilmez kardeşlerim!
Şimdi maddî, manevî bir sıkıntıdan nefsim sizin hesabınıza beni mahzun eylerken, birden kalbe geldi ki; hem senin, hem buradaki kardeşlerin tek birisiyle yakında görüşmek için bu zahmet ve meşakkatin başka surette on mislini çekseydiniz yine ucuz olurdu. Hem Nur'un takvadarane ve riyazetkârane meşrebi, hem umuma ve en muhtaçlara hattâ muarızlara ders vermek mesleği, hem dairesindeki şahs-ı manevîyi konuşturmak için eski zamanda ehl-i hakikatın senede hiç olmazsa bir-iki defa içtimaları ve sohbetleri gibi; Nur şakirdlerinin de, birkaç senede en müsaid olan Medrese-i Yusufiye'de bir defa toplanmalarının lüzumu cihetinde bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde birkaç zaîf kardeşlerimizin usanıp daire-i Nuriyeden çekinmeleri onlara pek büyük bir hasaret oldu ve Nurlara hiç zarar gelmedi. Onların yerine daha metin, daha muhlis şakirdler meydana çıktılar. Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler. Sevablarını, meyvelerini bizlere verirler. Biz de inayet-i İlahiyeye itimad edip sabır içinde şükretmeliyiz." (Şualar 503)
Üstad’ın da belirttiği gibi Allah inananları her zaman yardımıyla desteklemekte, onları her zaman inkar edenlere karşı üstün getirmektedir. Önemli olan iman eden kişilerin sayısı değil, iman güçleri, ihlasları ve takvalarıdır.
İnsanların büyük bölümü gücü hep kalabalıkta ararlar. Fikri ve fiziki gücün, insan sayısıyla paralel olduğunu düşünürler. Bu nedenle çoğu kişinin kendisine ait bir hayat felsefesi, doğru-yanlış düşüncesi ve ahlak anlayışı yoktur. Yetiştikleri çevrelerde genel olarak kabul görmüş olan ahlak yapısını, inanç şeklini ve hayat felsefesini olduğu gibi benimserler. Hatta çoğu kişi çevrelerinden aldıkları bu düşünce yapısını hiç eleştirmez, sorgulamaz, son günlerine kadar değiştirmezler. Bunun sebebi çoğunluğun gücüne olan inançlarıdır. Her konuda çoğunluğa ayak uydurmanın çıkarlara daha uygun olacağı zihniyetiyle hareket etmeleridir. Halbuki bu düşünce son derece yanlıştır. Kuran’da bu gerçeği Bakara Suresi’nde dikkat çekilmektedir:
"Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)
Görüldüğü gibi güçle, çoğunluk hiçbir şekilde birbirine bağımlı değildir. Çünkü güç, insanların kendilerine ait değildir. Gücün tümü Allah'a aittir ve Allah bu gücü istediği kişiye verebilir. Nitekim peygamberler dönemi bu gerçeğin en açık delillerinden biridir. Peygamberler yaşadıkları dönemde hep büyük topluluklara karşı ya tek başlarına ya da sayısı az olan bir toplulukla birlikte dini savunmuşlardır. Hatta peygamberler döneminde fikri mücadelenin dışında sıcak savaşlar da gerçekleşmiş ve her zaman sonuç olarak galip gelen taraf müminler olmuştur. Dışarıdan bakıldığında, kalabalık olan topluluğun savaşı kazanması gerekir diye düşünülür. Ancak Allah dilerse bu genel kanaati geçersiz kılar. Ki bu savaşlar sırasında Allah inkarcıların kalbine korku salmış, müminlerin az olan sayısını onların gözüne çok göstermiş ve 5000 melekle müminlerin ordusunu desteklemiştir. Böylece sayıları son derece az ve imkanları kısıtlı olmalarına rağmen, müminler inkar edenlere galip gelmişlerdir.
Görüldüğü gibi insanların, "güç çoğunluktadır" zihniyetiyle kendi doğrularından vazgeçerek, kalabalıktan yana olmaları çok büyük bir hatadır. Allah dilerse yüzbinlerce kişinin imkanını ve gücünü tek bir insana verir. İslam ahlakını tek bir insanın gayreti ve ihlasıyla tüm dünyaya hakim kılabilir. Çünkü bütün yeryüzü, Allah'ın gücü ve kontrolü altındadır. Bu nedenle insanın her zaman sadece haktan yana olması ve bu gerçeği unutmaması şarttır.
Ayrıca müminlerin sayısının her zaman dini yaşamayanlara göre daha az olması da, Allah'ın bir kanunudur. Allah kendi gücünü bu şekilde bütün dünyaya göstermekte ve gücün insan kalabalığında değil, sadece hakta olduğu ispat etmektedir.
Ayrıca imandan sonra inkara dönenler olması veya bir insanın zamanla samimiyetsizliğinin ortaya çıkması da doğaldır. Müminlerin arasından "münafık" olarak adlandırılan bu tip insanların çıkacağı Kur'an'da bildirilmiş ve bu ayrılıkların Müslümanlar için bir hayır olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu ayrılıkların müminlere zarar getireceğinin veya müminlerin sayısının azalmasının onların gücünü etkileyeceğinin düşünülmesi son derece yanlış olur. Çünkü yazının başında da belirtttiğimiz gibi önemli olan müminlerin sayısı değil, iman edenlerin ihlası ve samimiyetidir. Allah ihlaslı yirmi müminin inkarcılardan iki yüz kişiye, ihlaslı yüz müminin inkar edenlerden bin kişiye, ihlaslı bin müminin ise inkar edenlerden iki bin kişiye bedel bir güce sahip olacağını bildirmiştir. Nitekim Allah müminlerin arasından ayrılan münafıkların yerine çok daha hayırlılarını getireceğini de bildirmiştir.
Bu nedenle samimi Müslümanların sayısının ne kadar olduğu veya imkanlarının mahiyeti onların gücü hakkında gerçekçi bir bilgi vermez. Müminler hakkı savundukları, Allah'a dayandıkları ve imanın kararlılığıyla hareket ettikleri için her zaman üstün taraf olurlar. Bir tane samimi dindara karşı bütün dünya bir araya gelse, yine de Allah'ın dilemesi dışında bu insanı mağlup etmeyi başaramazlar.
Nitekim Üstad bir açıklamasında, müminlerin ne kadar değerli insanlar olduğundan bahsederken bu konuya da değinmiş ve imandan dönenlerin yerine çok daha hayırlı müminlerin geleceğinin müjdesini vermiştir.
"Aziz, sıddık, sarsılmaz, sıkıntıdan usanıp bizlerden çekilmez kardeşlerim!
Şimdi maddî, manevî bir sıkıntıdan nefsim sizin hesabınıza beni mahzun eylerken, birden kalbe geldi ki; hem senin, hem buradaki kardeşlerin tek birisiyle yakında görüşmek için bu zahmet ve meşakkatin başka surette on mislini çekseydiniz yine ucuz olurdu. Hem Nur'un takvadarane ve riyazetkârane meşrebi, hem umuma ve en muhtaçlara hattâ muarızlara ders vermek mesleği, hem dairesindeki şahs-ı manevîyi konuşturmak için eski zamanda ehl-i hakikatın senede hiç olmazsa bir-iki defa içtimaları ve sohbetleri gibi; Nur şakirdlerinin de, birkaç senede en müsaid olan Medrese-i Yusufiye'de bir defa toplanmalarının lüzumu cihetinde bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde birkaç zaîf kardeşlerimizin usanıp daire-i Nuriyeden çekinmeleri onlara pek büyük bir hasaret oldu ve Nurlara hiç zarar gelmedi. Onların yerine daha metin, daha muhlis şakirdler meydana çıktılar. Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler. Sevablarını, meyvelerini bizlere verirler. Biz de inayet-i İlahiyeye itimad edip sabır içinde şükretmeliyiz." (Şualar 503)
Üstad’ın da belirttiği gibi Allah inananları her zaman yardımıyla desteklemekte, onları her zaman inkar edenlere karşı üstün getirmektedir. Önemli olan iman eden kişilerin sayısı değil, iman güçleri, ihlasları ve takvalarıdır.