nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
İman, mutlak tasdiktir. Söylenen sözü kendi isteği ile kabullenmek, gönülden benimsemek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten inanmak, teslim olmak, karşıdakine güven vermek demektir.
İslâm dinine göre ise; Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve peygamberi olduğuna ve onun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.
İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas “Kelime-i Şehâdet”te toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet’i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye “inanmış” mânâsına gelen “Mümin” adı verilir.
İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.
Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’sinde:
“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.” (Mâide: 41)
Buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir.
Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:
“Bedevîler iman ettik dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, bari ‘Müslüman olduk.’ deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi.’” (Hucurât: 14)
Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.
“Müminler o kimselerdir ki, Allah’a ve Resul’üne iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmişlerdir. İşte onlar imanlarında sâdık olanlardır.” (Hucûrât: 15)
Allah-u Teâlâ kâmil müminleri üç sıfatla vasıflandırmaktadır:
Birincisi; Allah-u Teâlâ’ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine kesin iman.
İkincisi; şek ve şüpheye düşmemek.
Üçüncüsü ise; mal ve can ile cihad etmek.
Kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o gerçek mümindir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de müminlerin meth-ü senâya layık halleri, ilâhî hükümlere olan itaatleri ve bu sayede kurtuluşa erdikleri beyan buyurulmaktadır:
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece: ‘İşittik, itaat ettik!’ demekten ibarettir.
İşte saadete erenler onlardır.” (Nur: 51)
Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ı Rabb, İslâm’ı din, Muhammed’i peygamber kabul eden kimse imanın tadını tatmıştır.” (Müslim: 56)
“Müminler saâdete ermişlerdir.” (Müminûn: 1)
Buyurarak, müminlerin dünya saadetine ahiret selâmetine erdiklerini beyan ettikten sonra, güzide vasıflarını beşeriyete duyurmaktadır:
“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.” (Müminûn: 2)
Zihni meşgul eden şeylerden ve vesveselerden arınmış bir halde, Allah-u Teâlâ’nın huzurunda bulunduklarını düşünerek kemâl-i edeple namazlarını kılmaya çalışırlar.
“Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler.” (Müminûn: 3)
Kendilerini Allah’tan alıkoyan her şeyden kaçınırlar. Onlardan sakınmayı gerektiren sebeplerin bulunmasından da uzak kalırlar.
“Onlar ki, zekâtlarını verirler.” (Müminûn: 4)
Bu suretle de nefislerini dünya sevgisinden ve hırsından arındırmış olurlar.
“Onlar ki namazı kılarlar, zekâtı verirler ve onlar ahirete de kesin olarak iman ederler.” (Lokman: 4)
Ölüme mahkûm olan bütün beşeriyetin yeniden ihyâ edilerek ebedî bir âleme sevk edileceklerine inanırlar.
“Onlar ki, eşleri ve câriyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar kınanamazlar. Bu sınırı aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir.” (Müminûn 5-6-7 – Meâric: 29-30-31)
Her kim kendisi için verilen böyle bir müsaadenin haricine çıkmak isterse, yasak sahalara geçmiş ve böylece de günah işlemiş olur.
“O müminler ki, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.” (Müminûn: 8 – Meâric: 32)
Kendilerine bir şey emanet bırakıldığında ona hiyanet etmezler. Kendileri için birer emanet mesabesinde olan hayatlarını, güç ve kuvvetlerini kötüye kullanmazlar.
“Ancak namaz kılanlar hariç. Onlar ki namazlarına devam ederler.” (Meâric: 22-23)
Hiçbir meşguliyet kendilerini namazdan alıkoymaz.
“O müminler ki, namazlarına riâyet ederler.” (Müminûn: 9 – Meâric: 34)
Vakitlerine, rükünlerine ve âdâbına uyarak, güçlerinin yettiği en iyi şekilde kılarlar.
“Onlar ki ceza gününü tasdik ederler.” (Meâric: 26)
Dolayısıyle iyi ameller yaparak o güne hazırlanırlar.
“Onlar ki Rabb’lerinin azabından korkarlar. Çünkü Rabb’lerinin azabından emin olunmaz.” (Meâric: 27–28)
Bunun içindir ki korku ile ümit arasında bulunurlar.
“Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır.” (Müminûn: 10-11)
Artık oradan ebedî olarak çıkmayacaklardır.
“İşte onlar cennetlerde ikram olunacaklardır.” (Meâric: 35)
Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanların hayal bile edemediği nice maddi ve manevî nimetlere, lezzetlere, meserretlere nâil olacaklardır.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“İman edip sâlih ameller işleyenler için, Rahman bir sevgi peyda edecektir.” (Meryem: 96)
“Müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer.” (Enfâl: 2)
Gönüllerini rahmet ümidi ve muhabbet heyecanı kaplar, muhabbetle karışık bir korku sarar. Allah-u Teâlâ’nın izzet ve celâlinden, kahır ve galebesinden dolayı korkuya kapılarak ürperir.
“Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır.” (Enfâl: 2)
Çünkü Allah-u Teâlâ hakkındaki delillerin ortaya çıkması, müminlerin imanlarını kuvvetlendirip, onların yakîn derecesinde iman etmelerini temin eder. İman taklitten çıkıp tahkik hususiyeti kazanmaya başlar.
“Onlar ki sabrederler ve yalnız Rabb’lerine tevekkül ederler.” (Ankebut: 59)
İşlerinde O’nu vekil edip, O’ndan başkasından bir şey istemezler. Yalnızca O’na teslimiyet gösterirler ve muvaffakiyetlerini yalnız O’ndan beklerler.
“Onlara bir musibet geldiğinde: ‘Biz Allah içiniz ve elbette ona döneceğiz.’ derler.” (Bakara: 156)
Bunu yalnız dil ile değil, yaratma ve yaratılma gayesini düşünerek bütün kalpleri ile söylerler.
İslâm dinine göre ise; Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve peygamberi olduğuna ve onun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.
İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas “Kelime-i Şehâdet”te toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet’i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye “inanmış” mânâsına gelen “Mümin” adı verilir.
İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.
Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’sinde:
“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.” (Mâide: 41)
Buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir.
Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:
“Bedevîler iman ettik dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, bari ‘Müslüman olduk.’ deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi.’” (Hucurât: 14)
Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.
•
Allah-u Teâlâ kâmil imanın alâmetini ve hakiki müminlerin vasıflarını Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurmaktadır:“Müminler o kimselerdir ki, Allah’a ve Resul’üne iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmişlerdir. İşte onlar imanlarında sâdık olanlardır.” (Hucûrât: 15)
Allah-u Teâlâ kâmil müminleri üç sıfatla vasıflandırmaktadır:
Birincisi; Allah-u Teâlâ’ya ve Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine kesin iman.
İkincisi; şek ve şüpheye düşmemek.
Üçüncüsü ise; mal ve can ile cihad etmek.
Kim bu sıfatları kendinde toplarsa, o gerçek mümindir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de müminlerin meth-ü senâya layık halleri, ilâhî hükümlere olan itaatleri ve bu sayede kurtuluşa erdikleri beyan buyurulmaktadır:
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece: ‘İşittik, itaat ettik!’ demekten ibarettir.
İşte saadete erenler onlardır.” (Nur: 51)
Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ı Rabb, İslâm’ı din, Muhammed’i peygamber kabul eden kimse imanın tadını tatmıştır.” (Müslim: 56)
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:“Müminler saâdete ermişlerdir.” (Müminûn: 1)
Buyurarak, müminlerin dünya saadetine ahiret selâmetine erdiklerini beyan ettikten sonra, güzide vasıflarını beşeriyete duyurmaktadır:
“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.” (Müminûn: 2)
Zihni meşgul eden şeylerden ve vesveselerden arınmış bir halde, Allah-u Teâlâ’nın huzurunda bulunduklarını düşünerek kemâl-i edeple namazlarını kılmaya çalışırlar.
“Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler.” (Müminûn: 3)
Kendilerini Allah’tan alıkoyan her şeyden kaçınırlar. Onlardan sakınmayı gerektiren sebeplerin bulunmasından da uzak kalırlar.
“Onlar ki, zekâtlarını verirler.” (Müminûn: 4)
Bu suretle de nefislerini dünya sevgisinden ve hırsından arındırmış olurlar.
“Onlar ki namazı kılarlar, zekâtı verirler ve onlar ahirete de kesin olarak iman ederler.” (Lokman: 4)
Ölüme mahkûm olan bütün beşeriyetin yeniden ihyâ edilerek ebedî bir âleme sevk edileceklerine inanırlar.
“Onlar ki, eşleri ve câriyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar kınanamazlar. Bu sınırı aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir.” (Müminûn 5-6-7 – Meâric: 29-30-31)
Her kim kendisi için verilen böyle bir müsaadenin haricine çıkmak isterse, yasak sahalara geçmiş ve böylece de günah işlemiş olur.
“O müminler ki, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.” (Müminûn: 8 – Meâric: 32)
Kendilerine bir şey emanet bırakıldığında ona hiyanet etmezler. Kendileri için birer emanet mesabesinde olan hayatlarını, güç ve kuvvetlerini kötüye kullanmazlar.
“Ancak namaz kılanlar hariç. Onlar ki namazlarına devam ederler.” (Meâric: 22-23)
Hiçbir meşguliyet kendilerini namazdan alıkoymaz.
“O müminler ki, namazlarına riâyet ederler.” (Müminûn: 9 – Meâric: 34)
Vakitlerine, rükünlerine ve âdâbına uyarak, güçlerinin yettiği en iyi şekilde kılarlar.
“Onlar ki ceza gününü tasdik ederler.” (Meâric: 26)
Dolayısıyle iyi ameller yaparak o güne hazırlanırlar.
“Onlar ki Rabb’lerinin azabından korkarlar. Çünkü Rabb’lerinin azabından emin olunmaz.” (Meâric: 27–28)
Bunun içindir ki korku ile ümit arasında bulunurlar.
“Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır.” (Müminûn: 10-11)
Artık oradan ebedî olarak çıkmayacaklardır.
“İşte onlar cennetlerde ikram olunacaklardır.” (Meâric: 35)
Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insanların hayal bile edemediği nice maddi ve manevî nimetlere, lezzetlere, meserretlere nâil olacaklardır.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“İman edip sâlih ameller işleyenler için, Rahman bir sevgi peyda edecektir.” (Meryem: 96)
•
Müminlerin ulvî vasıfları hakkında diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:“Müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer.” (Enfâl: 2)
Gönüllerini rahmet ümidi ve muhabbet heyecanı kaplar, muhabbetle karışık bir korku sarar. Allah-u Teâlâ’nın izzet ve celâlinden, kahır ve galebesinden dolayı korkuya kapılarak ürperir.
“Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır.” (Enfâl: 2)
Çünkü Allah-u Teâlâ hakkındaki delillerin ortaya çıkması, müminlerin imanlarını kuvvetlendirip, onların yakîn derecesinde iman etmelerini temin eder. İman taklitten çıkıp tahkik hususiyeti kazanmaya başlar.
“Onlar ki sabrederler ve yalnız Rabb’lerine tevekkül ederler.” (Ankebut: 59)
İşlerinde O’nu vekil edip, O’ndan başkasından bir şey istemezler. Yalnızca O’na teslimiyet gösterirler ve muvaffakiyetlerini yalnız O’ndan beklerler.
“Onlara bir musibet geldiğinde: ‘Biz Allah içiniz ve elbette ona döneceğiz.’ derler.” (Bakara: 156)
Bunu yalnız dil ile değil, yaratma ve yaratılma gayesini düşünerek bütün kalpleri ile söylerler.