MÜMİNE BİR HANIM NASIL OLMALI
MÜ’MİNE HANIMIN ALLAH’A KARŞI VAZİFELERİ
İnsan, rızai Bârî için ameli salih işlemelidir. Allaha hakkıyla tevekkül edip işini O’na ısmarlayarak ve her zaman onun yardımına, desteğine, rızasına muhtaç olduğunu bilerek yaşamalıdır.
Hacer validemizin kıssası, Allah’a iman ve amelin O’na sadakat ve tevekkülün güzel misallerindendir. Hazreti İbrahim aleyhisselâm onu Mekkei Mükerreme’de Haremi Şerifin içerisinde bir gölgeliğin yanına bırakmıştı. O zaman Mekke’de hiç kimse yoktu, su da bulunmuyordu. Hacer’in yanında henüz süt bebeği olan İsmail’den başkası da yoktu. O vakit Hacer büyük bir ****net, güven, sükûnet ve huzurla Hazreti İbrahim’e:
“Ey İbrahim! Bunu sana Allah mı emretti?” demiş, o da “Evet,” diye cevap vermişti. Hacer’in cevabı rıza, kanaat, ferahlık ve emniyet ile doluydu: “Öyleyse o bize yeter.” dedi. 243
Son derece meşakkatlı ve zor bir durumda İbrahim aleyhisselâm hanımını ve evladını çorak bir arazide terk etti, o arazide ne bir insan, ne su ne de bir bitki vardı. Kendisi de uzaktaki Şam diyarına gitmek üzere yola çıktı. Onlara içinde biraz hurma bulunan bir çömlek ve bir su kırbası bıraktı. Eğer Hacer’in gönlünü dolduran iman ile Allah’a tevekkülü olmasaydı, bu dehşet verici duruma tahammül edemez, daha ilk andan itibaren imtihanı kaybedebilirdi.
Bu imanî şuur, müslüman erkeklerin ve kadınların hayatında hayretlere düşüren neticeler vermiştir. Çünkü vicdanları uyarmış, duygulara incelik ve letafet katmıştır; kalpleri, Allah Teâlâ’nın sırlara vakıf bulunduğuna, kün meallah velâ tübâli sırrına celb etmiştir.
Abdullah bin Zeyd bin Eslem babasından, o da dedesinden rivâyet ediyor: Ömer b. Hattab bir defasında Medine’yi gece teftiş ederken onunla beraber idim. Gecenin bir vaktinde yorulmuş ve bir duvara dayanmıştı. Birden bir kadın sesi işitti. Kadın kızına şöyle diyordu: “Kızım kalk ta şu süte biraz su karıştır.” Kız: ”Anneciğim, Emirü’l Mü’minîn’in bugünkü emrini bilmiyor musun yoksa?” dedi. Kadın: “Neymiş yavrum onun emri?” dedi. Kız: “Bir dellala: “Dikkat, süte su karıştırılmasın” diye ilan ettirdi”, dedi. Kadın: “Kızım, sen kalk da dediğimi yapmaya bak, sen şimdi Ömer’in görmeyeceği bir yerdesin.” deyince kızın annesine cevabı : “Ben ona herkesin içinde itaat edip de yalnızken isyan edemem” oldu. Hz Ömer bütün bu sözleri işitti ve : “Ey Eslem, git, bu sözlerin sahibi olan kadın ile kendisine bu sözleri söyleyen kimmiş, bak!” dedi. Eslem diyor ki: “O yere gittiğimde gördüm ki bir dul kadın ile kızı konuşuyordu. Hz Ömer’e gelip gördüklerimi haber verdim. Emirül mü’minîn çocuklarını çağırdı, hepsini bir araya topladı ve dedi ki: “İçinizde evlenmek isteyen var mı, onu hemen evlendireyim? Abdullah : “Benim bir zevcem var”, dedi. Abdurrahman da : “Benim de bir zevcem var”, dedi. Asım ise: “Benim zevcem yok”, dedi. Hz Ömer haber gönderip kızı istetti ve oğlu Asım’ı onunla evlendirdi. İşte bu kız Asım’a bir kız çocuğu doğurdu. O kız da takva ve adaletiyle meşhur Ömer bin Abdülaziz’i dünyaya getirdi.
Vakit Namazlarında Hassastır
Müslüman kadın büyük bir gayret ve şevkle Rabbine ibadet eder. Çünkü Allah Teâlâ’nın her müslüman erkek ve kadına farz kıldığı şer’i amelleri işlemek ile kendisinin de yükümlü olduğunu bilir. O itibarla İslâm’ın farzlarını, rukûnlerini güzel bir şekilde, gevşeklik ve ihmalkârlık göstermeden yerine getirir.
Müslüman kadın beş vakit namazı zamanında kılar. Namazlarını vaktinde kılmaktan ev işleri, annelik ve zevcelik meşguliyetleri onu alıkoyamaz. Zira namaz dinin direğidir. Kim namazı kılarsa dinini ayakta tutmuş, her kim de terk ederse dinini yıkmış olur.244
Namaz, amellerin en üstünü ve en kıymetlisidir. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm bunu hadisinde şöyle açıklamıştır: Abdullah bin Mesud naklediyor: Diyor ki: Rasûlullah’a aleyhisselâtü vesselâm: “Amellerin hangisi daha faziletlidir?“ diye sordum. “Vaktinde kılınan namaz.” buyurdu. “Sonra hangisi?” diye sordum. “Anne babaya itaat ve iyilik etmek.” dedi. “Sonra hangisi?” dediğimde: ”Allah celle celâlühu yolunda cihad etmek.” diye cevap verdi.”245
Namaz, Allah’tan kullarına bir rahmettir. Kullar günde beş defa onun gölgesine sığınırlar. Orada Rablerine hamd ederler. O’nu tesbih ederler. Ondan yardım dilerler. Rahmet, hidâyet ve bağışlanma tale‐binde bulunurlar. O bakımdan namaz, kulların günah ve noksanlık‐larını affettiren Allah’a karşı bir kulluk vazifesidir.
Osman bin Affan diyor ki: Rasûlullah’ın aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurduğunu işittim:
“Hangi müslüman ki, bir farz namazın vakti gelir de abdestini güzelce alır, huşu ve huzurunu, rükûunu erkânına göre eda ederse, büyük günahları işlemediği takdirde, o namaz geçmiş günahlarına kefaret olur. Bu hüküm bütün sene için böyledir.” buyurdu.246
Akıllı müslüman hanım yalnız farz olan beş vakit namazı kılmakla yetinmez, ratip sünnetleri de eda eder, duha namazı, evvabin namazı, teheccüd namazı gibi nafile namazlarınada gücü yettiği nisbette rağbet eder.. (Farzlardan önce ve sonra kılınan müekked sünnet namazlara ratip sünnetler denir.) Çünkü nafile namaz kulu Rabbine yaklaştırır, kula Allah celle celâlühu sevgisi ve Allah’ın rızasını bahşeder, kulun itaatkâr, kurtuluşa eren salihlerden olmasına vesile olur. Mü’min kulu nafile ibadetle Allah Teâlâ’ya yaklaştıran mertebenin büyüklüğüne şu hadisi kudsiden daha açık bir delil bulunamaz:
“Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır; nihâyet onu severim. Bir kere onu sevdim mi, artık ben o kulumun işiteceği kulağı, göreceği gözü, kuvvetle kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. (fena şeyleri dinlemekten, fena şeylere bakmaktan, helal olmayan şeylere el uzatmaktan, fena yoldan yürümekten onu korurum). Eğer benden bir şey dilerse onu veririm, bana sığınırsa muhakkak onu himaye ederim.”247
Allah’ın kulunu sevmesine bağlı olarak gök ve yer halkı da onu sever. Bunun doğruluğuna delil de Ebu Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir: Allah bir kulunu severse Cibril’e: “Allah filanı seviyor, onu sen de sev”, diye emreder. Cibril de onu sever ve sema ehline: “Allah filanı seviyor, sizde onu seviniz,” diye seslenir. Bunun üzerine gök halkı o kimseyi sever. Sonra da yeryüzünde onun sevgisi kalplerde yerleşir.
Allah Teâlâ bir kuluna buğzederse, onu sevmezse, Cibril’e: “Ben filana buğz ediyorum, sen de buğz et!” diye hitab eder. Cibril de ona buğz eder. Sonra sema halkına: “Allah Teâlâ, filan kuluna buğz ediyor, siz de ona buğz edin! “diye seslenir. Sonra da yeryüzünde o kimseye karşı kin ve nefret uyanır.”248
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm geceleyin mübarek ayakları şişinceye kadar ayakta kalır, namaz kılardı. Mü’minlerin Annesi Hazreti Âişe kendisine: “Yâ Rasûlallah! Geçmişteki ve gelecekteki günahlarınız mağfiret olunduğu halde niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sorduğunda ona: “Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verirdi.249
Müslüman kadın, namazdan çıkıp hemen ev işlerine dalmaz, dünya meşgalelerine koyulmaz. Aksine Rasûlullah’ın aleyhisselâtü vesselâm yaptığı gibi üç kere Allah Teâlâ’ya istiğfar eder, onun de‐diği gibi şöyle der:
“Allah’ım selâm sensin, selâmet de ancak sendendir. Mübareksin, ey celâl ve ikram sahibi!”250
Sonra Sünneti Mutahhara’da yer alan ve Rasûlullah’ın aleyhisselâtü vesselâm namazı bitirdikten sonra okuduğu tesbihat ve zikirleri tekrar eder. Bunlar çok ve çeşitlidir. Bazıları şunlardır: Namazdan sonra 33 kere Subhanallah, 33 kere Elhamdulillah, 33 kere Allahu Ekber der. Yüzüncü olarak da şöyle der:
“Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O vardır. Şeriki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur. Hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kadirdir.”
Çünkü Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur: ”Bir kimse her namazın sonunda Allah’a 33 kere tesbih, 33 kere hamd eder, 33 kere de tekbirde bulunursa bunların toplamı 99 eder. Yüze tamamlamak üzere de:
“Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh, lehül mülkü velehül hamdü vehüve alâ külli şey’in kadîr, derse günahları denizin köpüğü kadar bile olsa yine affolunur.” 251
Sonra Allah’a yönelir; dünya ve ahirete dair bütün işlerini ıslah etmesi, zahiren ve batınen başarı lütfetmesi için O’na candan dua eder.
Malının Zekâtını Verir
Müslüman kadın, zekat icap edecek miktarda bir mal ve varlık sahibi ise, malının zekatını verir. Malının bir seneki miktarını ince birhesap ile tespit eder ve verilmesi kendisi üzerine farz olan miktarı tam bir emanet, dikkat ve özenle gereken yerlere verir. Zira zekat İs‐lâm’ın rükunlerinden bir rükundür, şarttır.
Ramazanda Orucunu Tutar, Gece Namazına Kalkar
Takva sahibi Müslüman kadın, gönlü imanla dolu ve mamur olarak Ramazan ayında orucunu tutar. Çünkü: “Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş küçük günahları affolunur.”252 Ve oruca zarar verecek veya sevabını azaltacak her şeyden kaçınır. Eğer çekişme, didişme, kavga fitnesiyle karşı karşıya kalırsa Hazreti Peygamberin aleyhisselâtü vesselâm oruçlu erkek ve kadınlara tavsiye ettiği esas ile amel eder:
“Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şâyet biri kendisine söver veya çatarsa: Ben oruçluyum” desin,”253
“Kim yalan söz ve yalancılıkla iş yapmayı terk etmezse yemeği ve içmeyi bırakıp aç durmasın, (bu yaptıklarının) Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.”254
Nafile Oruç Tutar
Takva sahibi Müslüman kadın, Ramazan ayı dışında da, nafile oruç tutar; Aşure günü yani muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günü gibi günlerde tutulan oruç Yüce Rasûlünde aleyhisselâtü vesselâm haber verdiği üzere günahlara keffaret olacak salih amellerdendir.
İbni Abbas’dan gelen bir rivâyete göre Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm Aşure gününde oruç tutar ve o günlerde oruç tutmayı emrederdi.255
Şevval ayındaki altı gün oruç da böyledir. Onun fazilet ve sevabı hakkında Ebu Eyyub elEnsarî’nin rivâyetine göre Yüce Resûl aleyhisselâtü vesselâm buyurmuştur ki:
“Ramazan orucunu tutup da Şevval’den de altı gün oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibidir; her sene böyle yaparsa bütün ömrünü oruçlu geçirmiş gibi olur.”256
Her aydan üç gün oruç tutmak da müstehaptır. Bu hususta Ebu Hureyre der ki:
“Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm üç şeyi bana tavsiye etti. Her aydan üç gün oruç tutmayı, kuşluk (duha) vaktinde iki rekat namaz kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını eda etmeyi.”257
Mü’minlerin Annesi Hazreti Âişe diyor ki: “Ya Rasûlallah! Gazaya çıkıp sizinle beraber cihad etmeyelim mi?” diye sordum. “Sizin için cihadın en iyi ve en güzeli hacdır, mebrur hacdır.” buyurdu. Hazreti Âişe: “Ben bunu Rasûlullah’dan aleyhisselâtü vesselâm işittikten sonra artık haccı bırakmam.” demiştir. 258
Hacca ve Umreye Gider
Müslüman kadın gerekli imkânlara sahip olduğunda hacca gitmek farz olduğu gibi, imkânı bulunduğu takdirde umreye gitmesi de icap eder. Özellikle Ramazan ayında eda edilen umrenin sevabı, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile beraber eda edilen bir haccadenktir. İmam Buhârî’nin İbni Abbas’dan rivâyet ettiği hadiste bu zikredilmiştir:
“Nebiyyi Muhterem aleyhisselâtü vesselâm haccından döndüğü vakit Ümmü Sinan elEnsariyye’ye: “Haccetmene ne engel oldu?” diye sordu. O kocasını kastederek: “Ebu Filan: onun iki devesi var, birine binerek hacca gitti, öteki de toprağımızı suluyor.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm: “Ramazan ayı gelince umreye git; çünkü Ramazanda yapılan umre bir hac demektir.” buyurdu. İbni Abbas’dan gelen diğer rivâyet: “Ramazan’da yapılan bir umre, benimle beraber eda edilen bir hacca denktir.” şeklindendir.
İlim Tahsil Ederler
Allah’ü Teâlâ ezelî ve ebedî hayat kaynağımız Kur’anı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” 259
İmamı Serahsî şöyle diyor: “Allahu Teâlâ’ya imandan sonra en önemli amel farz olan ilmin talep edilmesidir. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyuruyor:
“İlim talep etmek, her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır.”260
“İlim, nübüvvetin mirasıdır. Peygamberler, ilmi miras bıraktılar.”261 Erkekler ve kadınlar nübüvvetin mirasında hak sahibidirler
Zarûrî ilimleri tahsil etmek kadının üzerine vecibedir. İlim tahsil etmenin vasıtalarından birisi de, yazı yazmayı öğrenmektir. İslâm’a göre kadının okuma yazma öğrenmesi yasak değildir, bilakis teşvik edilmiştir. Yani İslâm dini, kadına okuma ve yazmayı öğrenme ce‐vazını vermiştir.
Erkeğin Kadına Karşı Avreti
İster mahremi olsun, ister namahrem, erkeğin kadına karşı avret mahalli, erkeğe karşı olduğu gibi, diz kapağı ile göbeği arasıdır. Bu ölçü ruhsat olandır. Yalnız karı koca arasında avret mahalli yoktur. Zira Allahu Teâlâ,
“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.262 Buyurmuştur.
Kadınların kadınlara karşı avret mahalli de erkeklerde olduğu gibi diz kapakları ile göbekleri arasıdır. Mahremiyet konusunda sadece erkekler değil, kadınlar da hem erkeklere hem de hem cinslerine karşı Allah’ın hududlarını muhafaza etmelidir.
Kadınların Saç Kestirmeleri
Kadının saçını kesmesi veya kestirmesine gelince; şâyet saçını tamamiyle kökünden keserse veya erkeklere benzemek kasdıyla şekillendirirse haramdır. “Allah Teâlâ kendisini erkeklere benzetmeye çalışan kadına ve kendisini kadınlara benzetmeye çalışan erkeklere lanet etmiştir.”263
Ancak kadın saçını erkeğinkine benzemek yerine mahremine daha güzel görünmek üzere şekillendirirse bu amelinden sevap da kazanır.
Yalnız Kalmanın Adabı
Bir kimsenin mahremi olmayan kadınlardan baldızı veya kardeşinin hanımı veya kayın biraderinin hanımıyla yalnız kalmaları yada yolculuk yapmaları caiz değildir. Şâyet yanlarında kişinin kendi mahremi olan hanımı olursa caizdir. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm buyuruyor ki:
“Kadınların yanlarına yalnız iken girmekten sakınınız. Bunun üzerine birisi: “Kadının kayın biraderi de böyle midir?” dedi. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm: “ölümdür. (yani onunla bir arada bulunmak daha tehlikelidir.)” buyurdu.264
Allah’a ve Rasûlüne itaat, ancak emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak suretiyle olur. Müslüman kadın, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederek yabancı bir erkekle yalnız, bir arada kalmaz. Çünkü Allah Rasûlünün şu hadisine binaen, yabancı bir erkekle halvet, yalnız olarak bir arada bulunmak, haramdır:
“Sakın bir adam bir kadınla baş başa kalmasın. Ancak yanında nikâhlanması haram akrabası olursa müstesna. Hem kadın yanında mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkmasın.” Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak: “Yâ Rasûlallah! Benim zevcem hac için yola çıktı. Kendim de filan gazaya yazıldım,” dedi. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm: “Git de zevcenle beraber haccet!” buyurdu.265
Mahrem; kendisiyle evlenmenin ebediyen haram olan baba, erkek kardeş, amca, dayı vb., kimselere denir.
Mü’mine kadın yanında bir mahrem erkek bulunmaksızın yolculuk etmemelidir. Zira yolculuk zorluk ve sıkıntısız olmaz. Sefer durumunda çeşitli tehlikeler, zorluklar, hoş olmayan şeyler yaşanabilir. Kadının yanında, kendisinin yerine bu güçlükleri taşıyacak ve olabilecek bu tehlikeleri defedecek, mahremlerinden, bir erkek bulunmaksızın yalnız başına sefere çıkması caiz değildir.
Bundan dolayı kadının mahremsiz tek başına yola çıkmasını yasaklayan birçok Peygamber irşadı ve ikazı vardır.
İmam Buharî’nin Sahihi’nde:
“Hiçbir kadın, yanında mahremi olmaksızın üç günlük bir yolculuğa çıkmasın.” hadisi mevcuttur.
İmam Müslim’in Sahihi’nden bir hadis ise şöyledir:
“Allah’a ve ahiret gününe imanı olan herhangi bir kadının, yanında mahremi bulunmaksızın, üç gecelik bir mesâfedeki yolculuğa çıkması helal olmaz.”
Allah Teâlâ’nın Kaza ve Kaderine Razıdır
Rabbinin emrine itaatkâr bir kadının, O’nun kaza ve kaderine tam anlamıyla razı olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü kaza ve kadere razı olmak, insandaki iman, taat, takva ve iyi halin en büyük alametlerindendir. Bundan dolayı islâmı iyi öğrenmiş şuurlu kadın, hayatında başına gelecek hayır veya şer türünden şeye daima razıdır. Zira onun için bu rızada, her halükârda hayır bulunur. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm bunu şu sözüyle açıklamaktadır:
“Müslümanın işi takdir ve hayrete değer. Çünkü işinin hepsi onun için hayırdır. Zira başına sevinilecek bir iş gelirse şükreder; buise onun için hayırlıdır. Başına bela gelirse sabreder; bu da onun için hayırlıdır.” 266
Daima Allah’a Yönelir
Müslüman erkekte olduğu gibi mü’mine kadın da bazen bir gaflet haline kapılabilir. Yahut Rabbinin emrini yerine getirirken şuurlu ve uyanık kadına yakışmayacak bir kusur ve gevşekliğe düşebilir. Fakat bu gaflet ve şaşkınlık haline dalıp gitmez; hemen gafletinden uyanır, bu sürçme ve kusurdan dolayı derhal tövbe eyler, istiğfar eder. Rabbinin güven verici himayesine sığınır.
Cenâbı Hak Kâdiri Mutlak ve Tekaddes ve Teâlâ hazretleri bu meyanda şöyle buyurur:
“Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allahın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.”267
Sadık bir müslüman kadının bütün arzusu ve emeli Aziz ve Celil olan Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. İşlerini bu hassasiyetle yapar. Allah’ın razı olacağı işi yapar, razı olmayacağı işten yüz çevirip onu çirkin görür. Aziz ve Celil olan Allah’ın rızası ile insanların rızası şey arasında muhayyer kalırsa, hiç tereddüt etmeden, insanlar hoşlanmasa bile Allah’ın rızasını bulunanı tercih eder.
Zira İslâmî şuuru ve feraset nuruyla idrak etmektedir ki insanların rızasını, hoşnutluğunu elde etmeye çalışmak hiç bitmeyen bir amaçtır; öyle bir amaç aynı zamanda sahibini Allah’ın gazabına götürebilir. Müslüman kadın bütün bu durumlarda hikmet sahibi peygamberinin yolunda hidâyeti arar. O Habibi Kibriya sertacı enbiya buyurmuştur ki:
“Her kim insanların gücenmesine rağmen Allah’ın rızasını ararsa Allah da onu insanların eziyet ve sıkıntısından kurtarır. Her kim de Allah’ın gazabına mukabil insanların rızasını ararsa Allahda onu insanlara havale (rezil ve rüsva) eder.268
Müslüman kadının amellerinin en makbulü kitap ve sünnet dahilinde Allah’a kul olmasıdır. Bundan sonra aile hayatında kocasına itaat ve hürmet çocuklarına şefkat ve merhametle muamele etmesi gelir. Allah’ın dinine ve insanlığa Allah rızasını gözeterek imkân dahilinde yardım etmeli; aile, ve toplum hayatında iyiliklerin yayılması için gayret etmelidir.
Müslüman Kadın İslâm Diniyle Şeref Duyar
İslâm, tarihte ilk defa kadın haklarını tamamen ilan etmiş bir dindir. Daha dünya; İnsan Hakları Beyannamesi’ni tanımadan asırlarca önce, Müslüman kadın insan haklarından tam olarak yararlanmıştır.
Tâ o ilk dönemde İslâm, kadınların erkeklerin diğer yarısı olduğunu ilan etmiş, hadisler bunu açıklamıştır. Müslümanların dışındaki kesimlerde kadının insan olup olmadığından, ruhunun bulunup bulunmadığından şüphe duyulurken Kur’anı Kerîm şöyle ilan ediyordu:
“Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki
“Ben, erkek olsun kadın olsun ki hep birbirinizdensiniz içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Karşılığın en güzeli Onun katındadır.”269
Erkeklerin bey’ati, akitleşmesi gibi kadınlar da Rasûlullah’a aleyhisselâtü vesselâm dinleyip itaat etme şartı üzere bey’at etmiştir. Kadınların bey’atleri erkeklerinden bağımsızdı, onlara tâbi olarak değildi. Bu ise Müslüman kadının şahsiyetinin bağımsız olduğunu, bey’atte, ahid vermede, Allah’a ve Rasûlüne velâ (bağlılık) vermede sorumluluk taşıma yeterliliğini vurgulamaktadır. Bütün bunların hepsi, modern dünyanın kadının referandum ve seçimler yoluyla bağımsız irade ve görüşünü açıklama hakkını kabulünden yüzyıllarca önce gerçekleşti. Bunların yanı sıra erkeklerin ki gibi birtakım hakları da vardı. Mülkiyet hakkına sahip olması, zengin dahi olsa nafakadan, ev harcamalarından muaf tutulması, eğitim ve öğretim haklarının bulunması, şer’i sorumluluklar bakımından erkekle eşit tutulması gibi konular İslâm’ın kadına tanıdığı haklardan bazısıdır.
Kur’anı Kerîm’i Çok Okur
Müslüman kadının devamlı bir Kur’an virdi, Kur’an için ayırdığı zamanı olmalıdır. O vakitte Kur’an’ın apaçık âyetlerine yönelip ağır ağır, anlayarak, düşünerek gönlünü Kur’an’ın feyiz nuruyla aydınlatarak okumalıdır.
KADININ NEFSİNE KARŞI SORUMLULUĞU
Yemesinde İçmesinde Ölçülüdür
Müslüman kadın bedeninin sağlam, bünyesinin güçlü ve dinç olmasına son derece önem verir. Hırsla, açgözlülük ve oburlulukla yemeğe oturmaz. Sadece belini doğrultacak, sağlığını, gücünü, dinçliğini, cisminin endamını koruyacak ölçüde yer. Bu konuda Allah Teâlâ’nın ve Sevgili Rasûlünün aleyhisselâtü vesselâmın yemede içmede aşırılığa gitmemeyi tavsiye eden ölçülerine uyar:
“Ey âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”270
Şuurlu olan müslüman kadının bedeni ve elbiseleri çok temizdir. Beden ve elbise temizliğine çok özen gösterir. Böylece Peygamberimizin aleyhisselâtü vesselâm, özellikle Cuma günü yıkanıp kokulanmaya teşvik eden sünnetine uymuş olur. Kadın olması hasebiyle bu kokulanma sadece evinde kalmak suretiyle meşru ve caizdir.
“Cuma günü, cünüp olmasanız bile yıkanınız, başlarınızı yıkayınız, koku sürünüz.”271
Ebû Hureyre’den gelen hadisinde Nebiyyi Muhterem aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur: “Her yedi günde bir gusletmek, başını ve bedenini yıkamak her Müslüman üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.”272
Ağız ve Diş sağlığına Özen Gösterir
Müslüman kadın ağzının bakımını iyi yapar. Kimse onun ağzından kötü bir koku duymaz. Her yemekten sonra ağzını misvak, fırça, macun gibi maddelerle temizler. Dişlerini devamlı kontrol eder. Bazı kadınlarda görüldüğü gibi nefesi kokuyor ise boğaz ve solunum organları uzmanına tedavi olur. Şüphesiz bu, kadın için daha uygun ve yararlıdır.
Rasûli Ekrem aleyhisselâtü vesselâm Hazretleri ağız temizliğine o derece önem vermiştir ki bir hadisinde: “Ümmetime zorluk verecek olmasaydım her namaz da misvak kullanmalarını emrederdim.” buyurmuştur.273
Saçlarına Önem Verir
Şanı Yüce Rasûlüllah aleyhisselâtü vesselâm’ın hidâyet dolu sünnetlerinden biri saçlara özen gösterilmesidir.
Ebu Davud’un Ebu Hureyre’den rivâyet ettiği hadisi şerifte Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur:
“Kimin saçı varsa ona değer versin”.274
İslâm’ın güzellik anlayışında saça değer vermek onu temiz tutmak, taramak, kokulamak, şeklini ve durumunu güzelleştirmek teşvik edilmiştir.
Güzel giyinme ve saç bakımı, aşırı süslenme derecesine ulaşmadığı müddetçe Allah’ın kullarına mubah kıldığı ve teşvik ettiği “zinet” lerdendir.
Sahihi Müslim’de İbn Mes’ud’dan rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm “Kalbinde zerre ağırlığınca kibir olan kimse Cennete giremez.” buyurdu. 275
Bir zat dedi ki:
“Yâ Rasûlallah kişi elbisesinin güzel, malının güzel olmasını isterse. Bu kibirden sayılır mı? ” Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm:
“Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakkı kabul etmemek, insanları hiçe saymaktır.” buyurdu. 276
Ancak dış görünüşe bu şekilde itina göstermesi, dinine samimiyetle bağlı olan müslüman hanımın kocası ve mahremlerinden başkasına karşı açılıp saçılmasına, zinetlerini göstermesine sebep olmamalıdır. Ayrıca İslâm’ın bütün şer’i esaslarını üzerine kurduğu “denge” derecesinden de çıkmak suretiyle süslenmede aşırılık ve mübalağaya meyletmemelidir.
Şuurlu ve dinine samimiyetle bağlı müslüman hanım her şeyde daima uygun ve dengeli olmaya dikkat edip uyanık olacak, hayatının bir yönü diğer yönüne ağır basmayacaktır.
İslâm helal zineti teşvik ve tavsiye ettiği halde kadının süslenmenin kölesi olmasını men etmiştir. Bu konuda aşırılığa ve mübalağaya düşmekten de sakındırmıştır.
MÜ’MİNE HANIMIN ALLAH’A KARŞI VAZİFELERİ
İnsan, rızai Bârî için ameli salih işlemelidir. Allaha hakkıyla tevekkül edip işini O’na ısmarlayarak ve her zaman onun yardımına, desteğine, rızasına muhtaç olduğunu bilerek yaşamalıdır.
Hacer validemizin kıssası, Allah’a iman ve amelin O’na sadakat ve tevekkülün güzel misallerindendir. Hazreti İbrahim aleyhisselâm onu Mekkei Mükerreme’de Haremi Şerifin içerisinde bir gölgeliğin yanına bırakmıştı. O zaman Mekke’de hiç kimse yoktu, su da bulunmuyordu. Hacer’in yanında henüz süt bebeği olan İsmail’den başkası da yoktu. O vakit Hacer büyük bir ****net, güven, sükûnet ve huzurla Hazreti İbrahim’e:
“Ey İbrahim! Bunu sana Allah mı emretti?” demiş, o da “Evet,” diye cevap vermişti. Hacer’in cevabı rıza, kanaat, ferahlık ve emniyet ile doluydu: “Öyleyse o bize yeter.” dedi. 243
Son derece meşakkatlı ve zor bir durumda İbrahim aleyhisselâm hanımını ve evladını çorak bir arazide terk etti, o arazide ne bir insan, ne su ne de bir bitki vardı. Kendisi de uzaktaki Şam diyarına gitmek üzere yola çıktı. Onlara içinde biraz hurma bulunan bir çömlek ve bir su kırbası bıraktı. Eğer Hacer’in gönlünü dolduran iman ile Allah’a tevekkülü olmasaydı, bu dehşet verici duruma tahammül edemez, daha ilk andan itibaren imtihanı kaybedebilirdi.
Bu imanî şuur, müslüman erkeklerin ve kadınların hayatında hayretlere düşüren neticeler vermiştir. Çünkü vicdanları uyarmış, duygulara incelik ve letafet katmıştır; kalpleri, Allah Teâlâ’nın sırlara vakıf bulunduğuna, kün meallah velâ tübâli sırrına celb etmiştir.
Abdullah bin Zeyd bin Eslem babasından, o da dedesinden rivâyet ediyor: Ömer b. Hattab bir defasında Medine’yi gece teftiş ederken onunla beraber idim. Gecenin bir vaktinde yorulmuş ve bir duvara dayanmıştı. Birden bir kadın sesi işitti. Kadın kızına şöyle diyordu: “Kızım kalk ta şu süte biraz su karıştır.” Kız: ”Anneciğim, Emirü’l Mü’minîn’in bugünkü emrini bilmiyor musun yoksa?” dedi. Kadın: “Neymiş yavrum onun emri?” dedi. Kız: “Bir dellala: “Dikkat, süte su karıştırılmasın” diye ilan ettirdi”, dedi. Kadın: “Kızım, sen kalk da dediğimi yapmaya bak, sen şimdi Ömer’in görmeyeceği bir yerdesin.” deyince kızın annesine cevabı : “Ben ona herkesin içinde itaat edip de yalnızken isyan edemem” oldu. Hz Ömer bütün bu sözleri işitti ve : “Ey Eslem, git, bu sözlerin sahibi olan kadın ile kendisine bu sözleri söyleyen kimmiş, bak!” dedi. Eslem diyor ki: “O yere gittiğimde gördüm ki bir dul kadın ile kızı konuşuyordu. Hz Ömer’e gelip gördüklerimi haber verdim. Emirül mü’minîn çocuklarını çağırdı, hepsini bir araya topladı ve dedi ki: “İçinizde evlenmek isteyen var mı, onu hemen evlendireyim? Abdullah : “Benim bir zevcem var”, dedi. Abdurrahman da : “Benim de bir zevcem var”, dedi. Asım ise: “Benim zevcem yok”, dedi. Hz Ömer haber gönderip kızı istetti ve oğlu Asım’ı onunla evlendirdi. İşte bu kız Asım’a bir kız çocuğu doğurdu. O kız da takva ve adaletiyle meşhur Ömer bin Abdülaziz’i dünyaya getirdi.
Vakit Namazlarında Hassastır
Müslüman kadın büyük bir gayret ve şevkle Rabbine ibadet eder. Çünkü Allah Teâlâ’nın her müslüman erkek ve kadına farz kıldığı şer’i amelleri işlemek ile kendisinin de yükümlü olduğunu bilir. O itibarla İslâm’ın farzlarını, rukûnlerini güzel bir şekilde, gevşeklik ve ihmalkârlık göstermeden yerine getirir.
Müslüman kadın beş vakit namazı zamanında kılar. Namazlarını vaktinde kılmaktan ev işleri, annelik ve zevcelik meşguliyetleri onu alıkoyamaz. Zira namaz dinin direğidir. Kim namazı kılarsa dinini ayakta tutmuş, her kim de terk ederse dinini yıkmış olur.244
Namaz, amellerin en üstünü ve en kıymetlisidir. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm bunu hadisinde şöyle açıklamıştır: Abdullah bin Mesud naklediyor: Diyor ki: Rasûlullah’a aleyhisselâtü vesselâm: “Amellerin hangisi daha faziletlidir?“ diye sordum. “Vaktinde kılınan namaz.” buyurdu. “Sonra hangisi?” diye sordum. “Anne babaya itaat ve iyilik etmek.” dedi. “Sonra hangisi?” dediğimde: ”Allah celle celâlühu yolunda cihad etmek.” diye cevap verdi.”245
Namaz, Allah’tan kullarına bir rahmettir. Kullar günde beş defa onun gölgesine sığınırlar. Orada Rablerine hamd ederler. O’nu tesbih ederler. Ondan yardım dilerler. Rahmet, hidâyet ve bağışlanma tale‐binde bulunurlar. O bakımdan namaz, kulların günah ve noksanlık‐larını affettiren Allah’a karşı bir kulluk vazifesidir.
Osman bin Affan diyor ki: Rasûlullah’ın aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurduğunu işittim:
“Hangi müslüman ki, bir farz namazın vakti gelir de abdestini güzelce alır, huşu ve huzurunu, rükûunu erkânına göre eda ederse, büyük günahları işlemediği takdirde, o namaz geçmiş günahlarına kefaret olur. Bu hüküm bütün sene için böyledir.” buyurdu.246
Akıllı müslüman hanım yalnız farz olan beş vakit namazı kılmakla yetinmez, ratip sünnetleri de eda eder, duha namazı, evvabin namazı, teheccüd namazı gibi nafile namazlarınada gücü yettiği nisbette rağbet eder.. (Farzlardan önce ve sonra kılınan müekked sünnet namazlara ratip sünnetler denir.) Çünkü nafile namaz kulu Rabbine yaklaştırır, kula Allah celle celâlühu sevgisi ve Allah’ın rızasını bahşeder, kulun itaatkâr, kurtuluşa eren salihlerden olmasına vesile olur. Mü’min kulu nafile ibadetle Allah Teâlâ’ya yaklaştıran mertebenin büyüklüğüne şu hadisi kudsiden daha açık bir delil bulunamaz:
“Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır; nihâyet onu severim. Bir kere onu sevdim mi, artık ben o kulumun işiteceği kulağı, göreceği gözü, kuvvetle kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. (fena şeyleri dinlemekten, fena şeylere bakmaktan, helal olmayan şeylere el uzatmaktan, fena yoldan yürümekten onu korurum). Eğer benden bir şey dilerse onu veririm, bana sığınırsa muhakkak onu himaye ederim.”247
Allah’ın kulunu sevmesine bağlı olarak gök ve yer halkı da onu sever. Bunun doğruluğuna delil de Ebu Hureyre’nin rivâyet ettiği şu hadistir: Allah bir kulunu severse Cibril’e: “Allah filanı seviyor, onu sen de sev”, diye emreder. Cibril de onu sever ve sema ehline: “Allah filanı seviyor, sizde onu seviniz,” diye seslenir. Bunun üzerine gök halkı o kimseyi sever. Sonra da yeryüzünde onun sevgisi kalplerde yerleşir.
Allah Teâlâ bir kuluna buğzederse, onu sevmezse, Cibril’e: “Ben filana buğz ediyorum, sen de buğz et!” diye hitab eder. Cibril de ona buğz eder. Sonra sema halkına: “Allah Teâlâ, filan kuluna buğz ediyor, siz de ona buğz edin! “diye seslenir. Sonra da yeryüzünde o kimseye karşı kin ve nefret uyanır.”248
Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm geceleyin mübarek ayakları şişinceye kadar ayakta kalır, namaz kılardı. Mü’minlerin Annesi Hazreti Âişe kendisine: “Yâ Rasûlallah! Geçmişteki ve gelecekteki günahlarınız mağfiret olunduğu halde niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sorduğunda ona: “Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verirdi.249
Müslüman kadın, namazdan çıkıp hemen ev işlerine dalmaz, dünya meşgalelerine koyulmaz. Aksine Rasûlullah’ın aleyhisselâtü vesselâm yaptığı gibi üç kere Allah Teâlâ’ya istiğfar eder, onun de‐diği gibi şöyle der:
“Allah’ım selâm sensin, selâmet de ancak sendendir. Mübareksin, ey celâl ve ikram sahibi!”250
Sonra Sünneti Mutahhara’da yer alan ve Rasûlullah’ın aleyhisselâtü vesselâm namazı bitirdikten sonra okuduğu tesbihat ve zikirleri tekrar eder. Bunlar çok ve çeşitlidir. Bazıları şunlardır: Namazdan sonra 33 kere Subhanallah, 33 kere Elhamdulillah, 33 kere Allahu Ekber der. Yüzüncü olarak da şöyle der:
“Allah’dan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız O vardır. Şeriki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur. Hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kadirdir.”
Çünkü Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur: ”Bir kimse her namazın sonunda Allah’a 33 kere tesbih, 33 kere hamd eder, 33 kere de tekbirde bulunursa bunların toplamı 99 eder. Yüze tamamlamak üzere de:
“Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh, lehül mülkü velehül hamdü vehüve alâ külli şey’in kadîr, derse günahları denizin köpüğü kadar bile olsa yine affolunur.” 251
Sonra Allah’a yönelir; dünya ve ahirete dair bütün işlerini ıslah etmesi, zahiren ve batınen başarı lütfetmesi için O’na candan dua eder.
Malının Zekâtını Verir
Müslüman kadın, zekat icap edecek miktarda bir mal ve varlık sahibi ise, malının zekatını verir. Malının bir seneki miktarını ince birhesap ile tespit eder ve verilmesi kendisi üzerine farz olan miktarı tam bir emanet, dikkat ve özenle gereken yerlere verir. Zira zekat İs‐lâm’ın rükunlerinden bir rükundür, şarttır.
Ramazanda Orucunu Tutar, Gece Namazına Kalkar
Takva sahibi Müslüman kadın, gönlü imanla dolu ve mamur olarak Ramazan ayında orucunu tutar. Çünkü: “Faziletine inanarak ve mükâfatını umarak Allah rızası için Ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş küçük günahları affolunur.”252 Ve oruca zarar verecek veya sevabını azaltacak her şeyden kaçınır. Eğer çekişme, didişme, kavga fitnesiyle karşı karşıya kalırsa Hazreti Peygamberin aleyhisselâtü vesselâm oruçlu erkek ve kadınlara tavsiye ettiği esas ile amel eder:
“Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şâyet biri kendisine söver veya çatarsa: Ben oruçluyum” desin,”253
“Kim yalan söz ve yalancılıkla iş yapmayı terk etmezse yemeği ve içmeyi bırakıp aç durmasın, (bu yaptıklarının) Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.”254
Nafile Oruç Tutar
Takva sahibi Müslüman kadın, Ramazan ayı dışında da, nafile oruç tutar; Aşure günü yani muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günü gibi günlerde tutulan oruç Yüce Rasûlünde aleyhisselâtü vesselâm haber verdiği üzere günahlara keffaret olacak salih amellerdendir.
İbni Abbas’dan gelen bir rivâyete göre Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm Aşure gününde oruç tutar ve o günlerde oruç tutmayı emrederdi.255
Şevval ayındaki altı gün oruç da böyledir. Onun fazilet ve sevabı hakkında Ebu Eyyub elEnsarî’nin rivâyetine göre Yüce Resûl aleyhisselâtü vesselâm buyurmuştur ki:
“Ramazan orucunu tutup da Şevval’den de altı gün oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibidir; her sene böyle yaparsa bütün ömrünü oruçlu geçirmiş gibi olur.”256
Her aydan üç gün oruç tutmak da müstehaptır. Bu hususta Ebu Hureyre der ki:
“Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm üç şeyi bana tavsiye etti. Her aydan üç gün oruç tutmayı, kuşluk (duha) vaktinde iki rekat namaz kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını eda etmeyi.”257
Mü’minlerin Annesi Hazreti Âişe diyor ki: “Ya Rasûlallah! Gazaya çıkıp sizinle beraber cihad etmeyelim mi?” diye sordum. “Sizin için cihadın en iyi ve en güzeli hacdır, mebrur hacdır.” buyurdu. Hazreti Âişe: “Ben bunu Rasûlullah’dan aleyhisselâtü vesselâm işittikten sonra artık haccı bırakmam.” demiştir. 258
Hacca ve Umreye Gider
Müslüman kadın gerekli imkânlara sahip olduğunda hacca gitmek farz olduğu gibi, imkânı bulunduğu takdirde umreye gitmesi de icap eder. Özellikle Ramazan ayında eda edilen umrenin sevabı, Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm ile beraber eda edilen bir haccadenktir. İmam Buhârî’nin İbni Abbas’dan rivâyet ettiği hadiste bu zikredilmiştir:
“Nebiyyi Muhterem aleyhisselâtü vesselâm haccından döndüğü vakit Ümmü Sinan elEnsariyye’ye: “Haccetmene ne engel oldu?” diye sordu. O kocasını kastederek: “Ebu Filan: onun iki devesi var, birine binerek hacca gitti, öteki de toprağımızı suluyor.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm: “Ramazan ayı gelince umreye git; çünkü Ramazanda yapılan umre bir hac demektir.” buyurdu. İbni Abbas’dan gelen diğer rivâyet: “Ramazan’da yapılan bir umre, benimle beraber eda edilen bir hacca denktir.” şeklindendir.
İlim Tahsil Ederler
Allah’ü Teâlâ ezelî ve ebedî hayat kaynağımız Kur’anı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” 259
İmamı Serahsî şöyle diyor: “Allahu Teâlâ’ya imandan sonra en önemli amel farz olan ilmin talep edilmesidir. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyuruyor:
“İlim talep etmek, her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır.”260
“İlim, nübüvvetin mirasıdır. Peygamberler, ilmi miras bıraktılar.”261 Erkekler ve kadınlar nübüvvetin mirasında hak sahibidirler
Zarûrî ilimleri tahsil etmek kadının üzerine vecibedir. İlim tahsil etmenin vasıtalarından birisi de, yazı yazmayı öğrenmektir. İslâm’a göre kadının okuma yazma öğrenmesi yasak değildir, bilakis teşvik edilmiştir. Yani İslâm dini, kadına okuma ve yazmayı öğrenme ce‐vazını vermiştir.
Erkeğin Kadına Karşı Avreti
İster mahremi olsun, ister namahrem, erkeğin kadına karşı avret mahalli, erkeğe karşı olduğu gibi, diz kapağı ile göbeği arasıdır. Bu ölçü ruhsat olandır. Yalnız karı koca arasında avret mahalli yoktur. Zira Allahu Teâlâ,
“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.262 Buyurmuştur.
Kadınların kadınlara karşı avret mahalli de erkeklerde olduğu gibi diz kapakları ile göbekleri arasıdır. Mahremiyet konusunda sadece erkekler değil, kadınlar da hem erkeklere hem de hem cinslerine karşı Allah’ın hududlarını muhafaza etmelidir.
Kadınların Saç Kestirmeleri
Kadının saçını kesmesi veya kestirmesine gelince; şâyet saçını tamamiyle kökünden keserse veya erkeklere benzemek kasdıyla şekillendirirse haramdır. “Allah Teâlâ kendisini erkeklere benzetmeye çalışan kadına ve kendisini kadınlara benzetmeye çalışan erkeklere lanet etmiştir.”263
Ancak kadın saçını erkeğinkine benzemek yerine mahremine daha güzel görünmek üzere şekillendirirse bu amelinden sevap da kazanır.
Yalnız Kalmanın Adabı
Bir kimsenin mahremi olmayan kadınlardan baldızı veya kardeşinin hanımı veya kayın biraderinin hanımıyla yalnız kalmaları yada yolculuk yapmaları caiz değildir. Şâyet yanlarında kişinin kendi mahremi olan hanımı olursa caizdir. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm buyuruyor ki:
“Kadınların yanlarına yalnız iken girmekten sakınınız. Bunun üzerine birisi: “Kadının kayın biraderi de böyle midir?” dedi. Peygamber aleyhisselâtü vesselâm: “ölümdür. (yani onunla bir arada bulunmak daha tehlikelidir.)” buyurdu.264
Allah’a ve Rasûlüne itaat, ancak emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak suretiyle olur. Müslüman kadın, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederek yabancı bir erkekle yalnız, bir arada kalmaz. Çünkü Allah Rasûlünün şu hadisine binaen, yabancı bir erkekle halvet, yalnız olarak bir arada bulunmak, haramdır:
“Sakın bir adam bir kadınla baş başa kalmasın. Ancak yanında nikâhlanması haram akrabası olursa müstesna. Hem kadın yanında mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkmasın.” Bunun üzerine bir adam ayağa kalkarak: “Yâ Rasûlallah! Benim zevcem hac için yola çıktı. Kendim de filan gazaya yazıldım,” dedi. Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm: “Git de zevcenle beraber haccet!” buyurdu.265
Mahrem; kendisiyle evlenmenin ebediyen haram olan baba, erkek kardeş, amca, dayı vb., kimselere denir.
Mü’mine kadın yanında bir mahrem erkek bulunmaksızın yolculuk etmemelidir. Zira yolculuk zorluk ve sıkıntısız olmaz. Sefer durumunda çeşitli tehlikeler, zorluklar, hoş olmayan şeyler yaşanabilir. Kadının yanında, kendisinin yerine bu güçlükleri taşıyacak ve olabilecek bu tehlikeleri defedecek, mahremlerinden, bir erkek bulunmaksızın yalnız başına sefere çıkması caiz değildir.
Bundan dolayı kadının mahremsiz tek başına yola çıkmasını yasaklayan birçok Peygamber irşadı ve ikazı vardır.
İmam Buharî’nin Sahihi’nde:
“Hiçbir kadın, yanında mahremi olmaksızın üç günlük bir yolculuğa çıkmasın.” hadisi mevcuttur.
İmam Müslim’in Sahihi’nden bir hadis ise şöyledir:
“Allah’a ve ahiret gününe imanı olan herhangi bir kadının, yanında mahremi bulunmaksızın, üç gecelik bir mesâfedeki yolculuğa çıkması helal olmaz.”
Allah Teâlâ’nın Kaza ve Kaderine Razıdır
Rabbinin emrine itaatkâr bir kadının, O’nun kaza ve kaderine tam anlamıyla razı olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü kaza ve kadere razı olmak, insandaki iman, taat, takva ve iyi halin en büyük alametlerindendir. Bundan dolayı islâmı iyi öğrenmiş şuurlu kadın, hayatında başına gelecek hayır veya şer türünden şeye daima razıdır. Zira onun için bu rızada, her halükârda hayır bulunur. Nitekim Rasûlullah aleyhisselâtü vesselâm bunu şu sözüyle açıklamaktadır:
“Müslümanın işi takdir ve hayrete değer. Çünkü işinin hepsi onun için hayırdır. Zira başına sevinilecek bir iş gelirse şükreder; buise onun için hayırlıdır. Başına bela gelirse sabreder; bu da onun için hayırlıdır.” 266
Daima Allah’a Yönelir
Müslüman erkekte olduğu gibi mü’mine kadın da bazen bir gaflet haline kapılabilir. Yahut Rabbinin emrini yerine getirirken şuurlu ve uyanık kadına yakışmayacak bir kusur ve gevşekliğe düşebilir. Fakat bu gaflet ve şaşkınlık haline dalıp gitmez; hemen gafletinden uyanır, bu sürçme ve kusurdan dolayı derhal tövbe eyler, istiğfar eder. Rabbinin güven verici himayesine sığınır.
Cenâbı Hak Kâdiri Mutlak ve Tekaddes ve Teâlâ hazretleri bu meyanda şöyle buyurur:
“Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allahın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.”267
Sadık bir müslüman kadının bütün arzusu ve emeli Aziz ve Celil olan Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. İşlerini bu hassasiyetle yapar. Allah’ın razı olacağı işi yapar, razı olmayacağı işten yüz çevirip onu çirkin görür. Aziz ve Celil olan Allah’ın rızası ile insanların rızası şey arasında muhayyer kalırsa, hiç tereddüt etmeden, insanlar hoşlanmasa bile Allah’ın rızasını bulunanı tercih eder.
Zira İslâmî şuuru ve feraset nuruyla idrak etmektedir ki insanların rızasını, hoşnutluğunu elde etmeye çalışmak hiç bitmeyen bir amaçtır; öyle bir amaç aynı zamanda sahibini Allah’ın gazabına götürebilir. Müslüman kadın bütün bu durumlarda hikmet sahibi peygamberinin yolunda hidâyeti arar. O Habibi Kibriya sertacı enbiya buyurmuştur ki:
“Her kim insanların gücenmesine rağmen Allah’ın rızasını ararsa Allah da onu insanların eziyet ve sıkıntısından kurtarır. Her kim de Allah’ın gazabına mukabil insanların rızasını ararsa Allahda onu insanlara havale (rezil ve rüsva) eder.268
Müslüman kadının amellerinin en makbulü kitap ve sünnet dahilinde Allah’a kul olmasıdır. Bundan sonra aile hayatında kocasına itaat ve hürmet çocuklarına şefkat ve merhametle muamele etmesi gelir. Allah’ın dinine ve insanlığa Allah rızasını gözeterek imkân dahilinde yardım etmeli; aile, ve toplum hayatında iyiliklerin yayılması için gayret etmelidir.
Müslüman Kadın İslâm Diniyle Şeref Duyar
İslâm, tarihte ilk defa kadın haklarını tamamen ilan etmiş bir dindir. Daha dünya; İnsan Hakları Beyannamesi’ni tanımadan asırlarca önce, Müslüman kadın insan haklarından tam olarak yararlanmıştır.
Tâ o ilk dönemde İslâm, kadınların erkeklerin diğer yarısı olduğunu ilan etmiş, hadisler bunu açıklamıştır. Müslümanların dışındaki kesimlerde kadının insan olup olmadığından, ruhunun bulunup bulunmadığından şüphe duyulurken Kur’anı Kerîm şöyle ilan ediyordu:
“Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki
Erkeklerin bey’ati, akitleşmesi gibi kadınlar da Rasûlullah’a aleyhisselâtü vesselâm dinleyip itaat etme şartı üzere bey’at etmiştir. Kadınların bey’atleri erkeklerinden bağımsızdı, onlara tâbi olarak değildi. Bu ise Müslüman kadının şahsiyetinin bağımsız olduğunu, bey’atte, ahid vermede, Allah’a ve Rasûlüne velâ (bağlılık) vermede sorumluluk taşıma yeterliliğini vurgulamaktadır. Bütün bunların hepsi, modern dünyanın kadının referandum ve seçimler yoluyla bağımsız irade ve görüşünü açıklama hakkını kabulünden yüzyıllarca önce gerçekleşti. Bunların yanı sıra erkeklerin ki gibi birtakım hakları da vardı. Mülkiyet hakkına sahip olması, zengin dahi olsa nafakadan, ev harcamalarından muaf tutulması, eğitim ve öğretim haklarının bulunması, şer’i sorumluluklar bakımından erkekle eşit tutulması gibi konular İslâm’ın kadına tanıdığı haklardan bazısıdır.
Kur’anı Kerîm’i Çok Okur
Müslüman kadının devamlı bir Kur’an virdi, Kur’an için ayırdığı zamanı olmalıdır. O vakitte Kur’an’ın apaçık âyetlerine yönelip ağır ağır, anlayarak, düşünerek gönlünü Kur’an’ın feyiz nuruyla aydınlatarak okumalıdır.
KADININ NEFSİNE KARŞI SORUMLULUĞU
Yemesinde İçmesinde Ölçülüdür
Müslüman kadın bedeninin sağlam, bünyesinin güçlü ve dinç olmasına son derece önem verir. Hırsla, açgözlülük ve oburlulukla yemeğe oturmaz. Sadece belini doğrultacak, sağlığını, gücünü, dinçliğini, cisminin endamını koruyacak ölçüde yer. Bu konuda Allah Teâlâ’nın ve Sevgili Rasûlünün aleyhisselâtü vesselâmın yemede içmede aşırılığa gitmemeyi tavsiye eden ölçülerine uyar:
“Ey âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”270
Şuurlu olan müslüman kadının bedeni ve elbiseleri çok temizdir. Beden ve elbise temizliğine çok özen gösterir. Böylece Peygamberimizin aleyhisselâtü vesselâm, özellikle Cuma günü yıkanıp kokulanmaya teşvik eden sünnetine uymuş olur. Kadın olması hasebiyle bu kokulanma sadece evinde kalmak suretiyle meşru ve caizdir.
“Cuma günü, cünüp olmasanız bile yıkanınız, başlarınızı yıkayınız, koku sürünüz.”271
Ebû Hureyre’den gelen hadisinde Nebiyyi Muhterem aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur: “Her yedi günde bir gusletmek, başını ve bedenini yıkamak her Müslüman üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.”272
Ağız ve Diş sağlığına Özen Gösterir
Müslüman kadın ağzının bakımını iyi yapar. Kimse onun ağzından kötü bir koku duymaz. Her yemekten sonra ağzını misvak, fırça, macun gibi maddelerle temizler. Dişlerini devamlı kontrol eder. Bazı kadınlarda görüldüğü gibi nefesi kokuyor ise boğaz ve solunum organları uzmanına tedavi olur. Şüphesiz bu, kadın için daha uygun ve yararlıdır.
Rasûli Ekrem aleyhisselâtü vesselâm Hazretleri ağız temizliğine o derece önem vermiştir ki bir hadisinde: “Ümmetime zorluk verecek olmasaydım her namaz da misvak kullanmalarını emrederdim.” buyurmuştur.273
Saçlarına Önem Verir
Şanı Yüce Rasûlüllah aleyhisselâtü vesselâm’ın hidâyet dolu sünnetlerinden biri saçlara özen gösterilmesidir.
Ebu Davud’un Ebu Hureyre’den rivâyet ettiği hadisi şerifte Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurmuştur:
“Kimin saçı varsa ona değer versin”.274
İslâm’ın güzellik anlayışında saça değer vermek onu temiz tutmak, taramak, kokulamak, şeklini ve durumunu güzelleştirmek teşvik edilmiştir.
Güzel giyinme ve saç bakımı, aşırı süslenme derecesine ulaşmadığı müddetçe Allah’ın kullarına mubah kıldığı ve teşvik ettiği “zinet” lerdendir.
Sahihi Müslim’de İbn Mes’ud’dan rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm “Kalbinde zerre ağırlığınca kibir olan kimse Cennete giremez.” buyurdu. 275
Bir zat dedi ki:
“Yâ Rasûlallah kişi elbisesinin güzel, malının güzel olmasını isterse. Bu kibirden sayılır mı? ” Peygamberimiz aleyhisselâtü vesselâm:
“Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakkı kabul etmemek, insanları hiçe saymaktır.” buyurdu. 276
Ancak dış görünüşe bu şekilde itina göstermesi, dinine samimiyetle bağlı olan müslüman hanımın kocası ve mahremlerinden başkasına karşı açılıp saçılmasına, zinetlerini göstermesine sebep olmamalıdır. Ayrıca İslâm’ın bütün şer’i esaslarını üzerine kurduğu “denge” derecesinden de çıkmak suretiyle süslenmede aşırılık ve mübalağaya meyletmemelidir.
Şuurlu ve dinine samimiyetle bağlı müslüman hanım her şeyde daima uygun ve dengeli olmaya dikkat edip uyanık olacak, hayatının bir yönü diğer yönüne ağır basmayacaktır.
İslâm helal zineti teşvik ve tavsiye ettiği halde kadının süslenmenin kölesi olmasını men etmiştir. Bu konuda aşırılığa ve mübalağaya düşmekten de sakındırmıştır.