_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
“Ey peygamber! Eşlerine şöyle söyle: “Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, peygamberini, âhiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlanmıştır.” Ahzab 8-29
Hitap yine Rasûlullah efendimize. Rivâyetlere göre Rasûlullah efendimizin hanımları Beni Kureyza Yahudilerinin malları, mülkleri ele geçince Rasûlullah efendimizi sıkıştırdılar. El âlemin kadınları şöyle şöyle bir hayatın içindelerken bizler sıkıntı ve yokluk içinde kıvranıyoruz dediler. Rasûlullah efendimizden dünyalık bir şeyler istediler. Müslümanların ellerine son savaşlarda bolca ganimet geçince hayat standartlarında değişmeler oldu. Bu durumdan tüm mü’minler etkilendikleri gibi Rasûlullah efendimizin hanımları da etkilendiler.
O anda Rasûlullah’ın aile efradı olarak Ayşe, Havfsa, Safiye, Meymune, Cüveyriye, Ümmü Seleme, Ümmü Habibe ve Zeynep var. Bu değerli analarımız toplanıp Rasûlullah’tan bir istekte bulunurlar. Bizim de başkaları gibi yiyip içmeye, giyinip kuşanmaya hakkımız vardır derler. Bizim de hayat standardımız biraz değişsin, biz de biraz rahat edelim, bizim evimiz, eşyamız da biraz hoşumuza gidecek hale gelsin derler. Ey Allah’ın Resûlü biraz da biz hanımlarını düşünsen, biraz da bizim için harcama yapsan derler.
Belki peygambere karşı hanımlarının istekleri, bu tavırları Onun insanlığa getirip sunmuş olduğu, insanlardan istemiş olduğu hayat tarzının bir bakıma bir sorgulanması anlamına da geliyordu. Belki de Rasûlullah’ın hanımları Onun diğer müslümanlar gibi şimdiye kadar elinde avucunda bir şey olmadığı için böyle garipçe bir hayat yaşadığı hükmüne, zannına varmışlardı. Şimdi ise müslümanların eline bolca ganimet malı geçmişti.
Ama Rasûlullah efendimizin hayatı değişmiyordu. Çaba yine insanlığı hidâyete ulaştırma çabası. Ama müslümanların hayatlarında az da olsa bir değişikliği görmeleri efendimizin eşlerinde de bir takım değişikliklerin oluşmasına sebep oluyor. Halbuki eğer O dileseydi Rabbimiz hem Mekke’de hem de Medine’de altınlar gümüşler verir, dağları taşları altın yapar, bağlar bahçeler, servetler, paralar, pullar, mallar, mülkler lütfederdi. Eğer bu dünyada Allah’ın razı olduğu hayat paranın, pulun, altının, gümüşün, servetin, samanın, makamın, mansıbın, devletin, saltanatın, sarayın, köşkün varlığıyla daha hayırlı olmuş olsaydı elbette Rabbimiz çok sevdiği elçisine bütün bunları yeryüzünde hiç kimseye vermediği kadar lütfederdi. Ama bütün bunlar Allah katında hayırlı, değerli şeyler olmadığı için, Allah katında hayırlı olanın dünyada Allah’a kulluğun icrasına imkân verecek kadarıyla iktifa edip âhirette Allah’ın yüce nimetlerine ulaşma heyecanıyla bir hayat yaşamaktı.
Yâni gerek Mekke’de, gerekse Medine de Rasûlullah’ın Allah’ın sevgilisi bir peygamber olarak tüm insanlığa bir örnek olarak ashabının, toplumunun en fakirinin, en garibinin, en düşük gelirlisinin yaşayabileceği bir hayat standardını yaşaması Onun buna gücünün yetmeyişinden değildi. Ve zaten Hatice anamızla evliliğinden sonra gerek kendisinin, gerekse çok zengin olan hanımının elinde avucunda ne varsa müslümanlara harcayıp tüketmiştir.
Çünkü Allah’ın Resûlü Allah’ın bu dünyada razı olup istediği bir hayatı örneklemekle mükellefti. Allah’ın istediği kulluğu en güzel bir biçimde pratikte insanlara göstermekle mükellefti O. O öyle bir hayat yaşamalıydı ki toplumda hiçbir kimsenin Onun hayatı karşısında komplekse düşmemesi ve işte benim efendim, işte benim örneğim, işte benim pişdarım, işte benim reisim, benim liderim. O benim efendim olarak böyle bir hayat yaşadıktan sonra ben Onun yaşadığı hayatı yaşamaktan niye aşağılık duygusu duyayım? Niye ezilip büzüleyim? Ben mutluluğu, ben izzet ve şerefi, ben huzur ve saadeti, ben kulluk ve özgürlüğü yalnızca Allah Resûlüne teslimiyette ararım. Ben sadece Onun gibi olduğum zaman mutlu olurum diyerek onurlu ve şerefli bir hayatı yaşamanın zevkine erecektir. Tüm toplum böylece güzel bir hayata kavuşacaktır.
Ama eğer bunun aksi olursa. Toplumun peygamberi, toplumun önderi, örneği, lideri, imamı, başkanı, devlet reisi o toplumun gözleri önünde hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hayatı yaşarsa, hiç kimsenin elde edemeyeceği nimetlerin içinde yüzerse ve o toplumun fertleri kadınıyla erkeğiyle o hayatın özlemini duymaya başlarlarsa, herkes böyle bir hayata ulaşmanın kavgası içine girerse, ulaşamadıkları için de herkes böyle bi aşağılık kompleksine girer ve kimliksiz, mutsuz bir yaşantının mahkumu olursa varın birbirini yiyecek hale gelen o toplumun durumunu siz düşünün.
İşte görüyoruz, hal dilden daha iyi anlatır. Halbuki İslâm tüm insanları onurlu bir hayata dâvet etmektedir. Allah’ın Resûlü insanlara onurlu ve mutlu bir hayatı öğretmek için gelmiştir. Rabbimiz tüm kullarına böyle onurlu bir hayatı öğretirken elbette bunun pratikteki örneğini peygamberlerinde gösterecektir. Evet bunun ilk örneği hayattayken Rasûlullah efendimiz, sonra Ebu Bekir efendimiz, sonra Ömer, Osman, Ali ve benzeri sahâbe-i kiram efendilerimiz, Ömer Bin Abdi’l Azîz gibi selefimiz olmuştur.
Bunlar, bu değerli efendilerimiz öyle güzel bir hayat yaşayacaklar ki, öyle güzel bir hayat yaşadılar ki toplumlarının en alt tabakasında bulunan, gariptir diye hiç kimsenin değer vermediği gibi görünen yoksul bir kimse bile onların evlerine geldikleri zaman, onların hayat standartlarına baktıkları zaman kendi hayatlarından üzüntü ve aşağılık kompleksi duymamışlardır. Onları kendilerinden daha lüks bir hayatın içinde bulmamışlardır. Ve işte benim örneğim, benim kendisine bağlandığım imamım budur diye onlara sevgiyle sarılmışlardır. Ben nasıl yaşıyorsam efendim de öylece yaşıyormuş diyerek hayatlarından mutluluk duymuşlardır. Benim onurum bunların onuru, benim sıkıntım bunların sıkıntısıymış. Benim şerefli kulluğum bunların kulluğunun aynısıymış diyebilmişlerdir.
Tüm toplumun böyle mutlu, dengeli, düzenli olduğu bir dünyada sonunda ne mi oldu diyorsunuz? İnsanlar şahsiyetli birer efendi oldular. İnsanlar dünyayı değil âhireti, ekonomiyi değil Allah’a kulluğu hedefleyen birer tok müslüman oldular. İhtiyaç felsefeleri Allah ve Re-sûlünün belirlediği gibi değişen, dünyaya kul köle olmayan birer yiğit oldular.
Bakın bir tane örnek vereyim: Peygamber örnekliğinde en şerefli hayatı yaşayan o müslümanların içinden Sa’d Bin Ebi Vakkas isminde bir yiğit o günün en süper devleti olan, en büyük siyasal ve egemenliğine sahip olan İran’ın Kisra’sının, devlet başkanının sarayına elçi olarak gönderilir. Ayağı çıplak, kılıcının kını bile yok. Atının üzerinde eğeri bile yok. Sarayın giriş kapısında atından aşağıya inmiş, Kisra’nın kendisinin gözünü boyamak, gücünü kuvvetini göstermek için serdirdiği ipekten halılara mızrağını vura vura, insanların içi giden o atlas halıları dele dele kralın yanına girerken, asla ben şu anda dünyanın en büyük kralının huzurundayım diye en ufak bir eziklik içine girmeden, müslümanlığının onuru ve izzetiyle karşısına çıkar. Ve der ki, ey Kisra, bizler Allah’ın şerefli bir dinle, şerefli bir peygamberle şereflendirdiği insanlarız. Senden bu şerefe sahip çıkmanı, müslüman olarak şereflilerden olmanı istiyoruz. Aksi takdirde bizimle savaşa hazır ol. Senin hayatı sevdiğinden çok Allah için şehadete can atan şerefli bir toplumla karşı karşıyasın. Düşün ve kararını ver diyebiliyor.
Kralın mülkü ve saltanatı karşısında kalbinde en ufak bir eziklik, bir şahsiyet problemi yaşamıyor. İşte böyle bir yiğit ancak gözleri önünde onurlu, şerefli bir hayat yaşayan, yaşadığı şerefli hayatıyla toplumuna örnek olan, toplumunun hiçbir ferdini kendisine imrendirmeyen bir peygamberin ve onun yolunu takip edenlerin arasında yetişebilir. Tüm dünyayı ayaklarının altına alıp onuru, izzeti, şerefi sadece Allah’a kullukta gören, dünya mülkünü Allah’ın istediği gibi değerlendiren devlet adamlarına, liderlere, imamlara ne kadar ihtiyacımız var bugün, anlıyorsunuz değil mi?
Evet Rasûlullah efendimizin hanımları ister onun hayatını sorgulamak için olsun, ister gerçekten sıkıntıdan kurtulmak için olsun, bir şeyler isterler ve efendiler efendisini epey üzerler. Belki bunun farkına varan iki kayınpederi, Ebu Bekir ve Ömer Rasûlullah’ın hane-i saadetlerine gelirler. Bakarlar ki Rasûlullah üzgün ve hanımları etrafında toplanmışlar. Sorarlar Rasûlullah’a. Nedir bu sessizlik ey Allah’ın Resûlü? Bir şey mi oldu? Rasûlullah buyurur ki işte gördüğünüz gibi çevremde oturmuş benden kendilerine harcamamı artırmamı istiyorlar. İki sadık insan orada kızlarını azarlayarak derler ki, niçin peygamberi üzüyor ve ondan sahip olmadığı şeyleri istiyorsunuz? Biz olsak kayınpeder olarak böyle mi yaparız ? Böyle kendi kızlarımızı mı tedip ederiz? Bunun üzerine Rabbimiz Rasûlullah efendimize şunları vahy eder:
Ey Nebim, söyle o hanımlarına. Arkadaşlar bu âyetler, bu teklif şu anda bize de söyleniyor. Bizler Kur’an’dan öğreniyoruz ki Rasû-lullah efendimizin okumuş olduğu âyetler yanı zamanda bize de okunmaktadır. Şu anda bu teklif bize, bizim hanımlarımıza, bizim oğullarımızı, kızlarımıza söyleniyor. Öyle değil mi? Söyle hanımlarına di-yor Rabbimiz. Eh şu anda Rasûlullah’ın hanımları hayatta değiller. Eğer bu âyetler sadece Rasûlullah’ın hanımlarıyla ilgili olmuş olsaydı o zaman bu âyetler o gün işlevini bitirmiş ve artık kitabımızda bulun-mazdı. Ama eğer kıyâmete kadar bu âyetler bu sûrede varsa ve şu anda analarımızda hayatta değilse elbette bu âyet bize ve hanımlarımıza hitap etmektedir.
Ve şu anda yeni inmiştir bu âyetler. Eğer şu anda bizler yeni okuyorsak bu âyetleri. Şu anda bu âyet bizim gündemimizdedir ve hiç kimsenin bu âyetleri gündemden düşürmeye hakkı da salahiyeti de yoktur. Hiç kimsenin kendisini bu âyetlerden sorumsuz görmesi de mümkün değildir. Yine bu kitabımızda diğer peygamberlerle ilgili olan tüm kıssalar da şu anda bizimle ilgili olduğu gibi bize hitap etmektedir. Hiçbir anlayış bu âyetler o gün filân peygambere hitap ediyordu, o gün analarımıza hitap ediyor, onları bağlıyordu, yok bunlar Yahudiler, bunlar Hıristiyanlarla, bunlar Mecûsîlerle ilgiliydi, bunların bizimle ilgisi yoktur diyerek bu kitabın âyetlerini birkaç âyete indirgemeye hakkı yoktur. Bu âyetlerden şu anda tüm dünya, tüm müslümanlar sorumludur.
Evet hanımlarına deki ey peygamberim, eğer sizler peygamber eşleri olarak dünya hayatını, dünya hayatının ziynetini, süsünü, rahatlığını, konforunu, lüksünü istiyorsanız. Eğer derdiniz dünyada refah içinde bir hayat yaşamaksa, gelin sizi metalandırayım. Size ba-ğışta bulunayım. İstiyorsanız sizi boşayayım, boşamam dolayısıyla size vermem gereken mutayı, mehirlerinizi vereyim de güzellikle sizi salıvereyim. Böylece benim içinde bulunduğum sıkıntılı hayattan kurtulup serbest olursunuz. Özgürce dilediğiniz gibi bir hayat yaşarsınız. İstediğiz şekilde yer, içer, giyinir, kuşanırsınız.
Evet işte peygamber hanımlarına söylenen söz budur. Peki bize söylenen nedir? Bize ne söyleniyor burada? Ey insanlar, ey müs-lümanlar eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız gelin sizi serbest bırakayım, keyfinize göre bir hayat yaşayın. Ama unutmayın ki bu tercihinizle peygamber ailesinden, peygamber çevresinden, peygamberle birlik olmaktan, peygamber yolunun yolcusu olmaktan uzaklaşmış olursunuz. Buyurun dilediğiniz gibi yaşayabilirsiniz. Yine peygamber ailelerine ve bizlere ikinci teklif te şöyle. Yok eğer dünyayı değil de Allah’ı, Resûlüne ve âhiret yurdunu istiyorsanız muhakkak ki Allah sizden muhsin olanlara, Allah’ı görüyormuş gibi Ona kulluk yapanlara büyük mükâfat hazırlamıştır. Haydi buyurun bu mükafat da sizi bekliyor. Evet hem hanımlarına hem de kıyâmete kadar gelecek tüm erkek ve hanımlara bunu teklif ettiriyordu Rabbimiz.
Evet onların tekliflerine bir azarlama, bir öfkelenme yok. Ama müthiş bir karşı ifade, müthiş bir teklif geliyor. Eğer Allah ve Resûlünü istiyorsanız, Allah ve Resûlünün hoşnutluğunu istiyorsanız, âhiret yur-dunu istiyorsanız, âhiret yurdunda gözlerin görmediği, kulakların duy-madığı, beşer kalbinin akla hayale getiremeyeceği devlet ve nimetlerinin sizin olmasını arzu ediyorsanız, muhakkak ki Allah sizden samimiyetle, Allah’ı görüyormuşçasına Ona kulluk edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Haydi buyurun. İki seçenekten birini seçmekle kar-şı karşıyasınız. Allah, resul ve âhiret yurdu. Allah ve Resûlünün rı-za-sı, âhiret yurdunun büyük mükâfatları. Ya da dünya hayatı, dünyanın lüksü, malı mülkü, serveti, giyimi, kuşamı, yemesi, içmesi. İşte her iki-si de karşınızda durmaktadır. Buyurun hangisini tercih edecekseniz edin.
Hitap yine Rasûlullah efendimize. Rivâyetlere göre Rasûlullah efendimizin hanımları Beni Kureyza Yahudilerinin malları, mülkleri ele geçince Rasûlullah efendimizi sıkıştırdılar. El âlemin kadınları şöyle şöyle bir hayatın içindelerken bizler sıkıntı ve yokluk içinde kıvranıyoruz dediler. Rasûlullah efendimizden dünyalık bir şeyler istediler. Müslümanların ellerine son savaşlarda bolca ganimet geçince hayat standartlarında değişmeler oldu. Bu durumdan tüm mü’minler etkilendikleri gibi Rasûlullah efendimizin hanımları da etkilendiler.
O anda Rasûlullah’ın aile efradı olarak Ayşe, Havfsa, Safiye, Meymune, Cüveyriye, Ümmü Seleme, Ümmü Habibe ve Zeynep var. Bu değerli analarımız toplanıp Rasûlullah’tan bir istekte bulunurlar. Bizim de başkaları gibi yiyip içmeye, giyinip kuşanmaya hakkımız vardır derler. Bizim de hayat standardımız biraz değişsin, biz de biraz rahat edelim, bizim evimiz, eşyamız da biraz hoşumuza gidecek hale gelsin derler. Ey Allah’ın Resûlü biraz da biz hanımlarını düşünsen, biraz da bizim için harcama yapsan derler.
Belki peygambere karşı hanımlarının istekleri, bu tavırları Onun insanlığa getirip sunmuş olduğu, insanlardan istemiş olduğu hayat tarzının bir bakıma bir sorgulanması anlamına da geliyordu. Belki de Rasûlullah’ın hanımları Onun diğer müslümanlar gibi şimdiye kadar elinde avucunda bir şey olmadığı için böyle garipçe bir hayat yaşadığı hükmüne, zannına varmışlardı. Şimdi ise müslümanların eline bolca ganimet malı geçmişti.
Ama Rasûlullah efendimizin hayatı değişmiyordu. Çaba yine insanlığı hidâyete ulaştırma çabası. Ama müslümanların hayatlarında az da olsa bir değişikliği görmeleri efendimizin eşlerinde de bir takım değişikliklerin oluşmasına sebep oluyor. Halbuki eğer O dileseydi Rabbimiz hem Mekke’de hem de Medine’de altınlar gümüşler verir, dağları taşları altın yapar, bağlar bahçeler, servetler, paralar, pullar, mallar, mülkler lütfederdi. Eğer bu dünyada Allah’ın razı olduğu hayat paranın, pulun, altının, gümüşün, servetin, samanın, makamın, mansıbın, devletin, saltanatın, sarayın, köşkün varlığıyla daha hayırlı olmuş olsaydı elbette Rabbimiz çok sevdiği elçisine bütün bunları yeryüzünde hiç kimseye vermediği kadar lütfederdi. Ama bütün bunlar Allah katında hayırlı, değerli şeyler olmadığı için, Allah katında hayırlı olanın dünyada Allah’a kulluğun icrasına imkân verecek kadarıyla iktifa edip âhirette Allah’ın yüce nimetlerine ulaşma heyecanıyla bir hayat yaşamaktı.
Yâni gerek Mekke’de, gerekse Medine de Rasûlullah’ın Allah’ın sevgilisi bir peygamber olarak tüm insanlığa bir örnek olarak ashabının, toplumunun en fakirinin, en garibinin, en düşük gelirlisinin yaşayabileceği bir hayat standardını yaşaması Onun buna gücünün yetmeyişinden değildi. Ve zaten Hatice anamızla evliliğinden sonra gerek kendisinin, gerekse çok zengin olan hanımının elinde avucunda ne varsa müslümanlara harcayıp tüketmiştir.
Çünkü Allah’ın Resûlü Allah’ın bu dünyada razı olup istediği bir hayatı örneklemekle mükellefti. Allah’ın istediği kulluğu en güzel bir biçimde pratikte insanlara göstermekle mükellefti O. O öyle bir hayat yaşamalıydı ki toplumda hiçbir kimsenin Onun hayatı karşısında komplekse düşmemesi ve işte benim efendim, işte benim örneğim, işte benim pişdarım, işte benim reisim, benim liderim. O benim efendim olarak böyle bir hayat yaşadıktan sonra ben Onun yaşadığı hayatı yaşamaktan niye aşağılık duygusu duyayım? Niye ezilip büzüleyim? Ben mutluluğu, ben izzet ve şerefi, ben huzur ve saadeti, ben kulluk ve özgürlüğü yalnızca Allah Resûlüne teslimiyette ararım. Ben sadece Onun gibi olduğum zaman mutlu olurum diyerek onurlu ve şerefli bir hayatı yaşamanın zevkine erecektir. Tüm toplum böylece güzel bir hayata kavuşacaktır.
Ama eğer bunun aksi olursa. Toplumun peygamberi, toplumun önderi, örneği, lideri, imamı, başkanı, devlet reisi o toplumun gözleri önünde hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hayatı yaşarsa, hiç kimsenin elde edemeyeceği nimetlerin içinde yüzerse ve o toplumun fertleri kadınıyla erkeğiyle o hayatın özlemini duymaya başlarlarsa, herkes böyle bir hayata ulaşmanın kavgası içine girerse, ulaşamadıkları için de herkes böyle bi aşağılık kompleksine girer ve kimliksiz, mutsuz bir yaşantının mahkumu olursa varın birbirini yiyecek hale gelen o toplumun durumunu siz düşünün.
İşte görüyoruz, hal dilden daha iyi anlatır. Halbuki İslâm tüm insanları onurlu bir hayata dâvet etmektedir. Allah’ın Resûlü insanlara onurlu ve mutlu bir hayatı öğretmek için gelmiştir. Rabbimiz tüm kullarına böyle onurlu bir hayatı öğretirken elbette bunun pratikteki örneğini peygamberlerinde gösterecektir. Evet bunun ilk örneği hayattayken Rasûlullah efendimiz, sonra Ebu Bekir efendimiz, sonra Ömer, Osman, Ali ve benzeri sahâbe-i kiram efendilerimiz, Ömer Bin Abdi’l Azîz gibi selefimiz olmuştur.
Bunlar, bu değerli efendilerimiz öyle güzel bir hayat yaşayacaklar ki, öyle güzel bir hayat yaşadılar ki toplumlarının en alt tabakasında bulunan, gariptir diye hiç kimsenin değer vermediği gibi görünen yoksul bir kimse bile onların evlerine geldikleri zaman, onların hayat standartlarına baktıkları zaman kendi hayatlarından üzüntü ve aşağılık kompleksi duymamışlardır. Onları kendilerinden daha lüks bir hayatın içinde bulmamışlardır. Ve işte benim örneğim, benim kendisine bağlandığım imamım budur diye onlara sevgiyle sarılmışlardır. Ben nasıl yaşıyorsam efendim de öylece yaşıyormuş diyerek hayatlarından mutluluk duymuşlardır. Benim onurum bunların onuru, benim sıkıntım bunların sıkıntısıymış. Benim şerefli kulluğum bunların kulluğunun aynısıymış diyebilmişlerdir.
Tüm toplumun böyle mutlu, dengeli, düzenli olduğu bir dünyada sonunda ne mi oldu diyorsunuz? İnsanlar şahsiyetli birer efendi oldular. İnsanlar dünyayı değil âhireti, ekonomiyi değil Allah’a kulluğu hedefleyen birer tok müslüman oldular. İhtiyaç felsefeleri Allah ve Re-sûlünün belirlediği gibi değişen, dünyaya kul köle olmayan birer yiğit oldular.
Bakın bir tane örnek vereyim: Peygamber örnekliğinde en şerefli hayatı yaşayan o müslümanların içinden Sa’d Bin Ebi Vakkas isminde bir yiğit o günün en süper devleti olan, en büyük siyasal ve egemenliğine sahip olan İran’ın Kisra’sının, devlet başkanının sarayına elçi olarak gönderilir. Ayağı çıplak, kılıcının kını bile yok. Atının üzerinde eğeri bile yok. Sarayın giriş kapısında atından aşağıya inmiş, Kisra’nın kendisinin gözünü boyamak, gücünü kuvvetini göstermek için serdirdiği ipekten halılara mızrağını vura vura, insanların içi giden o atlas halıları dele dele kralın yanına girerken, asla ben şu anda dünyanın en büyük kralının huzurundayım diye en ufak bir eziklik içine girmeden, müslümanlığının onuru ve izzetiyle karşısına çıkar. Ve der ki, ey Kisra, bizler Allah’ın şerefli bir dinle, şerefli bir peygamberle şereflendirdiği insanlarız. Senden bu şerefe sahip çıkmanı, müslüman olarak şereflilerden olmanı istiyoruz. Aksi takdirde bizimle savaşa hazır ol. Senin hayatı sevdiğinden çok Allah için şehadete can atan şerefli bir toplumla karşı karşıyasın. Düşün ve kararını ver diyebiliyor.
Kralın mülkü ve saltanatı karşısında kalbinde en ufak bir eziklik, bir şahsiyet problemi yaşamıyor. İşte böyle bir yiğit ancak gözleri önünde onurlu, şerefli bir hayat yaşayan, yaşadığı şerefli hayatıyla toplumuna örnek olan, toplumunun hiçbir ferdini kendisine imrendirmeyen bir peygamberin ve onun yolunu takip edenlerin arasında yetişebilir. Tüm dünyayı ayaklarının altına alıp onuru, izzeti, şerefi sadece Allah’a kullukta gören, dünya mülkünü Allah’ın istediği gibi değerlendiren devlet adamlarına, liderlere, imamlara ne kadar ihtiyacımız var bugün, anlıyorsunuz değil mi?
Evet Rasûlullah efendimizin hanımları ister onun hayatını sorgulamak için olsun, ister gerçekten sıkıntıdan kurtulmak için olsun, bir şeyler isterler ve efendiler efendisini epey üzerler. Belki bunun farkına varan iki kayınpederi, Ebu Bekir ve Ömer Rasûlullah’ın hane-i saadetlerine gelirler. Bakarlar ki Rasûlullah üzgün ve hanımları etrafında toplanmışlar. Sorarlar Rasûlullah’a. Nedir bu sessizlik ey Allah’ın Resûlü? Bir şey mi oldu? Rasûlullah buyurur ki işte gördüğünüz gibi çevremde oturmuş benden kendilerine harcamamı artırmamı istiyorlar. İki sadık insan orada kızlarını azarlayarak derler ki, niçin peygamberi üzüyor ve ondan sahip olmadığı şeyleri istiyorsunuz? Biz olsak kayınpeder olarak böyle mi yaparız ? Böyle kendi kızlarımızı mı tedip ederiz? Bunun üzerine Rabbimiz Rasûlullah efendimize şunları vahy eder:
Ey Nebim, söyle o hanımlarına. Arkadaşlar bu âyetler, bu teklif şu anda bize de söyleniyor. Bizler Kur’an’dan öğreniyoruz ki Rasû-lullah efendimizin okumuş olduğu âyetler yanı zamanda bize de okunmaktadır. Şu anda bu teklif bize, bizim hanımlarımıza, bizim oğullarımızı, kızlarımıza söyleniyor. Öyle değil mi? Söyle hanımlarına di-yor Rabbimiz. Eh şu anda Rasûlullah’ın hanımları hayatta değiller. Eğer bu âyetler sadece Rasûlullah’ın hanımlarıyla ilgili olmuş olsaydı o zaman bu âyetler o gün işlevini bitirmiş ve artık kitabımızda bulun-mazdı. Ama eğer kıyâmete kadar bu âyetler bu sûrede varsa ve şu anda analarımızda hayatta değilse elbette bu âyet bize ve hanımlarımıza hitap etmektedir.
Ve şu anda yeni inmiştir bu âyetler. Eğer şu anda bizler yeni okuyorsak bu âyetleri. Şu anda bu âyet bizim gündemimizdedir ve hiç kimsenin bu âyetleri gündemden düşürmeye hakkı da salahiyeti de yoktur. Hiç kimsenin kendisini bu âyetlerden sorumsuz görmesi de mümkün değildir. Yine bu kitabımızda diğer peygamberlerle ilgili olan tüm kıssalar da şu anda bizimle ilgili olduğu gibi bize hitap etmektedir. Hiçbir anlayış bu âyetler o gün filân peygambere hitap ediyordu, o gün analarımıza hitap ediyor, onları bağlıyordu, yok bunlar Yahudiler, bunlar Hıristiyanlarla, bunlar Mecûsîlerle ilgiliydi, bunların bizimle ilgisi yoktur diyerek bu kitabın âyetlerini birkaç âyete indirgemeye hakkı yoktur. Bu âyetlerden şu anda tüm dünya, tüm müslümanlar sorumludur.
Evet hanımlarına deki ey peygamberim, eğer sizler peygamber eşleri olarak dünya hayatını, dünya hayatının ziynetini, süsünü, rahatlığını, konforunu, lüksünü istiyorsanız. Eğer derdiniz dünyada refah içinde bir hayat yaşamaksa, gelin sizi metalandırayım. Size ba-ğışta bulunayım. İstiyorsanız sizi boşayayım, boşamam dolayısıyla size vermem gereken mutayı, mehirlerinizi vereyim de güzellikle sizi salıvereyim. Böylece benim içinde bulunduğum sıkıntılı hayattan kurtulup serbest olursunuz. Özgürce dilediğiniz gibi bir hayat yaşarsınız. İstediğiz şekilde yer, içer, giyinir, kuşanırsınız.
Evet işte peygamber hanımlarına söylenen söz budur. Peki bize söylenen nedir? Bize ne söyleniyor burada? Ey insanlar, ey müs-lümanlar eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız gelin sizi serbest bırakayım, keyfinize göre bir hayat yaşayın. Ama unutmayın ki bu tercihinizle peygamber ailesinden, peygamber çevresinden, peygamberle birlik olmaktan, peygamber yolunun yolcusu olmaktan uzaklaşmış olursunuz. Buyurun dilediğiniz gibi yaşayabilirsiniz. Yine peygamber ailelerine ve bizlere ikinci teklif te şöyle. Yok eğer dünyayı değil de Allah’ı, Resûlüne ve âhiret yurdunu istiyorsanız muhakkak ki Allah sizden muhsin olanlara, Allah’ı görüyormuş gibi Ona kulluk yapanlara büyük mükâfat hazırlamıştır. Haydi buyurun bu mükafat da sizi bekliyor. Evet hem hanımlarına hem de kıyâmete kadar gelecek tüm erkek ve hanımlara bunu teklif ettiriyordu Rabbimiz.
Evet onların tekliflerine bir azarlama, bir öfkelenme yok. Ama müthiş bir karşı ifade, müthiş bir teklif geliyor. Eğer Allah ve Resûlünü istiyorsanız, Allah ve Resûlünün hoşnutluğunu istiyorsanız, âhiret yur-dunu istiyorsanız, âhiret yurdunda gözlerin görmediği, kulakların duy-madığı, beşer kalbinin akla hayale getiremeyeceği devlet ve nimetlerinin sizin olmasını arzu ediyorsanız, muhakkak ki Allah sizden samimiyetle, Allah’ı görüyormuşçasına Ona kulluk edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Haydi buyurun. İki seçenekten birini seçmekle kar-şı karşıyasınız. Allah, resul ve âhiret yurdu. Allah ve Resûlünün rı-za-sı, âhiret yurdunun büyük mükâfatları. Ya da dünya hayatı, dünyanın lüksü, malı mülkü, serveti, giyimi, kuşamı, yemesi, içmesi. İşte her iki-si de karşınızda durmaktadır. Buyurun hangisini tercih edecekseniz edin.