AHSEN-I FIGAN
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 22 Nis 2007
- Mesajlar
- 1,021
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Aşk ehli taşı gediğine koymuş:
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl?
Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakub gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu.
Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize.
Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi.
Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine...
”İman etmedikçe cennete giremezsiniz” diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.
Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu.
ONUN SEVGİSİ, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!"
Dağla sevişen, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini farkeden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir?
MODERN BİREY ANLAYABİLİR Mİ BU TAVRI? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i?
MUHABBETİ MUHAMMED'DEN ÖĞRENENLER ÖLMEMENİN SIRRINI DA ÖĞRENMİŞ OLDULAR. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu:
Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez
Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar.
Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan'dan öğrendik: SAÇLARI SEVDİKLERİNİN ÖLÜMÜYLE DEĞİL, ALLAH'LA İLİŞKİSİNİ ÖRSELEMEMEK UĞRUNA GÖSTERDİĞİ ÇABAYLA AĞARAN YÜCE ÖNDER, KUTLU REHBER'DEN. ÇAĞLARIN GÜNAHINI YIKAMAK İÇİN GECE YARILARI SALDIĞI GÖZYAŞLARI, YATTIĞI ŞİLTEYİ ISLATIP AİŞE'Yİ UYANDIRACAK KADAR SEL OLUP ÇAĞLAYAN AYAKLI KUR'AN'DAN.
Bu soylu acı değil miydi, Hıra'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden? Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, 'nükleer güç merkezlerinin' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer 'GÜL VE GÜÇ MERKEZİ' oluyorlar!
Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır.
Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ONA ÜMMET OLDUĞUNU SÖYLEYENLERİN YAPTIKLARININ ONU ÜZDÜĞÜNÜ DÜŞÜNÜYORUM. ONUN MİRASINA SAHİP ÇIKMASI GEREKENLER, SADECE SAKALINA VE HIRKASINA SAHİP ÇIKIP ONUN ÖĞRETİSİNİ ÇAĞIN DIŞINA ATMAKLA ONU DAHA FAZLA ÜZÜYOR OLSALAR GEREK.
Allah'ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun) bir tek Muhammed idi. Fakat, geleneğimiz en az üç Muhammed ortaya çıkardı: 1) Göklere çıkartılan insanüstü Muhammed 2) Ara kablosu, postacı muamelesine maruz bırakılarak aşağılanan Muhammed 3) Kur'an'ın tanıttığı muhteşem bir ahlaka sahip olan örnek insan Muhammed.
Bir de Muhaddislerin ömrü boyunca hep konuşan ve hiç iş yapmayan Muhammed'i, Sûfilerin ömrü boyunca içiyle uğraşıp dış dünyaya sırt dönen Muhammed'i ve Fakihlerin işi-gücü Kur'an'ı kodifike edip ondan formel hükümler devşirmek olan Muhammed'i var.
....................
SENİ ÇOK ÖZLEDİK, BİZİ BU ÇAĞA KARŞI DİK TUTAN SENİN KOKUNDUR:
YEL ESSİN YA RASULLALLAH...
KOKUN GELSİN!
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl?
Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakub gibi, uzaktaki Yusuf'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu.
Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize.
Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi.
Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine...
”İman etmedikçe cennete giremezsiniz” diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.
Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu.
ONUN SEVGİSİ, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki; "Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!"
Dağla sevişen, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini farkeden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir?
MODERN BİREY ANLAYABİLİR Mİ BU TAVRI? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed'i?
MUHABBETİ MUHAMMED'DEN ÖĞRENENLER ÖLMEMENİN SIRRINI DA ÖĞRENMİŞ OLDULAR. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu:
Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez
Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar.
Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan'dan öğrendik: SAÇLARI SEVDİKLERİNİN ÖLÜMÜYLE DEĞİL, ALLAH'LA İLİŞKİSİNİ ÖRSELEMEMEK UĞRUNA GÖSTERDİĞİ ÇABAYLA AĞARAN YÜCE ÖNDER, KUTLU REHBER'DEN. ÇAĞLARIN GÜNAHINI YIKAMAK İÇİN GECE YARILARI SALDIĞI GÖZYAŞLARI, YATTIĞI ŞİLTEYİ ISLATIP AİŞE'Yİ UYANDIRACAK KADAR SEL OLUP ÇAĞLAYAN AYAKLI KUR'AN'DAN.
Bu soylu acı değil miydi, Hıra'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden? Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, 'nükleer güç merkezlerinin' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer 'GÜL VE GÜÇ MERKEZİ' oluyorlar!
Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır.
Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ONA ÜMMET OLDUĞUNU SÖYLEYENLERİN YAPTIKLARININ ONU ÜZDÜĞÜNÜ DÜŞÜNÜYORUM. ONUN MİRASINA SAHİP ÇIKMASI GEREKENLER, SADECE SAKALINA VE HIRKASINA SAHİP ÇIKIP ONUN ÖĞRETİSİNİ ÇAĞIN DIŞINA ATMAKLA ONU DAHA FAZLA ÜZÜYOR OLSALAR GEREK.
Allah'ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun) bir tek Muhammed idi. Fakat, geleneğimiz en az üç Muhammed ortaya çıkardı: 1) Göklere çıkartılan insanüstü Muhammed 2) Ara kablosu, postacı muamelesine maruz bırakılarak aşağılanan Muhammed 3) Kur'an'ın tanıttığı muhteşem bir ahlaka sahip olan örnek insan Muhammed.
Bir de Muhaddislerin ömrü boyunca hep konuşan ve hiç iş yapmayan Muhammed'i, Sûfilerin ömrü boyunca içiyle uğraşıp dış dünyaya sırt dönen Muhammed'i ve Fakihlerin işi-gücü Kur'an'ı kodifike edip ondan formel hükümler devşirmek olan Muhammed'i var.
....................
SENİ ÇOK ÖZLEDİK, BİZİ BU ÇAĞA KARŞI DİK TUTAN SENİN KOKUNDUR:
YEL ESSİN YA RASULLALLAH...
KOKUN GELSİN!