haydar-kerrar
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Ağu 2009
- Mesajlar
- 98
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 48
Modern çağın yeni mezhebi
bismillahirrahmanirrahim
İslam'ın ilk yüzyıllarında ortaya çıkan ve İslamî ilimlerin hemen bütün dallarında kendisini hissettiren "fırkalaşma" olgusu, tarih içinde olduğu gibi bugün de varlık ve etkisini muhafaza etmektedir. Geçmişte bu hareketler Haricîlik, Mu'tezile, Mürciîlik... şeklinde kendisini ifade etmişti; bugünse daha başka isimler altında fırkalaşmalar devam ediyor.
Ancak geçtiğimiz 150-200 yıldan bu yana geçmişteki bu duruma benzer yeni bir fitnenin ümmetin sağlam ve sahih akidesini bulandırmak üzere uç verdiğini görüyoruz.
Bugün İslâm inancının, Kur’an ve Sünnet temelinden kopartılarak, Batı dünyasında geliştirilen “aklî ilkeler” doğrultusunda yeniden belirlenmesi gerektiğini iddia eden bir akımla karşı karşıya bulunuyoruz.
Müsteşrik veya oryantalist dediğimiz, İslâm hakkında araştırmalar yaparak yıkıcı fikirler üreten gayri müslim ilim adamlarının etkisinde kalan bu “modernist” akım, bu iddiayı hayata geçirmek için her türlü imkanı kullanarak muhtelif maskeler arkasında faaliyet göstermektedir.
“İslâm modernizmi” ana başlığı altında ifade edebileceğimiz bu bid’at akım, kimi zaman Sünnet’i müslümanların hayatından çıkarmak için “Kur’an’dan başka din kaynağı tanımayız” sloganıyla hareket etmekte, kimi zaman da “hadisleri yeni bir ayıklamaya tabi tutmalı ve Sünnet’i yeniden tanımlamalıyız” diyerek boy göstermektedir.
Müslüman halkımızın belli bir kesimi, Modernistler'in diline ve yöntemlerine yabancı olduğu için bu akımın söylemlerine kolayca çarpılabilmekte ve sonunda itikattan başlayan ve giderek diğer alanlara sirayet eden bir çürüme süreci yaşanmaktadır.
Ehl-i Sünnet itikadını benimsemiş her müslümanın günümüzde yaygınlaşma eğilimi gösterdiği müşahede edilen Modernist söylem karşısında şu hususlara dikkat etmesi gerektiğini ve onları tanımaları gerektiğini düşünüyoruz
Bu “çağdaş bid’at mezhep” mensuplarının bazı iddialarını şöyle ifade edebiliriz:
1-Allah Teala'nın, Kur'an ve hadislerde haber verilen isim ve sıfatlarının hepsi hak ve gerçektir.
Kelam kitaplarımızda ayrıntılarıyla zikredilmiş olan bu meselenin günümüze taalluk eden yönü şurasıdır: Günümüzde "Tarihsellik" dediğimiz görüşü benimseyenler, Kur'an ayetlerinin –özellikle ahkâma ilişkin olanların– indikleri dönemin problemlerini çözmeye matuf olduğunu söylerler. Buradan hareketle de Kur'an'ın ihtiva ettiği her hükmün günümüzde uygulanamayacağını ileri sürerler.
Oysa bu iddia, Allah Teala'nın, sadece Kur'an'ın nazil olduğu zaman ve mekânın problemlerine çözüm indirdiğini, nüzûl sürecinin tamamlanmasından günümüze ve günümüzden geleceğe yüzyıllar, binyıllar içinde yaşayanların, problemlerine Kur'an'dan çözüm bulamayacağı anlamına gelir ki, doğrudan doğruya Allah inancıyla ilgilidir ve küfürdür. Zira bu isim ve sıfatlara iman etmek, Allah Teala'nın olmuş, olan ve olacak her şeyi hakkıyla bildiğini ve hiç kimseye zulmetmeyeceğini itiraf etmek demektir. Elbette sadece bu değil. Böyle bir iman, Kur'an'ın "bütün insanlara hidayet kaynağı" olarak gönderildiğini haber veren ayet üzerinde biraz düşünürsek, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında yaşayanlarla günümüz insanının ve gelecek nesillerin bu noktada eşit olduğunu göreceğiz. Yani Kur'an Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde yaşayanlar için nasıl bir hidayet kaynağı idiyse, günümüz için de aynen öyledir; gelecek nesiller için de öyle olacaktır. Bu kuranın her ayetinin evrenselliğini ve kainatı kuşatmışlığını gösterir.
2-Çağımızda toplumsal yapı, insan anlayışı vs. değişmiştir. Dolayısıyla İslâm dininin emir ve yasakları da bu köklü değişiklik doğrultusunda yeniden gözden geçirilmeli, değiştirilmelidir.
Oysa Ehl-i Sünnet ulema tarafından oluşturulmuş Usûlüddîn (Akaid/Kelam) ve Usûl-i Fıkıh sistemleri, hem birbirleriyle, hem de Allah ve Peygamber inancıyla kopmaz biçimde ilişkilidir. Bunları birbirinden ayrı ve bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu sistemleri "klasik" (dönemini kapatmış, fonksiyonunu yitirmiş anlamında) olarak nitelemek itikatı sarsıcı bir unsurdur.
3-Kur’an’dan hüküm çıkarmak için Arapça’ya, Sünnet ve hadis bilgisine, icmaya ve eski alimlerin bakış açılarına ihtiyaç yoktur. Eline bir Kur’an meali alan herkes Kur’an’dan hüküm çıkarabilir.
İşte sözde bu kuran tilmizleri eğer gerçekten dine ve de kurana hizmet etselerdi samimi olsalardı Furkan 43-44 gibi ayetlerden ibret alırlar böyle bir harekete kalkışmanın hiçbir ilmi yapıya dayanmıyan nefsi yorumların hem kendilerini hem ulaştıkları insanların itikatını zedeleyeceğini fark ederlerdi. Şahıs hangi ayet umuma hitap hangisi has hangi ayet muhkem hangisi müteşabih hangi ayet mübeyyen hangisi mücmel hangi ayet hangi olaydan hareketle inmiş hangi ayet kaç ayrı manaya dalalet eder bilgisi olmadan yorum yapıyor. Ve Allahın ali İmran 7 ayetinin tehdidinde kalıyor. Ondan sonra ortaya İslam adı altında yeni bir din mezhep ortaya çıkıyor cehennem ve cennet senin vicdanın, namaz eskilerin işlediği bir fiil modern zamana uymuyor zaten kuranda namaz kelimesi dua anlamına da haizdir günde beş vakit dua edin namaz ayetlerinden kasıt budur vs. söylemlere kadar gidiyor. Ve bu insanlar kurana hizmet adı altında onu tahrif ettiklerini de anlamıyorlar veya tahrif edebilmek için ona hizmet ediyor gözüküyorlar.
4- Mezhepler ve tasavvuf yozlaşmış birer istismar kurumudur. Bunları kökünden reddetmeliyiz.Eski alimler dini zorlaştırmışlardır. Onun için eski alimlerin söylediklerini bir kenara bırakmalı ve dini kolaylaştırmak için yeni içtihadlar yapmalıyız.
Elbette alimler dinin kale surları mesabesinde olan insanlardır “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor Allah teala. hal böyle olunca kale surlarını bir şekilde devre dışı barakılması gerekir ki din daha rahat tahrif edilsin. Bunu da elbette alimlere iftira atarak yapacaklardır.
5-Şefaat, mucize, evliyanın kerameti, tevessül, miraç, kabir azabı gibi şeylere inanmak doğru değildir.
İşte bu kurandan başka hiçbir kaynağa itibar etmem diyenler ne yazık ki sözlerinde sadık değillerdir. Onlar bu reddettikleri maddelerin kuranda geçtiğini görmelerine rağmen inkara kalkıştıklarına göre demekki başka bir misyona hizmet ediyorlar.eğer islama hizmet etselerdi elbette inkara kalkışmayacaklardı. Peygamber ve Allah dostlarını aracı yaparak Hakk'a iltica eden velileri, tasavvuf erbabını, müminleri, müşrik ve kâfir ilan eden zihniyetle; geçmişte Haricî, Mu'tezilî zihniyet arasında ne fark vardır? Hâşâ Hz. Ali'ye kâfir diyenle, Allah'tan başka hakiki fail ve irade tanımayan, Kur'an ve Sünnet'in en küçük edeplerine dahi riayet eden bir veliye kâfir diyen zihniyet aynı değil midir? İslâm'a göre, mümin olduğuna dair en küçük belirti taşıyanları dahi mümin saymak esas iken; geçmişten günümüze kadar gelen yüzbinlerce has veliyi ve milyonlarca mümini kâfir ilan etmek hangi insafa, hangi kitaba sığar? Cenab-ı Hakk :
“Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, ‘sen mümin değilsin' demeyin.” (Nisa, 94) buyurmuyor mu? Allahu Tealâ'ya ulaşmak için bir peygamber ya da Hak dostunu vesile edinen mümine kâfir demekle, bu asra kadar gelen yüzmilyonlarca mümine de kâfir demiş olunmaz mı? O zaman geriye kaç tane müslüman kalır? Buharî ve Müslim'de geçen sahih bir hadis-i şerifte: “Mümin kardeşine kâfir diyen bir kimse, karşıdaki öyle değilse küfür (kâfirlik) kendisine döner” diye ikaz edilmiyor mu?
6-peygambersiz kuran arayışı: bunu yaparken uydurma hadislerin varlığından yola çıkarak bütün hadis külliyatlarını karalama ve peygamber s.a.v. ile ilgili ayetleri eğip büküp tevil etme yollarına başvururlar. İtaat ayetlerini Peygamber vefat edene kadar ona uyulması gerektiğini ve o dönem insanlarına bağlayıcı olduğunu vefat ettiğinden dolayı zamanımızın insanlarını bağlayanın sünnetler değil kuran olduğunu ileri sürerler ve Bir çok hadis-i şerife açıkça bühtan ve iftira ederler. ve ortada kala kala tek başına Kur’an kalır.
Peygambersiz, Sünnetsiz, Mezhepsiz, Tasavvufsuz bir din anlayışını yerleştirmeğe çalışan çağdaşlar Kur’an dışında başka bir din kaynağı tanımadıkları için, Kur’an ayetlerini kendi heva ve heveslerine göre istedikleri gibi eğip bükme imkânına kavuşmakta ve Kur’an ayetlerini böylece tahrif etmeye çalışmaktadırlar.
Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudi ve Hristiyanlar’ın, kendilerine indirilen Tevrat ve İncil’i tahrif ettikleri, Kur’an tarafından haber verilmiş tarihî bir hakikattir
İşte Ehl-i Kitab’ın yaptığı bu tahrif faaliyetinin aynısı, günümüzde çağdaş bid’atçılar tarafından Kur’an üzerinde gerçekleştirilmek istenmektedir. Kur’an ayetlerinden Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in, O’na bağlı olarak Sahabe’nin ve onlardan sonra gelerek onlara tabi olan imamlar ve muteber ulemanın anladıklarından farklı hükümler çıkarmak, onların Kur’an anlayışlarının yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmek, bu tahrif girişiminin en önemli göstergesidir.
Dünya ve ahiretin huzur ve saadet kaynağı olan Kur'an'dan böyle bir vahşeti çıkarabilmek gerçekten büyük marifet ister, ama insanın basireti kör, vicdanı çirkef, kalbi cîfe haline gelirse ve şeytanın tasarrufuna girerse bunu yapabilir.
İşte bu zihniyette olanlara son bir hatırlatma kurandan.
Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır
Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir
Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler bakara 13-18
Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. saf 8
bismillahirrahmanirrahim
İslam'ın ilk yüzyıllarında ortaya çıkan ve İslamî ilimlerin hemen bütün dallarında kendisini hissettiren "fırkalaşma" olgusu, tarih içinde olduğu gibi bugün de varlık ve etkisini muhafaza etmektedir. Geçmişte bu hareketler Haricîlik, Mu'tezile, Mürciîlik... şeklinde kendisini ifade etmişti; bugünse daha başka isimler altında fırkalaşmalar devam ediyor.
Ancak geçtiğimiz 150-200 yıldan bu yana geçmişteki bu duruma benzer yeni bir fitnenin ümmetin sağlam ve sahih akidesini bulandırmak üzere uç verdiğini görüyoruz.
Bugün İslâm inancının, Kur’an ve Sünnet temelinden kopartılarak, Batı dünyasında geliştirilen “aklî ilkeler” doğrultusunda yeniden belirlenmesi gerektiğini iddia eden bir akımla karşı karşıya bulunuyoruz.
Müsteşrik veya oryantalist dediğimiz, İslâm hakkında araştırmalar yaparak yıkıcı fikirler üreten gayri müslim ilim adamlarının etkisinde kalan bu “modernist” akım, bu iddiayı hayata geçirmek için her türlü imkanı kullanarak muhtelif maskeler arkasında faaliyet göstermektedir.
“İslâm modernizmi” ana başlığı altında ifade edebileceğimiz bu bid’at akım, kimi zaman Sünnet’i müslümanların hayatından çıkarmak için “Kur’an’dan başka din kaynağı tanımayız” sloganıyla hareket etmekte, kimi zaman da “hadisleri yeni bir ayıklamaya tabi tutmalı ve Sünnet’i yeniden tanımlamalıyız” diyerek boy göstermektedir.
Müslüman halkımızın belli bir kesimi, Modernistler'in diline ve yöntemlerine yabancı olduğu için bu akımın söylemlerine kolayca çarpılabilmekte ve sonunda itikattan başlayan ve giderek diğer alanlara sirayet eden bir çürüme süreci yaşanmaktadır.
Ehl-i Sünnet itikadını benimsemiş her müslümanın günümüzde yaygınlaşma eğilimi gösterdiği müşahede edilen Modernist söylem karşısında şu hususlara dikkat etmesi gerektiğini ve onları tanımaları gerektiğini düşünüyoruz
Bu “çağdaş bid’at mezhep” mensuplarının bazı iddialarını şöyle ifade edebiliriz:
1-Allah Teala'nın, Kur'an ve hadislerde haber verilen isim ve sıfatlarının hepsi hak ve gerçektir.
Kelam kitaplarımızda ayrıntılarıyla zikredilmiş olan bu meselenin günümüze taalluk eden yönü şurasıdır: Günümüzde "Tarihsellik" dediğimiz görüşü benimseyenler, Kur'an ayetlerinin –özellikle ahkâma ilişkin olanların– indikleri dönemin problemlerini çözmeye matuf olduğunu söylerler. Buradan hareketle de Kur'an'ın ihtiva ettiği her hükmün günümüzde uygulanamayacağını ileri sürerler.
Oysa bu iddia, Allah Teala'nın, sadece Kur'an'ın nazil olduğu zaman ve mekânın problemlerine çözüm indirdiğini, nüzûl sürecinin tamamlanmasından günümüze ve günümüzden geleceğe yüzyıllar, binyıllar içinde yaşayanların, problemlerine Kur'an'dan çözüm bulamayacağı anlamına gelir ki, doğrudan doğruya Allah inancıyla ilgilidir ve küfürdür. Zira bu isim ve sıfatlara iman etmek, Allah Teala'nın olmuş, olan ve olacak her şeyi hakkıyla bildiğini ve hiç kimseye zulmetmeyeceğini itiraf etmek demektir. Elbette sadece bu değil. Böyle bir iman, Kur'an'ın "bütün insanlara hidayet kaynağı" olarak gönderildiğini haber veren ayet üzerinde biraz düşünürsek, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında yaşayanlarla günümüz insanının ve gelecek nesillerin bu noktada eşit olduğunu göreceğiz. Yani Kur'an Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde yaşayanlar için nasıl bir hidayet kaynağı idiyse, günümüz için de aynen öyledir; gelecek nesiller için de öyle olacaktır. Bu kuranın her ayetinin evrenselliğini ve kainatı kuşatmışlığını gösterir.
2-Çağımızda toplumsal yapı, insan anlayışı vs. değişmiştir. Dolayısıyla İslâm dininin emir ve yasakları da bu köklü değişiklik doğrultusunda yeniden gözden geçirilmeli, değiştirilmelidir.
Oysa Ehl-i Sünnet ulema tarafından oluşturulmuş Usûlüddîn (Akaid/Kelam) ve Usûl-i Fıkıh sistemleri, hem birbirleriyle, hem de Allah ve Peygamber inancıyla kopmaz biçimde ilişkilidir. Bunları birbirinden ayrı ve bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu sistemleri "klasik" (dönemini kapatmış, fonksiyonunu yitirmiş anlamında) olarak nitelemek itikatı sarsıcı bir unsurdur.
3-Kur’an’dan hüküm çıkarmak için Arapça’ya, Sünnet ve hadis bilgisine, icmaya ve eski alimlerin bakış açılarına ihtiyaç yoktur. Eline bir Kur’an meali alan herkes Kur’an’dan hüküm çıkarabilir.
İşte sözde bu kuran tilmizleri eğer gerçekten dine ve de kurana hizmet etselerdi samimi olsalardı Furkan 43-44 gibi ayetlerden ibret alırlar böyle bir harekete kalkışmanın hiçbir ilmi yapıya dayanmıyan nefsi yorumların hem kendilerini hem ulaştıkları insanların itikatını zedeleyeceğini fark ederlerdi. Şahıs hangi ayet umuma hitap hangisi has hangi ayet muhkem hangisi müteşabih hangi ayet mübeyyen hangisi mücmel hangi ayet hangi olaydan hareketle inmiş hangi ayet kaç ayrı manaya dalalet eder bilgisi olmadan yorum yapıyor. Ve Allahın ali İmran 7 ayetinin tehdidinde kalıyor. Ondan sonra ortaya İslam adı altında yeni bir din mezhep ortaya çıkıyor cehennem ve cennet senin vicdanın, namaz eskilerin işlediği bir fiil modern zamana uymuyor zaten kuranda namaz kelimesi dua anlamına da haizdir günde beş vakit dua edin namaz ayetlerinden kasıt budur vs. söylemlere kadar gidiyor. Ve bu insanlar kurana hizmet adı altında onu tahrif ettiklerini de anlamıyorlar veya tahrif edebilmek için ona hizmet ediyor gözüküyorlar.
4- Mezhepler ve tasavvuf yozlaşmış birer istismar kurumudur. Bunları kökünden reddetmeliyiz.Eski alimler dini zorlaştırmışlardır. Onun için eski alimlerin söylediklerini bir kenara bırakmalı ve dini kolaylaştırmak için yeni içtihadlar yapmalıyız.
Elbette alimler dinin kale surları mesabesinde olan insanlardır “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor Allah teala. hal böyle olunca kale surlarını bir şekilde devre dışı barakılması gerekir ki din daha rahat tahrif edilsin. Bunu da elbette alimlere iftira atarak yapacaklardır.
5-Şefaat, mucize, evliyanın kerameti, tevessül, miraç, kabir azabı gibi şeylere inanmak doğru değildir.
İşte bu kurandan başka hiçbir kaynağa itibar etmem diyenler ne yazık ki sözlerinde sadık değillerdir. Onlar bu reddettikleri maddelerin kuranda geçtiğini görmelerine rağmen inkara kalkıştıklarına göre demekki başka bir misyona hizmet ediyorlar.eğer islama hizmet etselerdi elbette inkara kalkışmayacaklardı. Peygamber ve Allah dostlarını aracı yaparak Hakk'a iltica eden velileri, tasavvuf erbabını, müminleri, müşrik ve kâfir ilan eden zihniyetle; geçmişte Haricî, Mu'tezilî zihniyet arasında ne fark vardır? Hâşâ Hz. Ali'ye kâfir diyenle, Allah'tan başka hakiki fail ve irade tanımayan, Kur'an ve Sünnet'in en küçük edeplerine dahi riayet eden bir veliye kâfir diyen zihniyet aynı değil midir? İslâm'a göre, mümin olduğuna dair en küçük belirti taşıyanları dahi mümin saymak esas iken; geçmişten günümüze kadar gelen yüzbinlerce has veliyi ve milyonlarca mümini kâfir ilan etmek hangi insafa, hangi kitaba sığar? Cenab-ı Hakk :
“Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, ‘sen mümin değilsin' demeyin.” (Nisa, 94) buyurmuyor mu? Allahu Tealâ'ya ulaşmak için bir peygamber ya da Hak dostunu vesile edinen mümine kâfir demekle, bu asra kadar gelen yüzmilyonlarca mümine de kâfir demiş olunmaz mı? O zaman geriye kaç tane müslüman kalır? Buharî ve Müslim'de geçen sahih bir hadis-i şerifte: “Mümin kardeşine kâfir diyen bir kimse, karşıdaki öyle değilse küfür (kâfirlik) kendisine döner” diye ikaz edilmiyor mu?
6-peygambersiz kuran arayışı: bunu yaparken uydurma hadislerin varlığından yola çıkarak bütün hadis külliyatlarını karalama ve peygamber s.a.v. ile ilgili ayetleri eğip büküp tevil etme yollarına başvururlar. İtaat ayetlerini Peygamber vefat edene kadar ona uyulması gerektiğini ve o dönem insanlarına bağlayıcı olduğunu vefat ettiğinden dolayı zamanımızın insanlarını bağlayanın sünnetler değil kuran olduğunu ileri sürerler ve Bir çok hadis-i şerife açıkça bühtan ve iftira ederler. ve ortada kala kala tek başına Kur’an kalır.
Peygambersiz, Sünnetsiz, Mezhepsiz, Tasavvufsuz bir din anlayışını yerleştirmeğe çalışan çağdaşlar Kur’an dışında başka bir din kaynağı tanımadıkları için, Kur’an ayetlerini kendi heva ve heveslerine göre istedikleri gibi eğip bükme imkânına kavuşmakta ve Kur’an ayetlerini böylece tahrif etmeye çalışmaktadırlar.
Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudi ve Hristiyanlar’ın, kendilerine indirilen Tevrat ve İncil’i tahrif ettikleri, Kur’an tarafından haber verilmiş tarihî bir hakikattir
İşte Ehl-i Kitab’ın yaptığı bu tahrif faaliyetinin aynısı, günümüzde çağdaş bid’atçılar tarafından Kur’an üzerinde gerçekleştirilmek istenmektedir. Kur’an ayetlerinden Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in, O’na bağlı olarak Sahabe’nin ve onlardan sonra gelerek onlara tabi olan imamlar ve muteber ulemanın anladıklarından farklı hükümler çıkarmak, onların Kur’an anlayışlarının yanlış ve hatalı olduğunu iddia etmek, bu tahrif girişiminin en önemli göstergesidir.
Dünya ve ahiretin huzur ve saadet kaynağı olan Kur'an'dan böyle bir vahşeti çıkarabilmek gerçekten büyük marifet ister, ama insanın basireti kör, vicdanı çirkef, kalbi cîfe haline gelirse ve şeytanın tasarrufuna girerse bunu yapabilir.
İşte bu zihniyette olanlara son bir hatırlatma kurandan.
Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.
İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır
Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir
Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler bakara 13-18
Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. saf 8