EbuRudeyha
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 5 Eki 2008
- Mesajlar
- 179
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 41
- Konum
- İstanbul-Eyüp
- Web Sitesi
- ilyasucar.com
Buyrunuz, fon ile beraber okuyunuz:
Mini mini birler - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh
Mini mini birler
Hamd Alemlerin Rabbine, salât ve selam onun elçisi biricik Efendimiz (s.a.v.) üstüne olsun.
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Kaya: Bir taneden birşey olmaz, ölecek miyim sanki...
Gitmediği doktor kalmamıştı, artık yavaş yavaş kendi de inandırmaya başlamıştı kendini boş sözlerdi bunlar, ölümün pençesi sanki her an inmekteydi bir zamanlar övünç duyduğu, şimdilerde taşımaya bile zorlandığı o aciz bedenine. Bir bir açılan kapılar kapanmıştı ve dönüş yoktu geriye, anlıyordu artık ama zaman tüm çıldırtıcılığı ile akıp gitmekteydi vücudundan çekilen kanlar gibi. Durdurun, durun demeye bile takati yoktu ne de olsa eden bulurdu, sahip olduğu tüm kelimeler "keşke" idi sanki cümleleri tükenmişti bedeni gibi, ömrü gibi. İlk sigarasını içine çektiği, ilk kadehini kaldırdığı anlar belirdi gözünün önünde ve onun ikiz kardeşi bir cümle: Bir taneden birşey olmaz, ölecek miyim sanki...Herkes ölecekti ama ölmenin de bir lezzeti, onun da bir şanı olmalı değil miydi dedi kendi kendine ve elinde kalan kırık dökük son cümlelerini söndürdü en kadim dostu, masanın üstündeki gümüş tablaya: "Yaktın beni."
Ece: Bir tane de benim olsun ne çıkar ki...
Ellerini yüzünden çekemiyordu, oysa yüzü de razı değildi bir çift elin mülteci olmasına. Daha düne kadar dünyanın en şanslı kişisi olduğunu düşünüyordu herkesten daha pembe hayalleri vardı, herkesinkinden daha büyük pembe panjurlu bir evi, oysa daha basit bir alyansı yoktu o incecik parmağında. Bu kendisine reva değildi, çok iyilerini hak etmişi, olması gereken herşeyi yapmıştı kendince oysa yeni anlıyordu kötü bir dost seçtiğini, hevadan dost mu olurdu hiç, o hep pembe renginin mübtelasıydı onunla dost olan da pembe bir dünyaya sahip olmalıydı. Herşey bir özentiyle başlamıştı, hevası ona devamlı "herkes, herkes" diye fısıldıyordu, dosta kulak vermemek olmazdı, herkesin yaptığını yapmalıydı ve yaptı da. Hiç olacak işmiydi en kutsalını, bugüne kadar koruduğu namusunu birkaç yağlı pembe tablo ile mübadele etmek ve şimdi nedâmet duyduğu cümleleri getirmişti ikram olarak herkes: Bir tane de benim olsun ne çıkar ki...Herkes evlenebilir ama onun da bir adâbı, onun da bir usûlü olmalı değil miydi dedi kendi kendine ve nice büyük umutlarla aldığı gelinliğini, bir çakmakla nişanladı varsın o da yansındı.
Savaş: Bir kere aldığımı kim bilecek...
Uzak diyarlara gitmeliydi, barınamazdı artık buralarda bir taş yemediği kalmıştı onca yediklerine karşılık. Tatlıya bağlamıştı hayatını oysa bilmiyordu ki hayatı iki ucu pis bir değnekti eninde sonunda pisliğe değecekti, ona değmek denirse tabii batmıştı dibine kadar pisliğin adeta kurtarıcı bekliyordu, tek çare gitmekti buralardan, isminin "üç kağıtçı, rüşvetçi" olmasından kendisi de rahatsızdı artık, buraya varacağını tahmin etmezdim dedi masumca, birşey yapmamıştım oysa! Emeğimin karşılığı diye avutuyordu kendini, bilmiyordu bugün verenin yarın alacağını, gün gelip devran döneceğini biliyordu oysa. Ne konuşanı vardı, ne arayanı ne de soranı. "Adı çıkacağına, canı çıksın" insanın, böyle olacağını nerden bilirdim dedi ve korkunç bir hayal belirdi, sanki bu tabloyu hatırlıyordu bir yerden: Bir kere aldığımı kim bilecek...Herkes yaşıyordu ama yaşamanın da bir onuru ve gururu olmalı değilmiydi dedi kendi kendine ve adımlarını çevirdiği her zaman gittiği yolda geriye, artık demir almak günü gelmişti bu limandan.
Mini mini birler,
çalışkan ikiler,
sizi gidi gidiler.
Not: Yazıdaki kahramanlar bir hayal ürünüdür, gerçekle yakından-uzaktan ilgileri yoktur.
İlyas Uçar - Evvâh - Ebu Rudeyha
25.10.2008 - 22:00
Mini mini birler - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh
Mini mini birler
Hamd Alemlerin Rabbine, salât ve selam onun elçisi biricik Efendimiz (s.a.v.) üstüne olsun.
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Kaya: Bir taneden birşey olmaz, ölecek miyim sanki...
Gitmediği doktor kalmamıştı, artık yavaş yavaş kendi de inandırmaya başlamıştı kendini boş sözlerdi bunlar, ölümün pençesi sanki her an inmekteydi bir zamanlar övünç duyduğu, şimdilerde taşımaya bile zorlandığı o aciz bedenine. Bir bir açılan kapılar kapanmıştı ve dönüş yoktu geriye, anlıyordu artık ama zaman tüm çıldırtıcılığı ile akıp gitmekteydi vücudundan çekilen kanlar gibi. Durdurun, durun demeye bile takati yoktu ne de olsa eden bulurdu, sahip olduğu tüm kelimeler "keşke" idi sanki cümleleri tükenmişti bedeni gibi, ömrü gibi. İlk sigarasını içine çektiği, ilk kadehini kaldırdığı anlar belirdi gözünün önünde ve onun ikiz kardeşi bir cümle: Bir taneden birşey olmaz, ölecek miyim sanki...Herkes ölecekti ama ölmenin de bir lezzeti, onun da bir şanı olmalı değil miydi dedi kendi kendine ve elinde kalan kırık dökük son cümlelerini söndürdü en kadim dostu, masanın üstündeki gümüş tablaya: "Yaktın beni."
Ece: Bir tane de benim olsun ne çıkar ki...
Ellerini yüzünden çekemiyordu, oysa yüzü de razı değildi bir çift elin mülteci olmasına. Daha düne kadar dünyanın en şanslı kişisi olduğunu düşünüyordu herkesten daha pembe hayalleri vardı, herkesinkinden daha büyük pembe panjurlu bir evi, oysa daha basit bir alyansı yoktu o incecik parmağında. Bu kendisine reva değildi, çok iyilerini hak etmişi, olması gereken herşeyi yapmıştı kendince oysa yeni anlıyordu kötü bir dost seçtiğini, hevadan dost mu olurdu hiç, o hep pembe renginin mübtelasıydı onunla dost olan da pembe bir dünyaya sahip olmalıydı. Herşey bir özentiyle başlamıştı, hevası ona devamlı "herkes, herkes" diye fısıldıyordu, dosta kulak vermemek olmazdı, herkesin yaptığını yapmalıydı ve yaptı da. Hiç olacak işmiydi en kutsalını, bugüne kadar koruduğu namusunu birkaç yağlı pembe tablo ile mübadele etmek ve şimdi nedâmet duyduğu cümleleri getirmişti ikram olarak herkes: Bir tane de benim olsun ne çıkar ki...Herkes evlenebilir ama onun da bir adâbı, onun da bir usûlü olmalı değil miydi dedi kendi kendine ve nice büyük umutlarla aldığı gelinliğini, bir çakmakla nişanladı varsın o da yansındı.
Savaş: Bir kere aldığımı kim bilecek...
Uzak diyarlara gitmeliydi, barınamazdı artık buralarda bir taş yemediği kalmıştı onca yediklerine karşılık. Tatlıya bağlamıştı hayatını oysa bilmiyordu ki hayatı iki ucu pis bir değnekti eninde sonunda pisliğe değecekti, ona değmek denirse tabii batmıştı dibine kadar pisliğin adeta kurtarıcı bekliyordu, tek çare gitmekti buralardan, isminin "üç kağıtçı, rüşvetçi" olmasından kendisi de rahatsızdı artık, buraya varacağını tahmin etmezdim dedi masumca, birşey yapmamıştım oysa! Emeğimin karşılığı diye avutuyordu kendini, bilmiyordu bugün verenin yarın alacağını, gün gelip devran döneceğini biliyordu oysa. Ne konuşanı vardı, ne arayanı ne de soranı. "Adı çıkacağına, canı çıksın" insanın, böyle olacağını nerden bilirdim dedi ve korkunç bir hayal belirdi, sanki bu tabloyu hatırlıyordu bir yerden: Bir kere aldığımı kim bilecek...Herkes yaşıyordu ama yaşamanın da bir onuru ve gururu olmalı değilmiydi dedi kendi kendine ve adımlarını çevirdiği her zaman gittiği yolda geriye, artık demir almak günü gelmişti bu limandan.
Mini mini birler,
çalışkan ikiler,
sizi gidi gidiler.
Not: Yazıdaki kahramanlar bir hayal ürünüdür, gerçekle yakından-uzaktan ilgileri yoktur.
İlyas Uçar - Evvâh - Ebu Rudeyha
25.10.2008 - 22:00