HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
MİNHAC--HİZB-UT TAHRİR’İN DEĞİŞTİRME METODU-BÖLÜM-2
İnsanları ibadet ve sünnetlere sarılmaya davet etmek İslâm'ın bir parçasına çağırmaktır. Ancak asıl farz; akaid, ibadet, ahlak muamelat, yönetim, iktisat, eğitim, dış politika, ve sosyal düzenlemelerin hepsine bir bütün olarak davet etmektir. Yalnız ibadet ve sünnetlere bağlılığa çağırmakla yetinmek, müslümanların ölüm-kalım meselesi olan yönetimde, Allah'ın hükümlerini hakim kılma sorumluluğuna kayıtsız kalmaktır. Bu amaca, ibadet ve sünnetlere bağlılık çağrısı ile ulaşmak da mümkün değildir. Sadece Hadisi Şerifleri ele alıp onların senetleri ve metinleri ile meşgul olan grupları da aynı statüde değerlendirmek mümkündür.
Üstelik var olan cemaatların enerjilerini bu ve benzeri işlere harcamaları, Allah'ın müslümanlara farz kıldığı küfür hükümlerini yok etmek, devlete, topluma ve hayata İslâm hükümlerini yeniden uygulamayı başlatmak farzından uzaklaştırmaktadır.
C- İslâmi kitaplar telifi ile, İslâmi kültürü yaymak için vaz ve irşad işleri ile meşgul olan grupları da siyasi hedefleri olmayan hareketler kategorisinde zikredebiliriz.
İslâmi kültüre ilişkin kitap yazmak, bunları yayınlamak, va'z ve irşad işleri ile meşgul olmak çok değerli ve hayırlı işlerdendir. Ancak bu tür çalışmalar da müslümanların ölüm-kalım derecesindeki problemini çözme sonucunu doğurmazlar. Aynı zamanda bu tür bir meşguliyet Hilâfetin kurulması ve İslâm'ın tekrar hayata devlete ve toplumun gerçeklerine hakim kılınması noktasında baş vurulacak bir yol (metod) değildir.
Sahip olunan fikirler, eğer kendileri ile amel edilmek için siyasi amaçla taşınmıyor ve hayatta uygulanma makamına getirilmek için uğrunda çalışılmıyorsa zihni faaliyet ya da kitaplar arasında ve kişilerin zihinlerinde akademik fikirler olmaktan öteye geçemezler.
Bugün kütüphaneler, İslâm kültürüne ilişkin binlerce birbirinden kıymetli ve değerli kitaplarla doludur. Ancak bunlar bulundukları yerde cansızca varlıklarını sürdürürler. Eğer fikirler de kendileri ile amel edilmek üzere siyasi bir amaçla taşınmazlar ve hayata hakim kılınmaya çalışılmazlarsa tıpkı kütüphane raflarındaki kitaplar gibi cansız kalmaya mahkumdurlar.
Diğer taraftan Ezher, Zeytune, Necef ve benzer İslâm kültürünü okutan üniversitelere gelince bunlar; İslâm'ı ve okuttukları o eşsiz İslâm kültürünü hayata aktarmak için fiili olarak değil sadece teorik ve akademik bir anlayışla öğretmektedirler. Her yıl bu okullardan binlerce alim mezun olmaktadır. Ancak bir çoğu ayaklı kitaplar olmaktan öteye birşey ifade etmezler. Zira onlar İslâm'ı kendisi ile amel etmek, onu dava olarak taşımak, hayata ve devlete tekrar hakim kılıp uygulamak için değil teorik bir çerçevede akademik olarak öğrenmişlerdir.
Bu nedenle buralardan mezun olanların şer'i hükümleri ve İslâm'ın helal-haram ölçülerini, hayata bakışlarına ve yaptıkları işlere esas kabul etmediklerini görmeniz garipsenecek bir olay değildir.
D- Emri bi'l ma'ruf, nehyi ani'l münker (marufu emredip münkerden nehy etmek) işi ile meşgul cemaat ve teşkilatlara gelince:
Emr-i bil ma'ruf, nehyi ani'l münker Allah'ın müslümanlara farzlarından birisidir. Nitekim Allahu Teâla buyurmuştur ki:
"Sizden, hayra davet, eden ma'rufu emreden, münkerden nehy eden bir ümmet (topluluk) bulunsun" (Ali İmran: 104)
Emri bi'l ma'ruf, nehyi ani'l münker sorumluluğu, ister Hilâfet Devleti bulunsun ister bulunmasın, ister İslâmi hükümler tatbik edilsin ister edilmesin müslümanlar üzerine vacibdir. Peygamber (SAV)'in döneminde ve sonra gelen Halife'ler döneminde ve daha sonraki dönemlerde de var olan "Emri bi'l ma'ruf nehyi ani'l münker" sorumluluğu müslümanların üzerinde bir farz olarak kıyamete kadar devam edecektir.
Ancak "Emr-i bi'l ma'ruf nehyi ani'l münker" tek başına Hilâfeti kurmaya ve İslâm'ı hayat, devlet ve topluma tekrar tatbik etmeye götüren bir yol değildir. Her ne kadar İslâmi hayatı tekrar başlatma hedefine yönelik çalışmanın bir parçası sayılsa da tek başına yeterli değildir. Zira iyiliği emredip kötülükten nehy etmenin özünde, idarecileri muhasebe etmek onlara iyiliği emretmek ve kötülükten engellemek de vardır. Ancak İslâmi hayatı yeniden başlatma amaçlı çalışma, "emr-i bi'l ma'ruf nehyi ani'l münker" çalışmasından farklılıklar arz eder.
Tam bu noktada "emr-i bil-ma'ruf nehy-i ani'l münker" ile bizzat ve fiilen münkeri ortadan kaldırmak için yapılan çalışma arasındaki farka dikkat çekmek istiyorum. İyiliği emir ve kötülükten nehy fiili, özde sadece sözle icra edilir. Ancak münkeri kaldırma fiilinde sadece sözle yetinilmez söz ile uyarma sınırı geçilip el yani maddi güç kullanmaya teşebbüs edilir. Bu görüşümüz Müslimin Ebu Said el- Hudri'den rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadır: "Sizden birisi bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer gücü yetemezse diliyle, şayet buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Bu (sonuncusu) imanın en zayıf halidir. ( Müslim, İman, 70)
Hadisten çıkan sonuca göre; fertlerdeki kötülüğü yok etmek için el (güç) kullanmak, kötülüğü yok etmeye güç yetirmeye bağlıdır. Hadis, münkeri ortadan kaldırmak için maddi güç kullanmaya delalet ettiği gibi, kullanılacak olan bu maddi gücün fitne, öldürme, ve silah kullanma gibi daha tehlikeli bir münkere vesile olmaması gerektiğine de işaret etmektedir.
Hadiste geçen bu hüküm; fertlere ait münkeri ortadan kaldırmada izlenecek yolu göstermektedir. Ancak hadisin mefhumu Hilâfeti ikame etmek ya da İslâm'ı tekrar hayat, devlet ve topluma hakim kılmak için yapılacak çalışma ile ilgili değildir.
Münkeri ortadan kaldırmak için güç kullanmayı emreden hadislerin genel hükmünden devlet başkanı istisna edilmiştir. Zira Allah'a isyanı emretmediği müddetçe zulüm de etse haksızlık da yapsa Halifeye itaatı emreden hadisler mevcuttur. Halife'ye karşı silah kullanılmasına izin veren hadislerin hükmü; Halife'de açık küfür görüldüğünde yani Halife açıkça küfür hükümlerini uyguladığında geçerlidir.
Müslimin Nafi'den onun da İbn-i Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Peygamber "Hoşuna gitsin gitmesin Allah'a isyan ile emir olunmadığı müddetçe müslümana dinleyip itaat etmek düşer. Şayet Allah'a isyanla emredilirse ne dinlenir ne de itaat edilir." (Müslim, Buhari, Ahkam, 6611)
Buhari de ibni Abbas' tan şu hadisi rivayet etmiştir: "Emirinde hoşuna gitmeyen bir şeyi gören kimse ona karşı sabretsin. Sultandan bir karış uzaklaşan kimse ölürse Cahiliye ölümü ile ölmüş olur" (Buhari, Fitne, 6529)
Buhari'nin Abdullah' tan rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasülü (SAV) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra cahillik, bencillik ve hoşlanmayacağınız bir takım şeyler göreceksiniz" Ashab; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin ya Rasulullah? dediler. Allah Rasülü: "Siz onların hakkını onlara verin kendi hakkınızı da Allah' tan isteyin." dedi. ( Buhari, Fitne, 6529)
Rasulullah (SAV) zulmedip haksızlık yapmış olsalar da idarecilere itaat etmeyi emretmekle birlikte, idarecileri muhasebe edip sözle onları eleştirmeyi ve en şiddetli eleştirilerde bulunmayı da müslümanlara vacib kılmıştır. Zira müslümanlar, idarecilere sorumluluklarını hatırlatmak, onları düzeltmek ve onlara sözle karşı koymak sorumluluğundadırlar.
Ümmü Seleme'den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV) şöyle demektedir: "Başınıza sizi idare etmek için bir çok idareciler gelecektir. Bunların bir kısmının iyi bir kısmının kötü olduğunu göreceksiniz. Kim başındaki idarecinin kötü halini hoş görmezse ondan uzak olur. Kim de onu reddederse kurtulur. Ancak ona razı olup tabi olan..." ( Müslim, İmara, 3446)
Yani münkeri kötü görüp onu hemen değiştirmek gerekir. Kötülüğü engellemeye gücü yetmediği için kalbi ile buğz eden günahtan kurtulmuş olur. Ancak idarecilerin yaptıklarına rıza gösterip tabi olanlar onlardan uzak olmayacak ve kurtulamayacaklardır.
Rasulullah (SAV) başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur “Şehitlerin efendisi Hz. Hamza ve zalim hükümdara karşı çıkıp ona doğruyu gösterirken öldürülen kimsedir.”
"Cihadın en üstünü, zalim idareciye karşı söylenen hak sözdür." Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 10716)
Şeriat, tek bir şart dışında münker işleyen devlet başkanına karşı, maddi güce başvurup karşısına silahla dikilip savaşmayı yasaklamıştır.
Şayet idareci açıkça küfrünü açıklarsa yani küfür hükümleriyle ülkeyi yönetmeye kalkışırsa ya da ülkede küfrün yayılması karşısında susarsa, bu durumda yönetici ile savaşmak, küfür hükümlerini uygulamaktan vaz geçirmek ve İslâm hükümlerini uygulamak için karşısına silahla dikilmek müslümanlara vacibdir.
Ümmü Seleme'nin hadisinde Ashab: Ya Rasulallah biz onlara karşı savaşmayalım mı? dediler. Peygamber (SAV); "Onlar namaz kıldıkları müddetçe hayır" buyurdu. Başka bir rivayette Onlarla savaşmayalım mı? dediler: Nebi (SAV); "Namazı kıldıkları müddetçe hayır" dedi kaydı bulunmaktadır. (Tirmizi, Fitne, 2191)
Avf b. malik hadisinde ise; "Denildi ki; Ya Rasulallah, onlara karşı silahla savaşmayalım mı? Allah Rasülü: "Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır" dedi. (Müslim, İmara, 3447)
Hadiste geçen namazı ikame etmek sözü ile İslâm'a ait tüm hükümleri uygulamak kastedilmektedir. Burada kullanılan ifade biçimi parçayı zikrederek bütünü tanımlama cinsinden bir ifade şeklidir. Ubade b. es-Samit hadisi ise"Açık küfür içerisinde olduklarına dair Allah katında onlara karşı kullanabileceğimiz kesin bir delil bulunmadıkça ulu'l emirle savaşmayacağımıza söz verdik" Açık küfür ifadesi Taberani'de; şeklinde geçmektedir. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde ise; "Sana apaçık günahı emretmediği müddetçe" tabiri yer almaktadır. ( Ahmed b. Hanbel, Ensar, 21675)
Tüm bu hadisler Allah katında kesin delil olarak gösterebileceğimiz şekilde idareci, küfrünü açıkladığında ya da küfür hükümleri ile hükmettiğinde idareciye karşı çıkıp onunla silahlı mücadeleye girmenin farziyetine işaret etmektedirler.
Ancak idareciye kaşı silahla karşı çıkmanın ve onu idarecilik makamından uzaklaştırmanın farz olabilmesi; zannı galip yolu ile de olsa idareciyi ortadan kaldırmaya gücünün yeteceği kanaatının varlığına bağlıdır. Zira hem münkeri ortadan kaldırılması için el (güç) kullanılması hem de küfür hükümlerini uygulayan idareciye silahla mücadeleye çağıran hadislerin hükümleri güç yetirme şartına bağlanmıştır. "Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle kötülüğü ortadan kaldırmaya çalışsın" (Müslim, İman, 70) ibaresi gereği eğer güç yetmiyorsa bu durumda idareciye karşı silah göstermek ve onunla savaşmak vacib değildir. Bu durumda yapılması gereken, kuvvet hazırlamak yahut güç sahipleri ile yardımlaşmaktır. İdareciyle mücadeleye yeterli güç toplandığında yine mücadele ve kıtal vacib olur.
Küfrü açıkça görülen devlet başkanına karşı silahlı mücadeleye girmenin önemli şartlarından birisi de yaşanan yerin İslâm hükümlerinin tatbik edildiği Darü'l İslâm olmasıdır. İslâm hükümlerini uygulamaktayken birden bunları bırakıp yerine küfrün hükümlerini uygulamaya koyan yönetici ile fili mücadele şarttır. Zira hem Ubade b. es-Samit hadisinde hem de Taberani'nin rivayetinde ki "şayet açık bir küfür görürseniz" tabirinden önceden olmadığı halde sonradan yönetici de küfür açığa çıkarsa anlamı çıkmaktadır. Yani İslâm'ı uygulamakta olan yönetici İslâmi hükümleri uygulamayı terkedip açıkça küfür hükümlerini uygulaması durumunda yönetici ile savaşmanın farz olduğu anlatılmaktadır.
Ülke Darü'l Küfürse ve İslâm'ın hükümleri yürürlükte değilse, küfür hükümlerini ve bu hükümleri müslümanlara tatbik eden idarecilerin ve rejimin ortadan kaldırılması; İslâm devletini kurmada ve İslâm hükümlerini uygulamada Rasulullah (SAV)'in takip ettiği yola uyarak nusret talebi (yani değişim için güç sahiplerini kazanma) yolu ile olur.
E- Toplumu ıslah etmek için güzel ahlaka çağıran grup ve kuruluşlar:
Güzel ahlaka davet Allah'ın müslümanlara emrettiği hayra çağrıdır. Ancak bu çağrı İslâm hükümlerinin küçük bir bölümüne davetten ibarettir. Halbuki doğru olan, davetin tüm İslâm hükümlerine ve onların tatbiğine yönelik olması, böylelikle de İslâm'ın hayat, devlet ve toplum da uygulanması en kapsamlı farzlardandır. Güzel ahlaka davet sonuçta İslâm'ın ferdi ilgilendiren kişisel farzlarına davettir. Devlet, hayat ve toplumu kapsayan genel hükümlere daveti ise kapsamamaktadır.
Güzel ahlaka davet, toplumun ıslahını gerçekleştirecek bir hedef içermediğinden ümmeti kalkındırmaz. Zira toplumun ıslahı ancak, topluma hakim fikirlerin, hislerin ve topluma uygulanan hükümlerin ıslahı ile mümkündür. Yani topluma hakim olan genel anlayışın (kamuoyu ve örflerin) ıslahı ile mümkündür.
Toplumun değiştirilmesi ancak toplumu oluşturan unsurların değiştirilmesi ile mümkündür. O halde toplumu değiştirmek ve ıslah etmek için toplumdaki fertlerin fikirlerini, duygularını ve topluma uygulanan nizamları değiştirmek gerekir.
Aynı mantıkla Ahlaka davet de ümmeti kalkınmaya götürmez. Çünkü kalkınma, ancak fikri seviyenin yükselmesi ile gerçekleştirilebilir. Günümüz Avrupa ve Amerika'sına baktığımızda bu ülkelerin kalkındığını görürüz. Ancak bu kalkınma sağlıklı ve doğru bir kalkınma değildir. Zira sağlıklı ve doğru bir kalkınma, ruhi temellere dayalı fikri kalkınmadır. Avrupa ve Amerika maddi kalkınmışlıklarının yanında ahlaki açıdan en aşağı seviyelere düşmüş ülkelerdir. Ahlaki değerlerden yoksunlukları hayvanlar topluluğu gibi hatta daha aşağı seviyedeki hayat tarzlarının yegâne açıklamasıdır.
Güzel ahlaka davet; müslümanların ölüm -kalım derecesindeki sorunlarına çözüm oluşturacak ve Allah'ın gerçekleştirilmesini müslümanlara farz kıldığı Hilâfeti ikame etme, İslâmı tekrar hayata, devlete ve topluma tatbik etme, davet ve cihad yolu ile İslâm risaletini dünyaya taşıma sonucunu doğuracak bir yol değildir.
Müslümanların ölüm-kalım meselesinin çözümü; Hilâfeti ikame etmek ve Allah'ın indirdiği hükümleri yeniden hayata döndürmek için siyasi olarak çalışacak siyasi kitlelerin kurulması ile mümkündür. Müslümanların gerçekleştirmeleri için çalışmaları üzerlerine farz olan amaç; hayatta, devlette ve toplumda İslâmı yeniden tatbik mevkine getirecek, davet ve cihad yolu ile İslâmı dünyaya taşıyacak olan Hilâfeti kurmaktır.
İşte bu değerlendirmeler sonucunda müslümanların ölüm-kalım meselesi ile müslümanların gerçekleşmesi için uğrunda çaba göstermeleri gereken hedefi kavradıktan sonra bir çözüm olarak Hizb-ut Tahrir karulmuştur. Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyasi bir partidir.
Siyaset onun çalışma sahası, İslâm da ideolojisidir. Hizb-ut Tahrir İslâmın devlet ve topluma hâkimiyetinin ümmetce ölüm-kalım meselesi olarak anlaşılması ve Hilâfetin yeniden kurulup Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin başlaması için ümmete önderlik amacıyla ümmetin içinde ve onunla birlikte çalışmaktadır.
Hizb-ut Tahrir İslâm düşüncesine dayalı siyasi bir kitleleşmedir. O, ne hayatla alakası olmayan bir ruhbanlık teşkilatı, ne ilim ve öğretimle uğraşan ne de (okullar, Kur'an Kurs ları ve öğrenci yurtları açmak gibi) hayır işleri ile uğraşan bir teşkilattır. Hizbin cisminin ruhunu, hizbin hayat bulduğu çekirdeği ve var oluşunun sırrını; Hizb-ut Tahrir'in dayandığı ve tüm fertlerinde fiili karşılık bulan, ümmeti çağırdığı, toplumda, hayatta ve devlette var etmek için ümmetle birlikte taşıdığı İslâmi fikirler oluşturmaktadır. Hizbin fertlerini birbirine bağlayıp aralarındaki ilişkileri tanzim eden de yine İslâmi fikirlerdir.
Hizbü't Tahrir'in amacı İslâmi hayatı yeniden başlatıp İslâm risaletini tüm dünyaya taşımaktır. Bu gaye, müslümanların ölüm-kalım derecesindeki problemlerinin çözümünü de beraberinde getirecektir. İslâmi hayata yeniden başlamakla kastedilen, müslümanları Daru'l İslâmda, İslâmi fikir ve duyguların hakim olduğu, İslâmın nizam ve hükümlerinin uygulandığı bir toplumda yaşamaya tekrar başlatmaktır. Öyle ki; Hilâfet Devletinde cisimleşen ve İslâm Devletinin gölgesinde yaşanan hayatta tüm işler, "Helal-haram" çerçevesinde şer'i bakış açısına göre yürüyecektir.
Söz konusu Hilâfet Devletinde müslümanlar; aralarında Allah'ın kitabı ve Rasülünün sünneti ile hükmetmesi, davet ve cihat yoluyla İslâm'ı bir risalet olarak dünyaya taşıması şartı ile, işitip itaat etmek üzere bir Halife nasb ederler. Hizbü't Tahrir İslâm akidesinden çıkan aydın bir fikirle İslâm ümmetini doğru ve sağlıklıca kalkındırmayı hedef edinmiştir. İslâm ümmetinin geçmişte sahip olduğu izzet ve şerefli makamına tekrar oturması için çaba harcamaktadır. Bu uğurda diğer devlet, ümmet ve halklardan dünya yönetiminin yularını elde etmeye çalışmaktadır ki İslâm ümmeti dünya gündemine tekrar süper devlet olarak girsin. Bu gerçekleştiğinde İslâm Devleti yine İslâm hükümlerine göre dünyayı yönetecek ve dünya işlerini çözüme kavuşturacaktır.
Hizb-ut Tahrir, bütün bu saydıklarımızı hedeflediği gibi, İslâm'ı bir risalet olarak dünyaya taşımayı ve İslâm yeryüzünde tamamen hakim kılınasıya kadar küfür fikirleri ve nizamları ile mücadelesinde ümmete liderlik etmeyi de hedef edinmiştir.
Hizb-ut Tahrir'in bugün müslüman beldelerinde hakim bozuk toplumsal yapıyı değiştirip İslâmi bir topluma dönüştürmek içini İslâm davetini müslümanlara taşımaktadır.
Müslüman beldelerdeki bozuk toplumsal yapı ve ilişkileri İslâmla değiştirme işi, sözkonusu topluma hakim gayri İslâmi fikirleri duyguları ve ilişki çeşitlerini İslâmi fikir, duygu ve ilişkilerle, değiştirmekle mümkündür. Bugün için topluma hakim gayri İslâmi fikirler, İslâmi olanları ile değiştirilmelidir ki İslâmi fikirlerle insanlar arasında bir kamuoyu oluşsun ve insanları da bu fikirlerin gerekleri ile yaşamaya iten köklü mefhumlar oluşsan.
Ancak bu yapıldığında topluma hakim gayri İslâmi duygular değişir. Toplum, Allah ve Rasülünün razı olduğundan razı olan Allah ve Rasülünün gazaplandığına gazaplanan bir ruh haline sahip olur. Aynı zamanda toplumda yerleşik ilişki biçimleri de değiştirilip İslâm'ın çözümleri ve hükümlerine uygun bir hale dönüşür.
Hizb-ut Tahrir'in yaptığı tüm faaliyetler siyasi faaliyetlerdir. Zira bu faaliyetleri sırasında insanların işlerini şer'i hükümler ve onların ön gördüğü çözümlere uygun olarak gözetir. Zira siyaset insanların işlerini İslâmi hükümler ve onların koyduğu çözümlerine göre gözetilmesi demektir.
Hizbin yapa geldiği siyasi faaliyetlerin başında ümmeti bozuk inançlardan, yanlış fikirlerden, saptırılmış mefhumlardan, küfrün fikir ve görüşlerinin etkisinden kurtarıp tümü İslâmi olan fikirler içinde eriterek, İslâmi kültürle kültürlendirmektir.
Hizbin yapmakta olduğu siyasi işlerin en önemlilerinden biri de yapmakta olduğu fikri çatışmalardır. Hizip, hem onların yanlış yönlerini açıklayarak. hem de İslâm'ın onlar hakkındaki hükümlerini açıklayarak fikir yolu ile küfrün fikir ve nizamları ile çatıştığı gibi yanlış fikirler, bozuk akideler ve saptırılmış mefhumlarla da çatışır.
Hizbin siyasi faaliyetlerinin en belirleyici olanı ise siyasi mücadeledir. Hizip bu faaliyetini; İslâm ülkeleri üzerinde etkin ve nüfuz sahibi kâfir devletlerin hâkimiyetinden ve nüfuzundan İslâm ümmetini kurtarıp böylelikle tüm müslüman beldelerden kâfirlerin; fikri, kültürel, siyasi, askeri egemenliklerini ve nizamlarını kökünden kazıyıp söküp atmak için kâfir devletlerle mücadele noktasında yoğunlaştırır.
Hizbin Arap dünyasının da içinde bulunduğu tüm İslâm coğrafyasının yöneticilerine karşı açık mücadelesi de siyasi faaliyetleri içinde yerini almaktadır. Hizb, bu hain idarecilerin ümmete karşı ihanetlerini ortaya koyup ümmete kurdukları komploları ve entrikaları meydana çıkarmakta. Böylelikle onlardan hesap sormakta, hem ümmete karşı kurdukları komplolardan, hem de ümmete karşı görevlerini ve işlerini gözetmekte üzerlerine düşen görevleri yerine getirmemeleri, İslâm hükümlerine aykırı hareket etmelerinden ve ümmete küfür hükümlerini uygulamalarından dolayı onları değiştirmeye çalışmaktadır.
Görüldüğü gibi hizbin her işi siyasidir. Bu nedenle hizbin işi öğretim ya da va'z ve irşad değildir. Zira hizb bir medrese değildir. Hizbin işi siyasidir. İslâm'ın fikir hüküm ve çözümlerini onlarla amel edilmesi ve bunların hayat devlet ve toplumda var olması için ümmete gösterir.
Hizb; İslâm'ı uygulanması, İslâm akidesinin, devletin, anayasanın ve diğer kanunların temeli olması için taşır.
Hizb-ut Tahrir kuruluşunu genel hatlarıyla İslâm düşüncesini incelemekle tamamlamamış; İslâm ümmetini ve geldiği noktayı, İslâm coğrafyasındaki toplumların durumunu ve Rasül (SAV)'in dönemini, Raşit Halifeler, Tabiin ve Tabiinden sonraki dönemi ayrıntıları ile incelemiş öncelikle Rasulullah (SAV)'in risaletinin başlangıcından Medine'de devleti kuruncaya kadar geçen dönemde takip ettiği yolu ve davayı taşıma keyfiyetini sonra da Rasülün Medine'deki davranışlarını detayı ile incelemiştir. Allah'ın kitabına, Rasülünün sünnetine ve bu iki kaynağa bağlı olan sahabelerin icmaına ve kıyasa müracaat eden, bunlara ilave olarak da sahabelerin, Tabiin ve müctehit imamların sözlerinden de faydalanarak kurulmuştur.
Evet kuruluşuna ilişkin bu incelemelerden sonra Hizb-ut Tahrir; İslâm düşüncesi ve onu uygulama yöntemine dayalı fikir, görüş ve hükümleri benimsemiştir. Bu benimsenenler; içinde İslâmi olmayan şeyleri barındırmayan ya da İslâm dışı fikirlerden etkilenmeyen tümü İslâmi kaynaklardan çıkarılmış fikir, görüş ve hükümlerdir. Taşıdığı fikirler yalnızca İslâmi esaslara ve nasslara dayanmaktadır. Benimsediği fikirleri, hizbin ictihad ve anlayışı açısından en kuvvetli delillere göre benimsemiştir. İşte bu sebeple hatalı olabilme ihtimalini taşımakla birlikte Hizb şu anda benimsediği görüşlerine en sağlam ve en doğru fikirler olarak itibar etmektedir.
Hizb; siyasi bir partinin, parti olabilmesi için düşünce ve metodunun detaylarını benimsemesi gereğinden hareketle sahip olduğu fikir ve görüşlerini vaz geçilmez fikirler olarak benimser.
Hizb sahip olduğu görüş ve hükümleri benimserken bir Halife nasb ederek Hilâfet Devleti yolu ile İslâmi hayatı yeniden başlatmak esası üzerinde yoğunlaşarak çalışmalarında bu hedefe yönelik fikirleri gerek gördüğü kadarı ile benimsemiştir.
Öyle ki, Hizbin benimsediği fikir, hüküm ve görüşlerde, dünya hayatında insanın bütün problemlerini çözen, nizamları ve akidesiyle hayat için bir ideoloji olarak İslâm tek kaynak olmuştur.
Hizbin benimsediği bu fikir görüş ve hükümler hem Hizbin belirleyici vasıfları olmuş hem Hizbin fertleri arasındaki ilişkilerin ekseni konumundaki rabıtayı oluşturmuş hem de Hizbin varlığı ve birliği bu fikir hüküm ve görüşlerle korunmuştur. Hizip, bu fikir görüş ve hükümlerin doğruluğuna güvenle bunlar etrafında ümmeti birleştirmeye çalışmaktadır. Hizbin çalışmalarının amacı, benimsediği fikir görüş ve hükümlerin ümmetçe benimsenmesi, bunlarla amel edilmesi, hayat devlet ve toplumda uygulamak amacı ile ümmetin fertlerinin hiziple birlikte davayı taşımasını sağlamaktır.
Hizbin gayretli hedefli çalışması; Hizbin benimsediği fikir, görüş ve hükümlerin gerek Arap ülkeleri gerekse İslâm dünyasının tüm coğrafyasında hatta tüm dünya da hizbin görüşleri olarak tanınmasını sağladı.
Hizip benimsediği fikir görüş ve hükümlerin tümünü kendisine ait kitaplar ve yayınlarla insanlara sunmuştur.
Hizb-ut Tahrir'in toplumu değiştirme konusundaki programı ile Hilâfeti kurup Allah'ın indirdiklerini tekrar yaşanır hale getirmek ve İslâm'ı tüm dünyaya risalet olarak taşımak için davetin yüklenilmesinin keyfiyeti ve yöntemi hakkında benimsediği metoda gelince:
Hizb, hem İslâm devletini kurma seyrinde hem devlet ve toplumla alakalı şeri hükümleri uygulamaya koymada, hem de daveti taşıma keyfiyetinde Rasül (SAV)'e uyup onu örnek edinmeyi kendisine temel ilke olarak benimsemiştir.
Zira Cenabı Allah bütün müslümanlara şer'i hükümlere bağlanmayı farz kıldığı gibi Allah Rasülünün yoluna tabi olup onun Allah'tan getirdiği her şeyi almayı da farz kılmıştır. Nitekim Allahu Teâla'nın buyurduğu: "Allah Rızasını ve Ahiret gününü isteyip Allah'ı çokça zikreden sizler için Allah Rasülünde güzel örneklik vardır." (Azhab 21)
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin." (Ali İmran 31)
"Rasül size neyi getirdiyse onu alın, neyi nehy etmişse ondan kaçının." (Haşr 7) gibi bir çok ayeti kerime, Peygamber (SAV)'e uymanın onu örnek almanın, ve emirleri ile amel etmenin farziyetine delildir.
İnsanları ibadet ve sünnetlere sarılmaya davet etmek İslâm'ın bir parçasına çağırmaktır. Ancak asıl farz; akaid, ibadet, ahlak muamelat, yönetim, iktisat, eğitim, dış politika, ve sosyal düzenlemelerin hepsine bir bütün olarak davet etmektir. Yalnız ibadet ve sünnetlere bağlılığa çağırmakla yetinmek, müslümanların ölüm-kalım meselesi olan yönetimde, Allah'ın hükümlerini hakim kılma sorumluluğuna kayıtsız kalmaktır. Bu amaca, ibadet ve sünnetlere bağlılık çağrısı ile ulaşmak da mümkün değildir. Sadece Hadisi Şerifleri ele alıp onların senetleri ve metinleri ile meşgul olan grupları da aynı statüde değerlendirmek mümkündür.
Üstelik var olan cemaatların enerjilerini bu ve benzeri işlere harcamaları, Allah'ın müslümanlara farz kıldığı küfür hükümlerini yok etmek, devlete, topluma ve hayata İslâm hükümlerini yeniden uygulamayı başlatmak farzından uzaklaştırmaktadır.
C- İslâmi kitaplar telifi ile, İslâmi kültürü yaymak için vaz ve irşad işleri ile meşgul olan grupları da siyasi hedefleri olmayan hareketler kategorisinde zikredebiliriz.
İslâmi kültüre ilişkin kitap yazmak, bunları yayınlamak, va'z ve irşad işleri ile meşgul olmak çok değerli ve hayırlı işlerdendir. Ancak bu tür çalışmalar da müslümanların ölüm-kalım derecesindeki problemini çözme sonucunu doğurmazlar. Aynı zamanda bu tür bir meşguliyet Hilâfetin kurulması ve İslâm'ın tekrar hayata devlete ve toplumun gerçeklerine hakim kılınması noktasında baş vurulacak bir yol (metod) değildir.
Sahip olunan fikirler, eğer kendileri ile amel edilmek için siyasi amaçla taşınmıyor ve hayatta uygulanma makamına getirilmek için uğrunda çalışılmıyorsa zihni faaliyet ya da kitaplar arasında ve kişilerin zihinlerinde akademik fikirler olmaktan öteye geçemezler.
Bugün kütüphaneler, İslâm kültürüne ilişkin binlerce birbirinden kıymetli ve değerli kitaplarla doludur. Ancak bunlar bulundukları yerde cansızca varlıklarını sürdürürler. Eğer fikirler de kendileri ile amel edilmek üzere siyasi bir amaçla taşınmazlar ve hayata hakim kılınmaya çalışılmazlarsa tıpkı kütüphane raflarındaki kitaplar gibi cansız kalmaya mahkumdurlar.
Diğer taraftan Ezher, Zeytune, Necef ve benzer İslâm kültürünü okutan üniversitelere gelince bunlar; İslâm'ı ve okuttukları o eşsiz İslâm kültürünü hayata aktarmak için fiili olarak değil sadece teorik ve akademik bir anlayışla öğretmektedirler. Her yıl bu okullardan binlerce alim mezun olmaktadır. Ancak bir çoğu ayaklı kitaplar olmaktan öteye birşey ifade etmezler. Zira onlar İslâm'ı kendisi ile amel etmek, onu dava olarak taşımak, hayata ve devlete tekrar hakim kılıp uygulamak için değil teorik bir çerçevede akademik olarak öğrenmişlerdir.
Bu nedenle buralardan mezun olanların şer'i hükümleri ve İslâm'ın helal-haram ölçülerini, hayata bakışlarına ve yaptıkları işlere esas kabul etmediklerini görmeniz garipsenecek bir olay değildir.
D- Emri bi'l ma'ruf, nehyi ani'l münker (marufu emredip münkerden nehy etmek) işi ile meşgul cemaat ve teşkilatlara gelince:
Emr-i bil ma'ruf, nehyi ani'l münker Allah'ın müslümanlara farzlarından birisidir. Nitekim Allahu Teâla buyurmuştur ki:
"Sizden, hayra davet, eden ma'rufu emreden, münkerden nehy eden bir ümmet (topluluk) bulunsun" (Ali İmran: 104)
Emri bi'l ma'ruf, nehyi ani'l münker sorumluluğu, ister Hilâfet Devleti bulunsun ister bulunmasın, ister İslâmi hükümler tatbik edilsin ister edilmesin müslümanlar üzerine vacibdir. Peygamber (SAV)'in döneminde ve sonra gelen Halife'ler döneminde ve daha sonraki dönemlerde de var olan "Emri bi'l ma'ruf nehyi ani'l münker" sorumluluğu müslümanların üzerinde bir farz olarak kıyamete kadar devam edecektir.
Ancak "Emr-i bi'l ma'ruf nehyi ani'l münker" tek başına Hilâfeti kurmaya ve İslâm'ı hayat, devlet ve topluma tekrar tatbik etmeye götüren bir yol değildir. Her ne kadar İslâmi hayatı tekrar başlatma hedefine yönelik çalışmanın bir parçası sayılsa da tek başına yeterli değildir. Zira iyiliği emredip kötülükten nehy etmenin özünde, idarecileri muhasebe etmek onlara iyiliği emretmek ve kötülükten engellemek de vardır. Ancak İslâmi hayatı yeniden başlatma amaçlı çalışma, "emr-i bi'l ma'ruf nehyi ani'l münker" çalışmasından farklılıklar arz eder.
Tam bu noktada "emr-i bil-ma'ruf nehy-i ani'l münker" ile bizzat ve fiilen münkeri ortadan kaldırmak için yapılan çalışma arasındaki farka dikkat çekmek istiyorum. İyiliği emir ve kötülükten nehy fiili, özde sadece sözle icra edilir. Ancak münkeri kaldırma fiilinde sadece sözle yetinilmez söz ile uyarma sınırı geçilip el yani maddi güç kullanmaya teşebbüs edilir. Bu görüşümüz Müslimin Ebu Said el- Hudri'den rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadır: "Sizden birisi bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer gücü yetemezse diliyle, şayet buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin. Bu (sonuncusu) imanın en zayıf halidir. ( Müslim, İman, 70)
Hadisten çıkan sonuca göre; fertlerdeki kötülüğü yok etmek için el (güç) kullanmak, kötülüğü yok etmeye güç yetirmeye bağlıdır. Hadis, münkeri ortadan kaldırmak için maddi güç kullanmaya delalet ettiği gibi, kullanılacak olan bu maddi gücün fitne, öldürme, ve silah kullanma gibi daha tehlikeli bir münkere vesile olmaması gerektiğine de işaret etmektedir.
Hadiste geçen bu hüküm; fertlere ait münkeri ortadan kaldırmada izlenecek yolu göstermektedir. Ancak hadisin mefhumu Hilâfeti ikame etmek ya da İslâm'ı tekrar hayat, devlet ve topluma hakim kılmak için yapılacak çalışma ile ilgili değildir.
Münkeri ortadan kaldırmak için güç kullanmayı emreden hadislerin genel hükmünden devlet başkanı istisna edilmiştir. Zira Allah'a isyanı emretmediği müddetçe zulüm de etse haksızlık da yapsa Halifeye itaatı emreden hadisler mevcuttur. Halife'ye karşı silah kullanılmasına izin veren hadislerin hükmü; Halife'de açık küfür görüldüğünde yani Halife açıkça küfür hükümlerini uyguladığında geçerlidir.
Müslimin Nafi'den onun da İbn-i Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Peygamber "Hoşuna gitsin gitmesin Allah'a isyan ile emir olunmadığı müddetçe müslümana dinleyip itaat etmek düşer. Şayet Allah'a isyanla emredilirse ne dinlenir ne de itaat edilir." (Müslim, Buhari, Ahkam, 6611)
Buhari de ibni Abbas' tan şu hadisi rivayet etmiştir: "Emirinde hoşuna gitmeyen bir şeyi gören kimse ona karşı sabretsin. Sultandan bir karış uzaklaşan kimse ölürse Cahiliye ölümü ile ölmüş olur" (Buhari, Fitne, 6529)
Buhari'nin Abdullah' tan rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasülü (SAV) şöyle buyurmuştur: “Benden sonra cahillik, bencillik ve hoşlanmayacağınız bir takım şeyler göreceksiniz" Ashab; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin ya Rasulullah? dediler. Allah Rasülü: "Siz onların hakkını onlara verin kendi hakkınızı da Allah' tan isteyin." dedi. ( Buhari, Fitne, 6529)
Rasulullah (SAV) zulmedip haksızlık yapmış olsalar da idarecilere itaat etmeyi emretmekle birlikte, idarecileri muhasebe edip sözle onları eleştirmeyi ve en şiddetli eleştirilerde bulunmayı da müslümanlara vacib kılmıştır. Zira müslümanlar, idarecilere sorumluluklarını hatırlatmak, onları düzeltmek ve onlara sözle karşı koymak sorumluluğundadırlar.
Ümmü Seleme'den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (SAV) şöyle demektedir: "Başınıza sizi idare etmek için bir çok idareciler gelecektir. Bunların bir kısmının iyi bir kısmının kötü olduğunu göreceksiniz. Kim başındaki idarecinin kötü halini hoş görmezse ondan uzak olur. Kim de onu reddederse kurtulur. Ancak ona razı olup tabi olan..." ( Müslim, İmara, 3446)
Yani münkeri kötü görüp onu hemen değiştirmek gerekir. Kötülüğü engellemeye gücü yetmediği için kalbi ile buğz eden günahtan kurtulmuş olur. Ancak idarecilerin yaptıklarına rıza gösterip tabi olanlar onlardan uzak olmayacak ve kurtulamayacaklardır.
Rasulullah (SAV) başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur “Şehitlerin efendisi Hz. Hamza ve zalim hükümdara karşı çıkıp ona doğruyu gösterirken öldürülen kimsedir.”
"Cihadın en üstünü, zalim idareciye karşı söylenen hak sözdür." Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 10716)
Şeriat, tek bir şart dışında münker işleyen devlet başkanına karşı, maddi güce başvurup karşısına silahla dikilip savaşmayı yasaklamıştır.
Şayet idareci açıkça küfrünü açıklarsa yani küfür hükümleriyle ülkeyi yönetmeye kalkışırsa ya da ülkede küfrün yayılması karşısında susarsa, bu durumda yönetici ile savaşmak, küfür hükümlerini uygulamaktan vaz geçirmek ve İslâm hükümlerini uygulamak için karşısına silahla dikilmek müslümanlara vacibdir.
Ümmü Seleme'nin hadisinde Ashab: Ya Rasulallah biz onlara karşı savaşmayalım mı? dediler. Peygamber (SAV); "Onlar namaz kıldıkları müddetçe hayır" buyurdu. Başka bir rivayette Onlarla savaşmayalım mı? dediler: Nebi (SAV); "Namazı kıldıkları müddetçe hayır" dedi kaydı bulunmaktadır. (Tirmizi, Fitne, 2191)
Avf b. malik hadisinde ise; "Denildi ki; Ya Rasulallah, onlara karşı silahla savaşmayalım mı? Allah Rasülü: "Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır" dedi. (Müslim, İmara, 3447)
Hadiste geçen namazı ikame etmek sözü ile İslâm'a ait tüm hükümleri uygulamak kastedilmektedir. Burada kullanılan ifade biçimi parçayı zikrederek bütünü tanımlama cinsinden bir ifade şeklidir. Ubade b. es-Samit hadisi ise"Açık küfür içerisinde olduklarına dair Allah katında onlara karşı kullanabileceğimiz kesin bir delil bulunmadıkça ulu'l emirle savaşmayacağımıza söz verdik" Açık küfür ifadesi Taberani'de; şeklinde geçmektedir. Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde ise; "Sana apaçık günahı emretmediği müddetçe" tabiri yer almaktadır. ( Ahmed b. Hanbel, Ensar, 21675)
Tüm bu hadisler Allah katında kesin delil olarak gösterebileceğimiz şekilde idareci, küfrünü açıkladığında ya da küfür hükümleri ile hükmettiğinde idareciye karşı çıkıp onunla silahlı mücadeleye girmenin farziyetine işaret etmektedirler.
Ancak idareciye kaşı silahla karşı çıkmanın ve onu idarecilik makamından uzaklaştırmanın farz olabilmesi; zannı galip yolu ile de olsa idareciyi ortadan kaldırmaya gücünün yeteceği kanaatının varlığına bağlıdır. Zira hem münkeri ortadan kaldırılması için el (güç) kullanılması hem de küfür hükümlerini uygulayan idareciye silahla mücadeleye çağıran hadislerin hükümleri güç yetirme şartına bağlanmıştır. "Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle kötülüğü ortadan kaldırmaya çalışsın" (Müslim, İman, 70) ibaresi gereği eğer güç yetmiyorsa bu durumda idareciye karşı silah göstermek ve onunla savaşmak vacib değildir. Bu durumda yapılması gereken, kuvvet hazırlamak yahut güç sahipleri ile yardımlaşmaktır. İdareciyle mücadeleye yeterli güç toplandığında yine mücadele ve kıtal vacib olur.
Küfrü açıkça görülen devlet başkanına karşı silahlı mücadeleye girmenin önemli şartlarından birisi de yaşanan yerin İslâm hükümlerinin tatbik edildiği Darü'l İslâm olmasıdır. İslâm hükümlerini uygulamaktayken birden bunları bırakıp yerine küfrün hükümlerini uygulamaya koyan yönetici ile fili mücadele şarttır. Zira hem Ubade b. es-Samit hadisinde hem de Taberani'nin rivayetinde ki "şayet açık bir küfür görürseniz" tabirinden önceden olmadığı halde sonradan yönetici de küfür açığa çıkarsa anlamı çıkmaktadır. Yani İslâm'ı uygulamakta olan yönetici İslâmi hükümleri uygulamayı terkedip açıkça küfür hükümlerini uygulaması durumunda yönetici ile savaşmanın farz olduğu anlatılmaktadır.
Ülke Darü'l Küfürse ve İslâm'ın hükümleri yürürlükte değilse, küfür hükümlerini ve bu hükümleri müslümanlara tatbik eden idarecilerin ve rejimin ortadan kaldırılması; İslâm devletini kurmada ve İslâm hükümlerini uygulamada Rasulullah (SAV)'in takip ettiği yola uyarak nusret talebi (yani değişim için güç sahiplerini kazanma) yolu ile olur.
E- Toplumu ıslah etmek için güzel ahlaka çağıran grup ve kuruluşlar:
Güzel ahlaka davet Allah'ın müslümanlara emrettiği hayra çağrıdır. Ancak bu çağrı İslâm hükümlerinin küçük bir bölümüne davetten ibarettir. Halbuki doğru olan, davetin tüm İslâm hükümlerine ve onların tatbiğine yönelik olması, böylelikle de İslâm'ın hayat, devlet ve toplum da uygulanması en kapsamlı farzlardandır. Güzel ahlaka davet sonuçta İslâm'ın ferdi ilgilendiren kişisel farzlarına davettir. Devlet, hayat ve toplumu kapsayan genel hükümlere daveti ise kapsamamaktadır.
Güzel ahlaka davet, toplumun ıslahını gerçekleştirecek bir hedef içermediğinden ümmeti kalkındırmaz. Zira toplumun ıslahı ancak, topluma hakim fikirlerin, hislerin ve topluma uygulanan hükümlerin ıslahı ile mümkündür. Yani topluma hakim olan genel anlayışın (kamuoyu ve örflerin) ıslahı ile mümkündür.
Toplumun değiştirilmesi ancak toplumu oluşturan unsurların değiştirilmesi ile mümkündür. O halde toplumu değiştirmek ve ıslah etmek için toplumdaki fertlerin fikirlerini, duygularını ve topluma uygulanan nizamları değiştirmek gerekir.
Aynı mantıkla Ahlaka davet de ümmeti kalkınmaya götürmez. Çünkü kalkınma, ancak fikri seviyenin yükselmesi ile gerçekleştirilebilir. Günümüz Avrupa ve Amerika'sına baktığımızda bu ülkelerin kalkındığını görürüz. Ancak bu kalkınma sağlıklı ve doğru bir kalkınma değildir. Zira sağlıklı ve doğru bir kalkınma, ruhi temellere dayalı fikri kalkınmadır. Avrupa ve Amerika maddi kalkınmışlıklarının yanında ahlaki açıdan en aşağı seviyelere düşmüş ülkelerdir. Ahlaki değerlerden yoksunlukları hayvanlar topluluğu gibi hatta daha aşağı seviyedeki hayat tarzlarının yegâne açıklamasıdır.
Güzel ahlaka davet; müslümanların ölüm -kalım derecesindeki sorunlarına çözüm oluşturacak ve Allah'ın gerçekleştirilmesini müslümanlara farz kıldığı Hilâfeti ikame etme, İslâmı tekrar hayata, devlete ve topluma tatbik etme, davet ve cihad yolu ile İslâm risaletini dünyaya taşıma sonucunu doğuracak bir yol değildir.
Müslümanların ölüm-kalım meselesinin çözümü; Hilâfeti ikame etmek ve Allah'ın indirdiği hükümleri yeniden hayata döndürmek için siyasi olarak çalışacak siyasi kitlelerin kurulması ile mümkündür. Müslümanların gerçekleştirmeleri için çalışmaları üzerlerine farz olan amaç; hayatta, devlette ve toplumda İslâmı yeniden tatbik mevkine getirecek, davet ve cihad yolu ile İslâmı dünyaya taşıyacak olan Hilâfeti kurmaktır.
İşte bu değerlendirmeler sonucunda müslümanların ölüm-kalım meselesi ile müslümanların gerçekleşmesi için uğrunda çaba göstermeleri gereken hedefi kavradıktan sonra bir çözüm olarak Hizb-ut Tahrir karulmuştur. Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyasi bir partidir.
Siyaset onun çalışma sahası, İslâm da ideolojisidir. Hizb-ut Tahrir İslâmın devlet ve topluma hâkimiyetinin ümmetce ölüm-kalım meselesi olarak anlaşılması ve Hilâfetin yeniden kurulup Allah'ın indirdiği ile hükmetmenin başlaması için ümmete önderlik amacıyla ümmetin içinde ve onunla birlikte çalışmaktadır.
Hizb-ut Tahrir İslâm düşüncesine dayalı siyasi bir kitleleşmedir. O, ne hayatla alakası olmayan bir ruhbanlık teşkilatı, ne ilim ve öğretimle uğraşan ne de (okullar, Kur'an Kurs ları ve öğrenci yurtları açmak gibi) hayır işleri ile uğraşan bir teşkilattır. Hizbin cisminin ruhunu, hizbin hayat bulduğu çekirdeği ve var oluşunun sırrını; Hizb-ut Tahrir'in dayandığı ve tüm fertlerinde fiili karşılık bulan, ümmeti çağırdığı, toplumda, hayatta ve devlette var etmek için ümmetle birlikte taşıdığı İslâmi fikirler oluşturmaktadır. Hizbin fertlerini birbirine bağlayıp aralarındaki ilişkileri tanzim eden de yine İslâmi fikirlerdir.
Hizbü't Tahrir'in amacı İslâmi hayatı yeniden başlatıp İslâm risaletini tüm dünyaya taşımaktır. Bu gaye, müslümanların ölüm-kalım derecesindeki problemlerinin çözümünü de beraberinde getirecektir. İslâmi hayata yeniden başlamakla kastedilen, müslümanları Daru'l İslâmda, İslâmi fikir ve duyguların hakim olduğu, İslâmın nizam ve hükümlerinin uygulandığı bir toplumda yaşamaya tekrar başlatmaktır. Öyle ki; Hilâfet Devletinde cisimleşen ve İslâm Devletinin gölgesinde yaşanan hayatta tüm işler, "Helal-haram" çerçevesinde şer'i bakış açısına göre yürüyecektir.
Söz konusu Hilâfet Devletinde müslümanlar; aralarında Allah'ın kitabı ve Rasülünün sünneti ile hükmetmesi, davet ve cihat yoluyla İslâm'ı bir risalet olarak dünyaya taşıması şartı ile, işitip itaat etmek üzere bir Halife nasb ederler. Hizbü't Tahrir İslâm akidesinden çıkan aydın bir fikirle İslâm ümmetini doğru ve sağlıklıca kalkındırmayı hedef edinmiştir. İslâm ümmetinin geçmişte sahip olduğu izzet ve şerefli makamına tekrar oturması için çaba harcamaktadır. Bu uğurda diğer devlet, ümmet ve halklardan dünya yönetiminin yularını elde etmeye çalışmaktadır ki İslâm ümmeti dünya gündemine tekrar süper devlet olarak girsin. Bu gerçekleştiğinde İslâm Devleti yine İslâm hükümlerine göre dünyayı yönetecek ve dünya işlerini çözüme kavuşturacaktır.
Hizb-ut Tahrir, bütün bu saydıklarımızı hedeflediği gibi, İslâm'ı bir risalet olarak dünyaya taşımayı ve İslâm yeryüzünde tamamen hakim kılınasıya kadar küfür fikirleri ve nizamları ile mücadelesinde ümmete liderlik etmeyi de hedef edinmiştir.
Hizb-ut Tahrir'in bugün müslüman beldelerinde hakim bozuk toplumsal yapıyı değiştirip İslâmi bir topluma dönüştürmek içini İslâm davetini müslümanlara taşımaktadır.
Müslüman beldelerdeki bozuk toplumsal yapı ve ilişkileri İslâmla değiştirme işi, sözkonusu topluma hakim gayri İslâmi fikirleri duyguları ve ilişki çeşitlerini İslâmi fikir, duygu ve ilişkilerle, değiştirmekle mümkündür. Bugün için topluma hakim gayri İslâmi fikirler, İslâmi olanları ile değiştirilmelidir ki İslâmi fikirlerle insanlar arasında bir kamuoyu oluşsun ve insanları da bu fikirlerin gerekleri ile yaşamaya iten köklü mefhumlar oluşsan.
Ancak bu yapıldığında topluma hakim gayri İslâmi duygular değişir. Toplum, Allah ve Rasülünün razı olduğundan razı olan Allah ve Rasülünün gazaplandığına gazaplanan bir ruh haline sahip olur. Aynı zamanda toplumda yerleşik ilişki biçimleri de değiştirilip İslâm'ın çözümleri ve hükümlerine uygun bir hale dönüşür.
Hizb-ut Tahrir'in yaptığı tüm faaliyetler siyasi faaliyetlerdir. Zira bu faaliyetleri sırasında insanların işlerini şer'i hükümler ve onların ön gördüğü çözümlere uygun olarak gözetir. Zira siyaset insanların işlerini İslâmi hükümler ve onların koyduğu çözümlerine göre gözetilmesi demektir.
Hizbin yapa geldiği siyasi faaliyetlerin başında ümmeti bozuk inançlardan, yanlış fikirlerden, saptırılmış mefhumlardan, küfrün fikir ve görüşlerinin etkisinden kurtarıp tümü İslâmi olan fikirler içinde eriterek, İslâmi kültürle kültürlendirmektir.
Hizbin yapmakta olduğu siyasi işlerin en önemlilerinden biri de yapmakta olduğu fikri çatışmalardır. Hizip, hem onların yanlış yönlerini açıklayarak. hem de İslâm'ın onlar hakkındaki hükümlerini açıklayarak fikir yolu ile küfrün fikir ve nizamları ile çatıştığı gibi yanlış fikirler, bozuk akideler ve saptırılmış mefhumlarla da çatışır.
Hizbin siyasi faaliyetlerinin en belirleyici olanı ise siyasi mücadeledir. Hizip bu faaliyetini; İslâm ülkeleri üzerinde etkin ve nüfuz sahibi kâfir devletlerin hâkimiyetinden ve nüfuzundan İslâm ümmetini kurtarıp böylelikle tüm müslüman beldelerden kâfirlerin; fikri, kültürel, siyasi, askeri egemenliklerini ve nizamlarını kökünden kazıyıp söküp atmak için kâfir devletlerle mücadele noktasında yoğunlaştırır.
Hizbin Arap dünyasının da içinde bulunduğu tüm İslâm coğrafyasının yöneticilerine karşı açık mücadelesi de siyasi faaliyetleri içinde yerini almaktadır. Hizb, bu hain idarecilerin ümmete karşı ihanetlerini ortaya koyup ümmete kurdukları komploları ve entrikaları meydana çıkarmakta. Böylelikle onlardan hesap sormakta, hem ümmete karşı kurdukları komplolardan, hem de ümmete karşı görevlerini ve işlerini gözetmekte üzerlerine düşen görevleri yerine getirmemeleri, İslâm hükümlerine aykırı hareket etmelerinden ve ümmete küfür hükümlerini uygulamalarından dolayı onları değiştirmeye çalışmaktadır.
Görüldüğü gibi hizbin her işi siyasidir. Bu nedenle hizbin işi öğretim ya da va'z ve irşad değildir. Zira hizb bir medrese değildir. Hizbin işi siyasidir. İslâm'ın fikir hüküm ve çözümlerini onlarla amel edilmesi ve bunların hayat devlet ve toplumda var olması için ümmete gösterir.
Hizb; İslâm'ı uygulanması, İslâm akidesinin, devletin, anayasanın ve diğer kanunların temeli olması için taşır.
Hizb-ut Tahrir kuruluşunu genel hatlarıyla İslâm düşüncesini incelemekle tamamlamamış; İslâm ümmetini ve geldiği noktayı, İslâm coğrafyasındaki toplumların durumunu ve Rasül (SAV)'in dönemini, Raşit Halifeler, Tabiin ve Tabiinden sonraki dönemi ayrıntıları ile incelemiş öncelikle Rasulullah (SAV)'in risaletinin başlangıcından Medine'de devleti kuruncaya kadar geçen dönemde takip ettiği yolu ve davayı taşıma keyfiyetini sonra da Rasülün Medine'deki davranışlarını detayı ile incelemiştir. Allah'ın kitabına, Rasülünün sünnetine ve bu iki kaynağa bağlı olan sahabelerin icmaına ve kıyasa müracaat eden, bunlara ilave olarak da sahabelerin, Tabiin ve müctehit imamların sözlerinden de faydalanarak kurulmuştur.
Evet kuruluşuna ilişkin bu incelemelerden sonra Hizb-ut Tahrir; İslâm düşüncesi ve onu uygulama yöntemine dayalı fikir, görüş ve hükümleri benimsemiştir. Bu benimsenenler; içinde İslâmi olmayan şeyleri barındırmayan ya da İslâm dışı fikirlerden etkilenmeyen tümü İslâmi kaynaklardan çıkarılmış fikir, görüş ve hükümlerdir. Taşıdığı fikirler yalnızca İslâmi esaslara ve nasslara dayanmaktadır. Benimsediği fikirleri, hizbin ictihad ve anlayışı açısından en kuvvetli delillere göre benimsemiştir. İşte bu sebeple hatalı olabilme ihtimalini taşımakla birlikte Hizb şu anda benimsediği görüşlerine en sağlam ve en doğru fikirler olarak itibar etmektedir.
Hizb; siyasi bir partinin, parti olabilmesi için düşünce ve metodunun detaylarını benimsemesi gereğinden hareketle sahip olduğu fikir ve görüşlerini vaz geçilmez fikirler olarak benimser.
Hizb sahip olduğu görüş ve hükümleri benimserken bir Halife nasb ederek Hilâfet Devleti yolu ile İslâmi hayatı yeniden başlatmak esası üzerinde yoğunlaşarak çalışmalarında bu hedefe yönelik fikirleri gerek gördüğü kadarı ile benimsemiştir.
Öyle ki, Hizbin benimsediği fikir, hüküm ve görüşlerde, dünya hayatında insanın bütün problemlerini çözen, nizamları ve akidesiyle hayat için bir ideoloji olarak İslâm tek kaynak olmuştur.
Hizbin benimsediği bu fikir görüş ve hükümler hem Hizbin belirleyici vasıfları olmuş hem Hizbin fertleri arasındaki ilişkilerin ekseni konumundaki rabıtayı oluşturmuş hem de Hizbin varlığı ve birliği bu fikir hüküm ve görüşlerle korunmuştur. Hizip, bu fikir görüş ve hükümlerin doğruluğuna güvenle bunlar etrafında ümmeti birleştirmeye çalışmaktadır. Hizbin çalışmalarının amacı, benimsediği fikir görüş ve hükümlerin ümmetçe benimsenmesi, bunlarla amel edilmesi, hayat devlet ve toplumda uygulamak amacı ile ümmetin fertlerinin hiziple birlikte davayı taşımasını sağlamaktır.
Hizbin gayretli hedefli çalışması; Hizbin benimsediği fikir, görüş ve hükümlerin gerek Arap ülkeleri gerekse İslâm dünyasının tüm coğrafyasında hatta tüm dünya da hizbin görüşleri olarak tanınmasını sağladı.
Hizip benimsediği fikir görüş ve hükümlerin tümünü kendisine ait kitaplar ve yayınlarla insanlara sunmuştur.
Hizb-ut Tahrir'in toplumu değiştirme konusundaki programı ile Hilâfeti kurup Allah'ın indirdiklerini tekrar yaşanır hale getirmek ve İslâm'ı tüm dünyaya risalet olarak taşımak için davetin yüklenilmesinin keyfiyeti ve yöntemi hakkında benimsediği metoda gelince:
Hizb, hem İslâm devletini kurma seyrinde hem devlet ve toplumla alakalı şeri hükümleri uygulamaya koymada, hem de daveti taşıma keyfiyetinde Rasül (SAV)'e uyup onu örnek edinmeyi kendisine temel ilke olarak benimsemiştir.
Zira Cenabı Allah bütün müslümanlara şer'i hükümlere bağlanmayı farz kıldığı gibi Allah Rasülünün yoluna tabi olup onun Allah'tan getirdiği her şeyi almayı da farz kılmıştır. Nitekim Allahu Teâla'nın buyurduğu: "Allah Rızasını ve Ahiret gününü isteyip Allah'ı çokça zikreden sizler için Allah Rasülünde güzel örneklik vardır." (Azhab 21)
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin." (Ali İmran 31)
"Rasül size neyi getirdiyse onu alın, neyi nehy etmişse ondan kaçının." (Haşr 7) gibi bir çok ayeti kerime, Peygamber (SAV)'e uymanın onu örnek almanın, ve emirleri ile amel etmenin farziyetine delildir.