Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Çok çirkin oyunlar oynanıyor. Çok çirkin pazarlıklar yapılıyor. Zihinler bulandırılıyor. Akıllar karıştırılıyor.
Figüranlar ne kadar maharetli olsa da,
Takke altındaki kel görünüyor.
Allah aşkına bir anlayan varsa, lütfen söylesin. Bir türlü anlamıyorum.
Bütün duygularımı, tarih bilincimi, bizi biz yapan değerlerimizi didik didik ediyorum. Bir insan olarak, bir müslüman olarak kendi insanımı, din kardeşimi, masum bebekleri, çocukları, ak saçlı nineleri, ak sakallı dedeleri, maddi çıkarlar, yeşil dolarlar karşılığında pazarlık konusu yapmayı bir türlü anlamıyorum. Bir türlü kabullenemiyorum.
Şayet, "Bu bir politikadır, gereği yapılıyor." deniliyorsa batsın böyle bir politika.
Bu bir siyaset zannediliyorsa, bizim inancımızda, bizim medeniyetimizde böyle bir siyaset anlayışı yok.
Meselelerin insani ve İslami boyutuna gelince, böyle bir anlayışa insanlık da, müslümanlık da müsade etmiyor.
Irak bizim toprağımız.
Iraklı bizim kardeşimiz.
Onlar bizim bir parçamız.
Biz de onlardan bir parçayız.
Çünkü biz tek bir ümmetiz.
Çünkü biz tek bir milletiz.
Bütün müslümanlar tek ümmet, tek millettir.
Her ne kadar, bir kısım İslam düşmanları, içimizdeki bir kısım beyinsizler, bizi bölük pörçük etse de, küçüçük küçüçük, güçsüz, zayıf devletcikler haline getirse de, zaman zaman aramızda savaşlar çıkarsa da, her şeye rağmen biz kardeşiz. Aynı kökün ayrı ayrı dallarıyız. Aynı yaprakla, aynı çiçekle donanmışız. Kimisi küçük, kimisi büyük, kimisi çürük, kimisi hastalıklı, kimisi istenilen, arzu edilen şekilde olgunlaşmış olsa da bu ağacın aynı meyvesiyiz. Müslümanız.
Şu topraklara bir bakınız.
Maziye bir yolculuk yapınız.
Bu topraklar, her ırktan, fakat tek ümmetten, tek milletten milyonlarca şehidin kanıyla sulanmış. Bu milletle, bu ümmetle aynîleşmiş. Yerin altıyla, yerin üstüyle, kanımızla, terimizle, bedenimizle hamur olmuşuz. Bu toprağı bu kandan, bu terden, bu bedenden ayıramazsınız. Hamurdaki unu sudan, suyu undan ayırmak mümkün mü? İşte öyle birşey. Un suda, su da unda fani olmuş. Yeni bir oluşum vücut bulmuş. İşte biz bu topraklarda, yüzlerce yıldan beri böyle bütünleşmiş, böyle aynîleşmişiz. Bugüne kadar olanlardan, hâlâ içinde yaşadığımız olaylardan hisse almamak, ders çıkarmamak ne acı.
Böyle zamanlarda, asrın dâhi sultanı, merhum, mağfur, cennet mekan II. Abdülhamid Han'ı daha bir hasretle, daha bir coşkuyla nasıl hatırlamazsınız.
Filistin'den kendilerine verilecek bir toprak parçası karşılığında, Osmanlı Devleti'nin bütün borçlarını ödeme teklifinde bulunan siyonistlere, büyük bir hiddet, büyük bir nefretle milyonlarca şehidin kanı pahasına fethedilen bu topraklardan bir karışının bile para karşılığında satılamayacağını haykırıp, bu aşağılık yahudileri huzurundan nasıl kovduğunu, nasıl yâd etmezsiniz?
Diyeceksiniz ki, o koca sultan, siyonistleri reddedip, huzurundan kovdu da ne oldu? Sonunda şu veya bu yolla aşağılık siyonistler o kutsal toprakları ele geçirmedi mi? Bebek, çocuk, yaşlı demeden, hiç bir ayırım yapmadan asrın en aşağılık katliamlarından birini yapmıyor mu?
Maalesef öyle oldu. Fakat bu sonuçtan II. Abdulhamid mi, yoksa II. Abdulhamid'i Yahudi, Ermeni milletvekilleri ile saraya varıp, onu tahttan indiren cahil, yeteneksiz, şımarık, tarihten anlamaz, siyasetten anlamaz İttihad Terakki serserileri mi sorumlu?
Elbette onların acemilikleri, cehaletleri, hayalleri o zamanki bir kısım Avrupalı büyük devletlerin yaldızlı sözlerine kanmaları, vaadlerine aldanmaları ve devleti savaşa sokarak, 600 yıllık koskoca bir devletin tarih sahnesinden silinmesi neticesinde bu durum meydana geldi.
Şimdi de, Irak ve Kıbrıs konusunda aynı durumla karşı karşıyayız. Bir kısım politikacılarımız, "Çözümsüzlük çözüm değildir." diyorlar. Zâhiren doğru bir söz. Fakat neticesi bir kayıp, bir zarar, bir felaket olacak bir çözüm de çözüm değildir. Bugüne kadar bir kısım politikacılar çözüm üreteyim derken, bilerek veya bilmeyerek yeni yeni çözümsüzlükler üretti de onun için Türkiye bu duruma geldi.
"Denklemin dışında kalamayız." diyorlar. Bu gibi sözler bir politikacının söylemi olamaz. Sormazlar mı insana, senin dışında, senin hiç bir dahlin olmayan bir denklemin içinde olacaksan, senin varlık hikmetin ne? Üretken değilsen, inisiyatif kullanamıyorsan, bu millet dış güçlerin aldığı kararlara göre yönetilecekse senin bir devlet olarak, bir hükümet olarak ne manan kalır?
Büyük siyasetçiler, büyük devlet adamları, başkalarının denkleminde yer almak, o denklem içinde kalmak yerine, kendileri denklem kurarlar, dış güçlerin çıkarlarına, dış güçlerin politikalarına asla alet olmazlar.
Hele hele dış güçlerin çıkarları, bizim topraklarımızda, bizim insanlarımız, din kardeşlerimiz aleyhinde yoğunlaşırsa böyle politikalara destek veremez, böyle denklemlerin içinde asla bulunamazlar.
Kaldı ki gerçek yöneticiler, büyük siyasetçiler ve böyle yöneticiler tarafından yönetilen devletler, sadece kendi dindaşları, kendi milletleri, kendi vatanları için değil, hangi milletten, hangi inançtan olursa olsunlar mazlumun yanında yer alır. Asla zalime yardımcı olmazlar. Zalimin zulmüne mani olmak için bütün imkanlarını kullanırlar.
Bu hususta Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonradan size yardım edilmez." (Hud - 113)
Dikkat edilsin, tefekkür edilsin. Ayet-i kerimede mü'min gönülleri derinden etkileyen mesajlar var:
1- Zalimlere yardım etmek şöyle dursun, onlara kalben meyletmek bile men ediliyor. Zalimlere meyletmenin cezası ateş olunca, ya onlara yardım edilirse, onlarla beraber hareket edilirse, bir düşünelim böylelerinin hali nice olur.
2- Müslümanın dostunun Allah olduğu beyan ediliyor. Müslüman ancak Allah'ı ve Allah'ın dostları olan peygamberleri, salihleri, mü'minleri dost edinir. Allah'ın düşmanlarını dost edinemez. Hem Allah'ı seviyorum demek, hem de Allah düşmanları ile dost olmak! Müslüman, İslam'da böyle bir anlayışın olmadığını bilir, inanır ve ona göre hareket eder.
Atalarımız ne güzel söylemiş: "Gavurdan dost, domuzdan post olmaz."
3- Zalimlere meyledenlere asla yardım olunmayacaktır. Ya yardım edenler! Onların hali nice olacak? Şayet idrakimiz paslanmamış, ferasetimiz, basiretimiz körelmemişse şu ilahi mesajları, bütün kalbimizle inanarak, eğmeden, bükmeden, bütün içtenliğimizle derinlemesine bir tefekkür edelim.
Bir müslüman, bir zalime yardım edebilir mi? Onun hegomanyası altında, mazlum din kardeşlerine savaş açabilir mi?
Diyelim ki zalimlerle beraber olduk. Amerika şeytanına uyduk, Irakla yapılan savaş sonrasında bir kısım maddi imkanlar elde ettik. Bir koyup on aldık.
Bir müslüman olarak, kendi tarihimizin, tarihi eserlerimizin, medeniyetimizin harabeleri üzerinde, bunlardan çok daha mühimi, ehemi, din kardeşlerimizin, masum bebeklerin, çocukların kanları, cansız cesetleri üzerinde sofralar kurup, kan kokan, feryatlar, çığlıklar kopan, yiyecek ve içecekle tıka basa mide şişirebilir miyiz? Başkalarının dünyası için ahiretimizi harap etme hamakatlığını gösterebilir miyiz?
Böyle bir anlayış, böyle bir yaklaşımla, bir çıkar savaşının içinde bulunmak, insanlıkla, müslümanlıkla bağdaşır mı?
Sosyal bilimler çok üstün, çok kıvrak bir zeka, bir akıl ister. Ortalama bir zeka, ortalama bir akılla sosyal hadiseler sağlıklı bir şekilde yorumlanamaz. Devlet yönetimi, siyaset yapmak çok ayrıcalıklı özellikler gerektirir. Aksi takdirde ya olayların arkasında kalırsınız ya da olaylardan önce olay olacak aceleci, acemi açıklamalar yaparak, olacak olaylarda eli kolu bağlı kalır, inisiyatifi başkalarına kaptırırsınız.
Siyasetçiler, devleti yönetenler, sağlıklı kararlar vermek için hem bin düşünecek, hem ehliyle istişare edecek, hem de süratle karar verme yeteneğine sahip olacaktır. Binlerce düşüneyim, ehliyle istişare edeyim derken, bu hususta ayak sürer, bir türlü karar veremez, risk yüklenmeyi göze alamazsanız fırsatları kaçırır, kaybedersiniz. Artık zamanında alamadığınız, geciktirdiğiniz, dolayısıyla avantajları kaçırdığınız bir karar isabetli de olsa bir işe yaramaz. Ya da hiç düşünmeden, ehliyle itişare etmeden alelacele kararlar alırsanız, hem kendinizin, hem yönettiğiniz ülkenin ufkunu karartırsınız. Telafisi çok güç ya da imkansız felaketlere sebep olursunuz.
Onun için yöneticiler:
1- Çok zeki ve çok akıllı,
2- Bir yönetici için gerekli olan bütün bilgilerle donanmış,
3- Her haliyle dürüst,
4- Cesur ve gerektiğinde risk yüklenmekten asla çekinmeyen özelliklere sahip olmalıdırlar.
Aksi takdirde uydu politikalar, uydu yönetimler, kimliksiz yaklaşımlarla idareyi maslahat etmek memleketi perişan eder. Milleti perişan eder.
Irak ve Kıbrıs meseleleri bizim için hayati meselelerdir. Bu konularda oldu bittilerle hareket edemeyiz. Bush şeytanının dümen suyunda, Amerika'nın çıkarları doğrultusunda hareket edemeyiz. AB'ye girebilmek için Kıbrıs'ı asla feda edemeyiz.
Amerika'nın bu savaşı niçin yapmak istediğini bilmeyen yok. Saddam ve Saddam'ın elinde olduğu söylenen tehlikeli silahların hepsi birer bahane.
Dün yığın yığın silah satıp, Saddam'ı İran'a kışkırtan, böylece ekonomisini onbinlerce masumun kanı üzerine tesis eden, aynı taktikle Saddam ahmağını Kuveyt'e saldırtıp, sonra da Irak'a müdahale zemini hazırlayan Amerika, bu günlerde de aynı bahanelerle Irak'a yeniden saldırıp petrolün üstüne oturmak istiyor.
Onbinlerce insan, masum bebekler, çocuklar ölecekmiş hiç umrunda bile değil. Yeter ki onun işkembesi boş kalmasın. Ekonomisi bozulmasın.
Terör bahanesiyle Afganistan'ı işgal eden, oranın yer altı ve yer üstü kaynaklarının üzerine çöreklenen, aynı zamanda, Pakistan, İran ve Türk Cumhuriyetlerini kontrol altında tutmaya çalışan bu şeytan şimdi de Irak'a çöreklenerek Irak'ın petrol kaynaklarına sahip olacak, diğer taraftan Türkiye başta olmak üzere bütün ortadoğuyu denetiminde bulunduracak.
Öte taraftan müslüman ülkelerin Türkiye'nin öncülüğünde büyük bir birlik oluşturma ihtimalini de ortadan kaldırmış olacak.. Uzak planda Amerika ve hristiyanların, yakın planda da İsrail'in, yahudilerin çıkarları korunmuş, bir emniyet şemsiyesi kurulmuş olacak.
Diyeceksiniz ki nerede öyle basiretli yöneticiler! Nerede aynı coğrafyada yaşayan, aynı inancı, aynı kültürü, aynı tarihi paylaşan bu ülkeleri birleştirecek güçlü devlet adamları! İslam ülkelerinin başında Saddam gibi ahmaklar, bilmem kimler gibi piyonlar bulundukça bunlar çok uzak ihtimaller diyeceksiniz.
Ancak müslüman ye'se düşmez, ümit kesmez. Ben inanıyorum ki, çok uzak olmayan bir zamanda Allah Teâla'nın yardımıyla herşey müslümanların lehine değişecek, Irak müdahalesi Amerika'nın sonunun başlangıcı olacaktır.
Türkiye, bu savaşa asla katılmamalıdır, Türkiye başta olmak üzere bütün İslam ülkeleri savaşa karşı direnmeli, Amerika'nın bahane ettiği, nükleer ve kimyasal silahların, Ortadoğunun ortasında ve bütün müslüman ülkeler için bir tehdit oluşturan İsrail'in elinde de bu silahlardan çok daha fazlasının olduğu, dolayısıyla bu ülkenin de denetime alınması gerektiğini her platformda dillendirmeli ve hatta bu hususta Birleşmiş Milletleri harekete geçirmelidir.
Sonra Amerika'ya dönüp, sen bu silahların en korkunçlarına sahipsin, sana ne oluyor demeli. Irak müdahalesinde atom bombası kullanabilmek için senatodan olur alması, kamuoyunda çok canlı tutulmalıdır.
Bir ülkede nükleer silah vardır, kimyasal silah vardır diye o ülkeye savaş açaçaksınız, sonra da gerektiğinde o ülkenin, o ülke insanının imkanı için nükleer ve kimyasal silah kullanacaksınız. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Herşey gözler önünde cereyan ediyor. Dünyanın en büyük katili, en büyük teröristi bütün dünya ülkeleri ile alay ederek, her geçen gün onları sahneye koyduğu oyunda bir figuran gibi kullanarak adım adım o aşağılık gayesine yaklaşıyor.
Bu küstahlık sadece müslüman ülkeler için değil, bütün dünya milletleri için onur kırıcıdır. Türkiye için herşey bitmiş değil. Irakla bir anlaşma yapılabilir ve Türk birlikleri Musul ve Kerkük'ün de içinde bulunduğu, Kuzey Irak'ı geçici olarak kontrol altına alıp, petrol bölgesini ve oranın halkını koruyabilir. Bu satırları okuduğunuzda belki de savaş başlamış ya da herşey olup bitmiş olabilir. Veya hiç beklenmeyen sebepler zuhur eder de, bu aşağılık saldırı asla gerçekleşmez.
Ancak sonuçta Allah'ın dediği olur. Kullar ise yaptığının karşılığını bulur. Bugünlerde gündemimiz "Savaşa hayır!" olmalı, hiçbir politik mülahaza yapmadan, bütün bir millet olarak savaşa hayır diye haykırmalıyız.
İlahi! Biz mülümanlara basiret ve feraset ihsan et.
Mazlum, mağdur ve mustaz'af kardeşlerimizi, zalim ve zorbaların şerrinden koru.
Filistin, Çeçenistan, Doğu Türkistan gibi bütün İslam coğrafyasında çok onurlu bir bağımsızlık mücadelesi veren tüm müslümanları muzaffer kıl. Irak halkını Amerika şeytanının tasallutundan koru. Gizli açık bütün tuzaklarını, planlarını kendi başlarına mâkus eyle. Amin.
Figüranlar ne kadar maharetli olsa da,
Takke altındaki kel görünüyor.
Allah aşkına bir anlayan varsa, lütfen söylesin. Bir türlü anlamıyorum.
Bütün duygularımı, tarih bilincimi, bizi biz yapan değerlerimizi didik didik ediyorum. Bir insan olarak, bir müslüman olarak kendi insanımı, din kardeşimi, masum bebekleri, çocukları, ak saçlı nineleri, ak sakallı dedeleri, maddi çıkarlar, yeşil dolarlar karşılığında pazarlık konusu yapmayı bir türlü anlamıyorum. Bir türlü kabullenemiyorum.
Şayet, "Bu bir politikadır, gereği yapılıyor." deniliyorsa batsın böyle bir politika.
Bu bir siyaset zannediliyorsa, bizim inancımızda, bizim medeniyetimizde böyle bir siyaset anlayışı yok.
Meselelerin insani ve İslami boyutuna gelince, böyle bir anlayışa insanlık da, müslümanlık da müsade etmiyor.
Irak bizim toprağımız.
Iraklı bizim kardeşimiz.
Onlar bizim bir parçamız.
Biz de onlardan bir parçayız.
Çünkü biz tek bir ümmetiz.
Çünkü biz tek bir milletiz.
Bütün müslümanlar tek ümmet, tek millettir.
Her ne kadar, bir kısım İslam düşmanları, içimizdeki bir kısım beyinsizler, bizi bölük pörçük etse de, küçüçük küçüçük, güçsüz, zayıf devletcikler haline getirse de, zaman zaman aramızda savaşlar çıkarsa da, her şeye rağmen biz kardeşiz. Aynı kökün ayrı ayrı dallarıyız. Aynı yaprakla, aynı çiçekle donanmışız. Kimisi küçük, kimisi büyük, kimisi çürük, kimisi hastalıklı, kimisi istenilen, arzu edilen şekilde olgunlaşmış olsa da bu ağacın aynı meyvesiyiz. Müslümanız.
Şu topraklara bir bakınız.
Maziye bir yolculuk yapınız.
Bu topraklar, her ırktan, fakat tek ümmetten, tek milletten milyonlarca şehidin kanıyla sulanmış. Bu milletle, bu ümmetle aynîleşmiş. Yerin altıyla, yerin üstüyle, kanımızla, terimizle, bedenimizle hamur olmuşuz. Bu toprağı bu kandan, bu terden, bu bedenden ayıramazsınız. Hamurdaki unu sudan, suyu undan ayırmak mümkün mü? İşte öyle birşey. Un suda, su da unda fani olmuş. Yeni bir oluşum vücut bulmuş. İşte biz bu topraklarda, yüzlerce yıldan beri böyle bütünleşmiş, böyle aynîleşmişiz. Bugüne kadar olanlardan, hâlâ içinde yaşadığımız olaylardan hisse almamak, ders çıkarmamak ne acı.
Böyle zamanlarda, asrın dâhi sultanı, merhum, mağfur, cennet mekan II. Abdülhamid Han'ı daha bir hasretle, daha bir coşkuyla nasıl hatırlamazsınız.
Filistin'den kendilerine verilecek bir toprak parçası karşılığında, Osmanlı Devleti'nin bütün borçlarını ödeme teklifinde bulunan siyonistlere, büyük bir hiddet, büyük bir nefretle milyonlarca şehidin kanı pahasına fethedilen bu topraklardan bir karışının bile para karşılığında satılamayacağını haykırıp, bu aşağılık yahudileri huzurundan nasıl kovduğunu, nasıl yâd etmezsiniz?
Diyeceksiniz ki, o koca sultan, siyonistleri reddedip, huzurundan kovdu da ne oldu? Sonunda şu veya bu yolla aşağılık siyonistler o kutsal toprakları ele geçirmedi mi? Bebek, çocuk, yaşlı demeden, hiç bir ayırım yapmadan asrın en aşağılık katliamlarından birini yapmıyor mu?
Maalesef öyle oldu. Fakat bu sonuçtan II. Abdulhamid mi, yoksa II. Abdulhamid'i Yahudi, Ermeni milletvekilleri ile saraya varıp, onu tahttan indiren cahil, yeteneksiz, şımarık, tarihten anlamaz, siyasetten anlamaz İttihad Terakki serserileri mi sorumlu?
Elbette onların acemilikleri, cehaletleri, hayalleri o zamanki bir kısım Avrupalı büyük devletlerin yaldızlı sözlerine kanmaları, vaadlerine aldanmaları ve devleti savaşa sokarak, 600 yıllık koskoca bir devletin tarih sahnesinden silinmesi neticesinde bu durum meydana geldi.
Şimdi de, Irak ve Kıbrıs konusunda aynı durumla karşı karşıyayız. Bir kısım politikacılarımız, "Çözümsüzlük çözüm değildir." diyorlar. Zâhiren doğru bir söz. Fakat neticesi bir kayıp, bir zarar, bir felaket olacak bir çözüm de çözüm değildir. Bugüne kadar bir kısım politikacılar çözüm üreteyim derken, bilerek veya bilmeyerek yeni yeni çözümsüzlükler üretti de onun için Türkiye bu duruma geldi.
"Denklemin dışında kalamayız." diyorlar. Bu gibi sözler bir politikacının söylemi olamaz. Sormazlar mı insana, senin dışında, senin hiç bir dahlin olmayan bir denklemin içinde olacaksan, senin varlık hikmetin ne? Üretken değilsen, inisiyatif kullanamıyorsan, bu millet dış güçlerin aldığı kararlara göre yönetilecekse senin bir devlet olarak, bir hükümet olarak ne manan kalır?
Büyük siyasetçiler, büyük devlet adamları, başkalarının denkleminde yer almak, o denklem içinde kalmak yerine, kendileri denklem kurarlar, dış güçlerin çıkarlarına, dış güçlerin politikalarına asla alet olmazlar.
Hele hele dış güçlerin çıkarları, bizim topraklarımızda, bizim insanlarımız, din kardeşlerimiz aleyhinde yoğunlaşırsa böyle politikalara destek veremez, böyle denklemlerin içinde asla bulunamazlar.
Kaldı ki gerçek yöneticiler, büyük siyasetçiler ve böyle yöneticiler tarafından yönetilen devletler, sadece kendi dindaşları, kendi milletleri, kendi vatanları için değil, hangi milletten, hangi inançtan olursa olsunlar mazlumun yanında yer alır. Asla zalime yardımcı olmazlar. Zalimin zulmüne mani olmak için bütün imkanlarını kullanırlar.
Bu hususta Allah Teâla şöyle buyurmaktadır:
"Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonradan size yardım edilmez." (Hud - 113)
Dikkat edilsin, tefekkür edilsin. Ayet-i kerimede mü'min gönülleri derinden etkileyen mesajlar var:
1- Zalimlere yardım etmek şöyle dursun, onlara kalben meyletmek bile men ediliyor. Zalimlere meyletmenin cezası ateş olunca, ya onlara yardım edilirse, onlarla beraber hareket edilirse, bir düşünelim böylelerinin hali nice olur.
2- Müslümanın dostunun Allah olduğu beyan ediliyor. Müslüman ancak Allah'ı ve Allah'ın dostları olan peygamberleri, salihleri, mü'minleri dost edinir. Allah'ın düşmanlarını dost edinemez. Hem Allah'ı seviyorum demek, hem de Allah düşmanları ile dost olmak! Müslüman, İslam'da böyle bir anlayışın olmadığını bilir, inanır ve ona göre hareket eder.
Atalarımız ne güzel söylemiş: "Gavurdan dost, domuzdan post olmaz."
3- Zalimlere meyledenlere asla yardım olunmayacaktır. Ya yardım edenler! Onların hali nice olacak? Şayet idrakimiz paslanmamış, ferasetimiz, basiretimiz körelmemişse şu ilahi mesajları, bütün kalbimizle inanarak, eğmeden, bükmeden, bütün içtenliğimizle derinlemesine bir tefekkür edelim.
Bir müslüman, bir zalime yardım edebilir mi? Onun hegomanyası altında, mazlum din kardeşlerine savaş açabilir mi?
Diyelim ki zalimlerle beraber olduk. Amerika şeytanına uyduk, Irakla yapılan savaş sonrasında bir kısım maddi imkanlar elde ettik. Bir koyup on aldık.
Bir müslüman olarak, kendi tarihimizin, tarihi eserlerimizin, medeniyetimizin harabeleri üzerinde, bunlardan çok daha mühimi, ehemi, din kardeşlerimizin, masum bebeklerin, çocukların kanları, cansız cesetleri üzerinde sofralar kurup, kan kokan, feryatlar, çığlıklar kopan, yiyecek ve içecekle tıka basa mide şişirebilir miyiz? Başkalarının dünyası için ahiretimizi harap etme hamakatlığını gösterebilir miyiz?
Böyle bir anlayış, böyle bir yaklaşımla, bir çıkar savaşının içinde bulunmak, insanlıkla, müslümanlıkla bağdaşır mı?
Sosyal bilimler çok üstün, çok kıvrak bir zeka, bir akıl ister. Ortalama bir zeka, ortalama bir akılla sosyal hadiseler sağlıklı bir şekilde yorumlanamaz. Devlet yönetimi, siyaset yapmak çok ayrıcalıklı özellikler gerektirir. Aksi takdirde ya olayların arkasında kalırsınız ya da olaylardan önce olay olacak aceleci, acemi açıklamalar yaparak, olacak olaylarda eli kolu bağlı kalır, inisiyatifi başkalarına kaptırırsınız.
Siyasetçiler, devleti yönetenler, sağlıklı kararlar vermek için hem bin düşünecek, hem ehliyle istişare edecek, hem de süratle karar verme yeteneğine sahip olacaktır. Binlerce düşüneyim, ehliyle istişare edeyim derken, bu hususta ayak sürer, bir türlü karar veremez, risk yüklenmeyi göze alamazsanız fırsatları kaçırır, kaybedersiniz. Artık zamanında alamadığınız, geciktirdiğiniz, dolayısıyla avantajları kaçırdığınız bir karar isabetli de olsa bir işe yaramaz. Ya da hiç düşünmeden, ehliyle itişare etmeden alelacele kararlar alırsanız, hem kendinizin, hem yönettiğiniz ülkenin ufkunu karartırsınız. Telafisi çok güç ya da imkansız felaketlere sebep olursunuz.
Onun için yöneticiler:
1- Çok zeki ve çok akıllı,
2- Bir yönetici için gerekli olan bütün bilgilerle donanmış,
3- Her haliyle dürüst,
4- Cesur ve gerektiğinde risk yüklenmekten asla çekinmeyen özelliklere sahip olmalıdırlar.
Aksi takdirde uydu politikalar, uydu yönetimler, kimliksiz yaklaşımlarla idareyi maslahat etmek memleketi perişan eder. Milleti perişan eder.
Irak ve Kıbrıs meseleleri bizim için hayati meselelerdir. Bu konularda oldu bittilerle hareket edemeyiz. Bush şeytanının dümen suyunda, Amerika'nın çıkarları doğrultusunda hareket edemeyiz. AB'ye girebilmek için Kıbrıs'ı asla feda edemeyiz.
Amerika'nın bu savaşı niçin yapmak istediğini bilmeyen yok. Saddam ve Saddam'ın elinde olduğu söylenen tehlikeli silahların hepsi birer bahane.
Dün yığın yığın silah satıp, Saddam'ı İran'a kışkırtan, böylece ekonomisini onbinlerce masumun kanı üzerine tesis eden, aynı taktikle Saddam ahmağını Kuveyt'e saldırtıp, sonra da Irak'a müdahale zemini hazırlayan Amerika, bu günlerde de aynı bahanelerle Irak'a yeniden saldırıp petrolün üstüne oturmak istiyor.
Onbinlerce insan, masum bebekler, çocuklar ölecekmiş hiç umrunda bile değil. Yeter ki onun işkembesi boş kalmasın. Ekonomisi bozulmasın.
Terör bahanesiyle Afganistan'ı işgal eden, oranın yer altı ve yer üstü kaynaklarının üzerine çöreklenen, aynı zamanda, Pakistan, İran ve Türk Cumhuriyetlerini kontrol altında tutmaya çalışan bu şeytan şimdi de Irak'a çöreklenerek Irak'ın petrol kaynaklarına sahip olacak, diğer taraftan Türkiye başta olmak üzere bütün ortadoğuyu denetiminde bulunduracak.
Öte taraftan müslüman ülkelerin Türkiye'nin öncülüğünde büyük bir birlik oluşturma ihtimalini de ortadan kaldırmış olacak.. Uzak planda Amerika ve hristiyanların, yakın planda da İsrail'in, yahudilerin çıkarları korunmuş, bir emniyet şemsiyesi kurulmuş olacak.
Diyeceksiniz ki nerede öyle basiretli yöneticiler! Nerede aynı coğrafyada yaşayan, aynı inancı, aynı kültürü, aynı tarihi paylaşan bu ülkeleri birleştirecek güçlü devlet adamları! İslam ülkelerinin başında Saddam gibi ahmaklar, bilmem kimler gibi piyonlar bulundukça bunlar çok uzak ihtimaller diyeceksiniz.
Ancak müslüman ye'se düşmez, ümit kesmez. Ben inanıyorum ki, çok uzak olmayan bir zamanda Allah Teâla'nın yardımıyla herşey müslümanların lehine değişecek, Irak müdahalesi Amerika'nın sonunun başlangıcı olacaktır.
Türkiye, bu savaşa asla katılmamalıdır, Türkiye başta olmak üzere bütün İslam ülkeleri savaşa karşı direnmeli, Amerika'nın bahane ettiği, nükleer ve kimyasal silahların, Ortadoğunun ortasında ve bütün müslüman ülkeler için bir tehdit oluşturan İsrail'in elinde de bu silahlardan çok daha fazlasının olduğu, dolayısıyla bu ülkenin de denetime alınması gerektiğini her platformda dillendirmeli ve hatta bu hususta Birleşmiş Milletleri harekete geçirmelidir.
Sonra Amerika'ya dönüp, sen bu silahların en korkunçlarına sahipsin, sana ne oluyor demeli. Irak müdahalesinde atom bombası kullanabilmek için senatodan olur alması, kamuoyunda çok canlı tutulmalıdır.
Bir ülkede nükleer silah vardır, kimyasal silah vardır diye o ülkeye savaş açaçaksınız, sonra da gerektiğinde o ülkenin, o ülke insanının imkanı için nükleer ve kimyasal silah kullanacaksınız. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Herşey gözler önünde cereyan ediyor. Dünyanın en büyük katili, en büyük teröristi bütün dünya ülkeleri ile alay ederek, her geçen gün onları sahneye koyduğu oyunda bir figuran gibi kullanarak adım adım o aşağılık gayesine yaklaşıyor.
Bu küstahlık sadece müslüman ülkeler için değil, bütün dünya milletleri için onur kırıcıdır. Türkiye için herşey bitmiş değil. Irakla bir anlaşma yapılabilir ve Türk birlikleri Musul ve Kerkük'ün de içinde bulunduğu, Kuzey Irak'ı geçici olarak kontrol altına alıp, petrol bölgesini ve oranın halkını koruyabilir. Bu satırları okuduğunuzda belki de savaş başlamış ya da herşey olup bitmiş olabilir. Veya hiç beklenmeyen sebepler zuhur eder de, bu aşağılık saldırı asla gerçekleşmez.
Ancak sonuçta Allah'ın dediği olur. Kullar ise yaptığının karşılığını bulur. Bugünlerde gündemimiz "Savaşa hayır!" olmalı, hiçbir politik mülahaza yapmadan, bütün bir millet olarak savaşa hayır diye haykırmalıyız.
İlahi! Biz mülümanlara basiret ve feraset ihsan et.
Mazlum, mağdur ve mustaz'af kardeşlerimizi, zalim ve zorbaların şerrinden koru.
Filistin, Çeçenistan, Doğu Türkistan gibi bütün İslam coğrafyasında çok onurlu bir bağımsızlık mücadelesi veren tüm müslümanları muzaffer kıl. Irak halkını Amerika şeytanının tasallutundan koru. Gizli açık bütün tuzaklarını, planlarını kendi başlarına mâkus eyle. Amin.