Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Meziyetin varsa içinde kalsın
Cenâb-ı Hak, bu dünyada herkesi farklı meziyetlerle donatmıştır. O, bazılarına takdim kabiliyeti vermiştir ki, onlar ele aldıkları konuları fevkalâde bir güzellik içinde takdim ederler. Bazıları ise davranışları ile olabildiğine cazip ve çarpıcıdırlar.
Böylelerinin tavır ve davranışlarına bakanlar hemen Müslümanlığa ısınırlar. Bazıları da vardır ki, bunlar aşk u heyecanla dopdoludurlar, buna karşılık fazla takdim kabiliyetleri yoktur. Değişik konuları anlatmada zorluk çekerler.
Allah, herkese ayrı bir meziyet vermiştir ve herkes, bu meziyetini mutlaka Allah yolunda kullanmalıdır. Anlatma kabiliyeti olan, hak ve hakikati muhtaç sinelere duyurmalı, kendisinde organizasyon kabiliyeti bulunan biri, işleri en güzel şekilde tanzim ederek, bir düzen ve programla bu kervana iştirak etmeli, maddî imkânı olan da maddeten destek olmalıdır. Allah, bazı insanlara da bu hususiyetlerin hiçbirini vermemiş ama aşkla köpüren coşkun bir gönül vermiştir.
Ashab-ı kiram arasında böyleleri de vardı. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu tür kimseleri, "Şayet Allah adına yemin etse, Allah onun yeminini doğru çıkarır." ifadeleriyle anlatmaktadır. O dönemde insanlar, başları sıkıştıkları zaman Allah Resûlü'nün anlattığı bu insanların etrafında toplanır ve onların dua etmelerini isterlerdi.
İnsan, Allah tarafından kendisine bahşedilen bu meziyetleri mümkün olduğunca saklamalıdır. Zira bu tür meziyetler ne kadar saklı kalırsa, o kadar, yapılan hizmetlerin neşv ü nema bulmasına vesile olur.
Evet, insan, iddialı olmamalıdır. Meselâ kendisine güzel konuşma kabiliyeti verilen bir insan, "Şayet ben vaaz edersem, sohbet yaparsam, mutlaka bazı kimseler irşad olur." gibi düşünceleri kafasından çıkarıp atmalıdır. Kendisine verilen meziyeti başkalarına karşı tefahura vesile sayıp görünmeye çalışmamalı, "Ben olmasam belki insanlar, doğruyu daha açık seçik görür ve doğru yolu bulabilirler." duygu ve düşüncesiyle hareket etmelidir.
Hâli vakti yerinde olan ve malını Allah yolunda infak eden bir insan da şöyle demelidir: "Rabb'im bana, bir nezaretçi ve emanetçi olarak bu imkânları verdi. Ben de bunları O'nun yolunda kullanıyorum. Bana bu duyguyu lütfetmeseydi, ben nerden verecektim! O, bana hem mal, hem de verme hissini verdi ve beni bu meziyetlerle serfiraz kıldı. O'na binlerce şükür olsun."
Hâsılı insan, meziyetlerini ön plana çıkarmamalı, onlar hafâ türabı altında kalmalı ve insan âdeta toprak olmalıdır. Sa'di'nin "Toprak ol ki, gül bitiresin." sözü bu hakikati ifadede ne hoştur!
Cenâb-ı Hak, bu dünyada herkesi farklı meziyetlerle donatmıştır. O, bazılarına takdim kabiliyeti vermiştir ki, onlar ele aldıkları konuları fevkalâde bir güzellik içinde takdim ederler. Bazıları ise davranışları ile olabildiğine cazip ve çarpıcıdırlar.
Böylelerinin tavır ve davranışlarına bakanlar hemen Müslümanlığa ısınırlar. Bazıları da vardır ki, bunlar aşk u heyecanla dopdoludurlar, buna karşılık fazla takdim kabiliyetleri yoktur. Değişik konuları anlatmada zorluk çekerler.
Allah, herkese ayrı bir meziyet vermiştir ve herkes, bu meziyetini mutlaka Allah yolunda kullanmalıdır. Anlatma kabiliyeti olan, hak ve hakikati muhtaç sinelere duyurmalı, kendisinde organizasyon kabiliyeti bulunan biri, işleri en güzel şekilde tanzim ederek, bir düzen ve programla bu kervana iştirak etmeli, maddî imkânı olan da maddeten destek olmalıdır. Allah, bazı insanlara da bu hususiyetlerin hiçbirini vermemiş ama aşkla köpüren coşkun bir gönül vermiştir.
Ashab-ı kiram arasında böyleleri de vardı. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu tür kimseleri, "Şayet Allah adına yemin etse, Allah onun yeminini doğru çıkarır." ifadeleriyle anlatmaktadır. O dönemde insanlar, başları sıkıştıkları zaman Allah Resûlü'nün anlattığı bu insanların etrafında toplanır ve onların dua etmelerini isterlerdi.
İnsan, Allah tarafından kendisine bahşedilen bu meziyetleri mümkün olduğunca saklamalıdır. Zira bu tür meziyetler ne kadar saklı kalırsa, o kadar, yapılan hizmetlerin neşv ü nema bulmasına vesile olur.
Evet, insan, iddialı olmamalıdır. Meselâ kendisine güzel konuşma kabiliyeti verilen bir insan, "Şayet ben vaaz edersem, sohbet yaparsam, mutlaka bazı kimseler irşad olur." gibi düşünceleri kafasından çıkarıp atmalıdır. Kendisine verilen meziyeti başkalarına karşı tefahura vesile sayıp görünmeye çalışmamalı, "Ben olmasam belki insanlar, doğruyu daha açık seçik görür ve doğru yolu bulabilirler." duygu ve düşüncesiyle hareket etmelidir.
Hâli vakti yerinde olan ve malını Allah yolunda infak eden bir insan da şöyle demelidir: "Rabb'im bana, bir nezaretçi ve emanetçi olarak bu imkânları verdi. Ben de bunları O'nun yolunda kullanıyorum. Bana bu duyguyu lütfetmeseydi, ben nerden verecektim! O, bana hem mal, hem de verme hissini verdi ve beni bu meziyetlerle serfiraz kıldı. O'na binlerce şükür olsun."
Hâsılı insan, meziyetlerini ön plana çıkarmamalı, onlar hafâ türabı altında kalmalı ve insan âdeta toprak olmalıdır. Sa'di'nin "Toprak ol ki, gül bitiresin." sözü bu hakikati ifadede ne hoştur!