Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Merve Kavakçıya Yapılan Zulum. (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
15028-kavakci-basortum-gelecek-sikintilarin-habercisiymis-izle.jpg3-1-2011-11-26-16-am.jpg


Oktay Ekşi Kiminle Dans Ediyor?


TBMM'nin 24. dönemi tarihe geçen ilklere sahne oldu. Meclis'i "en yaşlı üye" sıfatıyla yöneten CHP'li Oktay Ekşi, yaptığı açılış konuşmasıyla hafızaladı 1999 yılına götürdü. Ekşi, o dönem Meclis'e başörtüsüyle giren Merve Kavakçı için "kiminle dans ettiğini bilmiyor" demişti.
CHP'li vekillerle bağımsızların yemin boykotu 1999 yılında Fazilet Partisi (FP)'nden Meclis'e giren Merve Kavakçı ile ilgili tartışmaları hatırlattı.

Kapatılan FP'nin listesinden 1999'da milletvekili seçilen Merve Kavakçı, yemin töreni sırasında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in, "Bu kadına haddini bildirin." sözünün ardından Meclis Genel Kurulu'ndan çıkarılmıştı. O günlerde Merve Kavakçı'nın başörtüsü ile Meclis'e girmesini 'devlete meydan okuma' olarak değerlendiren Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi, bugün en yaşlı üye sıfatı ile TBMM'nin ilk oturumunu ve yemin törenini yönetiyor.Ekşi, geçici başkan sıfatı ile yaptığı konuşmada 1999 yılındaki tutumunun aksine Meclis'i boykot edenleri 'devlete meydan okuyanlar' olarak görmedi. Aksine bu tavrı savundu. Ergenekon ve KCK sanıklarının mahkemeler tarafından serbest bırakılmamasını eleştiren Ekşi, "8 milletvekili, milletimizin kendilerine verdiği görevleri yapmaktan mahrumlar. Böyle bir durum hem TBMM'nin geçmişine, hem de demokrasimize yakışmadığını kayda geçmesini istiyorum." dedi.

1999 yılında Merve Kavakçı'nın Meclis'e girmesinin önünde kanuni bir engel olmamasına rağmen Ekşi, seçmenin verdiği oyları görmezden gelmiş, Kavakçı'ya yemin ettirilmemesi gerektiğini belirtip, başörtüsünü de 'devlete başkaldırı' olarak değerlendirmişti. Dönemin Hürriyet yazarlarından Emin Çölaşan da Kavakçı'nın yemin etmediği için milletvekili olamayacağını Yargıtay kararlarına dayanarak anlatmıştı. Az sayıda yazar ise Kavakçı'yı savunmuştu.

İŞTE SADECE KENDİLERİNE DEMOKRAT TİPLERİN O GÜNKÜ YAZILARINDAN BÖLÜMLER

Oktay Ekşi: Merve olayı, devlete yönelik bireysel bir başkaldırı teşebbüsü ile kendi temel felsefesinden ve kimliğinden fedakârlık yapmamaya kararlı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki son raundu bekliyor. Merve kızımız, kiminle dans ettiğini o zaman öğrenecek.

Tufan Türenç: Türban olayının bir tek amacı vardı, o da devlete meydan okumaktı. Ondan sonraki hedef ise laik ve demokratik cumhuriyeti yıkıp yerine bir İslâm cumhuriyeti kurmaktı.

Emin Çölaşan: Belli kesimler şimdi bir tantana yapıyor: 'Merve milletvekili seçilmiş, mazbatasını almıştır. Yemin etmese bile milletvekilidir. Bütün özlük haklarından yararlanır, maaşını alır, sadece türbanıyla genel kurul ve komisyon çalışmalarına katılamaz.' Hayır! Anayasa'nın 81. maddesi aynen şöyle başlıyor: 'TBMM üyeleri göreve başlarken aşağıdaki şekilde ant içerler...' Demek ki göreve başlaması için milletvekilinin ant içmesi gerekiyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına göre Meclis önünde ant içmeyen Cumhurbaşkanı göreve başlamış sayılmayacak ama Merve isimli kadın, milletvekili olacak! Herkesi uyarıyorum. Bu oyuna gelinmesin.

Ertuğrul Özkök: (Ecevit) İspanya Meclisi'ni basan askerlerin önüne çıkan o meclis başkanı gibi. Meclis'i basan bir zihniyetin karşısına dikildi. Ecevit'in bu çıkışının ve orada yaptığı konuşmanın ne kadar tarihi bir öneme sahip olduğunu, o gece o konuşmanın Türkiye'de neleri önlediğini tarih yazacak. Merve Hanım'ın çocuklarını almak için gittiği okulda küçücük öğrencilerden aldığı dersler, bu haddini bildirme sürecinin ilk işaretleridir.

Mümtaz Soysal: Meclis'teki başörtüsü olayı, cumhuriyetin geçmişi ve geleceği bakımından düşündürücüdür.

Enis Berberoğlu: DSP'nin milliyetçi Meclis'te tek başına sergilediği tutum, bize göre de doğrudur: Türbanlı Merve dışarı!

Kurthan Fişek: Meclis'te türban olayları olurken, sokakta 1,5 milyon genç insan varken, üst yönetim Meclis'i erkenden terketmeseydi, provokasyona bak, süngüye sarıl!

Yalçın Bayer: Erbakan'ın kuklası olarak, Nazlı Ilıcak'ın koruyucu kanatları altında Türkiye'yi geren Merve, Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı ve komutanlar yemin törenini izlerken salona girebilir miydi? Fazilet sıralarından başını kaldırıp Demirel ve Kıvrıkoğlu'nun yüzüne bakabilen oldu mu? Biliniz ki hayır.

Ferai Tınç: TBMM'nin koşullarını hiçe sayarak, kendi doğrusunu zorla dayatmaya kalkıştı. TBMM'nin toplumsal uzlaşmayı yansıtan eğilim ve uygulamalarına omuz silkerek, milletin Meclis'ine sızmaya çalıştı.

Fatih Altaylı: Kavakçı'nın Meclis'teki eyleminin, Türkiye Cumhuriyeti'ne bir meydan okuma olduğu açık. Benim anladığım kadarıyla Kavakçı suç işliyor. O zaman hakkında dava açılmalı. Ne zaman adam oluruz? TBMM, Merve-Nazlı Ilıcak gibilerden temizlendiği zaman.

Şahin Alpay: Devlet büyüklerimiz ya da TBMM'deki bir azınlık (DSP grubu) öyle istedi diye bir kadın milletvekilinin başını örtememesi demokrasiyle, hukuk devletiyle bağdaşır mı?

Hasan Cemal: Merve Kavakçı, Fazilet milletvekili. Daha Meclis'in ilk gününde türbanıyla meydan okudu. Bunalım kışkırtıcılığı yaptı.

Fikret Bila: Merve Kavakçı olayı, cumhuriyet kurulduğundan ve laik içerik kazandıktan bu yana süregelen rejim karşıtı akımın yansımasıdır.

Güneri Civaoğlu: Bir geceyarısı oldu bittiye getirilerek, Merve Kavakçı'nın Meclis kürsüsünde başörtüsüyle yemin etmesi sağlanırsa ne olur? Kimilerinin geceyarısı ne yapacağı belli olmaz.

Abbas Güçlü: Yıllardır gençler neden Meclis'e girmiyor diye yakınıp duruyorduk. Nihayet biri girdi hem de bir girdi pir girdi. Adı da Merve Kavakçı. Sanki Türkiye'de gençlerin başka hiçbir sorunu yokmuş gibi türbanıyla ortalığı kastı kavurdu.

Zeynep Göğüş: Bilemediniz 30 yıla kalmaz, Merve Kavakçı'nın başörtüsünü hatırlayan kalmayacak. Onca provaya rağmen sahnede iyi değil Merve Kavakçı. Ankara Koleji'nin tiyatro kolunda başarısız, yoksa daha iyi oynardı hayatı. Oyunun senaryosu da iyi yazılmamış, yönetmen beceriksiz. Bu oyun, Cumhuriyet Festivali'nde ödül alacak gibi görünmüyor.

Rauf Tamer: Merve Kavakçı, hangi kapıdan girdi? Hangisinden girerse girsin, kurallara aykırı bir kıyafetle geldiği savına göre güvenlik görevlilerince niçin engellenmedi?

Ruhat Mengi: Türkiye, onların TBMM çatısı altında bulunmaya lâyık olmadıklarına inandı! Yemin töreninde mide bulandırıcı bir yalan havası hâkimdi. Merve Kavakçı, fırsat bulsa "Demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağına" yemin ederek bir ikiyüzlülük örneği vermiş olacaktı. Türbanla yemin etmesine izin verilmediği için bunu yapamadı. Peki ya diğerleri?

Güngör Mengi: Merve Kavakçı'ya okutulan metin, aslında hizmet yerine kavgayı seçmiş olan zihniyetin manifestosu niteliğindedir. Bu zihniyetin defterinde, tartışmaya açık bir uzlaşma niyeti yok. Oldu bittiye dayalı, hileci baskın taktikleri var.

Zülfü Livaneli: Merve Kavakçı, kişisel özgürlükleri elde etme değil, siyasi bir huruç hareketi yapma misyonunu taşıyor. Buna sistem izin vermez.

Can Ataklı: Gerçekten bir ajan provokatör olan Merve Kavakçı, Meclis'teki tüm partilerin gafletinden yararlanarak, çağdaş ve laik Türkiye'yi yaralayan eylemini gerçekleştirdi. Meclis Genel Kurulu'na girmesi, yemin ettirilmese bile uzun süre oturması rezalettir, skandaldır. Buna neden olan tüm siyasi partileri kınamak gerek.

Hüseyin Gülerce: Sayın Erbakan'ın baskılarıyla Sayın Merve Kavakçı seçilecek yerden aday gösterilmeseydi, Meclis daha ilk gününde 28 Şubat'ı çağrıştıran bir gerilimin ve krizin içine girmeyecekti.

Ali Bulaç: Bülent Ecevit'in gösterdiği tepki beni fazlasıyla şaşırttı. Sayın Ecevit gibi çok sayıda insanın bilinçaltında yatan gerçek niyet ve düşüncelerin böylelikle açığa çıkmış olması önemlidir.

Nuh Gönültaş: Merve Kavakçı'nın Meclis'e gelip demokratik ve laik düzeni yıkmaya teşebbüs ettikten ve kahraman DSP grubu tarafından düşman kendi sınırlarına geriletildikten sonra Mars'ın en yüksek tepesinden, 864 veya bin 150 rakımlı tepeden (bu rakam orada oturan kişiye göre değişiyor) yapılan açıklama, ideolojik yapılanmaların sevmedikleri insanları yıpratmak için kullandıkları argümanları hatırlatıyordu: 'Bu kişi ajan provokatör.'

Etyen Mahçupyan: Her şey o kadar süfliydi ki o geceden geriye sadece utanç kaldı.

Ahmet Kekeç: Ağzı bozuk efradından bir yazar arkadaşımız, kılık kıyafet hakkındaki yasayı hatırlatarak, örtülerin fora edilmesi gerektiğini savunuyordu. Sanki milletvekilleri 657'ye tâbiymiş, kılık kıyafeti düzenleyen yasa, Meclis İç Tüzüğü'nü bağlarmış gibi... Başörtülü bir milletvekili Meclis Genel Kurulu'na girerse, kendilerince bir mevzi kaybetmiş olacaklar. Bunun hırçınlığı ve öfkesiyle milletvekillerini götürüp 657 sayılı yasaya tâbi memurin bordrosuna dâhil ediveriyorlar. Ve hiç utanmıyorlar. Başörtülü Meclis'e girilemezmiş... Kim diyor? Nerede yazılı? Onlar milletin vekilidir, millete hesap verirler.

Can Dündar: Meclis, 'Geliyorum' diye diye gelen kriz karşısında tam aciz bir görüntü verdi ve sorunun çözüm yeri olması beklenirken adeta kaynağı haline geldi.

İsmet Berkan: Bundan önceki durum farklıydı. Tartışılan yer, üniversite sınırlarıydı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin en temel organlarından biri olan Anayasa Mahkemesi, üniversitelerin kamu alanı olduğuna hükmetmişti. Bu kararı beğenmesek, insan haklarına aykırı bulsak bile ona uymak zorundayız.

Toktamış Ateş:
Ben bu tutumu, özgürlüklerime yönelmiş bir tehdit olarak görüyor ve değerlendiriyorum. Sokaktaki insanın başörtüsünden rahatsız olmasam bile TBMM'deki başörtüsü beni endişelendiriyor.

Taha Kıvanç: Yeni dönemin açılışı ve yemin töreni için toplanan Millet Meclisi'ne basın locasından bakınca, 'Ne garip' diye düşünmeden edemedim, 'Rejimin yıkılması veya devamı, 30 yasındaki bir genç kadının sırtına emanet edilmiş görünüyor...' İstanbul'dan milletvekili seçilen Merve Kavakçı başını açarsa rejim devam edebilecek, aksi halde, yani başörtülü geldiği takdirde bazılarına göre rejim yıkılabilir... Üff, bir genç kadın için ne kadar zor bir durum...
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
"Bu kadina haddini bildirin" diyenler simdi hesap vermekle mesguller...
Allahu Ekber Ve Lillahil hamd
 

ayhanD

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Haz 2011
Mesajlar
56
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
63
Olayın sonraki devam eden süreci de var. Meclisde Merve Kavakçının yemin ettrilemesini engellenmesinden
sonra asıl acıyı Merve Hanımın ilkokula giden kızı yaşadı.Okuduğu okulda öğretmenler ve diğer velilerin telkinleriyle
küçük öğrencilerin Merve Hanımın o küçük kızına yapılan sözlü saldırı ve hakaretlerin o küçüçük yürekde açtığı yara
daha dünyayı bile tanımıyorken yetişkin insanların çocuklarını kinle doldurup küçük kızcağazın üstüne saldırtmalarını
hiç unutmadım.Benimde o zamanlar kzımın o yaşlarda olması beni çok etkiledi.Merve hanımı nasıl etkiledi? Dahası
o küçücük kızcağız o korkular içinde nasıl etkilendi tahayyül etmek mümkün değil.
O çocuğa o acıları yaşatanların iki cihanda da yüzleri gülmesin inşAllah.Dine karşı her türlü düşmanlığı yapmış o mevtanın da
yattığı yerde ateşi bol olsun.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
images

28 Şubatla Hesaplaşma Vaktidir.


Unutmuyorum... Unutmuyoruz... Unutturmayacağız...


Hesap soracağım... Hesap soracağız... Hesap verecekler.....

Anadolu halkının ekmeğini yiyerek yediği kapa pisletme gayretinde olanların; o halkın millî ve ahlakî değerlerine operasyon yapanlara rahat vermeyeceğiz...

Fikrimizin şiarı gereği inançlı, inatçı ve kararlı biçimde, bu İslâm ve Anadolu düşmanları milletin önünde hesap verene kadar ne pahasına olursa olsun yürüyeceğim, yürüyeceğiz, yürüteceğiz...
Haklı zeminde yürüdüğümüz bu yolda, sineklere değil bataklıklara karşı mücadele vereceğim ve vereceğiz...

28 Şubat’ta botlarıyla her bastıkları hânenin hesabını soracağız... 28 Şubat darbe kararları vesilesiyle verilen her haksız ve ağır cezayı belgeleriyle ifşâ edeceğiz ve bu kararların iptal edilmesi için elimizden geleni yapacağız... Bu süreçte zulüm görmüş bütün insanlarla buluşup, hesap sormak için aynı çatı altında birleşecek ve gücümüze güç katacağız... Hiç birini diğerinden ayırt etmeksizin, bütün sivil toplum kuruluşlarıyla, derneklerle, partilerle, yayın organlarıyla görüşeceğiz...
Biliyoruz ki 28 Şubat’tan hesap sormak, imanî, insanî ve vicdanî bir meseledir... Davamızda haklı olduğumuz için sesimiz gür ve keskin çıkıyor... Şimdiden söyliyelim ki, korkan biz değil 28 Şubat’çılar olacaktır... Bu yüzden, muhtemel bütün engellemelere rağmen tavrımızdan zerre taviz vermeyeceğiz...

Aydınlık bir gelecek için hepimiz elimizden geleni yapacak, 28 Şubat’ın bütün aktör ve piyonlarını ifşâ edeceğiz... O süreçte zulüm görmüş bütün kardeşlerimizle görüşerek, onları dinleyerek, duyduklarımızı 28 ŞUBAT’TAN HESAP SORUYORUZ PLATFORMU’muz tarafından açılacak sosyal paylaşım alan ve sitelerinde yayınlayacağız...

Bu sürecin uzantısı olarak gördüğümüz ve aynı kişilerin tertipleyip “Hayata Dönüş” ve “Noel Baba” olarak isimlendirdikleri cezaevi operasyonlarının hangi katiller tarafından organize edildiğini, nasıl müthiş bir dezenformasyonla basına yansıtıldığını, nasıl onlarca insanın katledildiği ve yüzlercesinin de yaralandığını deşifre edeceğiz... Bu katliamların ele başları yargılanıp cezalandırılana ve kendilerine verilen “devlet üstün hizmet madalyaları” geri alınana kadar, solcusuyla sağcısıyla İslâmcısıyla yâni “insan” olarak susmayacağız...

28 Şubat sürecinin keyfî uygulamalarına maruz kalan ve zulmü zirve noktasında yaşayanlar olarak, kanunî anlamda bütün hukukî şartları zorlayacak ve taleplerimiz kabul edilene kadar direneceğiz... Yeni anayasa çalışmalarında meclise giderek, tüm bu isteklerimizi etkili ve yetkili mercîlerin önüne koyacağız...

Misyonumuz, haklı taleplerimizin gereği yapılana ve yeni anayasa reformu çerçevesinde bu mevzularda düzenlemelere gidilene kadar devam edecektir...
Susmayacağız ki, sıra başkalarına gelmesin...

Konuşacağız ki, işkenceciler hesap versin...

Haykıracağız ki, ABD ve İsrail patentli darbeciler hukukun sillesini yesin...

Madem ki “üstünlerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne geçildi”, o hâlde 28 Şubat gibi bir “üstünlerin hukuku” devrinde verilen tüm haksız kararlar kaldırılmalı, tüm davalar yeniden görülmeli, tüm karalananlar aklanmalı, haksız ve insafsız cezalara çarptırılan herkese şerefi, hakları ve hürriyeti derhal iade edilmelidir...


28 ŞUBAT’TAN HESAP SORULSUN PLATFORMU Adına ,

Yakup Köse

PLATFORMUN fACEBOOK SAYFASI:
28 Şubat Yargı Kararları İptal Edilsin | Facebook
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ŞEHİD Hasan Meriç İçin Suç Duyurusu Yapıldı

HASANMERİÇVEDİĞERLERİ.jpg


2000 senesinde Bandırma Cezaevinde meydana gelen operasyonda askerlerin kurşunu ile hayatını kaybeden Hasan Meriç ile ilgili suç duyurusunda bulunuldu.Suçlamalarda 28 Şubat'ın Mimarı Çevik Birde yer aldı.

Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda Av. Güven Yılmaz, Baran Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Kâzım Albayrak ve bir Hasan Meriç'in arkadaşlarından oluşan bir grubun katılımıyla, Hasan Meriç’in ablası Halime Arslan ve eniştesi Emrullah Arslan tarafından,
2000 senesinde Bandırma Cezaevi’nde Hasan Meriç’in şehadetiyle sonuçlanan hadise için suç duyurusunda bulunuldu.

Suç duyurusunun ardından Av. Güven Yılmaz basın mensuplarına, suç duyurusunun içeriğini belirten bir konuşma yaptı ve konuşmasında, “Hayata Dönüş Operasyonları’nın ilk ayağı olan Bandırma Operasyonu’nda Hasan Meriç’in ölümüyle sonuçlanan hadiseden dolayı adalet bakanlığı, cezaevi sorumluları ve operasyonları yürüten askeri yetkililer ve askerler hakkında adam öldürmek ve adam öldürmeye azmettirmek suçlarından dolayı, suç duyurusunda bulunduklarını” belirtti.

Güven Yılmaz daha sonra sözü operasyonlar sırasında cezaevinde bulunan ve operasyonlara bizatihi şahit olan Kâzım Albayrak’a bıraktı. Albayrak, operasyonların nasıl gerçekleştiğini ve Hasan Meriç’in nasıl şehid edildiğini anlattı: “Hasan Meriç’in vücudundaki yaranın ölüm raporunda kurşun yarası olarak belirtilmesine rağmen, Hasan Meriç’in nâşı Bursa’ya götürülerek orada vücudundaki kurşun yarasına şiş sokulduğu ve otopsi raporuna ve tutanaklara şiş ile yaralanma olarak geçtiğini, olayların örgüt içi hesaplaşma şeklinde örtbas edilmeye çalışıldığını; fakat kendilerinin bu davanın peşini asla bırakmayacağını” dile getirdi.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığına sunulan Suç Duyurusunda şu ifadeler yer aldı:::


BALIKESİR CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
GÖNDERİLMEK ÜZERE
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA



Dosya No: 2011/
MÜŞTEKİ : HALİME ARSLAN (TC K.NO. 25226226782)
Milli Egemenlik Mah.9019 Sk.15/1 Manavgat/Antalya

VEKİLİ : Av. Güven YILMAZ (Baro Sicil No 15455)
Yeniköy Bağlar Mevkii Narçiçeği Sk. No:30 Sarıyer/İstanbul

ŞÜPHELİLER :

1- Hikmet Sami Türk (Dönemin Adalet Bakanı)

2- İsmail Hakkı Karadayı (Dönemin Genel Kurmay Başkanlarından)
3- Çevik Bir ( “ Genel Kurmay 2. Başkanı)
4- Hikmet Köksal ( “ Kara Kuvvetleri Komutanı)
5- Ahmet Çörekçi ( “ Hava Kuvvetleri Komutanı)
6- Teoman Koman ( “ Jandarma Genel Komutanı)
7- İlhan Kılıç ( “ Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri)
8- Erol Özkasnak ( “ Genelkurmay Genel Sekreteri)

9- Dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü
10- Dönemin Bandırma Cezaevi Müdürü
11- Dönemin Jandarma İl Komutanı
12- Rıfat Aksu

Tahsin ve Cemile oğlu Çorum 01.03.1962 d.lu Çorum ili Merkez Yenikaradona köyü nüfusuna kayıtlı (Dönemin Balıkesir İl Jad.Komutanlığı Hareket ve Aayiş Şube Md)

13- Mehmet Ercan
Nuri oğlu 1965 d.lu Kayseri ili Kocasinan İlçesi Himmetdede köyü nuf.kayıtlı
(Dönemin Susurluk İlçe Jandarma Komutanı)
14-Orhan Ayna
Mehmet ve Nezahat oğlu 07.05.1971 d.lu Elazığ ili Sivrice İlçesi Duygulu Köyü nüf.
Kayıtlı (Dönemin Susurluk Ömerköy Karakol Komutanı)

15- Bekir Yaman
Nevzat ve Nafiye oğlu Kırşehir 26.02.1970 d.lu Kırşehir merkez Çuğun Köyü nüf.kay. ( Dönemin Susurluk İlçe Jandarma Komutanlığı’nda görevli Jandarma Astsubay Kıdemli Üstçavuş)

16-Faruk Çakmak
Mahmut ve Emine oğlu 1970 d.lu. Hatay, Hassa İlçesi Dedemli Köyü nüf.kayıtlı
( Dönemin Susurluk İlçe Jandarma Komutanlığı’nda görevli Jandarma 2.Kademe Çavuşu)
17-Ve bu operasyona katılan diğer subay ve astsubaylar
SUÇ : Kasden Adam Öldürmek, Adam öldürmeye Azmettirmek
SUÇ TARİHİ : 07.01.2000

AÇIKLAMALAR:
1- Müvekkilem Halime Arslan, 07.01.2000 tarihinde Bandırma Özel Tip Cezaevinde öldürülen HASAN MERİÇ’in ablasıdır.

2- Hasan Meriç, 11.11.1976 yılında Konya cezaevinde dünyaya gelmiş ve 4 sene bu cezaevinde yaşamak zorunda kalmış, annesinden alınarak yetiştirme yurtlarına verilmiş ve bu yurtların bilinen şartlarında yarı tok yarı aç bir vaziyette büyümüş, Sağlık Meslek Lisesi’ni bitirmiş ve 3 sene Hakkari’de görev yapmıştır. Burada görev yaparken üniversite imtihanlarına girmiş ve İzmir 9 Eylül Üniversitesi gazetecilik bölümünü kazanmıştır. Bu arada müvekkilem kardeşi ile belli zamanlarda birlikte olsalar da araya hep ayrılıklar girmiştir. Kardeşinin sağ salim olduğunu biliyor olması nedeniyle bu ayrılıklara da göğüs germiştir. Derken 27.05.1997 tarihinde kardeşinin örgüt üyesi olmak suçlamasıyla tutuklandığını ve Nazilli Cezaevine gönderildiğini öğrenmiştir.

3- Müvekkilem kardeşinin, o gün Ring arabasında giderken ve sonrasında ağır işkencelerden geçtiğini aylar sonra öğrenebilmiştir. Asılsız bir ihbar ve işkence ile yaptırılan kabul ile Hasan Meriç’in üzerine hayatı boyunca maruz kaldığı haksızlık ve işkencelere bir yenisi daha eklenmiştir. Zaman içinde çeşitli cezaevlerine sevk ile son olarak Bandırma Özel Tip Cezaevi’nde resmi makamların söylemi ile
CANI DEVLETE EMANET edilmiştir.


4- Ramazan Bayramı arafesi 07.01.2000 günü devletin meşhur HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU…Ve kalbinden vurulan HASAN MERİÇ dünya hayatından ahiret hayatına dönüş operasyonunun ilk meyvesi ünvanına(!) sahip…Ablasının tanıklığı ve ifadesi ile
“Tek kurşun kalbine yetmezmiş gibi bir de üstüne dayak ve işkence cenazesinde gördüm. Yüzünün tamamı özellikle sol tarafı mosmor ve şiş. Bu nasıl hayata dönüş anlayamadım senelerdir. Yıkadılar hala kalbinden kanlar akıyordu. Hala kanlı kefen parçaları ve sarıldığı eşyaları var bende..”

5- Canı devlete emanet edilen ve emanete ihanet ederek Hasan Meriç’in canını alan devlet operasyonu emrini verenler hiç yüzleri kızarmadan bir de O’nun ölümünden ve diğerlerinin yaralanmasından dolayı birlikte yattıkları cezaevi arkadaşlarını sorumlu tutarak onların tutuklanmasını sağlamışlardır.

6- Müvekkilem aradan geçen 10 yıla rağmen bu acıyı her an içinde yaşamış ve bu acı içinde bir ur olup patlama noktasına gelmiş ve bir nebzecik de olsa kendine geldiğinde, “EMANETE İHANET EDENLER’in cezalarını öbür dünyaya kalmadan bu dünyada da çekmeleri gerekmiyor mu?” diyerek bunların hakkında şikayetçi olmaya karar vermiştir.

7- Müvekkilemin kardeşinin canının alınmasında bu operasyonu gerçekleştiren subay ve astsubayların suçlu oldukları bir gerçektir.

8- Yine bu operasyonunun yapılması emrini veren en üst düzeyden başlamak üzere dönemin Adalet Bakanı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü, Bandırma Cezaevi Müdürü, İl Jandarma Komutanı da azmettirici olarak belki de operasyonu yapan askerlerden daha fazla suçludurlar.

9- Bununla birlikte bu skandala zemin hazırlayarak kişi hak ve özgürlükleri ile can emniyetini yok sayan dönemin Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesinde bulunan şüphelilerin bu operasyonla ilgili emirleri ile diğer söz ve beyanları ve çeşitli faaliyetleriyle bağımsız yargıya alenen müdahale etmeleri ile zemin hazırladıkları gerçeği de yadsınamaz.

10- Yukarıda kısaca özetlenen öldürülme olayı ile neticelenen hukuksuzluklar zincirinin, “28 Şubat” döneminin şüphelilerden oluşan üst düzey komutanlarının, Müslüman Anadolu halkını hedef alan korku ve yıldırma amaçlı, gerektiğinde medyatik unsurların da kullanıldığı, bir dizi faaliyetlerinden bağımsız olduğu düşünülemez.

11- Sistematik olarak onlarcası tertib edilen bu faaliyetlerin en belirgin olanı, şüphelilerden İ. Hakkı Karadayı’nın onayıyla 10.06.1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığının konferans salonunda Yargıtay daire başkanları, üyeler, tetkik hâkimleri ve savcılardan oluşan bir gruba brifing verilmesi hadisesidir. Bu brifingde yargı mensuplarına,
‘Cumhuriyet tehlikede, baktığınız davalarda dikkatli olun, rejimi ve laikliği koruyun, kararlarınızı buna göre verin’ mesajı verilmiş, Laiklik ilkesine aykırı faaliyette bulunanlara müsamaha gösterilmemesi istenmiştir. Emekli bir Yargıtay üyesi (Dönemin Yargıtay Üyesi Dr. Ekrem Serim) bu konu hakkında verdiği bir röportajda şunları söylemiştir. “Anlatılanlara bakılınca bizden hukuka, adalete değil, rejimi korumaya öncelik vermemiz gerektiği ima ediliyordu. Psikolojik baskı altında brifinge katılmak zorunda kaldık, baskı altındaydık. Darbe olursa üyelikten alınma endişesi vardı”

12- Bu baskılar maalesef sonuç vermiş, HASAN MERİÇ gibi pek çok masum genç sudan bahanelerle gözaltına alınmış, işkencelerle suç işledikleri yönünde kabulleri sağlanmış, jet hızıyla iddianameler hazırlanmış, davalar açılmış, açılmış olan davalar aynı hızla alelacele sanıklar aleyhine karara bağlanmış ve böylece yargı tarihimize kara bir leke olarak geçecek olan hukuksuzluk örneği binlerce karara imza atılmıştır. Müvekkilem de bu baskılar sonucu en temel hakkı olan canı olan kardeşinin canının alınması ile O’nun kanlı kefenine sarılarak gelecek umutları yok edilmiş ve hayatları karartılmış binlerce mağdur ailelerden sadece biridir.

13- Bu infazların ve zulümlerin altında imzası olan hukukçular ve onların adetâ amirleri konumundaki şüpheliler, sanki bu hukuksuzluklar yaşanmamış ve sanki müsebbipleri kendileri değilmiş gibi ellerini kollarını sallayarak dolaşmakta, büyük şirketlere danışmalık yapmakta ve hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmektedirler. Bu durum kamu vicdanını derinden yaralamakta ve hukuk devletine olan güveni sarsmaktadır.
NETİCE-İ TALEP : Yukarıda arz ve izah olunan nedenlerle
Şüphelilerin kasden adam öldürmek ve adam öldürmeye azmettirmek suçlarından cezalandırılmaları talebiyle haklarında kamu davası açılmasını bilvekâle arz ve talep ederim.

Müşteki Halime Arslan

Vekili Av. Güven YILMAZ
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
28 Şubat kalıntıları kaldırılsın

Resim_1314323890.jpg


28 Şubat post modern darbesinin ardından inançlı halka uygulanan yasaklar aradan 14 yıl geçmesine rağmen hala devam ediyor. Sivil Toplum Kuruluşları da devam eden bu çağ dışı yasakların bir an önce kalkmasını ve hükümetin bu konuda artık bir adım atmasını istiyor

28 Şubat sürecinin üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen hala birçok yasak devam ediyor. İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarının kapatılması, kat sayı engeli, karma eğitim, başörtüsü yasağı, Kur’an eğitimi önündeki yaş sınırı gibi yasaklar uygulanmaya devam ediyor. Yasakların devam etmesini protesto eden STK’lar inanç önündeki engellerin bir an önce kaldırılmasını istiyor. Bu kapsamda Mazlum-Der 20 ilde eş zamanlı gerçekleştirdiği eylemlerde Kur’an Eğitimi önündeki 12 yaş sınırının kaldırılmasını istedi. 12 yaş altı çocuklara temsili Kur’an dersi verilen eylemlerde hükümetin bir an önce bu sorunu çözmesi gerektiği belirtildi.

GEÇMİŞİ UNUTMADIK

İstanbul Beyazıt meydanında düzenlenen eylemde konuşan Mazlum-Der yönetim kurulu üyesi Ahmet Refik Partal, “Buradan yetkililere sesleniyoruz. Artık yeter. Kur’an öğrenimine 28 Şubat sürecinde konulan bu yasağa son verin. Halkı Müslüman olan bu ülkede Kur’an’a vurulan bu yasak kalksın” diyerek yasağın bir an önce kaldırılmasını istedi.

Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar da 28 Şubatın sonuçlarından bahsederek, “28 Şubat sürecine kadar olan süreci unuttuğumuzu sanmasınlar. Bu ülkenin 7 düvele karşı verdiği mücadeleden sonra halkın iradesine çöreklenenlerin kurduğu bu devletin halka 80 yıldır yaptığı zulmü de unutmadık. Biz sosyal hayattan dini-kitabı silmeye çalışanları unutmadık. Bunu gelecek nesillerimize de anlatacağız” dedi.

BASKI VE DAYATMALAR KALDIRILSIN

Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (Özgür-Der) de Beyazıt Meydanında düzenlediği protesto eyleminde başörtüsü yasağının ve okullarda her sabah çocuklara tekrarlatılan andımız’ın kaldırılmasını istedi.

Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, yüce yaratıcının emirlerine uygun bir hayat sürdürme çabalarının egemenleri rahatsız ettiğini söyleyerek, bu rahatsızlığın onları çeşitli baskı ve zalimane uygulamalara sevk ettiğini belirtti. Eğitim alanında muhatap olunan baskı ve dayatmaların bu kapsamlı zulüm mekanizmasının bir tezahürü olduğunun altını çizen Kaya, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kızlarımızın başörtüsüyle uğraşan zihniyeti lanetliyoruz. Bizim kızlarımızın inançları gereği olarak başlarını örtmelerinden size ne. Biz kimseyi örtünmeye icbar etmediğimiz gibi, kimsenin örtümüzle uğraşmasına izin vermeyiz” dedi.

Milli Eğitim Bakanlığına da seslenen Kaya, şunları söyledi: “Bu komediye, saçmalığa, ayıba son verin. Bir yandan, ‘Haydi kızlar okula’ diye kampanyalar yürütüp, diğer yandan başörtülü oluşları gerekçe göstererek kızlarımızın yüzüne okul kapılarını kapatma tutarsızlığından vazgeçin”

ÇOCUKLARINIZI BAŞÖRTÜSÜZ OKULA GÖNDERMEYİN

Rıdvan Kaya’nın ardından Mustazaf-Der İstanbul Şubesi adına Cemal Çınar da bir konuşma yaptı. Akıl baliğ olan kız çocuklarının başörtüsüz okullara gönderilmemesi çağrısında bulunan Çınar hoca, bu konuda kararlı olduklarını söyledi. Her sabah okullarda çocuklara andımız adı altında Müslümanların inancıyla çelişen bir dayatmanın uygulandığını belirten çınar hoca, andımız dayatmasının da bir an önce kaldırılması gerektiğini dile getirdi. Ayrıca 8 yıllık kesintisiz eğitimin de acil bir şekilde kaldırılmasını isteyen Çınar hoca, artık Müslümanların inançlarıyla çelişen uygulamaların kaldırılması gerektiğinin altını çizdi.

doğru haber
 

nimasso

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2011
Mesajlar
8
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
insan birşeyi söylerken düşünmeli
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Devlet Adına 28 Şubat Mağdurlarından Özür Diledi!

resim204339_2.jpg


Bakan Suat Kılıç 32 yaşındaki öğrencinin sorduğu soru sonrası "hayatımın en zor sorusuydu" dedi ve özür diledi...

Peki o öğrenci ne sordu?

Bir televizyon programında 6 üniversiteden gençler ile Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç bir araya getirildi.

Artanterörolaylarından yeni anayasa tartışmalarına, şike soruşturmasından gençlerin işsizlik sorununa kadar birçok konunun konuşulduğu programda, sorulara verdiği yanıtlar samimi bulunan Bakan Kılıç öğrenciler tarafından sürekli alkışlandı.

AFLA DÖNDÜM MEMURİYETİM NE OLACAK

1999 yılında İmam Hatip Lisesi'ni bitiren, ardından kazandığı üniversiteden başörtüsü gerekçesiyle atılan, bugün de aftan yararlanarak 32 yaşında üniversiteye geri dönen bir öğrenci, Bakan Kılıç'a "4 yıl sonra 36 yaşında okuldan mezun olduktan sonra memuriyet durumum ne olacak, kaybolan yıllarım bana geri verilebilecek mi" diye sordu.

'DAHA KOLAY BİR SORUNUZ YOK MUYDU?'

Suat Kılıç, "Daha kolay bir sorunuz yok muydu?" diyerek öğrenciye takıldı.

Öğrencinin bu zor sorusuna "Söylediklerinizde baştan sona kadar haklısınız" şeklinde cevap veren Bakan, 28 Şubat sürecinin açtığı yaraların kapatılması, yeni sorun ve taleplerin de ortaya çıkmasına yol açtığını belirtti.

TÜM 28 ŞUBAT MAĞDURLARINDAN ÖZÜR DİLEDİ

Bakan Kılıç ardından da "Devlet adına tüm 28 Şubat mağdurlarından özür diliyorum" dedi.

Suat Kılıç, programın sonunda da 32 yaşındaki öğrencinin sorduğu bu sorunun hayatında aldığı en zor sorulardan biri olduğunu kaydetti.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
28 Şubat için soruşturma başlatıldı

Ankara Özel Yetlili Cumhuriyet Başsavcılığı bazı şikayet ve başvurular üzerine 28 Şubat süreciyle ilgili soruşturma başlattı. Dönemin komutanlarına ifade yolu gözükebilir.

12 Eylül'ün ardından 28 Şubat süreci de soruşturulacak. Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı süreçle ilgili soruşturma başlattı. Gerek duyulması halinde dönemin komutanları da ifadeye çağırılacak.

Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, kuvvet komutanları, Sincan'da tankları yürüten Erdal Ceylanoğlu hakkındaki suç duyurularını dikkate aldı.

Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesi uyarınca, cebir ve şiddet kullanmadan Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmalarına kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme iddiasıyla yani darbe suçlamasıyla soruşturma başlatıldı.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
sivasmadımak.jpg

Sivas olayları davasında yaşananlar İstiklal Mahkemelerinde yaşananları anımsatıyor.

2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli önünde yaşanan olaylara istinaden Sivas Davasında 37 kişi hakkında idam kararı verilmişti. İstiklal Mahkemelerini anımsatan toplu idam kararı, idam cezasının kaldırılması nedeniyle ağır müebbet hapis cezasına çevrilmişti.

Bununla da yetinmeyenler firari 6 sanığın peşine düşmüş ve zaman aşımı sürecine girilmesine rağmen aleyhlerinde kamuoyu oluşturarak intikam hırslarını tatmin etmeye çalışıyorlar. İş o raddeye vardırıldı ki ölümünden önce arananlara arasında olan Cafer Erçakmak’ın mezarı açıldı. Kendisi olduğu Adli Tıp’ın yüzde 99.99 kararıyla tespit edildi. Ancak yine mezarı açılmak isteniyor.
***
Hasan Karakaya, Yeni Akit’teki köşesinde bu konuyu yazdı:
hasan-karakaya.jpg


Oldu Olacak, Erçakmak’ı Mezarından Çıkartıp Asın!
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Tarih, 2 Temmuz 1993...

Yer, Sivas’taki Madımak Oteli’nin önü.
Dönemin Refah Partili Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak, çıkmış yüksek bir yere; “galeyan halindeki kalabalığa” sesleniyor: “Sakin olun!.. Dağılın!”

Fotoğrafa lütfen dikkat:
Cafer Erçakmak’ın yüzü “kalabalığa dönük”tür... Hemen arkasında da, “itfaiye aracının merdivenlerinden indirilen Aziz Nesin” görünmektedir.
Söyleyin Allah aşkına;
“Kalabalığı tahrik etmek isteyen” bir adam, “hedef göstereceği” bir adama “yüzünü” mü döner, “sırtını” mı?..
Öyle ya;
Eğer “hedef gösteriyor” olsa; yüzünü Aziz Nesin’e döner; “İşte elimizde, daha ne duruyorsunuz?” diye bağırır...
Ama Erçakmak;
Kollarını açmış, “kalabalığı sakinleştirmeye” çalışıyor... Ki, Aziz Nesin, merdivenlerden rahatlıkla inebilsin... Nihayetinde, iniyor da... Sağ salim iniyor!..

İSTİKLÂL MAHKEMELERİ ZİHNİYETİ!
İşte bu fotoğraf, tam 18 yıldır tartışılıyor... “Embesil kafa”lar, bu fotoğrafı göre göre, Erçakmak’ın “tahrikçi” olduğunu iddia ediyorlar ki, böyle bir iddiada bulunabilmek için, “embesil” olmanın yanında herhalde “kör” olmak da gerekir!..
“İdeolojik körlük” dedikleri, işte böyle bir şey olsa gerek!
İşin garip tarafı;
Cafer Erçakmak, 10 Temmuz 2011 tarihinde “vefat ettiği” halde, bu tartışmalar hâlâ devam ediyor!..
Hem de;
“İstiklâl Mahkemeleri” mantığıyla!..
Malûm, İstiklâl Mahkemeleri de;
“Sanığın idamına, şahitlerin bilâhare dinlenmesine” şeklinde kararlar verirlerdi.
Hatta, bununla da yetinmezler;
“İdam” ettikleri bazı sanıkları “idam sehpası”ndan indirirler, sonra kaldırıp, boynuna “yağlı urgan”ı yeniden geçirir ve “ikinci defa idam” ederlerdi!..
O kadar “sadist ruhlu”ydular ki;
“Gömülen sanıklar”ın mezarlarını açtırıp, yeniden “idam sehpasında sallandırdıkları” bile iddia edilir!..
“Sadist ruhlu” bu hakimlerin evlâtları veya torunları, aynı zihniyeti bugün de devam ettiriyorlar!..
Demek ki, “gen”leri aynı!..

ADLİ TIP’IN RAPORU
Efendim, olay şu:
Aralarında Cafer Erçakmak’ın da bulunduğu “Sivas olaylarının firari 7 sanığının yargılandığı” duruşma, 6 Aralık Salı günü
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılmış!..
Savcı; “Cafer Erçakmak dışındaki 6 sanık hakkındaki dâvâların zamanaşımından düşürülmesini” talep etmiş...
Öyle ya;
Cafer Erçakmak “öldüğüne” göre, onun açısından dâvâ bitmiş demektir!..
Zaten;
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne ulaşan “Adli Tıp Kurumu raporu”nda da; “10 Temmuz 2011’de ölen ve gömülen kişiden alınan kan örnekleri ile Erçakmak’ın oğlundan alınan kan örneklerinin DNA profilleri karşılaştırılmış ve Cafer Erçakmak’ın, oğlu Ergün Erçakmak’ın; yüzde 99.9 ihtimalle biyolojik babası olduğu tesbit edilmiştir!” denilmektedir.
Peki, bu ne demektir?..
Şu demektir: “Mezardaki kişi, Cafer Erçakmak’tan başkası değildir!”
Yani, olay bitmiştir!..

İLLA MEZARI AÇTIRACAKLAR!
Ama, hayır!..
“Sanığın idamına, şahitlerin bilâhare dinlenmesine” şeklinde kararlar veren ve hatta bununla da yetinmeyip, “idam” ettikleri kişiyi “ikinci defa idam” eden “İstiklal Mahkemesi hakimleri”nin zihniyetini taşıyan günümüzün “çağdaş”(!) avukatları, “itiraz” ederler;
“Adli Tıp; niye Erçakmak’ın annesinden değil de, eşi ve oğlundan kan örneği aldı?.. Ölen kişinin Cafer Erçakmak olduğu ne malûm?.. Bu kuşkunun giderilmesi için, yeniden araştırma yapılsın!”
Buyur, burdan yak!..
Şu “sadist kafa”yı, şu “intikamcı kafa”yı görüyor musunuz?..
Hani, bazen diyorlar ya;
“İstiklâl Mahkemeleri’ne iftira atıyorsunuz!.. Onların; sanıkları ikinci defa idam ettikleri iddiası bir iftiradır!”
Mı acaba?..
Şahsen ben; “aynı zihniyetin bugünkü devamı”na bakıyorum da; “Ne iftirası!.. Bal gibi gerçek” demekten kendimi alamıyorum!..
Çünkü, “bugünkü zihniyet” ile, “dünkü zihniyet” arasında, “yüzde 99.99 oranında benzerlik” vardır!..
“Aynı DNA’nın ürünleri”dirler!..
“İstiklâl Mahkemeleri’nin hakimleri” ile “bugünkü avukatlar” arasında, belki “biyolojik bir beraberlik” yoktur ama “ideolojik beraberlik”leri olduğundan kuşku yok!..
Hem de, “yüzde 99.99 oranında!”

ANNE ÖLMÜŞ, BABA ÖLMÜŞ!
Baksanıza; “Mezarda yatanın Cafer Erçakmak olduğu ne malûm?.. Yeniden araştırılsın!” diyorlar...
İstiyorlar ki;
“Mezar yeniden açılsın!.. Yeniden DNA örneği alınsın ve annesinden alınacak kan örneği ile karşılaştırılsın!”
“Zalim”ler böyle bir talepte bulunurlar mı bilmem, ama böyle bir talepte bulunmak için, herhalde “Firavun” olmak gerekir!..
Çünkü, bu “ölü”ye bir “zulüm”dür!..
Evet, “zulüm”dür, çünkü;
Adli Tıp’ın, “yeni bir araştırma” yapmasına imkân ve ihtimal yoktur!..
Zira, “Cafer Erçakmak’ın annesi” vefat etmiştir... “Babası” da vefat etmiştir!..
Hatta ve hatta;
“Kardeşleri” de vefat etmiştir!..
Ne olacak yani;
“Sadist zihniyetli avukatlar tatmin olacak” diye, şimdi onların da mı mezarları açılacak, onlardan da mı DNA örnekleri alınacak?..
Edep ya hu...
İnsaf ya hu!..
Ama bunlar; o kadar “zalim” ki, gözlerini o kadar “intikam hırsı” bürümüş ki; bunlar “mezar açtırmak”la da yetinmez, Erçakmak’ın mezardan çıkan kemiklerini bile cayır cayır yakarlar!..
Bu kadar “sadist”tirler!..
Hele bakın “surat”larına!.. O suratlardan sadece “kin ve öfke” fışkırıyor!..
İçlerindeki kara, yüzlerine vurmuş!..

UZMANLAR NE DİYOR?
Dedim ya;
Cafer Erçakmak’ın “annesi” vefat etmiş, “babası” vefat etmiş, “kardeşleri” vefa etmiş!..
Bu durumda ne yapacak Adli Tıp?.. Elbette “oğlundan” alacak DNA örneğini...
Kaldı ki, “uzmanlar” da, “Adli Tıp, doğru olanı yapmıştır” diyor...

Buyrun, “iki uzman”ın görüşleri:
¥ Prof.Dr. M.Fatih Yavuz (İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü):
“Anne baba hayattaysa, onlardan alınacak örneklerle karşılaştırılması en doğru sonucu verecek yöntemdir. Hayatta değillerse; kullanılan bir başka yöntem eşi ve oğlundan alınacak kanlarla karşılaştırma yapılmasıdır.”

¥ Prof.Dr. Hamit Hancı (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı):
“Karşılaştırma, kişinin çocuğuyla da yapılabilir. Bu anne ve babasıyla yapılacak karşılaştırmayla aynı sonucu verir. Bunda itiraz edilecek bir şey yok.”

Yani?..
“Adli Tıp doğru yapmıştır!”

ADLİ TIP’TAN SON NOKTA
“Rapor”a ve “uzman görüşleri”ne rağmen, kameraların önüne geçen “tatminsiz bayan”lar ile “demeç şehveti”ne katılan “bay”lar iddialarında ısrar edince, Adli Tıp yeni bir açıklama yaptı ve “son nokta”yı koydu:

“Ergün Erçakmak’a ait DNA profili ile anne Nuran Erçakmak ve baba olduğu iddia edilen ve fethi kabir yapılarak kan örneği gönderilmiş olan Cafer Erçakmak adlı şahıslara ait DNA profilinin karşılaştırması yapıldı... Babalık indeksi, 9232080,093 olarak hesaplandı. Cafer Erçakmak, yüzde 99.99 ihtimalle Ergün Erçakmak’ın biyolojik babasıdır.”
Peki, bundan sonra ne olur?..
“Tatminsizler güruhu” acaba “tatmin” olup, “Kabul” mü derler, yoksa “mezarların açılmasında” ısrar mı ederler?..
Elbette bilemiyorum.
Bildiğim şu ki;
“Zırlamaya” devam ederler!..
Sivas’a gidip “provokatörlük” yapan bir Aziz Nesin’in “masum” olduğunu iddia eden, “galeyan” halindeki kalabalığı “sakinleştirmeye” çalışan merhum Cafer Erçakmak’ı ise “tahrikçi” olarak damgalayan bu “zihniyet”ten her şey beklenir!..
Eğer “idam” cezası kaldırılmamış olsaydı var ya; bunlar Cafer Erçakmak’ın naaşını mezarından çıkarıp, “idam sehpası”nda sallandırırlardı!..
Çünkü, gözlerini “kan” bürümüş!..
Ağızlarından “nefes” değil,
“İntikam” fışkırıyor!..
Yaparlar mı, yaparlar!..
“Kemik”lerini mezardan çıkartıp da, “yakmayı” istemezlerse namerdim!..
“Dersimlileri katleden zihniyet”ten, “Erçakmak’ın ölüsünü katletmesi” de beklenir!..

DDK HAREKETE GEÇMELİ
İşte bu zihniyetin frenlenmesi için, merhum Cafer Erçakmak’ın oğlu Ergün Erçakmak’ın;
“Şimdi de babamın ölüsüyle uğraşıyorlar, babamın mezarlığı yap-boz tahtası mı?.. İnsan hakları bizler için geçerli değil... Çünkü bizim arkamızda kimseler yok.. 18 yıldır bize cüzzamlı muamelesi yapılıyor... 18 yıldır ailemle beraber çile çekiyoruz. Babam çilesini çektikten sonra öldü kurtuldu ama şimdi de mezarında çile çektirmeye devam ediyorlar” şeklindeki feryadına ve “Cumhurbaşkanı
AbdullahGül’den istirham ediyorum; Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirsin ve Madımak olayını etraflıca araştırtsın!” şeklindeki talebine aynen katılıyor ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, DDK’yı harekete geçirip, tıpkı “Yazıcıoğlu Suikasti”ni aydınlattığı ve “katilleri ortaya çıkarttığı” gibi; “Madımak’ın gerçek katilleri”ni de ortaya çıkartmasını bekliyorum!..

Yeter ki, bu “zulüm” bitsin!..
Yoksa, bu “sadist ruhlu zalim”ler, ortalığı velveleye vermeye devam edecek!..
Şahsen ben, bir “Müslüman” olarak “Madımak’la yüzleşmeye” hazırım...
Peki, bu “sadist ruhlu”lar;
Hem Madımak’la, hem de Başbağlar’la yüzleşmeye hazırlar mı?..
Hiç sanmıyorum...
Zira, “yüzleşmek” için, insanda “yüz” olması gerekir!..
“Yüzsüz”ler, “yüzleşemez”ler!..

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Elkatmış: Failler malum ama devlet sırrı

902920111219094243491.jpg

Susurluk Komisyonu Başkanı Elkatmış, ölüm listesinin MGK'nın onaylandığını söyledi. "Listeyi jandarma, JİTEM ve Emniyet hazırladı" diyen Elkatmış, eski başbakanı işaret etti.

Murat Aksoy'un haberi

REFAHYOL döneminde TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, ölüm listesinin dönemin MGK'sı tarafından onaylandığını söyledi. Tek bir liste olmadığını ifade eden Elkatmış, "Birden fazla liste var. Bunun nedeni de bu süreçte durumdan vazife çıkaranların kendi başına yaptıkları yeni listelerdir. Çünkü listede adı olduğunu düşünenler ölümden kurtulmak için bu ekibe büyük paralar ödediler. Liste ölüm listesinden çıkıp, rant listesine dönüştü" dedi. Elkatmış, ölümlerin "failleri belli ama devlet sırrı" olduğunu söyledi.
Türkiye değişiyor, demokratikleşiyor. Bu değişim kaçınılmaz olarak yeni imkânlar yaratıyor. Bu sayede düne kadar konuşamadığımız pek çok konuyu artık rahatça konuşabiliyoruz. 28 Şubat muhtırasının verildiği gün dönemin Susurluk ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış ve üyeler Metris Cezaevi'nde İbrahim Şahin, Korkut Eken ve Ayhan Çarkın'ın ifadesini alıyordu. O gün Susurluk ve faili meçhullerle ilgili herşeyi reddettiler ve konuşmadılar. Ayhan Çarkın iki ay önce konuşmaya karar verdi. İtiraflarda bulundu ve faili meçhullerle ilgili dosya yeniden açıldı.
Soruşturma devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde MİT eski Müsteşarı Mehmet Eymür ardından yine MİT mensubu Yavuz Ataç ifade verdi. Gerek Çarkın gerekse soruşturmada ifade veren isimler faili meçhuller ve Susurluk konusunda sözbirliği etmişçesine o dönem önce Emniyet Genel Müdürü sonra da İçişleri Bakanı olan Memet Ağar'ı işaret etti.
O dönemin tek sorumlusu Mehmet Ağar mı, faili meçhul listesini kim yaptı, ölümlere kim karar verdi? Bu soruları Söyleşi-Yorum'da dönemin RP Milletvekili ve Susurluk Araştırma Komisyonu Başkanı olan Mehmet Elkatmış ile konuştuk.
ELKATMIŞ'IN SORULARA VERDİĞİ CEVAPLAR
Ayhan Çarkın konuşmaya başladı sonra faili meçhuller dosyası açıldı. Siz o dönemin tanığısınız. Pek çok insanı dinlediniz. O zaman alınamayan sonuç bu kez alınabilir mi?
Bana zor geliyor. Çünkü ortada cevaplanması gereken sorular var. Çarkın neden şimdi konuşmaya karar verdi? Eymür soruşturma kapsamında somut ne söyledi? Soruşturmada ifade verecekler tüm bildiklerini anlatacaklar mı? Gözaltına alınanlar neden serbest bırakıldı? Ben bütün bunlara baktığımda bu soruşturmadan da sonuç alınabilme ihtimalini düşük görüyorum.
Nasıl sonuç alınabilir?
Bu soruşturmaların sonuç vermesinin en büyük şartı siyasi iradenin kararlılık göstermesi ve geçmişte bu tür soruşturmaların önüne çıkan hukuki engelleri kaldırması gerekiyor.
DEVLET ÖLÜM LİSTESİNİ KABUL ETTİ
Mesela...
Devlet sırrı kavramı. Nedir, bunun içeriğine kim karar verir ve ne zaman açıklanacaktır bu sır? Bunun tanımı yapılmadan, bu soruşturmanın ilerlemesi zor. Çünkü 1990'larda faili meçhullerle ilgili bütün araştırmalarımızda 'devlet sırrı' önümüze bir duvar gibi çıktı ve onu aşamadık. Bu soruşturma başlayınca yeniden konuşulmaya başlanan faili meçhuller ve ölüm listesi ile ilgili olarak, listede adı bulunan o dönem bakanlık yapmış Ziya Halis mahkemeye başvurmuş. Mahkeme İçişleri Bakanlığı'na sormuş bu listeyi.
Bakanlığın cevabı...
Bakanlığın mahkemeye, liste devlet sırrı veremeyiz diyor ama listenin varlığını kabul ediliyor. Mahkeme Halis'e 100 mil-yon TL tazminat ödenmesine hükmediyor. Düşünün ölüm listesi var, devlet listeyi biliyor ama listede kimlerin olduğunu devlet sırrı diye açıklamıyor. Yasadışı, hukuka, insan haklarına aykırı bir liste devlet sırrı. Bu demokratik bir sistemde kabul edilebilir mi? Tabii ki edilmez ama 1990'lar tam da hukuksuzluğun egemen olduğu bir Türkiye idi.
Nedir bu ölüm listesi?
Bizzat Başbakan Tansu Çiller'in varlığını duyurduğu bir ölüm listesi. Tansu Çiller, "PKK'ya yardım ve yataklık yapan kişilerin isimlerini biliyoruz. Listesini hazırladık" diye bir açıklama yaptı ve 50-70 kişilik bir listeden bahsetti. Ve o listede olanların bir kısmı öldürüldü.
LİSTEYİ MGK ONAYLANDI
Kim hazırlayabilir böyle bir listeyi?
Bu devlet kademelerinde hazırlanan bir listedir. Bu listeyi ne tek başına Ağar ne de tek başına Çiller hazırlayabilir. Bu listeyi Jandarma, JİTEM, Emniyet hazırlamış ve MGK'da onaylamıştır. Ölüm emirleri MGK kararıyla olmuştur. Böyle bir listeyi yapan devlet, hukuk değil çete devleti olabilir ancak.
Neye göre hazırlanmış bu liste?
PKK'ya yardım ve yataklık yapan Kürt işadamlarının olduğu söyleniyor. Öldürülenlere ve listede ismi olduğu söylenen isimlere baktığımızda PKK'ya yardım yapmaları söz konusu olmayan kişiler olduğunu görüyoruz. Bence bu liste PKK'ya yardımdan çok öldürülmesi ses getirecek kişilerden seçilmiş.
LİSTE ARŞİVLERDE VAR
Bu liste arşivlerde var mıdır?
Tabii. Ziya Halis'in açtığı davada mahkemeye verilen yanıtta bu liste kabul ediliyor ve devlet sırrı olduğu için açıklanmıyor. Ama bu listenin ya da listelerin açıklanması gerekiyor.
Birden fazla mı liste var?
Ben bir liste olduğunu düşünmüyorum. Birden fazla liste var. Bunun nedeni de bu süreçte durumdan vazife çıkaranların kendi başına yaptıkları yeni listelerdir. Çünkü listede adı olduğunu düşünenler listeden çıkmak için bu ekibe büyük paralar ödediler. Liste ölüm listesinden çıkıp, rant listesine dönüştü. Yeniden başlayan bu soruşturmayı sonuçlandırmanın bir diğer koşulu da dönemi siyasi ve askeri tüm üst kadronun soruşmaya dahil edilmesidir.
Kimler mesela?
1990'ların başından itibaren jandarma, Emniyet, MGK'nın asker üyeleri, bu sürecin siyasi sorumluları hepsi hukuk önüne çıkmalı. 28 Şubat'tan sonra büyük şirketlerin, holdinglerin yönetim kuruluna girenler, danışmanlık yapanlar hepsi. İsim isim de verebiliriz. Teoman Koman, Osman Özbek, Çevik Bir, Erol Özkasnak, Çetin Doğan, Doğu Aktulga, Doğan Güreş, İsmail Hakkı Karadayı, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz vs. Bunların hepsi bu soruşturmaya dahil edilmeli ve dinlenmelidir. Çünkü o dönem siyaseti TBMM değil, bunlar yaptı. Memleketi böyle bir illegal yapı yönetiyordu. Hükümetler de sanaldı. Refahyol'u da çalıştırmadılar.
REFAHYOLU ENGEL GÖRDÜLER
Neden?
Engel gördüler. 28 Şubat öncesinde açık askeri darbe yapmak istediler ama plan deşifre olunca 28 Şubat hayata geçirildi. Meclis'in işini boşalttılar DYP'nin aralarında Yıldırım Aktuna, Yalım Erez'in de olduğu 40'a yakın vekil istifa ettirildi. "Pazara kadar değil mezara kadar Refah Partiliyim" diyen Menderes de istifa ettirildi.
Meclis içindeki operasyonu da bu güç yaptı?
Evet. Yukarıdaki ekip. Tabii bu süreçte en önemli rolü oynayan Demirel'i unutmamak gerekiyor. Bu süreçte bu hukuk-suzluğun oluşması ve sürmesine en büyük katkıyı yapmıştır. 8 Mart 2002'de bir beyanı vardır; "Türkiye'nin resmi bir de gayri resmi hukuku var" diyor. Yine, "Devlet rutin dışına çıkabilir" diyor.
AĞAR: BİRDEN FAZLA KARAR VAR
Peki ya Ağar, sizin komisyonunuzda ifade verdi mi, listeyi sordunuz mu?
Geldi. Ağar'a listeyle ilgili olarak "MGK'da birtakım kararlar alınmış, doğru mu" diye sordum. Kendisi bize, "Bir karar değil, birçok karar alındı" dedi. Bu konularla ilgili olarak MGK'da kararların verildiğini ve kendisinin de bu kararları uyguladığını açıkça ima etti. Anladım ki bu işler MGK'da kararlaştırılmış. Zaten faili meçhul cinayete kurban giden kişilere baktığınızda, adı o listede geçen kişiler oldukları görülüyor. Yani o ölüm listesinin uygulandığı ortaya çıkıyor. Şimdi Ayhan Çarkın'ın açıklamalarıyla da bu iş netleşiyor.
Ağar arkasında kim var?
Ağar hala o karanlık döneme güveniyor. Ama o dönemin artık gün yüzüne çıktığının farkında degil ya da görmek istemiyor. Daha önce örtbas edilen soruşturmalar bu kez daha dikkatli hazırlanıyor. Ben bir gün Ağar'ın da diğerlerinin de bir gün gerçekten yargılanacaklarını düşünüyorum.
Listenin sırrı Mesut Yılmaz'da
Kutlu Savaş Raporu da mı gerçekleri çıkaramadı mı ortaya?
Kutlu Savaş çok önemli bir rapor hazırladı. Ancak o raporun da 7-8 sayfası devlet sırrı diye açıklanmadı. Ama asıl önemli nokta bu rapor ve ekleri şu anda devlet arşivinde değil Mesut Yılmaz'da.
Neden Yılmaz'da?
Onu Yılmaz'a sormak gerekiyor. Sadece Savaş'ın kamuoyna açıklanan ropor değil raporun 8-10 klasörü bulduğu söylenen ekleri de yok. Bence o eklerde çok önemli bilgi ve belgeler var. Yılmaz onları açıklarsa ülkeye büyük iyilik etmiş olur.
Ahahtar Yılmaz'da mı yani?
Evet. Yılmaz'ın elindeki anahtar bir çok gerçeğin kapısını açacaktır.
Parayı paylaşamayınca çete birbirine girdi
Ölüm listesi hazırlandı ve MGK'da ölüm listesi onaylandı ve bir ekip mi oluşturuldu...
Evet başında da Abdullah Çatlı var. Ondan fazla pasaportu var. Hepsinde Ağar'ın imzası var. Maliye Bakanlığı ve Emniyet adına hazırlanmış uzman kimlikleri var. Onun üstü de İbrahim Şahin. Mesut Yılmaz, Cumhurbaşkanı Demirel'e "İbrahim Şahin bu işin başında" diyor. Şahin de şimdi "Benim de üstüm var" deyip Ağar'ı işaret ediyor. "Her şeyden Ağar'ın da haberi vardı" diyor. Bu çetenin amacı ölüm listesini gerçekleştirmekti. Bu ekip iş bitirici ekipti.
Bu ekip, nasıl oluyor da çıkar amaçlı ilişkilere giriyor?
Bu işlere bulaşan bir kişi "bizim çocuklar biraz şımardılar, vur diyince öldürdüler" mealinden bir açıklama yapıyor. Bu her şeyi özetliyor. Ölüm listelerinde adı olan ya da o listelere sonradan adı eklenen isimler, ölümden kurtulmak için bu çeteye para ödeniyor. Çete listeye yeni isimler ekleyerek, yeni liste yaparak çıkar elde etme yolunu seçiyor galiba. Mesela somut örnek Mehmet Ali Yaprak'tır. Yaprak'ın kaçırılması olayında onca delile rağmen yargı dosyayı örtbas etmiştir.
YAPRAK PARAYI YANLIŞ KİŞİYE VERDİ
Nasıl olmuştu Yaprak'ın kaçırılması?
Komisyonumuza ifade vermişti. Kendisini, Abdullah Çatlı'ya yakın Haluk Kırcı, Müfit Samet gibi isimler kaçırmıştı. Hatta somut parmak izi bile vardı. Yaprak'ı kaçıran ekip ondan para istiyor. O da "Hepsini hemen ödeyemem, beni bırakın, size parayı ödeyeyim" diyor. Serbest bırakılıyor. Yaprak parayı, kendisini kaçıranlara değil, bu işleri orga-nize eden daha üstteki kişiye ödüyor. Parayı alan da bu parayı kimseyle paylaşmıyor.
Eymür bu kişinin Mehmet Ağar olduğunu söyledi...
Dosya açıldı, incelenebilir. Ki Yaprak'ı ilk kaçıranlar tekrar kaçırıp bu ismi de öğreniyorlar. O dönem savcılık bütün bu net bilgilere rağmen hem kaçıranları hem de Yaprak'ın parayı ödediği kişiyi korudu.
Çetede bölünme bu olayla mı başladı?
Muhtemelen. Ama Ömer Lütfü Topal ve Tarık Ümit cinayetleri de bu ayrışmada etkili oldu. Yasa dışı para işlerinin paylaşılmasında sorun çıkınca ayrışma oldu.
TOPAL'I ÇARKIN VE EKİBİ ÖLDÜRDÜ
Ömer Lütfü Topal cinayetinde ne oluyor?
Topal'ın devletin her kademesiyle ilişkisi var. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş raporunda, "Eğer bu adam öldürülmeseydi, devlet içinde devlet olacaktı" diyor.
Neden öldürüldü?
Birkaç seçenek var. Ya parayı yalnış kişiye ödedi ya ismi ölüm listesinde olduğu için ya da çete gücünü göstermek ve reklamı için öldürdü. Her cinayet bu çetenin gücü kadar listede olanların kurtulmak için daha fazla para ödemesi anlamına geliyor. Telefon trafiğinden ve itiraflardan Çarkın ve arkadaşlarının öldürdüğü anlaşılıyor. Çatlı ve Özel Harekât'ın adamları Veli Küçük'le o sırada defalarca görüşüyorlar. O dönemde Topal cinayetiyle ilgili Veli Küçük hakkında da soruşturma izni istendi ama Genelkurmay izin vermiyor. Aslında Topal cinayeti tama çözülecekken gizli bir el çözülmesin diyor.
Kim o?
O dönem İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu şüpheliler Ayhan Çarkın, Sami Hoştan gibi birçok insanı gözaltına alıyor. Kendisi bize komisyonda "Ben Topal cinayetini tam çözeceğim sırada telefon geldi, bana, 'Topal cinayetinden gözaltına aldığın bu kişileri Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin'e teslim et' dendi" dedi. İçişleri Bakanı Ağar talimat vermiş, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı da Bakan'ın talimatını Yazıcıoğlu'na iletmiş. O da İstanbul çıkışındaki turnikelerde bu kişileri teslim etmiş. Bu kişileri savcılığa gitmeden, kanunsuz olarak Ankara'ya götürüyorlar ve serbest bırakıyorlar. Sonra da Yazıcıoğlu görevden alınıyor. MİT'çi Tarık Ümit'in de katillerinin ortaya çıkmasına engel olundu.
Ergenekon'u 1997'de öğrendik
Ergenekon Davası ile Susurluk arasında nasıl bir bağ var?
Aynı mekanizmanın içinde ayrı bölümler bunlar. Bazısı faili meçhullerde, bazısı soygun, vurgun, ihale-lerde, bazısı da hükümete karşı kullanılıyor. Sistem aynı. Derin devletin kolları bunlar ve iç içe geçmişler. Biz Ergenekon'u 1997'de öğrendik.
Nasıl öğrendiniz?
Komisyonda dinlediğimiz Ümit Oğuzhan adlı bir kişi 10 Mart 1997 yılında bir dilekçesinde Ergenekon'un varlığını geniş bir şekilde ihbar ediyor. Susurluk Raporu'nun 26 ve 27 sayfasında bunu özetledik. Mesut Yılmaz'a, Hasan Celal Güzel'e bunu sorduk. Biz Ergenekon'u da sorduk aslında. Ama bizim araştırmamız sadeceErgenekon olarak değil, devlet içindeki bütün çeteleşme, mafya ve derin devleti araştırıyorduk. Ergenekon bu yapının içerisinde zaten. Ergenekon bu derin devletin, bu Gladyo'nun tetikçisidir, infazçısıdır. Yani bir bölümüdür. Bizim araştırmamızda o da vardı. Adına Ergenekon değil daha geniş derin devlet, kontrgerillayı araştırıyorduk. Mektup Mart ayında geldi. Biz o dönem çalışmamızı durdurduk, rapor yazımına geçtik. Bir ay içinde ancak yazabilirdik, ek süre almıştık, bu süre bitiyordu. Bizim birçok konuyu araştırmamız mümkün değildi. O nedenle üzerine gidemedik.
Susurluk'ta hangi ayak eksik kaldı?
Polise ve bazı bürokratlara dokunuldu ama askerlere dokunulamadı. İbrahim Şahin, Çatlı ile çektirdiği fotoğraflar nedeniyle çete kurmakla suçlandı. Elimizde, Küçük'ün Çatlı ile defalarca telefon görüşmesi yaptığına dair doküman var. Onlar belge kabul edilip, Küçük hakkında soruşturma açılmadı.
MİT, asker ve jandarma bizi engelledi demiştiniz geçmişte...
Evet mesela bilgi istediğimiz MİT Müsteşarı Köksal Sönmez, "Kanun gereği size kapsamlı bilge veremem" dedi. Düşünün bürokratın bildiği şeyi halk adına denetim yapan TBMM bilemiyor. JİTEM'i sorduk "Böyle bir örgüt yok" dedi asker. Cinayetlerin arkasında hep JİTEM çıkıyor, Güneydoğu'yu kasıp kavuruyor yetkililer "yok" diyor.
Susurluk Çatlı'nın tasfiye edilmesidir
Susurluk nerede bu tabloda?
O dönemde çıkar ilişkileri o kadar aleni hale geliyor ki MİT, Emniyet, Jandarma hepsi birbirinden birşeyler saklıyor. Abdullah Çatlı ve Korkut Eken MİT'e çalışırlarken, Mehmet Ağar bunları Emniyet'e alıyor. Tarık Ümit, Emniyet'e çalışırken, Mehmet Eymür bunu MİT'e transfer ediyor. Tarık Ümit'in Çatlı'nın ekibi tarafından kaçırılıp öldürüldüğü iddia ediliyor. Yani Tarık Ümit, bazı bilgilerin ortaya dökülmemesi için MİT'le Emniyet'in çekişmesinde öldürülüyor. İşte Çatlı'nın ölmesi yani Susurluk bu tabloda yer alıyor. Çatlı'nın ölümü de, Susurluk kazası da bir suikast.
Nereden vardınız bu kanıya?
Bir kaç işaretten. O kazadan kurtulan DYP Milletvekili Sedat Bucak'ın korumalığını yapan Ayhan Akça ve arkadaşlarını Komisyon'da biz dinledik. "O gün takip ediliyorduk. Bundan şüphelendik ve endişelendik" dediler. Sonra Çatlı'nın eşi Meral Çatlı da Komisyon'da bize "Eşinin korku içinde olduğunu" söyledi. Çatlı önce evinin önünde öldürülmek istenmiş. Susurluk'tan bir kaç ay once, evinin önünde park ettiği arabanın altında bomba konmuş. Çatlı bunu fark edip, emniyetin bombayı etkisiz hale getirmesi ile kurtulmuş. Eşi anlattı bunları. Çatlı'yı öldüren de onu kullanan güç.
YENİ ŞAFAK
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
28 Şubat'ın Yüz Karası Manşetleri!

28SUBATgazeteleri.jpg


İşte 28 Şubat'ın simgesi haline gelen o gazeteler ve o manşetler.



Necmettin
Erbakan'ın başbakanlığında 28 Haziran 1996'da RP-DYP koalisyonu şeklinde kurulan 54. Hükümet, ‘Bir Kısım Medya’nın askeri ve halkı muhafazakâr kesme karşı kışkırtan manşetleriyle Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in desteğiyleTSK’nın yoğun baskıları sonucunda iktidardan çektirildi. Erbakan için, “son nefesine kadar siyaset yaptı” başlıklarını kullanan o dönemin “Silahlı Kuvvetler Medyası”, Başbakan Erbakan ve Tansu Çiller için çok ağır manşetler atmış, adım adım darbeyi meşrulaştırmıştı.....
O dönemin en etkin üç gazetesi olan Hürriyet, Sabah ve Milliyet’in 54. Hükümet’in iş başına gelmesinden sonra nasıl bir tutum sergilediğini görmek için aşağıdaki manşetleri inceleyebilirsiniz
ÇİLLER’E LİNÇ; ERBAKAN’A AMOKACHİ İLE DİN DERSİ
Askerin dudağında çıkan, laiklik, şeriat, rejim ve cumhuriyet içeren sözler için manşetlerini hazır vaziyette bekleten üç gazetenin o dönem sanki iş bölümü yaptığı izlenimi de ortaya çıkıyor. Dinç Bilgin’in sahibi olduğu Sabah, Erbakan’ın ortağı Tansu Çiller’i hedef alıp, “Tarih Seni Affetmeyecek” suçlamasını yaparken, Hürriyet iseErbakan’ı Beşiktaş’ın Nijeryalı yıldız golcüsü Amokachi’nin sözleriyle vurup, “Din simsarlarına ders verdi” manşetini atacak kadar ileriye gidiyordu. Milliyet ise TSK’yı baz alarak askerin tepkileri üzerine yoğunlaşarak yıpratıcı manşetler atıyordu.
“ADI SANI OLMAYAN ÜST DÜZEY KOMUTANLAR”
O dönemin meşhur haberciliklerinden birisi de , “üst düzey bir komutana” dayandırılan haberler. Bu tarz haberleri sık sık manşetine veya ilk sayfasına alan bir kısım medyanın, Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı ya da en kötü ihtimalle solda Ecevit-Baykal ittifakı için türlü çabalar içine girdiği de görülüyor.
DEMİREL, ERBAKAN’A KÜFRÜ ALKIŞLIYOR
Medyanın yıpratma kampanyasının en önemli figürlerinden birisi de,askerin postmodern darbe yapması için her türlü girişim ve Başbakan Erbakan’a yapılan küfürlere göz yuman Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olarak görülüyor. Demirel’in Hükümeti hedef alan her sözü manşetlerdeki yerini hemen alırken, Demire, Tuğgeneral Osman Özbek’in Erbakan’a ettiği galiz küfrü “Paşa’nın öfkesi bir boşalmadır” değerlendiriyor ve Sabah bunu 9 sütuna manşet yapıyor.
DENK BÜTÇEYE RAĞMEN İŞ DÜNYASI TEPKİLİ
Memura yapılan yüzde 50 zam, yükselen ekonomi ve denk bütçeye iş dünyasının da darbe sürecine ciddi anlamda katkıda bulunduğu o günün manşetlerinden belli oluyor. Sabah'ın 2 Nisan 1997 tarihli "Avrupa'yı Şaşırtıyoruz" başlıklı manşetine şaşırmamak ise elde değil. Manşetin spotu şaşkınlık yaşamanıza yetecek kadar ironik:"Siyasi istikrarsızlığa rağmen, Türk ekonomisinin hızla büyümeye devam etmesi Batılıları hayrete düşürüyor." (2 Nisan 1977 - Sabah)
İRANLI KADINLAR KARŞI, "TEŞEKKÜRLER ATATÜRK"
Avrupa ülkelerinin şeriat tedirginliği içinde olduğunu savunan medya diğer taraftan yıpratma politikasını İran üzerinden devam ettirirken, İran’dan gelen çarşaflı kadınların resminin üzerine “Teşekkürler Atatürk” manşeti atılıyordu.
REFAH’I İLK GÜN KAPATTILAR
Bugün, hukukun üstünlüğüne ve yargıya saygıdan dem vuran medya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın Refah Partisi için açtığı kapatma davasını, manşetten, “Refah Kapatılıyor” diye duyuruyordu.
ÇİLLER’İ ERBAKAN’DAN KOPARMA HAMLESİ
28 Şubat MGK kararlarının alındığı günlerde halka devlet krizi ve gergin bekleyiş manşetleriyle ulaşan bu üç gazete, o süreçte Erbakan’ı yalnızlaştırmak için Çiller’i hedef alıyor. Kritik MGK öncesi askerden çekindiğini açıkça belli eden Çiller’in Erbakan’ı eleştiren sözleri de manşetlere çıkıyordu.
MESUT YILMAZ GÖREVE HAZIR
1997’nin Mayıs ayında ise üç gazete aynı anda Erbakan iktidarının sonun geldiğini ve Mesut Yılmaz’ın yerine hazırlandığını, TBMM’deki kulis çalışmalarını, hangi vekillerin fire –ihanet edeceği- vereceği sayfalara işleniyordu.
“ERBAKAN GERİYOR” TAHRİKİ
Haziran ayında ise gazeteler, Erbakan Hükümeti’nin istifasını ne zaman vereceği ve Demirel’in hükümeti kurma görevini kime vereceğini tartışmaya açarken, “Erbakangeriyor – direniyor” manşetleri üst üste atılıyordu.
ERBAKAN GİTTİ, MESUT YILMAZ ZAFERİ!
Başbakan Erbakan, DYP’li vekillerin istifaları sonucunda düşmek üzere olan 54. Hükümet Tansu Çiller’e devretme hamlesi Süleyman Demirel’e takılırken medya zafer kutlama gafletine (!) düşmeden Mesut Yılmaz hükümetine hazırlık yaptığını manşetlerinden ilan ediyordu


ARALIK 1996
Aczmendilerin aylardır firarda olan lideri Müslüm Gündüz, müridlerinin 24 yaşındaki kızı ile bir evde yarı çıplak durumda polis tarafından basıldı.
11 OCAK 1997
Erbakan, tarikat tartışmalarının ayyuka çıktığı bir sırada, Başbakanlık Konutu’nda bu akşam 51 tarikat ve cemaat liderine iftar veriyor.
2 ŞUBAT 1997
İran’ın
Ankara Büyükelçisi Bagheri, Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs gecesinde şeriat çağrısı yaptı. Dünyanın terörist ilân ettiği Hamas ve Hizbullah örgütleri liderlerinin posterleri altında yaptığı konuşmada, İran Büyükelçisi’nin sözleri sık sık tekbirlerle kesildi.
12 HAZİRAN 1997
Genelkurmay Başkanlığı, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanacağını’ açıkladı.
3 ŞUBAT 1997
Sincan’da dün sabah 15 tank ve 20 kadar kariyer ilçeden geçerek Yenikent’teki tatbikat alanına gitti.
3 ŞUBAT 1997
Son dönemde şeriat yanlılarının gövde gösterisiyle gündeme gelen Sincan’da dün sabah 20 tank ve 15 kariyer geçit yaptı.
3 MART 1997
MGK bildirisini imzalamadığı gibi türbanı gündeme getirmeye hazırlanıyor.
Erbakan pes etmiyor
HOCAYA 1 HAFTA SÜRE
3 MART 1997- RADİKAL: “DYP Grubu, dün Çiller’e ‘Bu hükümetten derhal çekilelim. Artık bu iş bitti’ restini çekti. RP’ye başbakanlığın devri için bir hafta süre tanındı.
1 MART 1997
MGK’nin 9 satlik toplantısında özellikle şeriat girişimlerine karşı çıkılması istendi.
Bir kulağımda Mesut Yılmaz diğerinde ise Çevik Bir vardı
Emekli ve muazzaf askerlerle görüşürek yaptığı haberlerde son dönemde öne çıkan Fikret Bila, Zaman gazetesinde yayınlanan röpartajında 28 Şubat döneminde ilginç bir anısını anlattı. Bila “28 Şubat’ta pek aleyhte yayın yapmadınız ama. Yani asker mi,
Erbakan mı tercihinde askeri seçmediniz mi” sorusuna şu cevabı verdi: “Ve o zaman haber, hem 28 Şubat’ı sahneye koyan, uygulayan askeri kaynaklardan, hem de ona karşı gelmeye çalışan sivil kaynaklardan çok süratli bir şekilde geliyordu. Hani ben bir kulağımda Çevik Bir, bir kulağımda Mesut Yılmaz’la konuştuğumu biliyorum, aynı anda aradıklarında. Onların yine ben hiçbirinin özlerine dokunmadan yan yana asker bunu söylüyor, başbakan bunu söylüyor diye tarafsız bir şekilde verdim.”

974_fotositegaleri.jpg






 

KatrePare

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Tem 2011
Mesajlar
4,014
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
28
[sıze=7]yahu yeter artık ugrasmayın tesetturumuzle !!
Elın kucumsedıgınız namussuz fransızları bıle sızın kadar gozune batırmıyor tesetturumuzu !
Sız muslumansanız bız neyız allah askına !!

El kahhar sıze bunların hesabını soracaktır. Elhamdulıllah !![/sıze]
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
28 ŞUBAT`TA BOLU`DAYIZ


haber_28_SUBATTA_BOLUDAYIZ.jpg

28 Şubat Bolu F Tipi Cezaevi`nde Devam Ediyor!

Kamuoyu`na;

1. Tam bağımsız ve millî devletlerde hak; hukuk, hukuk; adalet, adalet de; zulmün
olmamasıdır!

2. Zulmün önündeki en büyük engel; hukuk, zalimin düşmanı da; tam bağımsız bir
seciyenin sahibi olan hukukçudur!

3. Günümüzde kâmil bir hukukçu için en büyük zulümlerden biri de; Atlantik ötesinden gelen emirlere göre hareket etmektir!

4. Hukukun amir-memur, ast-üst münasebetine göre şekillendiği bir yapıda en büyükzalimler; `hukukçu` kisveli memurlar ve onların amirleri konumunda olan kişilerdir!

5. “28 Şubat”; işte hukukçu kisveli bu memurların ve onların amirleri konumunda olan kişilerin yaptığı sürek avının bir diğer adıdır!

6. ABD`nin “Bizim Çocuklar” dediği kişiler eliyle yapılan 28 Şubat Operasyonu`nda;

• Hukukçu kisveli memurlar NATOcu paşalardan emir ve talimat almıştır!
• NATOcu paşalar adliyenin arka kapılarından bağımsız olduğu söylenen
mahkemelere “nezaket” ziyaretlerinde bulunmuş, nezaket ziyaretlerinin ardından birçok genç daha 18 yaşından küçük olmasına rağmen idam cezası almıştır!
• İstanbul`un göbeğinde, Fatih`te kılık- kıyafet avına çıkılmıştır!
• Refah Partisi kapatılıp, Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN gibi siyasîler siyasetten uzaklaştırılmış, R. Tayyip Erdoğan`a okuduğu şiirden dolayı ceza verilmiştir!
• M. Esad COŞAN gibi bir fikir ve ilim adamı bile Avusturalya`ya göçmek
zorunda bırakılmıştır!
• En az yarım asırdır bu ülke çocuklarına K. Kerîm öğretmekten başka hiçbir gaye
taşımayan Kur`an kurslarına baskınlar yapılmıştır!
• Mustazaf- Der, Mazlum-Der, Özgür-Der, ÖNDER, İHH, MÜSİAD, MGV ve
İLKAV gibi birçok dernek, vakıf ve mensubuna baskı yapılmıştır!
• Nurettin Şirin, İrfan Çağrıcı, Mehmet Kutlular, Mehmet Pamak, Müslüm
Gündüz, Hüda Kaya, Mehmet Göktaş, Bülent Yıldırım, Mehmet Emin Akın gibi
birçok yazar ve dernek yöneticisine zulmedilmiştir!
• Gençleri üniversiteye hazırlamanın haricinde bilinen başka bir faaliyeti olmayan
belli-bazı dershanelere baskı yapılmış, bu dersanelerin kurulmasına öncülük eden
isimler Amerika`ya gitmek durumunda bırakılmıştır!
• Akit, Milli, Yeni Şafak, Zaman, Yeni Asya ve Selam gibi birçok gazete baskılara
maruz kalmıştır!
• Akıncı Yolu gibi o döneme damgasını vuran dergilerin yöneticileri ölümle tehdit
edilmiştir!
• İskender Pala, Nevzat Tarhan, Ahmet Sınav gibi akademisyenler Türk
ordusundan atılmıştır!
• Atlantik ötesinden gelen emirler doğrultusunda hareket edip, millet-ordu gelenek
ve mânâsına saldırı düzenlenmiş, tek suçu Anadolu insanı olmak olan binlerce
tam bağımsız ve millî bir seciyenin sahibi subay ordudan ihraç edilmiştir!
• O gün için 41, bugün içinse 60`a yakın eseri olan, 28 Şubat sürecinde tutuklanıp,
28 Şubat hukukuna göre yargılanan, sübut bulan tek eylemi kitap yazmak olan,
`olsa olsa budur` mantığı üzerine bina edilen hükümlerle sırf fikrinden dolayı
idam cezası verilen, tam 13 yıldır cezaevinde, son 7 yıldır da üç metrekarelik tek
kişilik hücrede tutulan, 12 yıldır da “Telegram -Zihin Yönlendirme-” isimli
işkenceye maruz bırakılan Salih MİRZABEYOĞLU`na ve O`nun şahsında
Anadolu insanına Atlantik ötesinden gelen emirler doğrultusunda gayrı-ahlâkî ve
gayrı-insanî birçok saldırıda bulunulmuştur!


7. Şimdiye kadar yapılan ve hiçbir zaman millî olmayan bütün darbelerde olduğu gibi
28 Şubat darbesinde de hedef; milletin millî ve manevî değerleri olmuş, darbenin
ardından millî ve manevî değerleri taşıdığı vehmini verenler iktidara gelmiş ve
gerilen ortamda sûreta bir yumuşama görülmüştür. Oysa ki değişen; işin tonu ve
üslubu olmuş, Dreyfus ve Rosenbergler Davası gibi zulümle eşdeğer olarak
anılması gereken bir dava olan ve adaletin HÂLÂ tecelli etmediği görülen
Mirzabeyoğlu Davası`nda olduğu gibi, zulüm daha rafine bir şekilde devam
etmektedir!

8. Biz bugün Dreyfus ve Rosenbergler Davası`ndan haberdarsak, bunu borçlu
olduğumuz kimselerin başında; Emile Zola ve onun yolundan giden haysiyetli
aydınlar gelmektedir! `İleri demokrasi`den, 28 Şubat`la hesaplaşmaktan bahsedildiği
şu günlerde Mirzabeyoğlu Davası ısrarla unutturulmak isteniyorsa; bunu borçlu
olduğumuz kimselerin başında; zamanın aydınları gelmektedir!

9. Tıpkı Dreyfus ve Rosenbergler Davası gibi baştan sonra bir hukuksuzluk örneği
olan, davasına bakan her iki hâkim tarafından emir ve talimatla hareket edildiği itiraf
edilen, kararı veren mahkemeler kaldırılsa da hükmü HÂLÂ cari olan, hukuksuzluğu
artık her türlü ispat ve izahtan vareste olduğu için hiçbir kayıt, şart ve taleple bağlı
olmaksızın RE`SEN ve yeniden görülmesi gereken Mirzabeyoğlu Davası`nda adalet
HÂLÂ tecellî edip, zararlar tazmin edilmemişse; 28 Şubat farklı aktörler eliyle 15
yıldır devam ediyor demektir!

10. `İleri demokrasi`den, darbelerle hesaplaşmaktan, devletin sebebiyet verdiği zararları
tazmin etmesi gerekliliğinden bahsedildiği şu günlerde 28 Şubat kararları kaskatı bir
vakıa olarak devam ettiği için, sürecin aktör ve sonuçlarıyla hesaplaşmaya buradan
başlanılması gerektiğini düşündüğümüz Bolu F Tipi Cezaevi`nde,
28 Şubat 2012`de, saat 14`de yapacağımız basın açıklamasına herkesi
bekleriz.

Saygıyla duyrulur. 2 Şubat 2012.


YENİ DEVİR HUKUKÇULAR DERNEĞİ
yenidevir.hd@gmail.com
 

özgeöz

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2012
Mesajlar
186
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
yukarıda ismi verilen o 'aydın' sıfatlı yazarlar yokmu, hemen hemen hepsi şuan başörtü özgürlüğünü savunuyor ve seçim öncesi yapılan programlarda AK Parti lehine yorumlar yapıyor. Allah hepinizi bildiği gibi yapsın.. bu korkaklıkla doğru orantılı olan ikiyüzlülüğünüzün bedelini çok ağır ödeyeceksiniz.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Büyük Resmin Arkasında İsrail Var!

39605.jpg



Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu, KCK soruşturmasında ortaya çıkan MİT'çilerin ifade krizinin arkasındaki muhtemel güç olan İsrail'in 28 Şubat sürecinde MİT ve TSK' ya çok ciddi anlamda sızma gerçekleştirdiğini belirterek,
"Burada Çevik Bir'in İsrail ile olan yakın ilişkileri söz konusuydu" diye konuştu.


Ebubekir Gülüm

Kriptolar Mossad'ın denetimine açıldı

"O süreçte, Türkiye'nin çok ciddi kriptoları İsrail'in Mossad ajanlarının denetimine de açıldı" diyen Bülent Orakoğlu, KCK içindeki MİT ajanlarının İsrail'in etkisiyle bilinçli şekilde iz ve delil bırakmış olabileceğine dikkat çekti.

Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu, KCK soruşturmasında ortaya çıkan MİT'çilerin ifade krizinin arkasındaki muhtemel güç olan İsrail'in 28 Şubat sürecinde MİT ve
TSK'ya çok ciddi anlamda sızma gerçekleştirdiğini söyledi. "O süreçte, Türkiye'nin çok ciddi kriptoları İsrail'in Mossad ajanlarının denetimine de açıldı" diyen Orakoğlu, KCK içindeki MİT ajanlarının İsrail'in etkisiyle bilinçli şekilde iz ve delil bırakmış olabileceğine dikkat çekti.

Orakoğlu, "PKK ile İsrail arasındaki çok ciddi eğitim işbirliği vardır. Bundan dolayı İsrail tarafından bu deliller koydurulmuş olabilir" dedi. Hükümetin bu işi siyasi kararlılıkla çözülmek üzere olduğunu kaydeden Orakoğlu, "Her dönemde, devlet ile millet arasına nifak sokmak, devletin kurumları arasında nifak sokarak Türkiye içine kapatılmaya çalışılıyor" dedi. Bazı gazetelerde PKK'nin MİT tarafından kurulduğuna ilişkin çıkan haberleri de değerlendiren Orakoğlu, "Olayı iyi irdelemek gerekir. PKK'yı kuran MİT değildir. MİT'in içerisinde, illegal alanı kullanan, yabancı ülkelerin hepsinde olan bir klik gurubudur. Ayrıca PKK'nın kuruluşunda MİT'in yanı sıra,
ABD ve İngiliz derin devleti vardır" diye konuştu.

28 Şubat'taki sızma

KCK soruşturması ve MİT mensuplarının ifadeye çağrılmasının arkasında büyük resme bakıldığı zaman Türkiye'nin bölgede itibarsızlaştırılması planı olduğunu vurgulayan Orakoğlu, "İsrail, 28 Şubat sürecinde devletin içindeki kurumlara çok ciddi anlamda sızdı. Hem MİT'e hem
TSK'ya. Burada Çevik Bir'in İsrail ile olan yakın ilişkileri sözkonusuydu. Hatta o süreçte, Türkiye'nin çok ciddi kriptoları İsrail'in Mossad ajanlarının denetimine de açıldı. Birçok alanda birlikte hareket edildi. Çünkü o süreçte, İsrail ve ABD ile en üst düzey istihbarat anlaşmaları yapıldı" dedi.

Geçmişe bakıldığında MİT içerisinde CIA ve Mossad ağırlığının her zaman görülebileceğini vurgulayan Orakoğlu, "Davos'taki one minute krizinden sonra İsrail, Türkiye'de bir takım kaos politikaları oluşturmaya çalıştı. İlk iş olarak PKK'ya açıktan destek vermeye başladı. Unsurları eğitmeye başladı" ifadesini kullandı.

İskenderun saldırısı İsrail'in işi

İsrail'in hükümeti zor duruma düşürecek terör odaklı
eylemleri organize ettiğini kaydeden Orakoğlu, "Bunların taktik zamanlaması ve stratejileri çok enteresan. İskenderun'da yapılan saldırının sanıkları yakalandı. Tim şefi olan Barış, İsrail'e gidip geldiğini, çok yakın ilişkide olduğunu kabul etti. Daha sona yapılan araştırmalarda, Mossad'ın PKK içerisindeki nüfuzunu kullanarak bu kişiyi, o timin başına getirdiği ortaya çıktı. Yani bu İsrail operasyonu gözüküyor" diye konuştu.

2000 yılında dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un teşkilatın şeffaflaşma dönemine girdiğine yönelik ifadelerini hatırlatan Orakoğlu, "Daha sonra yeni müsteşar Emre Taner, küreselleşen dünyada, iç ve dış tehditlere karşı yeni bir vizyon ortaya koyulması için yeni bir yapılanma hareketi başlattı. Ancak bu hareket, MİT'in içinde İsrail ile yakın ilişkide olan kişiler karşı çıktı. Daha sonra Hakan Fidan da aynı şeyi yürütmeye çalıştı. En son Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı'nın MİT'e devredilmesi, MİT'in Ortadoğu'ya ve dışarıya açılması İsrail'i ciddi anlamda rahatsız etti" dedi.

Hatta Hakan Fidan'ın göreve gelir gelmez 'İran yanlısı' diye kara propagandaların devreye sokulduğunu hatırlatan Orakoğlu, "Baktığınız zaman, Oslo sürecinin ortaya çıkarılmasıyla kriz aslında geliyorum dedi" ifadesini kullandı.

Ortadoğu'da yeni güç dengeleri oluştuğuna dikkat çeken Orakoğlu, "O bölgede bilindiği gibi yeni gaz rezervleri bulundu. Bununla ilgili Fransa, Almanya, İsrail, Rum Kesimi ve Yunanistan'ın bir takım anlaşmalar yaptığını görüyorsunuz. İsrail'in güç dengeleriyle ilgili çabası var" dedi.

İsrail'in Ortadoğu'daki aşiretler üzerinde etkin olduğunu belirten Orakoğlu, "O bölgeyi,
ABD ve küresel güçlerle birlikte, Irak, Afganistan'da olduğu gibi yeniden dizayn ediyorlar" dedi.

Oslo'nun amacı

Refahyol hükümetinde olduğu gibi Ak Parti hükümetlerinin göndermeye yönelik çabalar başarısız olunca değişik taktiklerin sergilenmeye başladığını anlatan Orakoğlu, "Biz 28 Şubat'ta PKK ile askerlerin görüştüğünü tespit etmiştik. Ama askerler mevcut, hükümetin bilgisi dışında görüşüyorlardı. Siyasi iradenin bu işten haberi yoktu. Zaten siyasi iradeyi tanımıyorlardı. Şimdi bu süreci ortaya çıkaranlar, PKK ile Ak Parti hükümetinin görevlendirdiği MİT elemanları arasındaki görüşme ortaya çıkarsa, oyları düşer diye düşündüler. Ancak halktan istedikleri tepki gelmedi. Bekledikleri şey olmadı" şeklinde konuştu.

Milli Gazete
 

cemcemil

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Şub 2011
Mesajlar
177
Tepki puanı
1
Puanları
16
Yaş
33
Hasan Karakayanın yazılarını paylaşmassınız sevinirim insanlara en son akıl verecek kişidir.hayatını islama adamış bir insanı tek kelimede zinayı yakıştıracak ve bunu elle tutulur gözle görülür bir iddiası olmadan yapacak sonrada gelip tesettürü savunacak yok öyle yağma
cübbeli ahmet hocanın karakayanın rezil yazısına cevabıdır.


Beni tehdit suçuyla şikâyet eden ve ırzıma taan eden (Yûşâ Tepesi’ndeki dualarıyla mâruf) Avni Özsalih ile, hakkımda uydurulan kaseti izleyip izlettikten sonra cemaatten dışlanmam için gayret gösteren ve konuşmalar yapan Selahaddin Hoca’ya hakkımı helal etmiyorum!



Sayın Karakaya! Aramızda kalsın, geçen günkü yazınızı gördüğümde sizin hakkınızda sahip bulunduğum hüsn-ü zan tamamen tersine münkalip oldu. Yazılarınızı takip edenlerden malûmum olduğu vechile, bugüne kadar İslâmî kesimden kimsenin aleyhine yazmamaya özen gösteren birisiniz.



Daha bugüne kadar; ne sabahlara dek cicili-bicili kızları önüne alıp lâubâli konuşmalar yaparak halkın ahlâkını bozan ve Nâgihan Hanım’ın programında grup sex yapmakla itham edilen kimseler hakkında, ne hakkında yüz kızartıcı suçtan mahkeme kararı internetlerde dolaşan ve gazetenizin kankası bulunan şahıs hakkında, ne Mesihlik-Peygamberlik taslayankanal sahipleri hakkında, ne de erkek-kadın tüm müritleriyle ilişkiye girdiği iddia edilenmüteşeyyihler hakkında tek kelime yazmazken ne oldu da benim hakkımda aslı-astarı olmayan "İnsan ticareti, fuhşa yataklık" gibi konular daha soruşturma aşamasındayken ve dosyada gizlilik kararı mevcut iken mal bulmuş mağribî gibi bu konuya daldınız?!



Elbette ki bunda iyi niyet düşünmemiz mümkün değildir. Diğerleri hakkında yazmamanızın sebebi, kiminden yıllarca tahsil ettiğiniz reklam gelirleri, kiminden istifade ettiğiniz televizyon yayınları gibi basit dünya metaı mıdır yoksa İslâmî hassasiyetiniz midir?! Eğer İslâmî hassasiyetiniz ise bu hassasiyeti suçu muhakkak olan kimseler hakkında gösterirken, suçu mevhum olan benim gibi biri hakkında niçin göstermediniz?! Eğer bunlar hakkındaki suçlamaları iftira addediyorsanız, peki benim hakkımdakilerin iftira olmadığına nasıl böyle emin olabiliyorsunuz?!



BEN HARAMA UÇKUR ÇÖZMEDİM



Ey Karakaya! Sen ne cüretle "Evinde nikâhlı eşin dururken kalkıp da aşûftelerle iş tutmayacaksın" diye yazabilmektesin?! 8 çocuk babası ve milyonların sevgilisi olan bir adama"Sen fâhişelerle iş yapıyorsun" diyerek beni nasıl zina ile itham ederek bu kadar insana hakaret edebilmektesin?!



Bak; ben İslam’da muteber olan üç yemin "Vallâhi, billâhi, tallâhi" diyerek Yüce Rabbime yemin ve kasem ediyorum ki bulûğa erdiğimden bugüne kadar benim sol tarafıma zina gibi büyük bir günah yazılmamıştır. Eğer böyle bir şey olmuşsa Allâh bana imanlı ölmeyi nasip etmesin! Senin çevrende kaç kişi bu yemini yapabilir?! Tabi imansız ölmeyi tehlike saymayanlar müstesnâ!



Ayrıca hakkımdaki kaset uydurması 2.5 senelik bir mevzu iken bu hususta konuşmayı benim hapse girmeme kadar geciktirmenizin adâletle, insafla, vicdanla, haysiyetle, mertlikle ve erkeklikle bağdaşır bir tarafı var mıdır?!



Ey gidi Karakaya! Sen kendi karın-kızın selâmette olduğu için rahat bir tavır sergileyerek "Dînî konularda misyon yüklenen adamların elin karıları-kızlarıyla cinsel kondüsyonlarını test etme gibi bir lüksleri olamaz" derken benim evli kadınlarla da ilişkiye girdiğimi îmâ ederek Arş’ı titretecek bir iftira yaptığının farkında mısın?!



Sen: "Size bir fâsık kişi bir haber getirirse onu iyice araştırın sonra bilgisizce bir topluluğa bindirirsiniz, sonunda yaptığınıza pişman olursunuz" (Hucurât Sûresi:6’dan) âyet-i kerîmesini hiç duymadın mı?!



Deport olmayı (sınırdışı edilmeyi) bekleyen fakat bazı iftiralar yaptırmadan ihraç edilmeyen fahişelerin hezeyanları ne zamandır sizin ilham kaynağınız olmuştur?! Sizin "Gizlilik kararı olduğu için ayrıntılara girmeyeceğim" sözünüze bakılırsa bütün dosyadan haberdar edilmişsiniz. Demek gizlilik kararı olmasa bütün safhaları tek tek ele alacaksınız. Siz hiç Nûr Sûresi’nin: "Müstehcen haberlerin müminler içerisinde yayılmasını sevenlere dünyada da âhirette de çok acı verici büyük bir azap vardır" (Nûr Sûresi:19’dan) âyet-i kerîmesinin tehdidinden korkmuyor musunuz?!



Gördüğünüz üzere; burada sadece yayanlar değil, yayılmasını sevenler dahi tehdit edilmektedir! Artık size bu yaptığınızdan dolayı âhiretten önce dünyada çarpacak elîm azap müjdeler olsun!



Hem siz nikâh-sifâh, haram-helâl, mekruh-mübah gibi fıkhî terimleri yerli yerinde kullanacak ilmî müktesebâta mâlik misiniz?! Bir helâle haram, bir harama da helâl diyerek insanın dinden çıkıp kâfir olacağını biliyor muydunuz?! Bu konulardaki serbestlik ve yasaklık sınırlarını öğrenmek için son çıkan kitabım "Nişan ve Nikâh Ahkâmı" isimli eserimi okumanızı tavsiye ederim. Kusura bakmayın hapiste olduğum için hediye gönderemeyeceğim. Gerçi Arap eş‛ârında geçen "Cahil kişi pislik böceği gibidir. Salladıkça pis koku saçar" kelamı fehvasınca sizi bu konularda deşmeye gelmez. Ortaya ne rezil ifadeler ve şirk sözleri çıkacağından endişe ederim. Zira belden aşağı konuları ifadede sizinle boy ölçüşemeyeceğimi herkes takdir eder.



(Ne sayarsanız) sayın Karakaya! Siz "Bırakın kameraları, Allah takipte, Allah" derken kime vaaz ettiğinizi sanıyorsunuz?! Zina yapmayan ve harama uçkur çözmeyen birine bu sözün söylenmesinin ne manası olabilir?! Tabi ki Rabbimizin takibinden korkuyor, bu yüzden de gizli yerde bile haram işlemiyoruz. Peki ya milletin ortasında en büyük farz olan ve terki, şirkten sonra en büyük günah olan namazı zâyi edenler Allâh’tan hiç mi korkmuyorlar?!



Beyt: "Halk içinde bundan artık aybolur mu bir kişi,

Kendi aybı var iken zikrede aybı dîgeri."



İSLAM’DA FUHUŞ İSNADI İÇİN GEREKLİ ŞARTLARI BİLİYOR MUSUNUZ?



Allâh-u Te‛âlâ bu konuda çok hassas davranıyor ve herkes birbirine iftira edemesin diye zinanın cezasının tespiti hakkında dört şâhidin zina olayına şâhit olmasını şart koşuyor. Nitekim bu hususu Nur Sûresi’nin ilk âyetlerinde açıkça beyan ediyor ve zina suçlaması yapıp da dört şâhit getiremeyenlere iftira cezası olarak 80 sopa vurulmasını ve artık ebediyyen hiçbir konuda bu kişilerin şâhitliğinin kabul edilmemesini emrediyor. (Nûr Sûresi:4)



Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de bu konuyu: "Dört şâhit zina ânını aynı anda (göze çekilen) milin sürmedanlığın içinde bulunması gibi açık şekilde görmesi gerekir" (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, no:17454, 8/227) hadîs-i şerîfi ile vuzûha kavuşturuyor.



Ömer (Radıyallâhu Anh) zamanında 4 kişi zinaya şâhitlik yapıyor fakat bir kişi: "Ben bunlarla birlikte görmedim. Ben gördüğümde üzerlerinde yorgan vardı ama sedir sallanıyordu" deyince Ömer (Radıyallâhu Anh) iftiradan dolayı bunlara 80 sopa vurduruyor.



Neyse Karakaya abimizin endişe edeceği bir durum söz konusu değil. O yesin-içsin Kur’ân hükümlerinin tatbik edilmediğine şükretsin. Allâh-u Te‛âlâ’nın açık beyânı vechile; "Şahitleri getiremeyenler Allâh indinde yalancıların ta kendileridir." (Nûr Sûresi:13’den)



Diğer bir âyet-i kerîme fehvâsınca da: "Allâh’ın lâneti o yalancıların üzerine olsun." (Hûd Sûresi:18’den)



HASAN ABİMİZ NE YAPMALIYDI?



Evvela her konuda kılı kırk yaran biri olarak her zaman yaptığı gibi konuyu ele almalı ve şu satırları sormalıydı:



1) "Hürrü satan bizden değildir" buyuran bir Peygamberin ümmeti olan birinin insan ticareti yaptığını ispat için karineler yetmeyip çok kuvvetli deliller bulunması lâzımken bu konuda tutuklamayı mucip olacak hangi açık deliller vardır?!



2) Şantaj, tehdit gibi konularda çeteyle irtibat iddia edilirken niçin çete üyelerinin tümü serbest kalmış, Hoca tutuklanmıştır.



3) Türkiye kadın kaynarken dışardan kadın getirtme iddiası hiç inandırıcı olmamıştır.



4) 2006 yılından beri bütün refleksleri kaybettirmiş müzmin diyabet, baypas, behçet, kalpte ve şah damarında stent, iltihaplı romatizma, depresyon ve panik atak gibi birçok hastalıktan dolayı Devlet Hastanesi tarafından verilmiş mühürlü raporlar arz edilmişken, kaçma ihtimali de mevcut değilken, deliller toplanmış olup karartma imkânı yokken tutuklamaya neden gerek duyulmuştur?!



5) Bunca yıldır aranan hiçbir evin görüntüsü verilmemişken neden özellikle Hoca’nın evinin iç görüntüleri yasak çiğnenerek servis edilmiştir?! Burada bu konuyla ilgili bir yazı yazan Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşime teşekkürü bir borç bilirim.



6) Dosyada gizlilik kararı varken dosyanın tüm içeriği gazetelere servis edilmiş ve medyada ikāmet adresleri dahi fuhuş evi olarak gösterilmiş, çocukların pasaportları hakkında Faslı kadınların pasaportları denilmesine yol açılmıştır. 28 şubat döneminde bile görülmedik şekilde Hoca’ya karşı tezâhür eden bu nefretin belli bir nedeni var mıdır?!



İşte biz abimizden bu soruların cevaplarını arayarak bizi savunmasını beklerken o da: "Cübbeli bu sefer bitti" sananların kervanına katılmış olacak ki "Bir de benden" diyerek saldırıya geçmiştir. Ama herkes şunu iyi bilmelidir ki Allâh’ın bitirmediğini kimse bitiremez, O’nun bitirdiğini de kimse diriltemez! Akit gazetesinde (eski yazar) Ali Eren ve Serdar Arseven gibi şahsiyetler mevcutken -isim ve soyadlar da semadan nazil olduğuna göre- bizim bu müdafaaları Eren ve Arseven soyadlarından değil de Karakaya soyadından beklememiz elbette safdillik olacaktır.



BAŞIMA GELENLERİN SEBEPLERİ HAKKINDA BİR TAHLİL



İslâmî Cemaatler hakkında muhallil olan Nevzat Çiçek Beyefendi’nin de dediği gibi bana defaatle "Ekranlardan geri çekil, başına bir şey gelmeyecek" denilmişse de ben bu sözleri dinlemedim. Konuşmalarımdan para almadığım için bu konuda maddî bir endişe taşımadığımdan dolayı geri çekilmek için Üstâdım Mahmud Efendi Hazretleri’ne defaatle müracaat ettimse de her defasında "Kim diyor sana ‘Geri çekil’ diye?! Geri durmak yok" cevabını alınca geri duramadım. Tabi ki Üstâdımız bu derslerin milyonların hidâyetine vesîle olduğunu bildiği için bana izin vermiştir.



Yine defaatle -hattâ bir keresinde 7 defa- kendisi adına yazmış olduğumuz "Rûhu’l-Furkān Tefsîri"ndeki hizmetimden azlimi istediysem de "Meşâyih senden başkasına izin vermiyor" cevabını alınca bırakamadım. Bir sefer beni çok darlattıklarında Türkiye’yi terk edip Medîne’ye yerleşme müsaadesi istediğimde "Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) seni orada istemiyor, ümmeti kime bırakacaksın?!" cevabını alınca tabi ki mürşidimden kaçamazdım.



Bana yapılan saldırılar 11 yaşlarımda başlamış, o zaman Üstadımızın bazı akrabası tarafından başıma gelen eziyetler cemaat içi kalmış, üzerime büyük iftiralar atılmış ama Üstadımız daima: "Seni kıskanıyorlar, sabret" diyerek fakiri teselli etmiştir. İlk evliliğimde boşanmaya mecbur kalınca yine üzerime cemaat içinde büyük iftiralar atılarak mağdur edildim ki bu dertler beni genç yaşta şeker hastası yaptı. Daha sonra zelzele vaazı nedeniyle 312’den 2 sene 7 ay 3 gün ceza alarak linç edildim, "Cübbeli bitti" denildi, çıktık tekrar canlandım. Sonra jetsky olayıyla haftalar süren ve başbakana bile görüşü sorulan programlarla linç edildim, tekrar "Teke Tek" konuşmaları vesilesiyle gündeme geldim.



O sırada "Dinler arası diyalog, mezhepsizlik, Mehdilik ve tasavvuf karşıtlığı" gibi konularda reddiyelere başlarken çekincelerim olduğu için Üstadımıza soru sorduğumda "Şeytanın dostlarıyla savaşın, zira şeytanın hilesi çok zayıftır" (Nisâ Sûresi:76’dan) âyet-i kerîmesini okuyarak bu işi başlattı. Bu arada defaatle: "Acı da olsa hakkı söyle", "Haktan susan dilsiz şeytan" hadîs-i şeriflerini okuyordu.



Mâlum çevreler insanların benim yayınlarıma yönelişinden rahatsız olarak geri çekilmem için birçok aracı koydularsa da ben hep mürşidimi dinledim. İnsanların bana olan teveccühünden rahatsız olan çevreler bu sefer Taraf gazetesine "Zorba Cübbeli" manşetini attırdılar, olmadı Yeni Şafak gazetesine "Provokatör Cübbeli" manşetini attırdılar, o da olmayınca internete benim zina yaptığım iddiasıyla bir kaset attılar, insanların ev adreslerine kadar gönderdiler, sokaklara saçtılar. Biz bunu emniyete şikâyet ettiysek de bir sonuç alamadık.



Şimdi de bu iftiralarla bizi içeri attılar. Herhalde dışarıda durdukça baş edemeyeceklerini anladılar ki tutuklama gereği duydular. Sizlerin de takdir edeceğiniz üzere ben geri çekilseydim yâhut "Yahudi-Hristiyanlar cennete girer" veya "Şîa da hak üzeredir" ya da "Ilımlı İslam projesine evet" yâhut Mehdilik iddia edenlere "Tabi ki sizden bal gibi Mehdi olur" deseydim ve sapık görüşlere sahip bazı ilâhiyatçılara teker teker cevap vermeseydim elbette ki şimdi zindanda olmazdım.



Başkaları bana atılı suçların hepsini işlese bile ceza almazken, biz yanımızdaki bazı kimselerin yanlışı yüzünden hapse atıldık. Ama bunda da hayır vardır. Her seferinde beni daha itibarla belâdan kurtaran Allâh bu sefer de bana şeref vermeye kādirdir. İlginç olan ise, ben reddiye yaptığım çevrelere özel hayatlarıyla ilgili bir tenkit yöneltmezken, onları defaatle davet etmeme rağmen ilmî sahada karşıma çıkamayıp hep bel altı vurmalarıdır.



İSMAİLAĞA ANALİZİ



Bu konuda ben bir tahlilde bulunmayayım ancak cemaatler üzerine birçok dosya hazırlamış gazetecilerden Nevzat Çiçek Beyefendi’nin tahliline katıldığımı bildireyim. Kendisi "-Politika Haber- Online BirGün" isimli sitede yayınlanan açıklamasında şunları söylemiş:



"İsmailağa’da Mahmut Efendi’nin yanlış tedavi edildiğini, yanlış ilaç verildiğini ve bu şekilde ayağa kalkmadığını biliyoruz. Mahmut Efendi’nin 2007’de bir şekilde ailesi tarafından kaçırılarak götürüldüğü hastanenin kurşunlandığını da biliyoruz.



Cübbeli Ahmed’e ait olduğu öne sürülen kasetlerin daha önce iki defa cemaatin bir hocasına da gönderildiğini ve: "Bunu cemaate söyle, Cübbeli buradan uzaklaşsın" dediğini bilmeyen yok. Cübbeli’nin cemaat adına konuşmasından birileri rahatsız ve kullandığı uslup ve sağa sola sataşması kabul edilmiyor. İsmailağa’nın dizayn edilmek istendiğini biz iki değerli hocası Bayram ve Hızır hocaların öldürülmesinden biliyoruz. Bu bakımdan İsmailağa üzerinde Mahmut Efendi sonrasının hesapları yapılıyor. İsmailağa’nın sessiz, sakin kamuoyundan uzak bir şekilde varlığını sürdürmesi isteniyor ve öne çıkmaması ve hocalarından bazılarının itibarsızlaştırılması esas hedef."



Evet! Anlaşılan o ki birileri beni bitirmeye karar vermiş. Ama onlara Abdülkādir-i Geylânî (Kuddise Sirruhû)nun "Yûsuf’un kardeşleri onu öldürmeye karar verdiler. Oysa Allâh indinde Mısır’ın azîzi ve nebîlerden biri olan kişiyi nasıl öldürebilirler?!" sözünü hatırlatırım.



Kimsenin ilâhi kadere itiraz gücü yoktur. Ben Mısır’ın azîzi değilim, olsam olsam İstanbul’un reziliyim. Ama şu âyet-i kerîmeyi unutmayalım: "Allâh’ın insanlar için açtığı rahmeti kimse tutamaz. Tuttuğunu da kimse salamaz." (Fâtır Sûresi:2’den)



"Takdîr-i Hudâ kuvve-i bazu ile dönmez,

Bir şem‛-ı ki Mevlâ yaka bin bâd ile sönmez."



MÜNÂCÂT



Bugün bana yakışan Yûsuf (Aleyhisselâm)ın zindanda yaptığı duaya devamdır ki bu duanın bana yönelik açılımı şöyledir:



"Rabbim! Onların beni davet ettiği (mülâyemetten, tahriften, tâvizden, Ehl-i Sünnet dışı fırkaları hak göstermekten, Ehl-i Kitap’ı hak üzere görmekten, cennete girmek için Müslüman olma şartı aramamaktan, sahâbeye sövmeye göz yummaktan, kader inkârına itiraz etmemekten, hakkı haykırmamaktan ve tüm bâtıl) şeylerdense hapis bana daha sevgilidir.



Sen onların hîlesini benden çevirmezsen ben de onlara meylederim ve câhillerden olurum. (Yâ Rabbi! Sen beni kaydırma, ayaklarımı sâbit eyle, tarafından bana rahmetini bahşeyle! Karşılıksız bolca veren Sensin ancak Sen!)"



ÖNEMLİ DUYURU!



Beni tehdit suçuyla şikâyet eden ve ırzıma taan eden (Yûşâ Tepesi’ndeki dualarıyla mâruf) Avni Özsalih ile, hakkımda uydurulan kaseti izleyip izlettikten sonra cemaatten dışlanmam için gayret gösteren ve konuşmalar yapan Selahaddin Hoca’ya hakkımı helal etmiyorum!



Benim kitaplarımdan yâhut sohbetlerimden istifâde edenlerden her kim bunların sohbetlerine giderse onlara da, insanı öğreticisine köle yapacak kadar kuvvetli olan ilim ve talim hakkımı haram ediyorum. Herkes istediği şahsı sohbet için seçme hakkına elbette sahiptir. Ben burada kimseye tahkir, tehdit ve tezyif kastetmiyorum ancak hakkımı haram etme hakkımı kullanıyorum. Allâh dünyada herkesin yolunu açık etsin, nasıl olsa âhiret geliyor!



TAKDİR VE TEKDÎR



Reddiye yaptığım çevrelerden Hayreddin Karaman ve Mustafa İslamoğlu’nun bazı gazetecilere gizlice "İyi ki bu işler başına geldi de biraz rahat ettik yoksa bizi mahvedecekti" dedikleri ve sevindikleri sağlam kaynaklardan kulağıma gelmiş bulunmaktadır.



Keşke onlar da yılladır kendilerine karşı en ağır dilde reddiye yaptığım Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz Beyefendiler kadar âdilâne davranabilseydiler!



Rabbimiz "Bir kavme olan düşmanlığınız sizi (onlar hakkında) adâletli davranmamaya sevk etmesin. Siz (daima) âdil olun" buyurmaktadır. Bu noktada nefsânî duyguları bir kenara bırakıp dînî ve millî hassasiyetleri ön planda tutabilme erdemini gösteren sağcı-solcu-Alevî-Sünnî her fırkaya özellikle de Zekeriya Beyaz Beyefendi’ye şükranlarımı arz ederim!
 

Seyren

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2012
Mesajlar
1,036
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
"Bu kadina haddini bildirin" diyenler simdi hesap vermekle mesguller...
Allahu Ekber Ve Lillahil hamd

Aynen katılıyotum.Başörtüsüne uzanan eller kırılır birgün.
 

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
şapka kanunu getirtip
bu ucube yüzünden yüzlerce belki binlerce
suçsuz insanı idam eden zihniyetten herşey beklenir.

onlar bizden temizliği medeniyeti öğrendi biz onlardan tangoyu, şapkayı, kravatı, soyunmayı ... öğrendik aaah ah insanın içi acıyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt