Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

-MERAK KABİLİYETİMİZİ NERDE KULLANMALIYIZ???- (1 Kullanıcı)

hiraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
90
Tepki puanı
0
Puanları
0
Siyasi boğuşmalardan televizyon dizilerindeki macera­lara kadar, merakımızı çeken meseleleri alt alta toplarsak, her gün ne kadar vaktimizi, her yıl kaç yüz saatimizi heba ettiğimizi ve bu heba olan saatlerin arkalarında neler bıraka­rak gittiğini açıkça göreceğiz.

Hiçbir insan, alın teri dökerek kazandığı parayı, tekrar kazanma imkanı elinde olduğu halde sokağa dökmez, çöpe atmaz, yakıp külünü savurmaz.

Fakat bir daha hiç elimize geçmeyecek olan ömür serma­yesini saçıp savurma adeti öylesine yaygındır ki, her gün belki her saat işlediğimiz bu cinayetlerin artık suçluluğunu bile hissetmez hale gelmişiz.

Daha da dehşetlisi asrımızda insanın merakını tahrik ederek, ömürleri bir hiç uğruna heba eden meşgalelerin şey­tanî birer desiseden başka bir şey olmadıklarını düşünmek, pek nadir şekilde aklımıza gelir.

Oysa âyet-i kerime, insana verilen sermayenin Allah yo­lunda ve Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde zaruri va­zifelere sarf edilmesi üzerinde dehşetli tehditler ihtiva et­mektedir:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, halkı fark ettirmeden ve hiçbir bilgiye dayanmaksızın Allah yolundan saptırmak ve dini alaya almak için boş söz ve eğlencelere müşteri çıkar. İşte onlar için hor ve hakir edici bir azap vardır.” (Lokman Sûresi, 6)

Sadece televizyon başında geçen saatlerimizi şu âyet-i ke­rimenin ışığında bir değerlendirecek olsak, meselenin veha­meti kolayca ortaya çıkacaktır.

Yerinde kullanılmayan bir merakın insanı Allah yolun­dan saptıracağına dair deliller hesaba gelmez. Çünkü mera­kın arkasından zevk ve şevk unsurları gelmektedir.

Şimdi zamanın bütün harikalarından istifade ederek ya­pılmış bir otomobil düşünelim: İçinde telefonundan televiz­yonuna en ince ayrıntısına kadar herşey düşünülmüş, her türlü yolda en emniyetli ve süratli bir şekilde hareket etmek üzere planlanmış, paha biçilmez bir otomobil.

Onu gören herkes anlar ki; bu araba, mahalle arasında çöp toplamak yahut iskeleden kum çekmek için yapılmış bir vasıta değildir.

Fakat bu muhakemeyi kolayca yapan insanların çoğu, nedense insan kalbinin bu dünyanın fani ve kısır boğuşma­larıyla öldürülmeyecek kadar değerli bir eser olduğunu aynı kolaylıkla idrak edememektedir.

Oysa kâinat dolusu şahitler vardır ki, “Allah kalbin bâtı­nını iman ve mârifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zahirini sair şeylere müheyya etmiştir.” (Hutbe-i Şamiye, s. 126)

İşte merak duygusunu takip eden zevk ve şevk işleye iş­leye, kalbin batınına kadar ulaşır ve zamanla orayı tamamen istila edecek bir muhabbete döner. Neyin muhabbeti olduğu hususu ise, merak duygusunun nereye sarf edildiğine bağ­lıdır.

Bediüzzaman Hazretleri, bir mektubunda su-i istimal edilmiş bir merakın elinde kalp ve aklın, kumandanlığı mu­hafaza edemeyerek nefs-i emmâreye esir düşeceğini haber vermektedir.

“Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp ha­kikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda ha­yat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazi­beli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifele­rini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.” (Kastamonu Lahikası, s. 69)

Kendine doğrudan hiçbir fayda veya zararı olmadığı hal­de, uzak gezegenlerde ve yıldızlarda hayat bulunup bu­lun­madığını merak eden, bu mevzudaki araştırmalar için büyük masrafların yapılmasını makul karşılayan insanın, kendisini mutlak surette bekleyen bir akıbete karşı kayıtsız kalması ve cennet gibi bir mükafat ile cehennem gibi bir ce­zayı önemsememesi elbette düşünülemez.

Kur’ân baştan sona kadar muazzam teşvik ve tehditlerle bu hakikati insanlara hatırlatmakta, ebedi bir saadetin fırsa­tını kaçırmamak için bizi uyarmaktadır.

Ne var ki, bir taraftan Âlemlerin Rabbi, “Ey kullarım, si­zin için gözlerin görmediği nimetler hazırladım. Onu ka­zanmaya bakın” diye bizi cennete çağırırken, sanki bu sıra­dan, basit, ehemmiyetsiz bir hadiseymiş gibi, dünyaca ünlü birisinin yemek davetine verdiğimiz ehemmiyeti dahi bu muazzam davete vermeksizin dünyanın fani boğuşmala­rıyla ömür tüketmeye devam ediyoruz.

Halbuki işin hiç şakası yok. Cennet ve ebedi saadet gibi bir mükafatı, belki dünya kadar mülkü kazanmak veya kaybetmek gibi bir tercihle karşı karşıyayız.

Piyangoda büyük ikramiyeyi bir numara farkla kaybet­tiği için buhranlara düşen insanlar, elini uzatabileceği kadar yakınına gelmiş böyle bir mükafatı tam yakalayacağı sırada kaçırma endişesiyle kim bilir ne hallere düşmesi gerekirdi?

Dünyada başını sokacak ufacık bir eve kavuşabilmek için gece gündüz çalışarak bir ömür tükettikten sonra ancak bir­kaç sene o küçük evin sefasını sürmeyi kâr sayanların, beş yüz sene genişliğinde bağlar, bahçeler ve muhteşem saray­ları kazanmak için en az o kadar gayret göstermesi gerek­mez mi?

Böyle bir gayeye müteveccih olan insanın merakını dün­yanın hangi hadisesi, hangi boğuşması, hangi gürültüsü kendine çekebilir?

“İns ve cin şeytanları, bu yaldızlı sözleri, âhirete inanma­yan­ların gönülleri ona meyletsin, ondan hoşlansınlar ve iş­lemekte oldukları kötülükleri işlemeye devam etsinler diye telkin ederler.” (En’am Suresi, 113)

“Biz dünyada onlara insanlardan ve şeytanlardan birta­kım kötü arkadaşları musallat ettik ki, onlara dünyayı hoş gösterip âhireti unutturdular. Böylece kendilerinden evvel gelip geçmiş cin ve insan toplulukları hakkındaki azap vaa­dimiz onlar için de hak oldu. Muhakkak ki onların hepsi de hüsrana düşmüşlerdir.

“Kafirler, ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, onun ikazlarını tesir­siz bırakmak için mânâsız şeylerle dikkatleri dağıtın. Belki böylece ona üstün gelirsiniz’ derler. Biz o kafirlere pek şid­detli bir azabı tattıracak ve yaptıklarının en kötüsüyle ceza­landıracağız.” (Fussilet Suresi, 25-27)
---HASAN DURSUN---
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: -MERAK KABİLİYETİMİZİ NERDE KULLANMALIYIZ???-

ALLAH RAZI OLSUN...PAYLAŞIM İÇİN...SELAMETLE..
 

edaalican

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Kas 2006
Mesajlar
454
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Kayseri
RE: -MERAK KABİLİYETİMİZİ NERDE KULLANMALIYIZ???-

ALLAH RAZI OLSUN...PAYLAŞIM İÇİN...SELAMETLE..
 

hiraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
90
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: -MERAK KABİLİYETİMİZİ NERDE KULLANMALIYIZ???-

edaalican yazdı:
ALLAH RAZI OLSUN...PAYLAŞIM İÇİN...SELAMETLE..
cümlemizden inş..Allaha emanet olun...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt