Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mekke'nin fethi mübarek olsun kardeşlerim (1 Kullanıcı)

Nur_u Secde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eki 2007
Mesajlar
5,204
Tepki puanı
3,575
Puanları
163
Yaş
46
Mekkenin fethi mübarek olsun ...

Alemlerin Rabbi olan Allah a hamd ,Peygamber efendimize ve ashabına salat ve selam olsun.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Rabbim bu ümmete yeni fetihler ihsan eylesin inşaAllah
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
islâm iman ve aksiyonunun mutlak inkılâp çerçevesinde ihtilâl hareketi, Bedr’de, küfrü toslayış, Uhut’da da küfür tarafından toslanış; ilkinde son neticeye gebe bir temel davranış ve ikincisinde başa riayetsizlikten doğma belâyı muazzam bir şecaat ve fedakârlıkla atlatış şeklinde tecelli eder. Bu iki zıt tecelli ise, ebediyet dâvasının mutlak inkılâp hamlesi her gün biraz daha gelişerek devam ederken, öz kavmine karşı ayaklanmak bakımından ihtilâl faslını, Mekke fethinde tamamlamak üzere nihayete erdirir. Mekke fethine kadar bütün hareketler, İslâmın oluşmasını ve boyuna güç kazanmasını sağlayıcı başvurmalardan ibarettir ve aralarında, daima küfür tarafından düzenlenmiş “Hendek” ve “Ahzap” savaşları bulunmasına rağmen manzara, herhangi bir harp ifadesi dışında bir ihtilâl mânası taşımaktadır. Çünkü artık İslâm gittikçe heybetlenen ve devletleşen bir oluş içindedir ve bu oluşun hareketleri, kendi kavmi içinde ve kendi kavmine karşı ihtilâl değil, ancak devletten devlete taarruz veya müdafaa olarak mütalâa edilebilir.
Mekke’nin fethi ise, bu oluş ve devletleşmenin en kemâlli ânına tesadüf ettiği halde, ihtilâl başlangıcına netice getirmesinden ve din merkezini bir el uzatışta devşirivermesinden ötürü aynı kadroya girer. Zira Mekke’nin fethiyle asîller oymağı ve nebîler kaynağı Kureyş, ilk ihtilâl davranışının hedefi olarak, Resuller Resulü tarafından, olanca maddesi ve mânası birarada, teslim alınmış oluyor. Güneş, Bedr’de batarken Mekke’de doğmak üzere ufuktan silinmiştir.
Allah’ın Resulü, Mekke üzerine hareketi, mağara dostu ve has oda sırdaşı Hazret-i Ebu Bekr’den başka hiçbir sahabîye haber vermediler. Sahabîler emin değiller miydi? Herbiri “emin” mefhumunun son haddiyle emin… Fakat bu öyle bir sırdı ki; ancak uykusunda bile onu sayıklamayacak derecede bir “emin”e verilebilirdi. O da Hazret-i Ebu Bekr’den başkası olamazdı. Sadece prensip bakımından, Hazret-i Ömer, Osman ve Ali’ye bile feda edilmeyen bu sırrı muhafaza tedbiri, inkılâp ve ihtilâl mimarîsine tutkun her kafanın kulağına küpe olsun!…
Asırlardır İslâm âlimleri şu suâli sorar ve onun ihtiva ettiği iki ihtimâl üzerinde münakaşa eder, dururlar:
- Mekke’ye zorla mı, anlaşma yoliyle mi girildi; “kahren”mi, “sulhen”mi ?
Ne o, ne öbürü!… Mekkeye, iş zora dökülecek olursa ne doğacağını belirtici, onbin yerde ateş yakmış bir heybet ifadesinin tesiri altında, anlaşma ve cenkleşmekten kaçınma yoliyle girildi. Yani tahinle pekmez aynı ölçüde; acı ve tatlı birarada…
Mekke’ye yol veren tepeciğin başında Ebu Süfyan, yanında Peygamber amcası Hazret-i Abbas, oymak oymak ve akın akın önünden geçen büyük İslâm ordusunu görünce coşar ve haykırır::
- Desene ki, yâ Abbas, kardeşinin oğlu saltanatların en şevketlisine erdi!…
- Hayır, yâ Ebu Süfyan, şu gördüğün manzaranın mânası saltanat değil, nübüvvet…
Bedr kervanının başı, Uhut’ta küfür ordusunun başbuğu ve Ebû Cehl’den sonra Kureyşin reisi Ebu Süfyan, Allah Resulünün huzurlarında dolambaçlı ve kekeme bir dille İslâmı kabul eder; karısı, Hazret-i Hamza’nın ciğerini çiğneyip tüküren Hind de kocasına uyar; Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamber, devesine ilişmiş, nail olduğu İlâhî nimet altında ezgin ve iki büklüm, Allaha karşı sonsuz bir küçülme tavriyle büyük zafer caddesini takip eder ve Mekke’ye girer.
Zaman ve mekân boyunca ebedî “doğru”, “güzel” ve “yeni” vasfını ihtar edecek olan İslâm inkılâp ve ihtilâlinin, Peygamber elinde kendi öz kavmine nakşı işi, oradan bütün insanlığa yayılmak üzere Mekke fethiyle tamamlanmıştır.
Mekke’nin fethinden Veda Haccına kadar, İslâmın üçüncü devresi… Artık ihtilâl manzarası arzetmeyen, bir taraftan iç oluş, bir taraftan da devletleşme ve dışarıyı kuşatma devresi…
Dış oluşla iç oluşun birbiri içinde gelişmesi, artık çapını ihtilâlin üstüne çıkarmış olarak her şeyi kuşatan şu sahneden bellidir:
Cins küheylânlar üstünde, Allah’ın sevgilisi ve sevgili sahabîleri, bir seferden dönüyorlar. Diz teması halinde ve yan-yanalar… Kâinatın Efendisi konuşuyor ve sahabîleri dinliyor:
- Şimdi küçük cihaddan “ekber – en büyük” cihada gidiyoruz!
- Geldiğimiz cihad büyük değil miydi, ey Allah’ın Resulü! Ya ekber cihad hangisi?
Kelime incilerini dudaklarından tane tane dökerek cevap veriyorlar:
- Ekber cihad, tek insanın kendi öz nefsiyle savaşı…
İnkılâpta da, ihtilâlde de, sebepde de, neticede de, vasıtada da, gayede de, fertte de, cemiyette de bütün hikmetleri toplayıcı mihrak noktası… Bu cevapta, İslâm inkılâp ve ihtilâlinin, topyekûn varlık sırrı ve insan memuriyeti halinde bütün ruhu yatmaktadır. İş, ihtilâl mefhumunun dış manzarasiyle, maddeyi köpürtmekte değil, iç fışkırışın su yollarını maddeye nakşetmekte, iç oluşu dış oluşa çevirmekte ve bunun ulvî saikini bulabilmektedir. İnkılâbın olsun, ihtilâlin olsun, bundan başka tarifi yoktur; ve bu ölçüyle gerçek ve dayanak sahibi inkılâp ve ihtilâle semavî dinlerden ve neticede İslâmdan gayrı örnek gösterilemez.
Allah’ın Resulü, Hicretten on, Mekke fethinden iki yıl sonra, maiyetlerinde 50 bin sahabî, hac için yola çıktılar ve civardan katılanlarla 100 küsur bini aşkın bir topluluk halinde, mukaddes beldeye girdiler… Merkezinde Allah’ın evi bulunan Mekke kaynadı, ilk hac vazifeleri yerine getirildi ve devamı için, Minâ, Arafat ve Müzdelife noktaları etrafındaki daire dolanıldı.
Evet; kıyamet arsası gibi göz alabildiğine uzun ve geniş sahrada, 100 küsur bin sahabî…
Allahın Resulü kızıl tüylü develeri üstünde, sahabîlerine hitap ediyor. Tane tane söylüyorlar ve her 100 adımda bir sahabî, sözlerini tekrarlıyor. Bu, Veda Haccı hutbesi, beşerî kelâmın yükselebileceği son nokta; ve İslâm inkılâp ve ihtilâlinin, her harfi bir güneş, feza zemini üzerine nakışlı kitabesi… En başta ruhî, ahlâkî, peşinden içtimaî, hukukî, idarî, iktisadî bütün ölçüleriyle İslâmın muhasebesi, İslâm inkılâbının hesap hulâsası…
Faiz yasaklanmış, kan dâvaları kaldırılmıştır. İlk yasakladıkları da, kendi aile kadrosundakilere ait…
Tabirleri de şu:
- Ayaklarımın altında çiğniyorum!
Âlemde, kavim, oymak ve oba gururundan başka bir şeye değer vermeyen ırkdaşlarına hitap:
- Başınızda burnu halkalı bir Habeşî olsa ona boyun eğeceksiniz!
Cemiyet ve aile nizamında en hassas bağ:
- Çocuk kimin yatağında vücuda gelmişse onundur; hesapları Allah görecektir!
Hakikatleri olduğu gibi görmek ve hiçbir şahsı ve hadiseyi olduğundan başka bir şekle bağlamamak, yani gerçekçi olmak dâvasının muazzam ifadesi:
- Sizi mübalâğadan sakındırırım. Sizden önceki milletlerin başına ne geldiyse bu yüzden gelmiştir!
Hak, hak, hak:
- Sizi hak mevzuunda koruyuculuğa davet ederim: Zaif kadın ve sahipsiz öksüz…
Usûl, usûl, usûl:
- Doğru yolu kaybetmemeniz için size iki dayanak bırakıyorum: Allah’ın Kelâmı ve Resulünün sünneti…
100 bin sahabî, kendi tabirlerince, başlarına birer kuş konmuş da hafifçe kımıldansalar kuş uçacakmış gibi Allah Resulünü dinliyorlar:
- Şahit misiniz? Yüzbin ses:
- Şahidiz!
- Şahid ol, yârabbi!
Ve dünya döndükçe her ân hikmetini döndürecek olduğu, akıl ve kelâm ötesi söz:
- İşte zaman, devrini yapa yapa çıktığı noktaya vardı!
Bu da yaratılış gayesinin, Gaye – İnsan ve Ufuk – Peygamberde ve onun mutlak inkılâbında gerçekleştiği sırrından, mucize çapında, kelime ve cümle üstü hikmet…
Her şey O’nun için geldi, O’nunla geldi ve O’nunla gayesine erecek…
(İhtilal, Büyük Doğu Yayınları, 6. Baskı / s. 29-58)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt