Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

mekkeli ömer ağaç keserken (2 Kullanıcı)

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Hz. Peygamber’in, altında abdest bozduğu ağaca karşı insanların farklı baktığını gören Hz. Ömer'in o ağacı kestirmesi düşündürücüdür.
1. Herhangi bir nesneye, Yaratıcı'nın fıtrat ile (doğuştan) verdiği özelliklerin üstünde işlevler yakıştırmak hastalıklı etkileşimin ilk basamağı.
2. Sonra atfedilen olağanüstülük oranında beklentiler içine girmek ise ikinci basamak.
3. Sonuçta yü*celtilen nesneye bağlı ve bağımlı hale gelmek de kaçınılmaz olur.
Yüceltilen nesne ne olursa olsun, ona olağanüstü güç ve özellikler atfetme ve buna paralel olarak da ondan, o ölçüde beklentilere kapılma tam bir kısır döngüdür.
Yüceltilen, her ne ya da kim ise, onun her şeyinde bir hikmet arama ve yorumlama dönemi başlayınca bunun sonu gelmez. Cansız ise, şeklinde şemailinde, insan ise oturmasından kalkmasına, giyi*nişinden soyunuşuna; yemesinde içmesinde, gidişinde duruşunda, söylediğinde söylemediğinde, hatta idrarını büyük abdestini yapmasında bile hikmet aranır..
Yaratılmışların özelliklerini yüceltmede sınır tanınmadığı gibi bizatihi cisimlerini yüceltmede de sınır tanınmamıştır. Hıristiyanların Hz. İsa'yı tanrılaştırmaktan tutunda cinleri, me*lekleri putlaştıran, güneşe tapmaktan önderlerini ilahlaştırmaya, hatta bazı Uzakdoğu ülkelerinde, fareleri tanrı sayan*lardan erkek cinsel organına tapanlara kadar hayal edilmesi bile zor olan ilginçlikler putlar galerisinde saygın(!) yerlerini almışlardır.
Yüceltilen şeyin bir taş, bir heykel, uğurlu sayılan bir nesne ya da bir insan (idareci, başkan, şeyh, lider v.s.) olması bu yüceltme mekanizmanın işleyişini değiştirmiyor.
Yaratıcının bahşettiği ve takdir ettiği çerçevenin üzerinde birtakım nesnelerin mahiyetlerini ya da kendilerini 'büyük görme', yaratıcıya ait olan kudret ve sıfatlarla vasıflandırma aynen sürüp gider.
Şimdi yüceltme mekanizması ile pratikte şirk olayının nasıl cereyan ettiğine dair, geçmişte bazı örneklere göz atalım
Mekkeliler, önemli bir işe başlamadan önce ve yolculuktan dönünce veya Mekke şehir devletine ait tören ve merasimlerden önce Kabe'nin içindeki Hubel putunun heykelini ziyaret eder, ona bağlılıklarının ifadesi olarak saygı gösterir*lerdi."[63]

Böylece işlerinin düzgün gideceğine inanırlardı.

• Onlar hem Allah'ı tanıyorlar, hem de putlara tapıyorlardı.
• Esasen şirkten kasıt da buydu, birtakım nesneleri Allah'ın sıfat ve kudretine ortak koşmak ve Allah'ın yanında başka güçler tanımak, Allah'a inanmak ve fakat O'nu inkar edenlerin hü*kümlerini inanarak kabul etmek ve onlara bile bile uymak.
• "Allah'a inandık" deyip, putların önünde saygıya durmak; secde etmek, eğilmek, onlar etrafında dönmek; o heykellerden medet ummak, onları ilham kaynağı saymak; güç ve ilhamlarını Allah'tan değil, o put heykellerinden veya Firavun gibi, Nemrut gibi (yaşayan ya da ölü birtakım) putlaştırılmış şahıslardan beklemek.!
• İnsanların ilahlardan bir zarar ve musibet geleceğine inandırılarak sahte ilahlara sığınmalarına karşılık,
• Kur'an; "O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman, 'Biz Allah'ın kullarıyız, O'na döneceğiz derler'
Ruhları şirke yönlendiren başat duygulardan biri de sevgi.. Layık olana, layık olduğu kadarı ile yönlendirilmesi gereken, aksi halde insanı birine köle yapan duygu.
"Herhangi bir şeyi, Allah'ı sever gibi sevip onların arzu*larına, emirlerine ve yasaklarına itaat etmek, onları Allah'a denkler tutmak demektir. Açıkça söylemeseler bile birtakımlarını, Allah'ı sever gibi sevenler, velinimet tanıyanlar, onların sevgi, emir ve isteklerini hareket prensibi edinirler. Allah'ın rızasını düşünmeden, onların rızasını elde etmeye çalışanlar onları kendilerine ilah seçmişlerdir.

İbadet Ve İlah Edinmek
"İbadet" kavramı, Kur'an'da, ilah edinmeyle ilgili olarak iki anlamda kullanılıyor.
Birincisi: Kişinin bir başkası için tapınma ve kulluk amacıyla secde, rüku, kıyam ve tavaf etme ya da kapı eşiğini öpme ve onun için adak ve kurban kesme ve benzeri davra¬nışlardan birisini göstermesidir. Bu şekilde kendisine tapınılan kimsenin başlı başına bir ilah olduğuna inanılmış olsun veya tüm bu ibadetleri onun şefaat ve yakınlığının elde edilmesi için yapılmış bulunsun, yahut yüce ilaha ortak olduğuna ve bu dünya işlerinin yönetiminde yardımı ve katkısı bulunduğuna iman edilmiş olsun fark etmez; her halükarda, böyle bir kimse ilah edinilmiş olur.

İkincisi ise: Kişinin bir kimseyi, bu alemde sebepler nizamı üzerinde egemen zannederek isteklerini gerçekleştirmesi için ona dua etmesi., zarar ve felaketler karşısında ondan medet umması.. Korkuları esnasında, mallarının ve canlarının tehlikeye girmesi halinde ona sığınması.
Kişinin bu türden tutumlarının ikisi de ilah edinip kulluk etmek manasındadır.
Bunun delili aşağıdaki Kur'an-ı Kerim ayetleridir;
"De ki; 'Bana Rabb'imden (akli delilleri takviye eden) apaçık ilahi deliller gelince, o, sizin Allah'ı bırakıp dua ettiğinize ibadet etmekliğimden kesin olarak men edildim..."[177]
Allah'tan başkasına dua etmek demek; onu ilah edinmek ve ona 'ibadet' etmek anlamına geldiğinden Allah Resulü (sav)'in şöyle buyurduğunu görüyoruz;
"Allah kendisinden istemeyene gazap eder."[178]
Kişi elbette istediğini verebileceğine inandığı kimseden ve makamdan ister. Bu ise kendisinden isteneni (dua edileni) büyük, güçlü, kuvvetli ve istenileni vermeye kaadir (gücü yeten) olarak kabul ve tasdik ediyor anlamına gelir.
Dua ile bir yere, bir makama yöneliş, o makamı yücelt¬meyi ve böylece ilah edinmeyi ifade eder.
Yine Resulüllah (sav) buyuruyor ki;
"Allah'tan onun lütuf ve ihsanından isteyin! Çünkü Allah kendisinden istenmesin¬den hoşlanır. En üstün ibadet, (dua edip) sıkıntının giderilmesini beklemektir

Yaratıcı İlah'ın Vekillere İhtiyacı Var mı?

Şirk sapmasının önemli bir argümanı da Yaratıcı Kudret'in kendisine bazı yardımcılar seçtiği şeklindeki düşünce ve inanıştır.
• Burada, özellikle dünya hayatı ile ilgili işleri onlara havale ettiği zannı öne çıkar. Yaratıcı Tanrı, dünya işleri gibi basit şeylerle ilgilenmez, ilgilenmeye tenezzül etmez diye düşünülür.
Ünlü Yunan filozofu Aristo, bu müşrik inanışı şu aynı mantıkla savunuyor;
"Şüphesiz ki Allah bu kainatı yarattı. Bundan sonra bıraktı, ona ehemmiyet vermedi. Zira Allah, daha aşağı olan bu alemle uğraşmaktan alidir. O ancak kendi zatını düşünür."[207]
Mantığı ile meşhur olan Aristo'nun hangi mantıkla böyle bir sonuca vardığını anlamak zor.
"İşte filozoflarının bu gibi düşüncelerle insanları etkileye geldiği ve tevhid dışı inançların revaç bulduğu bir zamanda Tek îlah inancı, bir kutsal kitapla yeniden yeryüzüne indiri¬liyordu.
"O zaman bu alem, çeşitli fikir cereyanları, muhtelif ve¬himler, efsanevi ve felsefi inançlar yığını halinde idi. Hak ile batıl ayırt edilemiyor, din hurafelerle dolmuş ve efsanelerle boğuşuyordu."[208]
• Yüce Yaratıcı tarafından seçilmiş ve onlara verilmiş vasıflarından dolayı benzerlerinden üstün yetki ve özelliklerle olağanüstü kılınmış, insanlar ve hayat üzerinde görünen durumlarından farklı görev ve etkilerinin bulunduğu genel anlayışı değişmiyor.
Tanrı edinilen rahiplerden yıldızlara kadar pek çok yar¬dımcı ilah söz konusu.
Ayetler ise bunların düzme ilahlar olduğunu söylüyor;
"Onlar kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye Allah'tan başka düzme ilahlar edindiler." [210]
"Onlar Allah'ı bırakıp, güya kendileri yardım(a mazhar) edilecekler ümidi ile ilahlar edindiler." [211

Hakka İletici Aracı Tanrılar

• İnsanları başka ilahlar aramaya iten sebeplerden biri de, bir makam sahibi (vali, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı) gibi kimseler ile görüşmek ve onlardan istekte bulunmak için bir vasıtaya ihtiyaç duydukları gibi, Yaratıcı Tanrıyla yakınlık kurmanın, ancak bir aracı ile mümkün olabileceğini düşünmelerindendir.
"Allah'ı ve O'nun sıfatlarını idrak edemeyenler, Allah'ı kendisinden çok uzakta tasavvur eden putperest halklar, daima dualarını O'na ulaştıracak, kendilerini O'na yakınlaştıracak ve (onun rahmet ve nimetleri için) aracılık yapacak, düşük dere¬cede tanrılar tasavvur etmişlerdir."[218]

"• Şirk koşanlar, hep O'ndan aşağılarda birtakım veliler, koruyucular tutmak isterler. İster O'ndan başka velilere, emir sahiplerine, ister putlara, ister meleklere ve gerekse Hz.İsa gibi şerefli kullara sarılsınlar; 'Biz onlara ancak, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz,' diyerek onlara tutunmaktadırlar."[219]

• Onlar bu putları, kendilerini Allah'a yaklaştıran vasıtalar olarak kabul ederler. Doğrudan doğruya Allah'a yönelmele¬rini, haddini aşmak gibi bir cür'et sayarak, putları Allah'a teveccühlerinde tapınma kıbleleri edinir; güya Allah'a ibadet¬lerini böylece izhar ederler.
Bir hükümdarın saltanat kuvvetlerini vezirleri, valileri arasında taksim ettiği gibi, maiye¬tinin aracılığı olmadan bir hükümdarla doğrudan doğruya temasa geçilemeyeceği düşüncesiyle, Allah'ın da uluhiyeti da¬ğıttığı düşünülür; ilaha yakın olduğu düşünülen kimseleri razı etmeden o ilaha yaklaşılmayacağını sanırlar."[220]

Allah'ın uluhiyetinden bir pay ve imtiyaz verdiği düşünülen kimselerin istismarı hangi duygular üzerine kurduklarını göstermesi bakımından bu son tespit üzerinde durulmaya de¬ğerdir.
• Bu kanaat, yani yardımcı ilahların memnun edilmesi ile Allah'ın hoşnutluğunun elde edileceği zehabı, insanların sahte tanrılara bağımlı hale gelmesine, hayatını ve imkanlarını onların gösterdiği yolda harcamalarına ve gönüllü kulluğa rıza talip olmalarına sebep teşkil eder.

Bir çok ayet, bu bağımlı ruh hali sonucunda meydana gelen ve şirk ifade eden davranışları anlatıyor;
• "Ortak koşanlar, kendilerinde özel güçler bulunduğuna inandıkları ilahları (ya da onların) sembolü olarak kabul ettikleri putlarını Allah'ı sever gibi severler. [221]
• Bu yaratıklara aşırı tazim gösterirler. [222] Bunlardan bazı¬larını hüküm sahibi sayarlar. [223] Bunların fayda ve zarar verebileceğine inanırlar. [224] Kendilerine yardım edebileceklerini vehmederler. [225] Bazen de onların Allah'ın yanında şefaatçi olacaklarını öne sürerler. [226]

"Uluhiyetin hususiyetlerinden birini veya birkaçını başka varlıklara müstakil olarak verme tevehhümleri, din ilminin iyi öğrenilmediği ve dini bilgilerin esasının bilinmeden ağızdan ağza bir efsane gibi dolaştırıldığı yörelerde ortaya çıkar."[227]
• Allah'a ulaştırma düşüncesi ve iddiası aynı zamanda şirkin meşruiyet bulmasını sağlamak içindir.
"Müşrikler, çoğunlukla bir taraftan Allah'a inandıklarını iddia ederken, diğer taraftan da çeşitli varlıkları Allah'a ortak koşan kimselerdi. Ortak koştukları şeyleri Allah ile kendileri arasında aracı kabul ediyorlardı. Böylece ortak koşmalarına da meşruiyet kazandırıyorlardı.[228]
• "Biz bunlara hürmet ediyoruz ama bunu onlar için değil, onların bizi Allah'a yaklaştırması için yapıyoruz" diye ileri sürdükleri gerekçe, vicdanları rahatlatan bir rasyonalizasyon (aklileştirme) ve meşruluk kazanma gayretinden başka bir şey değildir.
• Bu ise içinden çıkılması zor bir problemi önümüze koyar. Çünkü onlar kendilerini, dindar ve dolayısıyla kurtulmuş, başkalarını ise dinden sapmış ve mahvolmuş olarak görürler.
Toplumlar ayrı ayrı da olsa şirk mekanizmalarının işleyi¬şinde bir değişiklik yoktur. Ve bu nesilden nesile sürüp gider. [229]

Dolaylı (Kulluk) İbadet Anlayışı

• Birtakım kimselere veya nesnelere hizmeti, itaat ve iba¬det etmeyi, dolaylı olarak Allah'a yapılan ibadet ve hizmet olarak tasavvur etmek şirk kültürünün en eski ve önemli temellerinden biri.
Önceleri bu anlayış daha çok meleklerle ilgiydi:
"Bazıları; 'İnsanların Yüce Allah'a ibadet etme ehliyetleri yoktur' derlerdi. 'En doğru olanı, insanların meleklerden birine ibadet etmeleridir; melekler de Yüce Tanrı'ya ibadet ederler'. Bu düşüncenin ardından birçok insan, bulunduğu beldenin yöneticisi olduğuna inandığı melek şeklinde bir put edindi. Ve ona tapınmaya başladı," [230]
Bu anlayışın günümüze yansıması da, birine ibadet şuuru ile hizmet etmenin Tanrıya yapılmış hizmet anlamına geleceği şeklindeki düşüncedir. Lidere, başkana, şeyhlere gösterilen saygının ve hizmetin, ibadet anlayışı ve huşuu içinde yapıl¬ması da çoğunlukla aynı duygunun eseri.

Güzel bir gaye için kurulmuş birlikteliklerde emekleri boşa çıkaran anlayış! İşlerin bir intizam içinde yürütülmesini sağlamak üzere hiyerarşik bir yapı içinde, 'birlikte Allah için çalışmak'la, bizatihi onların 'nefslerine hizmet etmenin', arasındaki farkı, her zaman herkesin ayırt etmesi mümkün ol-muyor.
Zihinlerde oluşan her yanlış kabul ve inanış, insanları çarpık bir mantık ve ilişkiler ağı içine sokuyor.
Bu çarpık mantık sonucu bazılarınca;
• "Diğer ilahların, en üstün ilahın ilahlığında nüfuz ve dahli bulunduğu, onların isteklerinin yüce ilah huzurunda makbul olduğu;
• istek ve arzuların, onların vasıtası ile tahakkuk edebileceği;
• şefaatleri (ve himmetleri) sayesinde, menfaatleri celp ve zararları defetmenin mümkün olduğu zannedilir.
• Bu gibi zanları sebe¬biyle, onları Allah ile birlikte ilah edinmişlerdir.

• Bundan da anlaşılıyor ki, bir insan, birisini Allah katında kendisi için şe¬faatçi edinir, sonra da ona dua eder, ondan yardım isteyerek tazim ve hürmet gösterir; adaklar, kurbanlar sunarsa; bütün bunlar, onu ilah edinme, İlah seçme adını alır."
Onlara hizmette kusur etmekten korkmak da aynı ruh halinin bir başka hastalıklı tezahürü.

Kur'an bu marazi korkuya işaretle şöyle buyuruyor:
"Allah; 'İki ilah edinmeyin. O, ancak bir ilandır. Onun için benden, yalnız benden korkun; buyurdu" [231]
Anlaşıldığına göre insanlar, şu sebeple de ilahlarından korkuyorlardı:
Şayet herhangi bir sebeple ilahların (yani bu aracı tan¬rıların) öfkesini çeker, onların, kendilerine olan iyiliğini ve merhametini kaybederlerse, hastalık, kıtlık, mal ve can nok¬sanlığı gibi musibetlere duçar olurlar ve çeşitli belaların tepe¬lerine çökeceğini düşünürler."[232]
Hizmette kusur edince, şeyhinin hışmına uğrayacağından endişe eden Moon Tarikatı üyelerinin ruh hali ile filan "uç" grubun mensuplarına kadar bu tür İstismar üzere kurulu oluşumlardaki yanlış duygular hep aynı psikolojik mekanizma¬larla oluşur.

• Korkunun, sadece bu dünyadaki belalar ve zararlarla sınırlı kalmayacağı, aynı zamanda, bu 'vasıta ilahları’ memnun etmedikten sonra ahrette de iyiliklere ermenin mümkün ola¬mayacağı düşüncesinden de kaynaklandığı görülüyor.
Bu problem, kişiye nüfuz etmeyi adeta imkansız kılar. Mensuplarını böyle oluşumlardan ayırmanın zorluğu da daha çok bu tarz şartlanmalardan kaynaklanır

Hakka İletme Gerçeği"

• Ehli kitabın, din adamlarını tanrı edinmeleri, onların Tanrı'dan aldıklarına inandıkları imtiyazla, insanları Hakka iletme yetkilerinin bulunduğuna inanıyor olmalarındandır.
Bunun için; "Ancak bizi Allah'a yaklaştırmaları için bun¬lara tapıyoruz" diyorlardı. Onların mazeretlerine işaret eden Kur'an-ı Kerim, ehl-i kitab hakkında şöyle buyuruyor; "Ha¬hamlarını, papazlarını Allah'tan başka rabbler ilahlar ittihaz edindiler."
İslamiyet'in doğuşunda, yeryüzüne hakim olan cahiliyet inançları, çeşitli tanrılarla dolup taşmıştı. Bu batıl itikatlara göre bir takım büyük tanrıların yanında bir çok küçük tanrılar da yer atıyordu."[234]
Halbuki Hakka iletmek yalnızca Allah'tan istenir ve an¬cak O'nun nasip etmesiyledir.
Özel anlamda ibadet olan Namazda, kişinin, değil Allah'tan başka kimselerden istekte bulunması, tam aksine Pey¬gamberler dahil, Allah'ın salih kulları için de Rabb'inden iyi¬likler niyaz eder.
"Namazda Allah'tan başkasını, çok cüzi bir şekilde de olsa niyete karıştırmak küfürdür; Namazı bozar. Namazda peygamberden ve Allah'ın salih kullarından hiçbir şey isten¬mez. Aksine Tahiyyat'ta onlar için de esenlik, salavat, rahmet ve bereket niyaz edilir. Bu duada Peygambere ve salih kullara elbette bir sevgi gösterme vardır. Namaz kılan kimse, onlara da derecelerinin yükselmesi için Allah'ın rahmetini isteme, durumundadır."[235]
Şifa Tanrıları

• "Politeist (çok ilahlı) dinlerin hemen hepsinde görülen ortak özellikler Allah'ın sıfatlarının herhangi bir şekilde yara¬tılmışlara atfedilmesidir.

Bunlardan biri de Allah'ın 'şafî’(şifa veren, iyileştiren) sıfatının, hekim-tanrı olarak bazı nesnelere verilmesidir, (Yunan mitolojisindeki Asklepios'ta olduğu gibi.)”[236]
'Şifa vericilik' inancı, insanların birtakım nesneleri ilah edinmelerinde oldukça önemli bir faktördür. Pek çok kimse şifa beklentisi ile ağaçlara çaputlar bağlar, türbelere mum yakar, bazı kimselerin oturduğu mekana kadar eğilerek ya da secde halinde ilerleyerek eşiğine yüz sürer; onun kullandığı eşyaları koklar, vücuduna sürer, artığını ve onun tarafından okunmuş yiyecekler ve içecekleri yiyip içerek şifa umar.
Bu tarz putlaştırmanın kökü de çok eskilere dayanır. Ka¬be'ye ilk putların dikilişindeki maksadın da bu olduğundan bahsedilir.

İbnü'l-Kelbi konuyu şöyle rivayet ediyor:
"Amr b.Luhayy, ağır bir hastalığa tutuldu, Kendisine de¬nildi ki; 'Suriye'de, Belka denilen yerde suyu sıcak bir pınar vardır. Oraya gidersen iyileşirsin. Amr oraya gitti, yıkandı ve kurtuldu. Bölge halkının putlara taptığını gördü.
'Bunlar ne¬dir?’diye sordu. Onlar da;
'Biz bunların aracılığı ile yağmur bekler ve düşmana karşı yardım isteriz' dediler. Bunun üzerine Amr bu putlardan kendisine de vermelerini istedi. Aldıklarını Mekke'ye getirdi ve Kabe'nin çevresine dikti."[237]

Hz. Peygamber devrinde tapılan put ağacının adı Zat-ü Envat idi, bir başka deyimle bir dilek ağacı.. Daha sonra bu ad, bazı Müslüman bilginlerce örtülü şirkin sembolü olarak kullanılmıştır. Bu bilginlerden biri de, hurafe ve yozlaşmaların kutsala fatura edilmesine savaş açmış ünlü bilgin Ebu Şame (ölm.1266) kendinden önceki kaynaklarını da göstererek şu ibret verici olayı anlatır:
Huneyn Savaşı'na katılan bir grup sahabi demiştir ki; "Hz. Peygamberle birlikte Huneyn'e doğru yol alıyorduk. Kureyş putperestlerinin o yörede kutsal tanıdıkları büyük bir ağaç vardı. Her yıl belli bir süre bu ağacın altına gelir, silahlarını ağaca asar, orada kurban keserlerdi. Bu süre içinde tüm dilekleri için bu ağaca bezler-giysiler astıklarından, adı Zat-ü Envat konmuştur. Ağacın yakınından geçerken biz Hz. Pey¬gambere şu ricada bulunduk;
"Ey Tanrı elçisi, sen de bizim için bir Zat-ü Envat belirlesen olmaz mı?" Peygamber bize şu cevabı verdi;
"Allah Allah! Siz ne cahil bir toplumsunuz. Önceki ümmetlerin geleneklerini mi ihya edeceksiniz? Sizin şu sözünüz, İsrail Kavmi'nin Hz. Musa'dan put isteyen ve Kur'an'da da geçen şu sözüne benziyor: 'Ey Musa! Şu belde halkının taptıkları ilahlar türünden bize de bir ilah bul."[240]
Ebu Şame, Zat-ü Envat ağacınınki türünden işlevi olan tüm bina, ağaç vs.'nin ortadan kaldırılmasını Allah'a imanın bir gereği sayıyor. Daha ilginci, Ebu Şame, bu tür işlevlere araç yapılan tüm cami, mescit ve benzeri mekanların da şirk aracı olduğunu ve yıkılmaları gerektiğini söylüyor. Bu tür mescit ve mabetler diyor Ebu Şame, Tevbe: 9/108. ayette sözü edilen bölücülük, halka zarar veren riyakarlık odağı mescitler cümlesindendir. Bu tür yerlerde yapılan zikirler, kılman namazlar, tutulan oruçlar ibadet görünümünde birer şirk sergilenişidir."[241]
Şirk konusunda şu hadis-i şerif de oldukça önemlidir;
İbn Mes'ud (ra), Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu Zeynep(ra)'den rivayet ediyor;
"Rukye, muska ve muhabbet muskasında şirk vardır." Dedim ki
"Neden bunu söylüyorsun? Gözüm ağrıyordu, falan Yahudi'ye gidip geldim, rukye yaptır¬dım. Beni okuduğu zaman gözümün ağrısı kesildi." Bunun üze¬rine Abdullah şöyle dedi;
"Bu şeytanın işiydi. Onu kendi eliyle koyar, ona okunduğu zaman ondan uzaklaşır. Allah re¬sulü (sav)'in buyurduğu gibi şöyle demen yeterlidir: "Sıkıntıyı gider, ey insanların Rabb'i! Şifa ver! Şifa veren ancak sensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık bırak¬mayan şifa ihsan eyle!"[242]
Şirkten uzak ve temiz bir kalp ile dosdoğru bir yol üzere bulunan Müslüman, şifa dahil bütün iyilikleri ancak Allah'tan bekler; çünkü, Allah:
"Biz Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o, mü'minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır"[243] buyuruyor.[244]

Şefaatçi Tanrılar

Şefaat kavramı, fertteki güvenlik duygusunun, daha çok, 'ölümden sonraki hayat’ inancıyla ilgilidir.
Ölümden sonra da hayatın varlığına inanan bir kimse için şefaat beklentisi bir ihtiyaçtır. Çünkü, sonraki hayatı kişi için birçok yönleriyle meçhuldür. Bundan dolayı da insan tedîrginlik ve endişe içindedir. Yanlışlık, hata ve günahların, 'sonraki hayat'ta karşılıklarının görüleceğine inanılması sebebiyle, Allah katında affedilmek ve Cennet'te derecelere nail olmak için bir şefaatçiye ihtiyaç duyulur. İslam, bu ihtiyaca, Allah'ın izni ile şefaat edeceği bilinen Peygamber ve şefaat etmesine müsaade edileceği umulanlar ile cevap verir.
Ancak bunun kimse için bir garantisi yoktur. Rasulüllah (ve O'nun zamanında cennetle müjdelendiği bilinen on kişi) hariç olmak üzere kimsenin kendisinin kurtuluşa ereceği ve üstelik başkalarına şefaat edeceği şeklinde bir senedi de yoktur.

• İnsanların değişik dönemlerde, çeşitli varlıkları ve birta¬kım kimseleri kendileri için şefaatçi olarak seçtikleri ve onlara, bu sebeple, sımsıkı sarıldıkları; onların istek ve arzu¬larını itirazsız yerine getirdikleri, kendilerine ve hatta yakın¬larına, kullandıkları eşyalara, oturdukları mekanlara büyük saygı gösterdikleri bilinmektedir.
"İslam'ın ortaya çıktığı dönemde, Hicaz bölgesinde bir kısım Araplar; melek, cin ve şeytan gibi bir takım ruhani varlıklara ibadet ediyorlar ve meleklerin Allah katında saygın bir yeri olduğunu düşündükleri için onların daha şanslı olduk¬larını ve eğer onlara ibadet (itaat) eder ve hürmette kusur etmezlerse, Allah katında kendilerine şefaat edeceklerini dü¬şünüyorlardı.[245]
Kur'an ise buna; "Ve size (Allah) melekleri ve peygam¬berleri ilahlar edinin diye emretmez.." [248] diyerek set çekiyor.
• "Öyle anlaşılıyor ki; şirk içinde olan insanlar, Allah ke¬limesi ile isimlendirdikleri ilahın, her şeyden üstün bir ilah olduğu düşüncesinde idiler.
• Diğer ilahlar hakkındaki inançları ise bu en üstün ilahın ilahlığında biraz nüfuz ve dahli bulun-duğu,
• onların isteklerinin üstün ilah yanında makbul olduğu,
• dolayısı ile bu ilahlar vasıtasıyla istek ve arzularının kabul edileceği,
• böylece zararlardan kurtulup iyiliklere erebilecekleri noktasında toplanıyordu.
Bu sebeple onları Allah ile beraber ilah ediniyorlar. Yine bu anlayışa göre zannediliyor ki; Bir insan, birini şefaatçi edinir, ona dua eder, ondan yardım isteyerek tazim ve hürmet gösterir, ona adaklar, kurbanlar sunarsa, ve böylece onu memnun edebilirse, Allah da onun hatırına kendisinin dilek¬lerini kabul eder. Ahmet Hamdi Akseki ise;
"Allah'ın bir olduğunu söyledikleri halde kendilerini Allah'a yaklaştırmak maksadı ve O'nun yanında şefaatçi olur itikadi ile., onlara uyarak tapmak da bir çeşit şirktir" diyor. [253] Anlaşılan o ki, insanlar ister sembolik manası ile putlara, ister bizatihi şahıslara yönelsinler, şafaati birtakım kişi ve nesnelerden bilirlerse, maksatları Allah'a yaklaşmak dahi olsa şirke sapmış olmaktan kurtulamazlar.

• Tapınma ya da ilah edinme, o nesneye atfedilen değer ve özellikler ile, bu atfetme sonucu ondan umulan, beklenen şey¬ler içindir. Şefaat beklentisi de böyle bir mekanizma sonucu ilah edinme olayında karşımıza çıkar.
Hiçbir konuda ilahlığa ortak kabul etmeyen Tevhidi inanış, şefaat konusunda da aynı kesin tavrı ortaya koymuştur. Şefaat ancak Allah'ın dilemesi ile olur. Kimsenin kendi zatından dolayı böyle bir yetkisi yoktur.
Ayetler şüpheye yer vermeyecek derecede açıktır.
"O gün, ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah'a kalb-i selim (temizlenmiş kalp) ile gelenler fayda bulur."[255]
"Kalb-i selim, şüphelerden ve şirkten temizlenmiş kalp demektir."[256]
Diğerlerinin ise ortak koştukları, her ne ise hesap gü¬nünde, birbirilerini inkar edeceği haber veriliyor. Bu ise olayın en dramatik safhası ya da sonu!
"Kendilerine ortaklarından şefaatçılar da bulunmaz. Onlar ortaklarını da inkar edeceklerdir."[257]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt