MechuL KaptaN
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Eki 2008
- Mesajlar
- 5
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 40
Allah Resûlü hasta yatağında soğuk terler döküyor. Hazreti Aişe’nin gözü yaşlı, Hazreti Ebu Bekr’in başı yerde,
Kainatın Efendisi ebedi yolculuğun eşiğinde son nefeslerini sayıyor. Medine soluk almadan bekliyor.
Buruk yürekler, endişeli bakışlar ve köşelerde sessiz sessiz akıtılan göz yaşları… Tek istenilen şey, bir haber.
Habibin sıhhat haberi. Fakat Alemlerin Rabbi daha fazla uzatmayacaktır dünya gurbetini Habibinin. Ahmedi’nin
yüreğini daha üzmeyecektir bu çöllerde.
İşte son an… işte o an...son nefes… ve Habibin dudaklarından dökülen son
söz: “Er’rafiku-l a’la! Er’rafiku-l a’la!” “ Yüce dost! Yüce dost!” Kainatın Sevgilisi
ulaşıyor dostuna
Ezan vaktidir. Resûlullah’ın yokluğundaki ilk gecenin sabahı. Bilal elini kulağına götürmek için hazırlanıyor.
Mukaddes daveti duyuracak. Lakin yüreği yanıyor. Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten hüzne bürünmüş
başlıyor ezan-ı Muhammedi. Ve tam “Eşhedü enne Muhammederrasûlullah…” derken bir hıçkırık kopuveriyor
Bilal’in ciğerlerinden. Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. Dalga dalga hüznüyle yayılıyor gülbang-ı Ahmedî.
Peygamber müezzini ezanı güçlükle bitirebiliyor.
Medine… Peygamber şehri. Hiç böyle görmemişti bu şehri Bilal. Her bir taşından göz yaşı damlıyordu sanki. İşte
bu sokaklardan yürümüştü Allah Resûlü. Bu mescitte oturmuştu. Şu kütüktü yaslanıp da hutbe okuduğu.
Mübarek ayaklarının değdiği toprak bu topraktı. O’nun gül kokusu sinmişti bu yerlere. Medine O’nu bulduğu gün
can bulmuştu. Ama şimdi o yoktu bu şehirde. Her zerresine hasretini nakşedip göçüp gitmişti işte. Bilal
Medine’de duramazdı artık. Baktığı her yönde O’nun hatırasının canlandığı, yüreğine hicran ateşleri yağdıran bu
şehirde kalamazdı. Hasretini bağrına basıp Şam’a gitti. Aradan seneler geçti. Medine peygambersiz, ezanlar
Bilalsiz seneler geçti. Halife defalarca Bilal’i Medine’ye çağırdı. Tüm ısrarlara rağmen peygamber müezzini kabul
etmedi bu davetleri.
Fakat bir gece Efendimiz (sav) rüyasına geldi Hazret-i Bilal’in. Allah Resûlü (sav) nurlar içinde ona bakıyor,
sitemvâri bir tavırla: “Ne zamandır beldemize uğramaz oldun Ya Bilal!” diyordu. Ertesi sabah Bilal, emri alan
asker gibi fırladı. Derhal Medine yollarına koyuldu. Bilal’in ne sıcakta pişen vücudu ne uzayan yollara bakan
gözleri vardı. Hissettiği tek şey kalbindeki tarifsiz sızıydı. Özleten, ağlatan, yandıran bir sızı.
Günlerce süren yolculuğun ardından Bilal, sevgilisini gömdüğü hicran şehrine ayaklarını basıyordu işte. Ve o
gün Medine bir zamanlar çok iyi tanıdığı bir sesle açıyordu gözlerini sabaha. Sesi duyan daha iyi işitebilmek için
kapılara koşuyordu. Sokaklara dökülen insanlar heyecan içinde birbirlerine tek bir şeyi haber veriyordu. “Bilal
gelmiş! Seneler sonra Bilal Medine’ye dönmüş.” Kalpler sanki yerinden çıkacaktı. Sokaklarda kadınlar,
çocuklar… Medine böyle bir şey görmemişti. Bütün şehir mescide akıyordu. Onlar bu sesi hep peygamber
hayattayken duymuşlardı. Bu sesi işitip de gittiklerinde mescide Allah Resûlü’nün o mübarek yüzünü
görmüşlerdi yıllarca. Peki ya şimdi? İşte bu ses Bilal’in sesiydi. Yoksa Muhammed Mustafa (sav) , kainatın
biricik sevgilisi şimdi de mescitte miydi? Birisi deseydi ki: “Evet, Peygamberimiz (sav) mescitte, müminleri
namaza bekliyor.” Şüphesiz buna inanmayan kalmayacaktı. Bir anda çağlayan hisler o koskoca hakikati
unutturuvermişti. Allah Resûlü artık aralarında yoktu ve dönmesi de mümkün değildi. İşte o dem herkes
koyuverdi kendini. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk herkes herkes ağlıyordu. Her şey ortadaydı. Bu ses bu
semalarda Muhammed Aleyhisselamsızdı.
Bilal de yüreğinin yangınlarına su serpiyordu gözyaşlarıyla. O da ağlıyordu.
Hıçkırıklara karışan bu ezan bütün Medine’yi ağlatmıştı. Bu Hazret-i Bilal’in okuduğu son ezanı oldu. Şam’a
döndükten bir süre sonra o da Hakk’ın rahmetine ulaştı.
Bir milletin ıslahı ; kötülerin imhasıyla değil, Genç neslin Eğitim ve Terbiyesi ile mümkündür.
Ayakları şişinceye kadar namaz kılan peygamberin,
Gözleri şişinceye kadar uyuyan ümmetiyiz...
Kainatın Efendisi ebedi yolculuğun eşiğinde son nefeslerini sayıyor. Medine soluk almadan bekliyor.
Buruk yürekler, endişeli bakışlar ve köşelerde sessiz sessiz akıtılan göz yaşları… Tek istenilen şey, bir haber.
Habibin sıhhat haberi. Fakat Alemlerin Rabbi daha fazla uzatmayacaktır dünya gurbetini Habibinin. Ahmedi’nin
yüreğini daha üzmeyecektir bu çöllerde.
İşte son an… işte o an...son nefes… ve Habibin dudaklarından dökülen son
söz: “Er’rafiku-l a’la! Er’rafiku-l a’la!” “ Yüce dost! Yüce dost!” Kainatın Sevgilisi
ulaşıyor dostuna
Ezan vaktidir. Resûlullah’ın yokluğundaki ilk gecenin sabahı. Bilal elini kulağına götürmek için hazırlanıyor.
Mukaddes daveti duyuracak. Lakin yüreği yanıyor. Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten hüzne bürünmüş
başlıyor ezan-ı Muhammedi. Ve tam “Eşhedü enne Muhammederrasûlullah…” derken bir hıçkırık kopuveriyor
Bilal’in ciğerlerinden. Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. Dalga dalga hüznüyle yayılıyor gülbang-ı Ahmedî.
Peygamber müezzini ezanı güçlükle bitirebiliyor.
Medine… Peygamber şehri. Hiç böyle görmemişti bu şehri Bilal. Her bir taşından göz yaşı damlıyordu sanki. İşte
bu sokaklardan yürümüştü Allah Resûlü. Bu mescitte oturmuştu. Şu kütüktü yaslanıp da hutbe okuduğu.
Mübarek ayaklarının değdiği toprak bu topraktı. O’nun gül kokusu sinmişti bu yerlere. Medine O’nu bulduğu gün
can bulmuştu. Ama şimdi o yoktu bu şehirde. Her zerresine hasretini nakşedip göçüp gitmişti işte. Bilal
Medine’de duramazdı artık. Baktığı her yönde O’nun hatırasının canlandığı, yüreğine hicran ateşleri yağdıran bu
şehirde kalamazdı. Hasretini bağrına basıp Şam’a gitti. Aradan seneler geçti. Medine peygambersiz, ezanlar
Bilalsiz seneler geçti. Halife defalarca Bilal’i Medine’ye çağırdı. Tüm ısrarlara rağmen peygamber müezzini kabul
etmedi bu davetleri.
Fakat bir gece Efendimiz (sav) rüyasına geldi Hazret-i Bilal’in. Allah Resûlü (sav) nurlar içinde ona bakıyor,
sitemvâri bir tavırla: “Ne zamandır beldemize uğramaz oldun Ya Bilal!” diyordu. Ertesi sabah Bilal, emri alan
asker gibi fırladı. Derhal Medine yollarına koyuldu. Bilal’in ne sıcakta pişen vücudu ne uzayan yollara bakan
gözleri vardı. Hissettiği tek şey kalbindeki tarifsiz sızıydı. Özleten, ağlatan, yandıran bir sızı.
Günlerce süren yolculuğun ardından Bilal, sevgilisini gömdüğü hicran şehrine ayaklarını basıyordu işte. Ve o
gün Medine bir zamanlar çok iyi tanıdığı bir sesle açıyordu gözlerini sabaha. Sesi duyan daha iyi işitebilmek için
kapılara koşuyordu. Sokaklara dökülen insanlar heyecan içinde birbirlerine tek bir şeyi haber veriyordu. “Bilal
gelmiş! Seneler sonra Bilal Medine’ye dönmüş.” Kalpler sanki yerinden çıkacaktı. Sokaklarda kadınlar,
çocuklar… Medine böyle bir şey görmemişti. Bütün şehir mescide akıyordu. Onlar bu sesi hep peygamber
hayattayken duymuşlardı. Bu sesi işitip de gittiklerinde mescide Allah Resûlü’nün o mübarek yüzünü
görmüşlerdi yıllarca. Peki ya şimdi? İşte bu ses Bilal’in sesiydi. Yoksa Muhammed Mustafa (sav) , kainatın
biricik sevgilisi şimdi de mescitte miydi? Birisi deseydi ki: “Evet, Peygamberimiz (sav) mescitte, müminleri
namaza bekliyor.” Şüphesiz buna inanmayan kalmayacaktı. Bir anda çağlayan hisler o koskoca hakikati
unutturuvermişti. Allah Resûlü artık aralarında yoktu ve dönmesi de mümkün değildi. İşte o dem herkes
koyuverdi kendini. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk herkes herkes ağlıyordu. Her şey ortadaydı. Bu ses bu
semalarda Muhammed Aleyhisselamsızdı.
Bilal de yüreğinin yangınlarına su serpiyordu gözyaşlarıyla. O da ağlıyordu.
Hıçkırıklara karışan bu ezan bütün Medine’yi ağlatmıştı. Bu Hazret-i Bilal’in okuduğu son ezanı oldu. Şam’a
döndükten bir süre sonra o da Hakk’ın rahmetine ulaştı.
Bir milletin ıslahı ; kötülerin imhasıyla değil, Genç neslin Eğitim ve Terbiyesi ile mümkündür.
Ayakları şişinceye kadar namaz kılan peygamberin,
Gözleri şişinceye kadar uyuyan ümmetiyiz...