istikbal
Kayıtlı Kullanıcı
İslâmiyet, yalnız iki çeşit toplum tanır: İslâm Toplumu ve Cahiliye toplumu.
"İslâm Toplumu" inanç, ibadet, yasa, sosyal düzen, ahlâk ve davranış olarak içinde İslâmın uygulandığı toplumdur. “Cahiliye Toplumu” ise içinde İslâmın uygulanmadığı, İslâm inancının, İslâm düşüncesinin, İslâmi değer hükümlerinin, İslâmi ölçülerin, İslâm düzeninin, İslama ait hukuk sisteminin, İslâm ahlâk ve davranış tarzının hükmetmediği toplumdur.
İslâm toplumu, Allah'ın şeriatını kendine kanun edinmediği halde kendilerine “Müslüman” sıfatını yakıştırmış olan insanların teşkil ettiği toplum değildir. Bu toplum isterse namaz kılsın, oruç tutsun ve Beyt-ül Haram'ı ziyaret etsin. İslâm toplumu bir takım kimselerin Allah belirlediği ve Peygamberimizin -Salât ve Selâm üzerine olsun- açıkladığı ilkeler sistemi dışında keyiflerine göre uydurup "Modern İslâmiyet" adı altında ortaya koydukları şey de değildir!
"Cahiliye Toplumu" hepsi de aynı ortak niteliği taşımak üzere çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bu toplum, Allah'ın varlığını tanımayan, tarihi, diyalektik ve materyalist açıdan yorumlayan ve sosyal düzen olarak "Bilimsel Sosyalizm" adını verdiği bir modeli uygulayan bir toplum olabilir. Bazan da ulu Allah'ın varlığını inkâr etmeyen, fakat O'nu yeryüzü egemenliğinden azlederek yalnız göklerdeki egemenliğini onaylayan, böylece hayat düzeninde O'nun şeriatını uygulamayan ve insan hayatı için değişmez olduğunu buyurduğu değerleri geçerli saymayan, havralarda, kiliselerde ve camilerde ibadet etmeyi insanlara mubah görürken sosyal hayatta Allah'ın şeriatının hükmetmesini istemeyi yasaklayan bir toplum olarak da karşımaza çıkabilir. Bu toplum, böylece, Allah'ın yeryüzü üzerindeki hakimiyetini, ya inkâr etmekte veya askıya almaktadır. Oysa, ulu Allah aşağıdaki âyet-i kerime ile bu hakimiyetin kesinliğini bildirmektedir.
"O, gökle de, yeryüzünde de İlâh olandır."(168)
Bu yüzden söz konusu toplum, aşağıdaki ayet-i kerimenin belirlediği "Allah'ın din"inde değildir.
"Egemenlik yalnız Allah'a mahsustur. O sırf kendisine kul olmamızı emretti. Dosdoğru din budur. (169)
Bu toplum, her ne kadar Allah'ın varlığını tanısa da, her ne kadar insanların havralarda, kiliselerde ve camilerde ibadet etmelerini serbest bıraksa da bu yüzden cahiliye toplumudur.
"İslâm Toplumu" bu niteliği ile, tek olarak "Uygar Toplum"dur. Cahiliye toplumları ise bütün çeşitlen ile geri toplumlardır. Bu önemli gerçeği açıklamak gerekir.
Bir zaman basılmakta olan bir kitabım hakkında "Uygar İslâm Toplumuna Doğru" adı altında ilân vermiştim. Bir sonraki ilânda, konusuna uygun olarak kitabın adının "İslâm Toplumuna Doğru" olmasını yeterli görerek daha önceki isimde geçen "Uygar" kelimesini çıkardım.
Bu isim değişikliği yazılarını Fransızca yazan bir Cezayirli yazarın nazarı dikkatini çekti. Bu isim değiştirme işlemini "psikolojik bir savunma tavrı" diye niteledi. Şuuraltından kaynaklaman bu tavrın beni meselenin gerçek yüzü ile karşı karşıya gelmekten alıkoyduğunu ileri sürerek davranışımdan esef duyduğunu belirtti.
Ben o yazarı mazur görüyorum. Önceleri ben de onun gibi idim. Bir zamanlar* şimdi o nasıl düşünüyorsa, ben de onun gibi düşünüyordum. İlk defa olarak bu konuda yazı yazmayı düşündüğüm zaman. O zaman kafamı kurcalayan mesele, şimdi onunkini kurcaladığı gibi "Uygarlığın Tarifi" meselesi idi. Psikolojik ve aklî yapımı henüz yabancı kültür tortularının baskısından kurtaramamıştım. Bu tortular, İslâm anlayışı ile bağdaşmayan, yabancı kaynaklardan geliyordu. Ne varki, bu tortular görüş açımı karartıyor, bulandırıyor, görüş açımı bulutlandırıyor, böylece beni köklü ve açık bir görüşe ulaşmaktan alıkoyuyordu.
Sonra mesele aydınlandı. "Uygar Toplum" sadece "İslâm Toplumu" idi. Buna göre "Uygar" deyimi, hiç de yeni şey ifade etmeyen boş bir sözdü. Tersine, bu kelime benim görüş açımı bulandırarak köktü ve açık bir kanaate sahip olmamı engelleyen sözkonusu yabancı ve İslâm düşüncesi ile bağdaşmaz bulutların okuyucunun zihnini bulandırmasına yol açardı.
Demek ki, tartışma "Uygarlığın Tarifi"nden doğuyordu.
Bir toplumda yüce egemenlik, ilâhi şeriatın dokunulmazlığı benimsenmek suretiyle, sırf Allah'a ait olunca, bu tutum, insanın gerçek ve kâmil manada kula kulluktan kurtulduğu biricik model olur. Bu model aynı zamanda "insanî uygarlık" deyiminin pratiği de olur. Çünkü insan uygarlığı, insanın gerçek kurtuluşu ve toplumdaki her ferdin mutlak onur sahibi olması ilkesine dayanmayı gerektirir. Kanun koyanlar ve bu kanunlara uyanlar diye ikiye ayrılan bir toplumda, gerçek manada insan hürriyetinin, insan onurunun varlığından bahsedilemez.
Bir adım daha ileri giderek şeriat getirmek demenin, şeriat teriminin günümüzdeki dar anlamında anlaşıldığı gibi, sadece kanun koymak demek olmadığını belirtelim: Düşünce tarzları, yaşama tarzları, değer hükümleri, ölçüler, gelenek ve görenekler, bunların tümü fertlerin baskısına boyun eğdiği ve şeriat sunmak teriminin kapsamı içinde görülmesi gereken unsurlardır. İnsanların bir kısmı geri kalanlar üzerinde bu konularda baskı uygular da toplumun bir kısım fertleri bu baskılara boyun eğerse, o toplum hür bir toplum olamaz. O daha önce belirttiğimiz gibi, bir kısmı efendi, ulu ve geride kalanların onlara kul olduğu ve bu yüzden "geri kalmış" sıfatını taşıyan, ya da İslâmi terimle bir "Cahiliye toplumu"dur.
İslâm toplumu ise, tek ilâhın egemenliğini benimsemiş ve insanlarını kula kul olmaktan kurtararak tek Allah'ın kulu olmaya yüceltmiş olan yegâne toplumdur. Böylece İslâm toplumunun bireyleri, insan uygarlığının temel dayanağı olan ve Allah'ın takdiri olan insan onurluluğunu temsil eden gerçek ve kâmil manada kurtuluşa kavuşmuş olurlar. Çünkü Allah C.C. insanı yeryüzündeki kendi halifesi olarak ilan ediyor ve onu yüce toplumun üyesi sayarak şereflendiriyor.
Bir toplumda birleşmenin temel taşı, inanç, düşünce biçimi ve yaşama tarzı olunca, bunların tümü de kulun kula kulluğunu temsil edecek yeryüzü menşeyli ilâhlara değil de insanın yücelik ve üstünlüğünü temsil etmek üzere tek Allah'a dayanırsa, bu birlik insanın en üstün özelliği olan ruh ve fikir özelliğini temsil etmiş, ön plana çıkarmış olur. Fakat bir toplumda birleşmenin temel taşı milliyet, deri rengi, ırk ve toprak parçası ve bunlara benzer bağlar olursa milliyetin, deri renginin, ırkın ve toprak parçası ortaklığının insanın yüce özelliklerini temsil edemeyeceği meydandadır.
Çünkü insan, milliyet, deri rengi, ırk ve toprak parçası ortaklığı ötesinde ve dışında yine insan olarak kalır, ama ruh ve düşünceden uzaklaşmış, mahrum olmuş bir insan düşünülemez. Ayrıca insan, sırf hür iradesine dayanarak inancını, düşünce biçimini, görüş açısını ve hayat tarzını, metodunu değiştirebilir. Fakat milliyetinin, derisinin rengini değiştiremez. Hangi ırkın çocuğu olarak ve hangi sınırları çizilmiş toprak parçası üzerinde doğacağını tayin edemeyeceği gibi. Buna göre bireyleri hür iradelerine ve şahsi tercihlerine dayanan bağlar etrafında biraraya gelen toplumlar, uygar toplumlardır. Buna karşılık, bireyleri kendilerine insan niteliği kazandırmış olan iradelerinin dışında kalan bağlar etrafında biraraya gelmiş olan toplumlar, geri kalmış İslâm terimi ile “Cahiliye Toplumları”dırlar.
168-Zuhruf Suresi,
169-Yusuf Suresi,
Yazar:Said HAVVA
"İslâm Toplumu" inanç, ibadet, yasa, sosyal düzen, ahlâk ve davranış olarak içinde İslâmın uygulandığı toplumdur. “Cahiliye Toplumu” ise içinde İslâmın uygulanmadığı, İslâm inancının, İslâm düşüncesinin, İslâmi değer hükümlerinin, İslâmi ölçülerin, İslâm düzeninin, İslama ait hukuk sisteminin, İslâm ahlâk ve davranış tarzının hükmetmediği toplumdur.
İslâm toplumu, Allah'ın şeriatını kendine kanun edinmediği halde kendilerine “Müslüman” sıfatını yakıştırmış olan insanların teşkil ettiği toplum değildir. Bu toplum isterse namaz kılsın, oruç tutsun ve Beyt-ül Haram'ı ziyaret etsin. İslâm toplumu bir takım kimselerin Allah belirlediği ve Peygamberimizin -Salât ve Selâm üzerine olsun- açıkladığı ilkeler sistemi dışında keyiflerine göre uydurup "Modern İslâmiyet" adı altında ortaya koydukları şey de değildir!
"Cahiliye Toplumu" hepsi de aynı ortak niteliği taşımak üzere çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bu toplum, Allah'ın varlığını tanımayan, tarihi, diyalektik ve materyalist açıdan yorumlayan ve sosyal düzen olarak "Bilimsel Sosyalizm" adını verdiği bir modeli uygulayan bir toplum olabilir. Bazan da ulu Allah'ın varlığını inkâr etmeyen, fakat O'nu yeryüzü egemenliğinden azlederek yalnız göklerdeki egemenliğini onaylayan, böylece hayat düzeninde O'nun şeriatını uygulamayan ve insan hayatı için değişmez olduğunu buyurduğu değerleri geçerli saymayan, havralarda, kiliselerde ve camilerde ibadet etmeyi insanlara mubah görürken sosyal hayatta Allah'ın şeriatının hükmetmesini istemeyi yasaklayan bir toplum olarak da karşımaza çıkabilir. Bu toplum, böylece, Allah'ın yeryüzü üzerindeki hakimiyetini, ya inkâr etmekte veya askıya almaktadır. Oysa, ulu Allah aşağıdaki âyet-i kerime ile bu hakimiyetin kesinliğini bildirmektedir.
"O, gökle de, yeryüzünde de İlâh olandır."(168)
Bu yüzden söz konusu toplum, aşağıdaki ayet-i kerimenin belirlediği "Allah'ın din"inde değildir.
"Egemenlik yalnız Allah'a mahsustur. O sırf kendisine kul olmamızı emretti. Dosdoğru din budur. (169)
Bu toplum, her ne kadar Allah'ın varlığını tanısa da, her ne kadar insanların havralarda, kiliselerde ve camilerde ibadet etmelerini serbest bıraksa da bu yüzden cahiliye toplumudur.
"İslâm Toplumu" bu niteliği ile, tek olarak "Uygar Toplum"dur. Cahiliye toplumları ise bütün çeşitlen ile geri toplumlardır. Bu önemli gerçeği açıklamak gerekir.
Bir zaman basılmakta olan bir kitabım hakkında "Uygar İslâm Toplumuna Doğru" adı altında ilân vermiştim. Bir sonraki ilânda, konusuna uygun olarak kitabın adının "İslâm Toplumuna Doğru" olmasını yeterli görerek daha önceki isimde geçen "Uygar" kelimesini çıkardım.
Bu isim değişikliği yazılarını Fransızca yazan bir Cezayirli yazarın nazarı dikkatini çekti. Bu isim değiştirme işlemini "psikolojik bir savunma tavrı" diye niteledi. Şuuraltından kaynaklaman bu tavrın beni meselenin gerçek yüzü ile karşı karşıya gelmekten alıkoyduğunu ileri sürerek davranışımdan esef duyduğunu belirtti.
Ben o yazarı mazur görüyorum. Önceleri ben de onun gibi idim. Bir zamanlar* şimdi o nasıl düşünüyorsa, ben de onun gibi düşünüyordum. İlk defa olarak bu konuda yazı yazmayı düşündüğüm zaman. O zaman kafamı kurcalayan mesele, şimdi onunkini kurcaladığı gibi "Uygarlığın Tarifi" meselesi idi. Psikolojik ve aklî yapımı henüz yabancı kültür tortularının baskısından kurtaramamıştım. Bu tortular, İslâm anlayışı ile bağdaşmayan, yabancı kaynaklardan geliyordu. Ne varki, bu tortular görüş açımı karartıyor, bulandırıyor, görüş açımı bulutlandırıyor, böylece beni köklü ve açık bir görüşe ulaşmaktan alıkoyuyordu.
Sonra mesele aydınlandı. "Uygar Toplum" sadece "İslâm Toplumu" idi. Buna göre "Uygar" deyimi, hiç de yeni şey ifade etmeyen boş bir sözdü. Tersine, bu kelime benim görüş açımı bulandırarak köktü ve açık bir kanaate sahip olmamı engelleyen sözkonusu yabancı ve İslâm düşüncesi ile bağdaşmaz bulutların okuyucunun zihnini bulandırmasına yol açardı.
Demek ki, tartışma "Uygarlığın Tarifi"nden doğuyordu.
Bir toplumda yüce egemenlik, ilâhi şeriatın dokunulmazlığı benimsenmek suretiyle, sırf Allah'a ait olunca, bu tutum, insanın gerçek ve kâmil manada kula kulluktan kurtulduğu biricik model olur. Bu model aynı zamanda "insanî uygarlık" deyiminin pratiği de olur. Çünkü insan uygarlığı, insanın gerçek kurtuluşu ve toplumdaki her ferdin mutlak onur sahibi olması ilkesine dayanmayı gerektirir. Kanun koyanlar ve bu kanunlara uyanlar diye ikiye ayrılan bir toplumda, gerçek manada insan hürriyetinin, insan onurunun varlığından bahsedilemez.
Bir adım daha ileri giderek şeriat getirmek demenin, şeriat teriminin günümüzdeki dar anlamında anlaşıldığı gibi, sadece kanun koymak demek olmadığını belirtelim: Düşünce tarzları, yaşama tarzları, değer hükümleri, ölçüler, gelenek ve görenekler, bunların tümü fertlerin baskısına boyun eğdiği ve şeriat sunmak teriminin kapsamı içinde görülmesi gereken unsurlardır. İnsanların bir kısmı geri kalanlar üzerinde bu konularda baskı uygular da toplumun bir kısım fertleri bu baskılara boyun eğerse, o toplum hür bir toplum olamaz. O daha önce belirttiğimiz gibi, bir kısmı efendi, ulu ve geride kalanların onlara kul olduğu ve bu yüzden "geri kalmış" sıfatını taşıyan, ya da İslâmi terimle bir "Cahiliye toplumu"dur.
İslâm toplumu ise, tek ilâhın egemenliğini benimsemiş ve insanlarını kula kul olmaktan kurtararak tek Allah'ın kulu olmaya yüceltmiş olan yegâne toplumdur. Böylece İslâm toplumunun bireyleri, insan uygarlığının temel dayanağı olan ve Allah'ın takdiri olan insan onurluluğunu temsil eden gerçek ve kâmil manada kurtuluşa kavuşmuş olurlar. Çünkü Allah C.C. insanı yeryüzündeki kendi halifesi olarak ilan ediyor ve onu yüce toplumun üyesi sayarak şereflendiriyor.
Bir toplumda birleşmenin temel taşı, inanç, düşünce biçimi ve yaşama tarzı olunca, bunların tümü de kulun kula kulluğunu temsil edecek yeryüzü menşeyli ilâhlara değil de insanın yücelik ve üstünlüğünü temsil etmek üzere tek Allah'a dayanırsa, bu birlik insanın en üstün özelliği olan ruh ve fikir özelliğini temsil etmiş, ön plana çıkarmış olur. Fakat bir toplumda birleşmenin temel taşı milliyet, deri rengi, ırk ve toprak parçası ve bunlara benzer bağlar olursa milliyetin, deri renginin, ırkın ve toprak parçası ortaklığının insanın yüce özelliklerini temsil edemeyeceği meydandadır.
Çünkü insan, milliyet, deri rengi, ırk ve toprak parçası ortaklığı ötesinde ve dışında yine insan olarak kalır, ama ruh ve düşünceden uzaklaşmış, mahrum olmuş bir insan düşünülemez. Ayrıca insan, sırf hür iradesine dayanarak inancını, düşünce biçimini, görüş açısını ve hayat tarzını, metodunu değiştirebilir. Fakat milliyetinin, derisinin rengini değiştiremez. Hangi ırkın çocuğu olarak ve hangi sınırları çizilmiş toprak parçası üzerinde doğacağını tayin edemeyeceği gibi. Buna göre bireyleri hür iradelerine ve şahsi tercihlerine dayanan bağlar etrafında biraraya gelen toplumlar, uygar toplumlardır. Buna karşılık, bireyleri kendilerine insan niteliği kazandırmış olan iradelerinin dışında kalan bağlar etrafında biraraya gelmiş olan toplumlar, geri kalmış İslâm terimi ile “Cahiliye Toplumları”dırlar.
168-Zuhruf Suresi,
169-Yusuf Suresi,
Yazar:Said HAVVA