AHSEN-I FIGAN
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 22 Nis 2007
- Mesajlar
- 1,021
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Sual;Dünyada olan mecazi aşklar hakiki aşka dönüşebilir mi?
Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan mecazî aşk, eğer o âşık, o yüzün üstündeki fena(fani olma) çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, baki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve Allah'ın isimlerinin aynası olan ve ahirete bir tarla olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye dönüşmeye yüz tutar. Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünya ile karıştırmamasıdır. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir inâyet onu kurtarsın. Şu hakikati daha iyi anlamak için şu temsile bak:
Meselâ, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört boy aynası bulunsa, o vakit beş oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. Herbirimiz, kendi aynamız vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. Ve hâkezâ, aynada değişiklikler çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf edip değiltiremeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.
İşte, dünya süslü bir mekandır. Herbirimizin hayatı bir boy aynasıdır. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sayfadır, hayatımız bir kalem-onunla, sahife-i a'mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.
Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız, hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamız ayna olduğu ve temsil ettiği güzel Allah'ın isimlerinin nakışlarına döner, ondan cilve-i esmâya intikal eder.
Hem o hususî dünyamız, âhiret ve Cennetin geçici bir fidanlığı olduğunu idrak edip, ona karşı şiddetli hırs ve talep ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sümbülü olan uhrevî yöne çevirsek, o vakit o mecazî aşk hakikî aşka inkılâp eder.
Yoksa, nefsini unutup, hayatın faniyetini düşünmeyerek hususî, kararsız dünyasını aynı umumî dünya gibi sabit bilip kendini ölümsüz farz ederek dünyaya saplansa, şiddetli hissiyatla ona sarılsa, onda boğulur, gider. O muhabbet onun için hadsiz belâ ve azaptır. Çünkü, o muhabbetten yetimâne bir şefkat, ümitsiz bir acıma doğar. Bütün canlılara acır,hattâ güzel ve zevâle maruz bütün mahlûkata bir acıma ve bir ayrılık hisseder; elinden bir ¸şey gelmez, ümitsizlik içinde elem çeker.
Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o şiddetli şefkatin elemine karşı ulvî bir panzehir bulur ki, acıdığı bütün canlıların ölüm ve yokluğunda bir Zât-ı Bâkînin bâki esmâsının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkati bir sürura inkılâp eder. Hem zeval ve fenâya maruz bütün güzel mahlûkatın arkasında bir mukaddes bir güzellik ihsas eden bir nakış ve san'at ve ihsan görür. O zeval ve fenâyı, güzelliğin artması ve lezzetin yenilenmesi ve sanatın sergilenmesi için bir tazelendirmek şeklinde görüp, lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir.
Şerhünyada duyduğumuz mecazi aşkların hakiki bir aşka dönmesi ancak mecazi maşukların fani yüzünü idrak edip baki olan bir maşuk aramakla mümkündür. Aksi taktirde maşukumuzun faniyetini düşünüp bir acıma ve ayrılık duygusu ile hep elem çekeriz.
Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan mecazî aşk, eğer o âşık, o yüzün üstündeki fena(fani olma) çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, baki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve Allah'ın isimlerinin aynası olan ve ahirete bir tarla olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye dönüşmeye yüz tutar. Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünya ile karıştırmamasıdır. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir inâyet onu kurtarsın. Şu hakikati daha iyi anlamak için şu temsile bak:
Meselâ, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında, dördümüze ait dört boy aynası bulunsa, o vakit beş oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. Herbirimiz, kendi aynamız vasıtasıyla, hususî odamızın şeklini, heyetini, rengini değiştirebiliriz. Kırmızı boya vursak kırmızı, yeşil boyasak yeşil gösterir. Ve hâkezâ, aynada değişiklikler çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir, güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf edip değiltiremeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken, ahkâmda ayrıdırlar. Sen bir parmakla odanı harap edebilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.
İşte, dünya süslü bir mekandır. Herbirimizin hayatı bir boy aynasıdır. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sayfadır, hayatımız bir kalem-onunla, sahife-i a'mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.
Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız, hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamız ayna olduğu ve temsil ettiği güzel Allah'ın isimlerinin nakışlarına döner, ondan cilve-i esmâya intikal eder.
Hem o hususî dünyamız, âhiret ve Cennetin geçici bir fidanlığı olduğunu idrak edip, ona karşı şiddetli hırs ve talep ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sümbülü olan uhrevî yöne çevirsek, o vakit o mecazî aşk hakikî aşka inkılâp eder.
Yoksa, nefsini unutup, hayatın faniyetini düşünmeyerek hususî, kararsız dünyasını aynı umumî dünya gibi sabit bilip kendini ölümsüz farz ederek dünyaya saplansa, şiddetli hissiyatla ona sarılsa, onda boğulur, gider. O muhabbet onun için hadsiz belâ ve azaptır. Çünkü, o muhabbetten yetimâne bir şefkat, ümitsiz bir acıma doğar. Bütün canlılara acır,hattâ güzel ve zevâle maruz bütün mahlûkata bir acıma ve bir ayrılık hisseder; elinden bir ¸şey gelmez, ümitsizlik içinde elem çeker.
Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o şiddetli şefkatin elemine karşı ulvî bir panzehir bulur ki, acıdığı bütün canlıların ölüm ve yokluğunda bir Zât-ı Bâkînin bâki esmâsının daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahları bâki görür; şefkati bir sürura inkılâp eder. Hem zeval ve fenâya maruz bütün güzel mahlûkatın arkasında bir mukaddes bir güzellik ihsas eden bir nakış ve san'at ve ihsan görür. O zeval ve fenâyı, güzelliğin artması ve lezzetin yenilenmesi ve sanatın sergilenmesi için bir tazelendirmek şeklinde görüp, lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir.
Şerhünyada duyduğumuz mecazi aşkların hakiki bir aşka dönmesi ancak mecazi maşukların fani yüzünü idrak edip baki olan bir maşuk aramakla mümkündür. Aksi taktirde maşukumuzun faniyetini düşünüp bir acıma ve ayrılık duygusu ile hep elem çekeriz.