Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

**Meal okuyalım*** (2 Kullanıcı)

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
selamun aleyküm arkadaşlar
benimle meal okumaya var mısınız???

Kur’an okumak berekettir

--------------------------------------------------------------------------------

”Kur’an’ı okuyunuz, zira Kur’an, Kıyamet Günü Kur’an ehline şefaatçi olarak gelir." buyuran Sevgili Peygamberimiz (sav), Kur’an okumanın bir bereket olduğunu; Kur’an okumayı terk etmenin ise zarar ve ziyan vesilesi olduğunu bildirmiştir. Ebu Umame el–Bahili (ra) Rasulullah (sav)’i şöyle derken işittiğini rivayet etmiştir: ”Kur’an’ı okuyunuz, zira Kur’an Kıyamet Günü Kur’an ehline şefaatçi olarak gelir. İki çiçek olan Bakara ve Al–i İmran Sureleri’ni de okuyunuz, zira bu ikisi Kıyamet Günü bulut gibi veya saf halinde iki kuş fırkası olarak Ashabını savunmak için gelir. Bakara Suresi’ni okuyunuz, zira bunun elde edilmesi berekettir, terkedilmesi zarardır. O’na sihirbazlar da güç yetiremez.“ (Müslim).

Abdullah b. Amr b. el–As (ra) Rasulullah(sav)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: ”Kur’an Ashabına “Oku yüksel, dünyada düzgünce okuduğun gibi oku, senin makamın en son okuduğun ayete kadardır denilir. “ (Tirmizi, Ebu Davud, İbn–i Mace, İbn–i Hibban).

Peygamberimiz mübarek hadisi seriflerinde söyle buyururlar.

Kur'an Allah'ın bir ziyafetidir.O'nun ziyafetine gücünüz yettiği kadar yönelin." (hadis-i şerif)

"İnsanların ibadette en ileri olanı, Kur'an'ı en çok okuyanıdır." (hadis-i şerif)

"Deva'nın hayırlısı Kur'an okumaktır." (hadis-i şerif)

"Kim Kur'an'ı irabıyla okursa kendisine şehid sevabı vardır." (hadis-i şerif)

"Menzillerinizi (evlerinizi, bulunduğunuz mahalleri) namaz kılmak ve Kur'an okumakla nurlandırınız." (hadis-i şerif)

"Halkın en zengini Kur'an-ı Kerim'i yüklenen (ezberlemiş bulunan ) kimselerdir." (hadis-i şerif)

"Kelam'ın ulusu Kur'an'dır." (hadis-i şerif)

"Size şifa kaynağı bulunan iki şey, bal ve Kur'an (a devam etmek lazım)'dır." (hadis-i şerif)

"Kur'an , Allahü Teala'ya göre göklerden ve yerden daha sevimlidir." (hadis-i şerif)

"Kim Allah ve Rasulu'nun kendisini sevmesinden sevinç duyarsa Mushaf'ı okusun" (hadis-i şerif)
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
meal okumak ısteyen yok mu arkadaşlar???:(:(
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
yok canım benim formatı farklı ise olsun tabiki de.
ben aynı olacak sandım.
tamam canım benim . allah kabul etsin
 

-Burcu-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eyl 2008
Mesajlar
2,493
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
42
bende varım bende sılamızın aynısı olacak sandıydım :)
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
.................................
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM..........

1-FATİHA:
--------------------------------------------------------------------------------

1- Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.

2- Hamd o âlemlerin Rabbi,

3- O Rahmân ve Rahim,

4- O, din gününün maliki Allah'ın.

5- Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).

6- Hidayet eyle bizi doğru yola,

O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.

7- O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
Arkadaşlar meal okumak zannettiğiniz kadarda hayırlı bir olmasa gerek. Aşağıdaki like bir göz atmanızı acizane tavsiye ederim.

http://forum.islamiyet.gen.tr/kuran-i-kerim-meali/66410-mealerden-din-ogrenilmez.html

selamün aleyküm kardeşim
meal Kur'an'ın açıklanmasıdır
Kur'an da bızim kutsal kitabımız yol gösterıcımızdır
biz onu okuyarak anlayarak dinimizi öğreniriz
alimler de Kur'an'daki ayetler ısıgında acıklamalar
görüşler ortaya koyuyorlar
ayrıca dinimizi öğrenmek için acılmıs bır konu degıldır
sevap kazanmak Kur'an la haşır neşir olmak ıcın acılmıs bır konudur
amacımızı saptırmayalım




Ali Bulaç, Kuran-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, 5 bs., Istanbul, XXVII

Türkçe'de Kur'an-ı Kerim'in tercüme edilmiş haline "çeviri" yerine meal sözcüğü kullanılır. Bunun nedeni meal kelimesinin yakın çeviri anlamına sahip olmasıdır. Kur'an-ı Kerim tercümesi ya da çevirisi demek daha iddialıdır. Bu nedenle meal yazarları çeviri konusunda yetersizliklerini vurgulamakta ve Kitabımızın çevirisini yapmanın mümkün olmadığını itiraf etmektedirler. Bunun yanında vahyin ne demek istediğini, -aslına azami uygunluğu sağlayacak şekilde- ancak meal ile verilebileceğini ifade ederler.
Kur'an-ı Kerim mealleri birçok dilde mevcuttur. Muhammed Hamidullah'ın verdiği bilgiye göre, Avrupa'da ilk Meal çalışmaları 1141'de başlamış ve Kuran bu tarihlerde Latince'ye çevrilmiştir. İtalyanca'ya 1513, Almanca'ya 1616, Fransızca'ya 1647 ve İngilizce'ye de 1648'de tercüme edilmiştir. Bugün için, yaklaşık olarak Almanca'da 47, İngilizce'de 51, Fransızca'da 31, Latince'de 36, Urduca'da 100'e yakın ve Farsça'da 100'ün üstünde meal bulunmaktadır. Türkçe'de 65 civarında Meal olduğu söylenebilir. *

Demek ki Kuran'ı insanların kendi dillerinde anlama çabalarının kökenleri çok eskilere dayanmaktadır. Ancak Kuran-ı Kerim'i anlamak için yapılan Türkçe meallerin sayıca İngilizce meallere yakın oluşu bizim için üzücüdür.

a.Niçin meal?

Türkiye'de özellikle uluslaşma sürecinin başlamasıyla dilde de arınma gündeme gelmiş ve şovenizmin etkisiyle vahiy dili Arapça "eskiler şöyle derlerdi" diyerek aşağılanmış bir bakıma eskiler böyle masal anlatırlardı denilmek istenmiştir. Malesef Anadolu'da Arapça'ya olan aşinalık zorlama yönelimlerle Türkçe'deki ağırlığını yitirmiş ve sahip olduğumuz dini birikimin devamlılığı bir bakıma kesintiye uğramıştır.

Dine samimi olarak bağlanmak isteyen insanlar haklı olarak vahyi anlama çabasına girişmişlerdir. Ancak genel manada, var olan vahyi Arapça metinden anlama yoksunluğu, haklı olarak Müslümanları Kur'an-ı Kerim'i mealinden okumaya itmiştir. Kur'an-ı Kerim meali okumak hurafelerle karışmış mevcut din anlayışını Kitabımızla sorgulama şeklinde etkili olarak başlamışsa da zamanla hurafeleri sileceğiz diye vahyin mealinin ötesinde bir kişi veya eser tanımamaya kadar varmıştır. Bu hal Robinson Crusoe'nun adaya düştüğü gibi bir Müslüman’ın bir yerde sadece vahiy ile baş başa kalması şeklinde tezahür etmiştir.

Dini kaynağından alma çabası bazı olumsuz sonuçlara vardı diye, bu çabadan vazgeçmek doğru değildir. En doğru olan şey, araştırılanın ne olduğunu bilmek ve önemli unsurlarını tespit etmektir. Konu din olunca da bu dinin kaynağını anlama çabası arınmanın en önemli yönünü teşkil eder.

b. Dini anlamada mealin konumu
Yazılı bir eseri başka bir dile tam olarak aktarmak mümkün değildir. Söz konusu olan ilahi vahiy olduğunda bu imkânsızlık daha da bir gerçeklik kazanmaktadır. İlk aşamada bizi ilgilendiren bu bağlamda Kur'an-ı Kerim'in konumudur. Kuran-ı Kerim, sıradan bir Kitap olmadığı için onu üslup ve muhteva olarak başka bir dile tam olarak aktarmak hemen hemen imkânsızdır. Çünkü kelime veya cümle (ayet) ne kadar usta ve uzmanlaşmış bilginler eliyle ve hatta ilk görünüşte bir başka dildeki tam ve tıpatıp karşılığı bulunarak aktarıldığı iddia edilirse edilsin, gerçekte bu, Kur'an-ı Kerim'in bir kelime veya bir ayetinin beşer eliyle bir başka dilde dondurulması, anlamının o çeviri kalıbı içinde sınırlandırılması ve diğer muhtemel, zengin ve kapsamlı anlamlardan koparılması demek olacağından başka herhangi bir metin için bu mümkün olsa bile, Kur'an-ı Kerim için söz konusu olamaz. Ancak bu Kuran'ın başka bir dile aktarılmasının sakıncalı olduğu anlamına gelmemektedir. Kuran-ı Kerim başka dillere çevrilmesi ve Müslümanların onun canlı şahitliğini yapmaları sayesinde tebliğ birçok insana ulaşmış ve yaygınlık kazanmıştır.

Ne var ki Kuran-ı Kerim'in gönderiliş amacı insanları vahiy doğrultusunda harekete geçirmektir. Kuran'ın öne çıkarılması gereken yönü hakkı batıldan ayırdedici özelliğidir. Duyguları harekete geçirme konusunda motamot çevirinin etkili olamadığı kesindir. Ancak duygusal olarak okuyucuyu harekete geçirme arzusu edebi yönü mesajın muhtevasını geri plana itebilir. Bu da vahyin amacını ikinci plana iter. Motamot tercüme yapılıp yazarın tercih ettiği kelimenin tam karşılığını dipnot şeklinde vermesi daha iyi olur. Bu, okuyucunun en doğru olanı seçmesini kolaylaştırır.

c.Meal okuma ve protestanlaşma
Hıristiyanlıkta yaşanan reform hareketleri din adamlarının otoritesini oldukça sarsmış ve Protestanlığın önde gelen şahsiyeti M. Luther İncil'i herkesin anlayabileceğini savunmuştur. Acaba meal okumak ve vahyi anlamaya çalışmak İncil'in akıbetini dikkate aldığımızda Kur'an-ı Kerim için de düşünülebilir mi? Hayır bir defa Meal okuyalım derken zaten, onu İncilden farklı olarak Kuran yerine koymuyoruz. İncil anlam olarak elde bulunan bir tarih kitabı hükmündedir. Zira aslen İbranice olmasına rağmen İncil meallerine esas alınan Kitap Latince'dir. Yani İncil gönderildiği dilde muhafaza edilememiştir. Her çeviri yorumdan uzak olamayacağı için İncil de aslını koruyamamıştır. Zaten hermenötik ilmi de farklı İncil metinlerindeki anlam örgüsünü göz önünde bulundurarak Allah'ın kastettiğini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim mealini okumak Protestanlaşma anlamına gelmez. Zira Hıristiyanların isteseler de öze dönüş hareketi başlatmaları mümkün değildir. Çünkü onlar "elde mahfuz kalanlarla" idare etmek durumundadırlar. Müslümanlar içinse ellerinde "şüphe olmayan" bir kitap mevcuttur. Kur'an-ı Kerim, vahyedildiği dilde korunmuş, Peygamber(s) tarafından hayata aktarılmış ve onun bu pratiği ümmet tarafından gerek yaşayarak gerekse kayıt yoluyla günümüze ulaştırılmıştır.

d.Arapça ve meal
Bize göre Kuran'ın Arapça olması ve kelimelerin ifade ettiği anlam son derece önemlidir. Ayetler sadece anlamları ile var denilse, bu Kur'an-ı Kerim'e sembolik bir kitap olarak bakmayı getirir ki bu da onun yalın mesajını onlarca anlama sahip bir metin gibi algılanmaya götürür. Muhkem olan ayetlerinin dil yapısını Kitabımızı tefsir edenler dikkate almışlar ve ayetleri anlama çabalarını onun bu yönüne dayandırmışlardır. Öyle olmasaydı, müfessirlerimiz örneğin, harfi cerleri dikkate alarak sonuçlara varmaz ve kaideler çıkarmaya çalışmazlardı. Bu nedenle elimizdeki mealler sadece birer tercüme olmaktan öteye gidemezler. Kuran Arapça olarak indirilmiş olan Kitaptır. Onun birçok anlama gelebilecek salt anlam merkezli bir Kitap olduğunu ileri sürmek onun aynı zamanda hiçbir anlama gelmediğini iddia etmektir.

Kuran-ı Kerim'den bir surenin Farsça'ya çevrilmesi İslam'ın ilk dönemlerinde gerçekleşmiştir. Daha sonra Ebu Hanife İran'lı Müslümanların namaz kılarken ayetleri Farsça okuyabileceklerini ifade etmiştir. Bu, namazda okunanın anlamını bilmeyen insanlara yönelik bir çabaydı. Ve tarihsel bir görüştü. Müslüman olan kimselerin okuduklarını anlamalarını sağlamaya dönüktü. Bunun yerine çok da zor olmayan birkaç sureyi anlamı ile ezberleyip okumak tavsiye edilebilirdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim, lafız ve anlamdan oluşmaktadır. Birini diğerine yeğlemek doğru değildir. Onu anlama çabamız sınırlıdır. Bizden daha iyi anlama ihtimali olanların varlığı her zaman mevcuttur.
Kuran-ı Kerim çevrilince her kelimenin anlamını tam olarak vermek mümkün olmayabilir. Ancak bunun yaratacağı sorunlar, Kuran üzerine yapılan çalışmalarla giderilebilir. Örnek olarak enzelna (indirdik) ifadesinini geçtiği yerler ele alalım: "Ey Adem oğulları! Size örtünün diye giysiler ve güzel elbiseler verdik(enzelna)" (Araf 7/26)
Enzelna ifadesi tam tamına "indirdik" anlamına gelir. Elbette gökten elbiseler indirilmedi. Bu ayette enzelna ifadesi elbise yapma ya da kullanma kabiliyetini size verdik anlamında düşünülmeli. Bu anlama biçimi Kuran'ın diğer yerlerinde de kullanılabilecek niteliktedir: "O size demiri indirdi."(Hadid 57/25) Biz bunu Allah demir indirdi diye anlayamayız. Ne var ki bu ifadenin ne anlama geldiği çok büyük problem oluşturmamaktadır. Bu ifadenin ilk bakışta garip görünmesi onun çevirisinin anlaşılmazlığından değildir. Kuran'a aşina olmayan ve Arap olan birisi de bu ifadeyi garipseyebilir. Bu tür ifadelerin iyi çevrilemediğini söyleyip insanları Kuran mealinden soğutacağımıza hem okumalarını hem de araştırmalarını tavsiye edelim.

e.Meal okurken karşılaşılan zorluklar
Meal okurken karşılaşılan bir problem de ayetlere farklı anlamların verilmesidir. Kimi meallerde parantez içinde mensup olunan mezhebin görüşü aktarılır, kiminde de parantezlerin varlığı eleştirilir bir kelime birkaç kelime ile bu defa da / işareti ile verilir. Her iki durumda da mütercim anlamı tam olarak veremediğini zımnen de olsa itiraf etmiştir. Ancak anlamının tam olarak tespit edilemediği ayet sayısı azdır. Bunları ön plana çıkarmak ve yanlış anlamanın tehlikelerini gündemde tutmak yersizdir. Zira hiçbir meal gerek parantez içinde gerekse / işareti ile versin, Cebrail'in geçtiği ayeti Mikail, ahiretin geçtiği yeri dünya, müminin geçtiği yeri kâfir diye çevirmez. Yani meal okuyarak dinin temel esprisini yakalamak, anlamak mümkündür.
Unutulmaması gereken nokta, meal okumanın bir anlama çabası olduğudur. Dini anlatma pozisyonunda olanların ise anlamaya çalışanlara nispetle daha fazla sorumluluk taşımaları nedeniyle dini kendi dilinden anlama çabası içine girmeleri kendileri ve hitap ettikleri insanlar açısından son derece faydalı ve gereklidir. Zira "bilen" olmak artı bir çabayı gerektirir.

f.Meal ve mesaj
Rabbimiz Yahudilere Tevratı kendi dillerinde gönderdi. Yahudiler İbraniceyi Allah'ın özel/kutsal dili olarak kabul ettiler. Ancak dil ilahi mesajın iletilmesinde bir araçtır. Rabbimizin toplumlara kendi mesajını o toplumun dili ile iletmesi dil değişse de mesajın farklı dilde ifade edilebildiğini ve anlaşıldığını gösterir. Bir buçuk milyara yakın insanın kendilerini Müslüman olarak ifade etmeleri çeviriler sayesinde olmuştur. Vahyi tercümeden de olsa okuyan birisi Arapça'yı bildiği halde Kur'an-ı Kerim'i okumayan birine göre dini daha iyi kavrar. Hakkın şahitliğini sergileyebilir.
Kuran-ı Kerim'in edebi mükemmelliğini takdir etmek mümkün olmasa da onun bu yönü çeviriler sonucu elde edilenler yanında az bir kayıptır. Edebi güzellik insanları etkilemekte bir yöndür sadece. Diğer bir deyişle, Arapça olmayan bir dille mesajı anlamak Arapça konuşmayan birisi için bütün delilleri görmeden sonuca varmak demektir.
Rabbimiz Kuran mesajının herhangi bir dilde tüm dünyaya verilebileceğini, Kuran'ın Arapça veya başka bir dilde olmasının fark etmeyeceğini bizlere şöyle bildiriyor: "Biz onu, yabancı bir dilde Kuran yapsaydık, mutlaka, 'ayetleri açıklansa idi ya' diyeceklerdi. Arap (peygamber)e yabancı dil öyle mi? De ki: "O iman edenlere bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. O, (Kuran)onlara karşı körlüktür. Onlar (sanki) uzak bir yerden çağrılmaktadırlar.(Fussilet 41/44) Yani vahyin mesajını farklı dillere mensup insanlara onların dilinde ulaştırmak mümkündür. Ancak bu aktarım beşeri etkinliklerin ön planda olması hasebiyle eksiktir. Bu eksiklik dini kendi dilinde anlayabilenlerin çabalarıyla rahatça giderilebilir.

Sonuç
Arapça metninden Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamak büyük bir nimettir. Ancak Arapça bilmeyen ve arınmak isteyen Müslümanlar için meal okumanın Kuran-ı Kerimi anlamada büyük bir öneme sahip olduğunu hatta onu okumanın ibadet olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber(s)'den bu yana kavramlar vahiydeki muhtevasını tam olarak koruyamamıştır. Bu alandaki ıslah çabası vahyi anlamak için okuyarak ve onun şahitliğini yaparak sürdürülebilir. Tüm Müslümanlardan Arapça öğrenmelerini bekleyemeyeceğimize için onları dinin özüne yönlendirmeliyiz. Mealden yanlış anlama ve uygulamaların ortaya çıkması mümkündür. Ancak dinin kaynağından bihaber bir hayat yaşamak daha büyük bir yanılgıdır. Vahyi anlama ibadetini yerine getirirken elde edilen sonuçlar mutlak hakikatlermiş gibi düşünülmemeli diğer müminler ile hakkı sabrı tavsiye bağlamında yanlış anlamalar giderilmeli ve vahyi (doğru) anlama çabası kesintisiz sürdürülmelidir.

 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul


selamün aleyküm kardeşim


Sonuç
Arapça metninden Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamak büyük bir nimettir. Ancak Arapça bilmeyen ve arınmak isteyen Müslümanlar için meal okumanın Kuran-ı Kerimi anlamada büyük bir öneme sahip olduğunu hatta onu okumanın ibadet olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber(s)'den bu yana kavramlar vahiydeki muhtevasını tam olarak koruyamamıştır. Bu alandaki ıslah çabası vahyi anlamak için okuyarak ve onun şahitliğini yaparak sürdürülebilir. Tüm Müslümanlardan Arapça öğrenmelerini bekleyemeyeceğimize için onları dinin özüne yönlendirmeliyiz. Mealden yanlış anlama ve uygulamaların ortaya çıkması mümkündür. Ancak dinin kaynağından bihaber bir hayat yaşamak daha büyük bir yanılgıdır. Vahyi anlama ibadetini yerine getirirken elde edilen sonuçlar mutlak hakikatlermiş gibi düşünülmemeli diğer müminler ile hakkı sabrı tavsiye bağlamında yanlış anlamalar giderilmeli ve vahyi (doğru) anlama çabası kesintisiz sürdürülmelidir.


Aleyküm selam .

Bu sonuç başlıklı yazınızı okudunuzmu bilmiyorum. Olabilecek tehlikeyi kendileride yazmakta ki bu tehlike bugün fazlasıyla mevcut. Yani her okuyan bir mana yüklüyor ve herkes bana göre diyor. Yukarıda hem şer hemde ehveni şer belirtilmiş ve meal okumak ehveni şerdir diyor. Diğerinin zararı bundan daha büyük bir yanılgıdır diyor. Peki neden içinde hiç bir tehlike bulunmayan fıkh bilgilerine halk yönlendirilmiyor. Neden ecdadımız gibi ilmihal bilgileri tavsiye edilmiyor. İsterseniz bunları bir düşünün. Birde aşağıdaki linkede göz atmanızı bir kardeşiniz olarak tavsiye etmek istedim.

http://forum.islamiyet.gen.tr/boykot/79523-halk-fikihtan-sogutuldu.html

Dualarınızı beklerim.
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
güzel kardeşim
biz dini öğretmekl amaclı acmadık bu konuyu
sevap kazanmak ıcın actık bır daha belırtıyorum!
bızım amacımız okuyup yorum yapmak degıl
katılmak ısteyen kardeslerım katılıyor
siz böyle düşünüyorsnuz katılmayabılırsınız
ayrıca ılmıhal de okuyoruz bız takıp edıyorsanız görmüşsünüzdür sitedekı konuları
bu da ona yardımcı hem meal hem tefsir hem ilmihal
bu sitede hepsi mevcut..
selam ve dua ile..
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
2-BAKARA:


--------------------------------------------------------------------------------

1- (Elif, Lâm, Mîm.)

2- İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.

3- Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.

4- Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler.

5- Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.

6- Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.

7- Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.

8- İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.

9- Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.

10- Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.

11- Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.

12- İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.

13- Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.

14- Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.

15- (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.

16- İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar da, ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar.

17- Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler.

18- (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.

19- Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır.

20- O şimşek nerdeyse gözlerini (n nûrunu) kapıverecek. Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.

21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız.

22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın.

23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.

24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.

25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar.

26- Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha üstününü misal getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır, Rabb'lerındandır. Ama küfre saplananlar: "Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?" derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır.

27- Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır.

28- Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.

29- O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.

30- Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.

31- Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin." dedi.

32- Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin".

33- (Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da,

içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?" dedi.

34- Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.

35- Dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

36- Bunun üzerine şeytan onları(n ayağını) oradan kaydırdı, içinde bulundukları (cennet yurdu)ndan çıkardı. Biz de: "Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasib vardır." dedik.

37- Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.

38- Onlara dedik ki: "Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

39- İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.

40- Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun!

41- Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur'ân)a iman edin, O'nu, inkar edenlerin ilki siz olmayın, benim âyetlerimi birkaç paraya değişmeyin. Ancak benden korkun.

42- Hakk'ı batıla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin.

43- Hem namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.

44- İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitab (Tevrat)ı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?

45- Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.

46- Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler.

47- Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve vaktiyle sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

48- Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.

49- (Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.

50- Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da Firavun'un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp duruyordunuz.

51- Hani bir zamanlar Musa'ya kırk gecelik vaad verdik de sonra siz onun arkasından buzağıyı put edindiniz ve o halinizle zalimler idiniz.

52- Sonra yine de sizi affettik, artık şükretmeniz gerekiyordu.

53- Ve hani bir zamanlar Musa'ya o kitabı ve furkanı verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz.

54- Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bârî Teâlânız katında sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten de o Tevvab ve Rahîm'dir.

55- Hani bir zamanlar "Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız." demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız.

56- Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik.

57- Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.

58- Hani bir zamanlar "Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" dedik.

59- Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik.

60- Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.

61- Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.

62- Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.

63- Hani bir zamanlar sizden mîsak (sağlam bir söz) almıştık, Tur'u üstünüze kaldırıp demiştik ki; size verdiğimiz kitaba kuvvetle tutunun ve içindekilerden gafil olmayın, gerek ki, korunursunuz.

64- Sonra verdiğiniz sözün arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasa idi herhalde zarara uğrayanlardan olurdunuz.

65- İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar olun!" dedik.

66- Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.

67- Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "ayol sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.

68- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.

69- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.

70- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.

71- Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.

72- Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.

73- İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.

74- Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.

75- Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.

76- Üstelik iman edenlere rastladıklarında inandık derler, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman, "Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup Allah'ın size açıkladığı gerçekleri onlara da söylüyorsunuz? Hiç aklınız yok mu be?" derlerdi.

77- Peki bilmezler mi ki, onlar neyi sır olarak saklar ve neyi açıkça söylerlerse Allah hepsini bilir.

78- Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.

79- Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu Allah katındandır." derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!..

80- Bir de dediler ki: "Bize sayılı birkaç günden başka asla ateş azabı dokunmaz". De ki; "Siz Allah'dan bir ahit mi aldınız? Böyle ise Allah sözünden dönmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

81- Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.

82- İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.

83- Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.

.
 

_şimal_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2008
Mesajlar
3,231
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
84- Yine bir zamanlar mîsakınızı almıştık; birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, nüfusunuzu diyarınızdan çıkarmıyacaksınız. Sonra siz buna ikrar da verdiniz ve ikrarınıza şahit de oldunuz.

85- Sonra sizler öyle kimselersiniz ki, kendilerinizi öldürüyorsunuz ve sizden olan bir grubu diyarlarından çıkarıyorsunuz, onlar aleyhinde kötülük ve düşmanlık güdüyor ve bu konuda birleşip birbirinize arka çıkıyorsunuz, şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeye kalkıyorsunuz. Halbuki yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış idi. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

86- Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.

87- Celâlim hakkı için Musa'ya o kitabı verdik, arkasından birtakım peygamberler de gönderdik, hele Meryem oğlu İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'l-Kudüs ile de destekledik. Size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını da öldürecek misiniz?

88- (Yahudiler, peygamberimize karşı alaylı bir ifade ile): "Bizim kalblerimiz kılıflıdır." dediler. Bilakis Allah, onları kâfirlikleri yüzünden lanetledi. Bundan dolayı çok az imana gelirler.

89- Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah'ın laneti kâfirleredir.

90- Ne kadar çirkindir o uğruna kendilerini sattıkları şey ki; Allah'ın kullarından dilediğine kendi lütuf ve kereminden vahiy indirmesine kafa tutarak, Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler. İşte bu yüzden de gazap üstüne gazaba uğradılar. Can yakıcı azap asıl kâfirler içindir.

91- Onlara, "Allah ne indirdiyse ona iman edin." denildiği zaman, onlar "Biz kendimize indirilene iman ederiz." derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Oysa yanlarındaki Tevrat'ı tasdik eden gerçek vahiy odur. Onlara de ki; "Peki madem gerçek mümin sizsiniz de ne diye daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?

92- Celâlim hakkı için Musa size belgelerle gelmişti de onun arkasından tuttunuz o buzağıya taptınız. Siz işte o zâlimlersiniz.

93- Bir zamanlar size, "verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın ve onu dinleyin." diye Tûr'u tepenize kaldırıp mîsakınızı aldık. (O yahudiler): "Duyduk, dinledik, isyan ettik." dediler, kâfirlikleri yüzünden o danayı yüreklerinde besleyip büyüttüler. De ki, "Eğer siz mümin kimseler iseniz, bu imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor!

94- De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet) başkalarının değil de yalnızca sizin ise, eğer iddianızda da sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi cana minnet biliniz.

95- Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemiyecekler. Allah o zâlimleri bilir.

96- Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.

97- Söyle; her kim Cebrail'e düşman ise iyi bilsin ki, Kur'ân'ı senin kalbine Allah'ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi.

98- Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ile Mîkâil'e düşman olursa, iyi bilsin ki, Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.

99- Şanım hakkı için sana çok açık âyetler; parlak mucizeler indirdik. Öyle ki, iman sahasından uzaklaşmış fasıklardan başkası onları inkâr etmez.

100- O fasıklar hem bunları tanımıyacaklar, hem de ne zaman bir ahd üzerine antlaşma yapsalar, her defasında mutlaka içlerinden bir güruh çıkıp onu bozacak ve atıverecek öyle mi? Hatta az bir güruh değil, onların çoğu ahit tanımaz imansızlardır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt