Cenab-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'i, kıyamete kadar bütün insanlığın her türlü bilinen ve bilinmeyen meselelerinin sebeplerini ve çarelerini mutlak mânada doğru olarak bildirmek üzere göndermiştir. İnsanlığın kurtuluşu, huzuru, saadeti ve her türlü emniyeti Kur'ân'dadır. İnsanın ve bütün kâinatın yaratılışı, yaradılış öncesi ve yaradılış gayesi hakkında tek doğru bilgi Kur'ân'm verdiği bilgilerdir.
Bezm-i elestten ebediyete kadar devam edecek olan yolculuğun herkese ait olan seyir defteri yine sadece Kur'ân'da mevcuttur. Bir müminin imanından bütün detaylarıyla amelî ve ahlâkî hayatına kadar herşeyin ölçülerini, prensiplerini, usûl ve pratiklerini Cenab-ı Hak, Kuran vasıtasıyla insanlığa bildirmiştir.
Son Kitap olması, mutlak mânada bütün doğrulan haber vermesi, bütün peygamberleri, ilâhi kitap ve sahifeleri doğrulayıcı ve tasdik edici olması onun sadece bir zamana ve bir mekâna değil, bütün zamanlara ve mekânlara gönderildiğini gösterir.
Bu münasebetledir ki, dün olduğu gibi bugün de, yarın da Kur'ân-ı Kerim'in çok iyi anlaşılması ve anlatılması bütün insanlığın baş meselelerinden biridir. Çünkü insanlık Kur'ân'a göre inanabildiği, yaşayabildiği ve düşünebildiği ölçüde mutlu, emin ve mesut olacaktır. Aksi takdirde bunalımlar, buhranlar, problemler onun dünyasını karartacak, yaşanmaz hâle getirecektir.
İşte sadece bu yüzden insanlık Kur'ân-ı Kerim'i doğru anlasın ve ondan gereği gibi istifade etsin diye Kur'ân-ı Kerimin herbir âyetini açıklayan, hikmetini ortaya koyan, Peygamberimiz ve sahabelerden sonra binlerce ilim ve hikmet erbabı büyük zâtlar yetişmiş ve binlerce eser kaleme alınmıştır. Her biri Kur'ân'dan yeni bir şeyler bulmaya çalışmış ve de bulmuşlardır. Binlerce ilim ve hikmet erbabı insan, hayatlarını Kuranı anlamaya, yaşamaya ve anlatıp yaşatmaya adamışlardır. Bu insanlar kendilerini Kur'ân'a adadıkları halde bir gerçeği ifadeyle "Biz hâlâ Kur'ân'dan bir şeyler elde edemedik" demişlerdir.
Fakat her ne hikmetse, günümüzde bazı insanlar ve çevreler bütün bu gerçekleri ve çalışmaları bir tarafa iterek sadece "meal" okuyarak Kur'ân'ı anlayacaklarını ve böylece de yaşayabileceklerini iddia etmektedir. Gerçi bu tip insanlarla karşılaştığımızda kendilerinde bazı tezatları ve sıkıntıları görmemek mümkün değil. Biz neşelenin bu yönünü ele almadan sadece mealin Kur'ân'ı anlamaya ve yaşamaya asla yetmeyeceğini naddeler halinde sıralamaya çalışalım:
1- Bugün yeryüzünde konuşup -yazılmakta olan herhangi bir dili bir başka dile aynısıyla aktarmak mümkün değildir. Farklı inançlar, kültürler, örfler, zevkler ve duyuşlar en doğru şekliyle tendi dilleriyle anlatılabilir. Dolayısıyla ilâhi bir kelam olan Kur'ân ayetlerini gerek ifade gücü ve gerekse ifade zenginliği itibariyle beşerî kalıplara tam manasıyla aktarmak mümkün değildir.
2- ilâhi kelamın zenginliği ayetlere birçok mânalar yüklemiştir. Mealde bunlardan ancak biri tercih edildiği için diğerleri terkedilmiş olacaktır. Bu durum Kur'ân'ın mâna ve hikmetini anlama yollarını daraltmak olur ki, neticede maksadı anlayamamış oluruz.
3- Ayetlerin geliş sebepleri (esbab-ı nüzul) vardır. Bu sebepler bilinmeden ilgili âyetlerin gerçek mâna ve hikmetini bilemeyiz, hiçbir mealde de âyetlerin geliş sebeplerini anlatmaz.
4- Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de bazı âyetleri başka ayetlerle de açıklamış ve izah etmişdir. Bu bakımdan hangi iyetin hangi âyetle açıklandığını bilmeden o âyetlerin gerçek mânâ ve maksatlarını anlamamız mümkün değildir.
5- Gelen âyetleri en iyi anlayan ve gereğini yerine getiren hiç şüphesiz Allah'ın Resulüdür. Hatta Peygamber Efendimiz "canlı Kur'ân'dır". Kur'ân'ı en doğru ve en iyi anlamak için Hz. Peygamber Efendimizin hayatını, ayetleri açıklayan sözlerini vr fiillerini bilmek şarttır. Aksi takdirde, Kur'ân'ı anlamak mümkün değildir. Bu noktada bütün insanlık Peygamberimizin tefsirine muhtaçtır.
6- Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Ke¬rim'inde bazı âyetleri daha sonra gönderdiği ayetlerle nesh etmiştir. Yani hükmünü kaldırmıştır. Bu konularda bilgi sahibi olunmadan, meselenin mahiyeti ve hikmeti bilinmeden sözkonusu olan âyetleri anlamak mümkün olmaz.
7- Hz. Peygamberden sonra Kur'ân-ı Kerim'i en iyi ve en doğru anlayanlar ashap ve tabiindir. Bilhassa sahabiler, Kur'ân'ın haber verdiği bütün hakikatları bizzat Peygamberimizden duyarak, dinleyerek, görerek öğrendiler. Yani onlar İslâm'ı canlı bir Kur'ân'dan yaşayarak aldılar. Onlar olmazsa zaten İslâm bize ulaşamaz, İslâm'ın ilk mimarları oldukları için insanlık tarihinin en hayırlı, en faziletli ve en üstün topluluğudurlar. Peygamberimiz hariç Kur'ân-ı Kerim'i onlardan daha iyi veya onların seviyesinde anlamak sözkonusu dahi olamaz.
8- Sahabeden ve tabiinden sonra hayatlarını islâm'a vakfetmiş ilim ve hikmet sahibi Allah dostları âlimler ve velîler vardır ki, onlar da Kur'ân'ı en mükemmel bir şekilde anlamış ve anlatmışlardır.
l9- Allah'a tam manasıyla ibadet edip kul olamayan, hattâ Allah'tan hakkıyla korkmayanlar da Kur'ân'ı anlayamazlar, insan ne kadar okursa bildikleri bilmediklerinin yanında bir nokta kalır. Biz bildiklerimizle amel edeceğiz ki, Allah da bize bilmediklerimizi öğretsin. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim, Allah'tan korkanlar için hidayettir. Konuşmalarında, amellerinde, hâl ve hareketlerinde İhlasın ve takvanın izine rastlanmayan kişilerin İslâm'ı anlamaları asla mümkün değildir.
10- Ve nihayet bütün bunlar tamam olsa bile Allah'ın lutfu, ilhamı ve ihsanı olmasa yine Kur'ân'ı anlamak sözkonusu olamaz. Allah, âyetlerinin sebeplerini, hikmetlerini, inceliklerini bildirdiği kulları, âyetleri en iyi anlayanlardır.
insanlar çalışarak bir yere gelseler bile neticede bunun da bir hududu vardır. Ve bu hudut mahduttur, sınırlıdır. Mahdut ve sınırlı olanın ezelî ve ebedî olanı, sonsuz ve sınırsız olanı ihata etmesi, kavraması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'ın kuluna ilhamı esastır.
işte Kur'ân-ı Kerim'in gerçek mânada ve bir kul için olması gereken seviyede anlaşılabilmesi yukarıda anlatmaya çalıştığımız esaslara bağlıdır.
Aksi takdirde Kur'ân'ı, onun hikmetini anlamak mümkün olmaz. Bazılarının mealde ısrar etmelerini anlamak çok zor. İslâm hakkında belirli seviyede bilgi ve kültüre sahip insanlar, dini tahsil yapan ve hizmetinde bulunanlar elbette Kuran Mealinden faydalanacaklardır. Ancak bu kadronun dahi sadece mealden yola çıkarak İslamı anlamaları mümkün değildir.
Bu noktada hareketle asr-ı saadetten günümüze gelen ıkı temel yol vardır: Biri 'kitaplar’ yoludur, ilim ve hikmet erbabı şahısların yazdığı tefsir, akaid, fıkıh, tasavvuf, kelâm, hadis, siyer vb. kitaplar İslâm'ı bize taşımaktadırlar. Diğeri ise insan unsurudur. İslâm, Hz. Peygamber Efendimizden günümüze herbiri sahasında doruk noktaya gelmiş ibadetiyle, ahlakıyla, ilmiyle, nasihat ve hizmetleriyle örnek insanlarla bize ulaşmıştır. Bu iki kaynaktan ve bilhassa insan unsurundan istifade etmeden İslamı anlamak ve yaşamak mümkün değildir.
Bütün bunların yanında asr-ı saadetten günümüze Kur'ân ve hadisler çok ciddi ve titiz çalışmalarla ele alınmış vn isanlığın istifadesine sunulmuştur. Bu cümleden olarak bir insan için iman hususunda bilmesi gereken her şey en ince tefferuatına kadar akaid kitaplarında bütün amelî hayatını ilgilendiren hususlarda fıkıh kitaplarında tek tek izah edilmiştir. Nefsi ve kalbi meselelerine ait ahlâki sahalarda bilinmesi gereken her şey de tasavvuf kitaplarında insanlığın istifadesine sunulmuştur.
İslâm'ın ısrarla üzerinde durduğu konuların başında “insan” meselesi gelmektedir. Her yönüyle açık ve ihtilafsız olan bu asr-ı saadet gerçeğini anlamayanlar, anlamak istemeyenler, bilsinler ki, bu halleriyle kendi akıllarını, nefislerini ,cehaletlerini bir tabu olarak Kuranı Kerimin önüne koymaktadırlar.Bu yanlışı tarihte de deneyenler oldu.
Bırakalım din va’z etmeyi de kul olmaya çalışalım.
Ali Gedik
İcmal dergisi
Bezm-i elestten ebediyete kadar devam edecek olan yolculuğun herkese ait olan seyir defteri yine sadece Kur'ân'da mevcuttur. Bir müminin imanından bütün detaylarıyla amelî ve ahlâkî hayatına kadar herşeyin ölçülerini, prensiplerini, usûl ve pratiklerini Cenab-ı Hak, Kuran vasıtasıyla insanlığa bildirmiştir.
Son Kitap olması, mutlak mânada bütün doğrulan haber vermesi, bütün peygamberleri, ilâhi kitap ve sahifeleri doğrulayıcı ve tasdik edici olması onun sadece bir zamana ve bir mekâna değil, bütün zamanlara ve mekânlara gönderildiğini gösterir.
Bu münasebetledir ki, dün olduğu gibi bugün de, yarın da Kur'ân-ı Kerim'in çok iyi anlaşılması ve anlatılması bütün insanlığın baş meselelerinden biridir. Çünkü insanlık Kur'ân'a göre inanabildiği, yaşayabildiği ve düşünebildiği ölçüde mutlu, emin ve mesut olacaktır. Aksi takdirde bunalımlar, buhranlar, problemler onun dünyasını karartacak, yaşanmaz hâle getirecektir.
İşte sadece bu yüzden insanlık Kur'ân-ı Kerim'i doğru anlasın ve ondan gereği gibi istifade etsin diye Kur'ân-ı Kerimin herbir âyetini açıklayan, hikmetini ortaya koyan, Peygamberimiz ve sahabelerden sonra binlerce ilim ve hikmet erbabı büyük zâtlar yetişmiş ve binlerce eser kaleme alınmıştır. Her biri Kur'ân'dan yeni bir şeyler bulmaya çalışmış ve de bulmuşlardır. Binlerce ilim ve hikmet erbabı insan, hayatlarını Kuranı anlamaya, yaşamaya ve anlatıp yaşatmaya adamışlardır. Bu insanlar kendilerini Kur'ân'a adadıkları halde bir gerçeği ifadeyle "Biz hâlâ Kur'ân'dan bir şeyler elde edemedik" demişlerdir.
Fakat her ne hikmetse, günümüzde bazı insanlar ve çevreler bütün bu gerçekleri ve çalışmaları bir tarafa iterek sadece "meal" okuyarak Kur'ân'ı anlayacaklarını ve böylece de yaşayabileceklerini iddia etmektedir. Gerçi bu tip insanlarla karşılaştığımızda kendilerinde bazı tezatları ve sıkıntıları görmemek mümkün değil. Biz neşelenin bu yönünü ele almadan sadece mealin Kur'ân'ı anlamaya ve yaşamaya asla yetmeyeceğini naddeler halinde sıralamaya çalışalım:
1- Bugün yeryüzünde konuşup -yazılmakta olan herhangi bir dili bir başka dile aynısıyla aktarmak mümkün değildir. Farklı inançlar, kültürler, örfler, zevkler ve duyuşlar en doğru şekliyle tendi dilleriyle anlatılabilir. Dolayısıyla ilâhi bir kelam olan Kur'ân ayetlerini gerek ifade gücü ve gerekse ifade zenginliği itibariyle beşerî kalıplara tam manasıyla aktarmak mümkün değildir.
2- ilâhi kelamın zenginliği ayetlere birçok mânalar yüklemiştir. Mealde bunlardan ancak biri tercih edildiği için diğerleri terkedilmiş olacaktır. Bu durum Kur'ân'ın mâna ve hikmetini anlama yollarını daraltmak olur ki, neticede maksadı anlayamamış oluruz.
3- Ayetlerin geliş sebepleri (esbab-ı nüzul) vardır. Bu sebepler bilinmeden ilgili âyetlerin gerçek mâna ve hikmetini bilemeyiz, hiçbir mealde de âyetlerin geliş sebeplerini anlatmaz.
4- Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de bazı âyetleri başka ayetlerle de açıklamış ve izah etmişdir. Bu bakımdan hangi iyetin hangi âyetle açıklandığını bilmeden o âyetlerin gerçek mânâ ve maksatlarını anlamamız mümkün değildir.
5- Gelen âyetleri en iyi anlayan ve gereğini yerine getiren hiç şüphesiz Allah'ın Resulüdür. Hatta Peygamber Efendimiz "canlı Kur'ân'dır". Kur'ân'ı en doğru ve en iyi anlamak için Hz. Peygamber Efendimizin hayatını, ayetleri açıklayan sözlerini vr fiillerini bilmek şarttır. Aksi takdirde, Kur'ân'ı anlamak mümkün değildir. Bu noktada bütün insanlık Peygamberimizin tefsirine muhtaçtır.
6- Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Ke¬rim'inde bazı âyetleri daha sonra gönderdiği ayetlerle nesh etmiştir. Yani hükmünü kaldırmıştır. Bu konularda bilgi sahibi olunmadan, meselenin mahiyeti ve hikmeti bilinmeden sözkonusu olan âyetleri anlamak mümkün olmaz.
7- Hz. Peygamberden sonra Kur'ân-ı Kerim'i en iyi ve en doğru anlayanlar ashap ve tabiindir. Bilhassa sahabiler, Kur'ân'ın haber verdiği bütün hakikatları bizzat Peygamberimizden duyarak, dinleyerek, görerek öğrendiler. Yani onlar İslâm'ı canlı bir Kur'ân'dan yaşayarak aldılar. Onlar olmazsa zaten İslâm bize ulaşamaz, İslâm'ın ilk mimarları oldukları için insanlık tarihinin en hayırlı, en faziletli ve en üstün topluluğudurlar. Peygamberimiz hariç Kur'ân-ı Kerim'i onlardan daha iyi veya onların seviyesinde anlamak sözkonusu dahi olamaz.
8- Sahabeden ve tabiinden sonra hayatlarını islâm'a vakfetmiş ilim ve hikmet sahibi Allah dostları âlimler ve velîler vardır ki, onlar da Kur'ân'ı en mükemmel bir şekilde anlamış ve anlatmışlardır.
l9- Allah'a tam manasıyla ibadet edip kul olamayan, hattâ Allah'tan hakkıyla korkmayanlar da Kur'ân'ı anlayamazlar, insan ne kadar okursa bildikleri bilmediklerinin yanında bir nokta kalır. Biz bildiklerimizle amel edeceğiz ki, Allah da bize bilmediklerimizi öğretsin. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim, Allah'tan korkanlar için hidayettir. Konuşmalarında, amellerinde, hâl ve hareketlerinde İhlasın ve takvanın izine rastlanmayan kişilerin İslâm'ı anlamaları asla mümkün değildir.
10- Ve nihayet bütün bunlar tamam olsa bile Allah'ın lutfu, ilhamı ve ihsanı olmasa yine Kur'ân'ı anlamak sözkonusu olamaz. Allah, âyetlerinin sebeplerini, hikmetlerini, inceliklerini bildirdiği kulları, âyetleri en iyi anlayanlardır.
insanlar çalışarak bir yere gelseler bile neticede bunun da bir hududu vardır. Ve bu hudut mahduttur, sınırlıdır. Mahdut ve sınırlı olanın ezelî ve ebedî olanı, sonsuz ve sınırsız olanı ihata etmesi, kavraması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'ın kuluna ilhamı esastır.
işte Kur'ân-ı Kerim'in gerçek mânada ve bir kul için olması gereken seviyede anlaşılabilmesi yukarıda anlatmaya çalıştığımız esaslara bağlıdır.
Aksi takdirde Kur'ân'ı, onun hikmetini anlamak mümkün olmaz. Bazılarının mealde ısrar etmelerini anlamak çok zor. İslâm hakkında belirli seviyede bilgi ve kültüre sahip insanlar, dini tahsil yapan ve hizmetinde bulunanlar elbette Kuran Mealinden faydalanacaklardır. Ancak bu kadronun dahi sadece mealden yola çıkarak İslamı anlamaları mümkün değildir.
Bu noktada hareketle asr-ı saadetten günümüze gelen ıkı temel yol vardır: Biri 'kitaplar’ yoludur, ilim ve hikmet erbabı şahısların yazdığı tefsir, akaid, fıkıh, tasavvuf, kelâm, hadis, siyer vb. kitaplar İslâm'ı bize taşımaktadırlar. Diğeri ise insan unsurudur. İslâm, Hz. Peygamber Efendimizden günümüze herbiri sahasında doruk noktaya gelmiş ibadetiyle, ahlakıyla, ilmiyle, nasihat ve hizmetleriyle örnek insanlarla bize ulaşmıştır. Bu iki kaynaktan ve bilhassa insan unsurundan istifade etmeden İslamı anlamak ve yaşamak mümkün değildir.
Bütün bunların yanında asr-ı saadetten günümüze Kur'ân ve hadisler çok ciddi ve titiz çalışmalarla ele alınmış vn isanlığın istifadesine sunulmuştur. Bu cümleden olarak bir insan için iman hususunda bilmesi gereken her şey en ince tefferuatına kadar akaid kitaplarında bütün amelî hayatını ilgilendiren hususlarda fıkıh kitaplarında tek tek izah edilmiştir. Nefsi ve kalbi meselelerine ait ahlâki sahalarda bilinmesi gereken her şey de tasavvuf kitaplarında insanlığın istifadesine sunulmuştur.
İslâm'ın ısrarla üzerinde durduğu konuların başında “insan” meselesi gelmektedir. Her yönüyle açık ve ihtilafsız olan bu asr-ı saadet gerçeğini anlamayanlar, anlamak istemeyenler, bilsinler ki, bu halleriyle kendi akıllarını, nefislerini ,cehaletlerini bir tabu olarak Kuranı Kerimin önüne koymaktadırlar.Bu yanlışı tarihte de deneyenler oldu.
Bırakalım din va’z etmeyi de kul olmaya çalışalım.
Ali Gedik
İcmal dergisi