Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Manevi Kimlik..!! (1 Kullanıcı)

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Bilindiği üzere Kur'ân-ı Kerîm İslâm Dini'nin temel kaynaklarındandır. Asırlardır Kur'ân-ı Kerîm, Müslümanları zulümatlardan çıkaran kandil olmuş, tarih boyunca Müslümanlar Kur'ân-ı Kerîm'in nuru ile aydınlanmışlardır. Kur'ân-ı Azîmuşşân Müslümanların kendisinden beslendikleri, kendisiyle hayat buldukları rahmet ve hayat menbaı olmuştur.




Kelâmullah olan Kur'ân-ı Kerîm Müslümanların hayatlarında karşılaştıkları ve karşılaşacakları problemlerin çözümüne kaynaklık etmiştir. Allahu Teâlâ Kur'ân'ı bize şöyle tarif ediyor:
الَر كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ
"Elif, Lâm, Ra. Bu Kur'an, insanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarasın, üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna iletesin diye sana indirilmiş bir kitaptır."





Allah'ın Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bu ayeti şerh eder mahiyette Ali (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadîsi şerifinde Kur'ân'ı şöyle tarif ediyor:
"Haberiniz olsunki, bir fitne çıkacaktır. Ben hemen sordum; bundan kurtuluş yolu nedir ey Allah'ın Rasulü? Buyurduki: Allah'ın Kitabına tabii olmaktır. Onda; Sizden önceki milletlerin ahvali ile ilgili haber. Sizden sonraki durum ile ilgili haber, O hak ile batılı ayırt edendir.




O boş ve gayesiz bir söz değildir. Kim akılsızlık edip ona inanmaz ve onunla amel etmezse Allah onu helak eder. Kim onun dışında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O hikmetli olan zikirdir. O dosdoğru yoldur. Ona uyan hevalara sapmaz, diller karışmaz. Alimler ona doymazlar. Onun tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez.






İnsanı hayrete düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez. O öyle bir kitaptır ki cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: ‘Bizi, hiç duyulmadık doğruya götüren bir Kur'an dinledik ve ona iman ettik.' Kim ondan haber getirirse doğruyu söyler. Kim onunla amel ederse ecir alır. Kim onunla hüküm verirse adaletle hüküm vermiş olur. Kim ona çağırırsa dosdoğru yola çağırmış olur."




Görüldüğü gibi bu ayet ve hadis bizlere, Kur'ân-ı Kerîm'in işlevini ve değerini haber vermektedir. Kur'ân-ı Kerîm'in işlevini ve değerini kavrayabilmek için İslâm Ümmeti'nin tarih boyunca nasıl yaşadıklarına bakmak yeterli olacaktır. Asırlardır İslâm Ümmeti Allah'ın razı olduğu hayırlı Ümmet, vasat Ümmet, şâhid Ümmet, iyiliği emreden kötülükten nehyeden/alıkoyan davet ehli Ümmet olarak hayatını ikame etmiştir. Yine tarih boyunca İslâm Ümmeti Kur'an'dan aldığı besinle, hayat oksijeniyle Allah'ın razı olduğu izzet ve şeref dolu bir hayat sürdürmüştür.




Doğru anlayarak hayata geçrdikleri Kur'an-ı Kerîm öyle bir kitaptır ki nefisler O'nunla hayat bulur, kalpler O'nunla mutmain olur. O, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan nura çıkarır, aziz ve hamd edilen sırata götürür. O'nunla konuşan doğru konuşur, O'nunla amel eden kurtuluşa erer. O'nunla hükmeden adaletli olur. O'nunla yöneten rahmetle yönetir ve O'na davet eden sırat-i müstakime doğru hidayete kavuşturulur. O, Müslüman ve herhangi bir yolcunun azığıdır, daveti yüklenenin de desteği ve dayanağıdır. Kalpler onunla imâr edilir, bilekler onunla bilenir.





Onu taşıyan kimse sabit dağlar gibi olur, O Allah yolunda iken dünya onun yanında küçüldükçe küçülür. Hep hakkı söyler ve Allah hakkında kınayıcının kınamasından kesinlikle korkmaz. Kilosunun hafifliğinden dolayı, rüzgarın kendisini sürüklediği kimse O'nunla Allah katında Uhud dağından daha ağır basar. Çünkü o Kur'an okumakta, dilini onunla ıslatmakta ve parmak uçları onu müşahede etmektedir.






İşte Rasulullah'ın ashabı aynen yukarıda belirttiğimiz gibi idi. Sanki onlar birer yürüyen Kur'an idiler. Ayetlerini iyice düşünüyorlar ve onların hakkını gözeterek okuyorlardı. Onlarla amel ediyorlar ve onlara davet ediyorlardı. Azab ayetleri onları tir tir titretiyor, rahmet ayetleri ise onların kalplerine soğuk su serpiyordu. Kur'an'ın mucizesi ve onun azametinin huşusu içinde kalmalarından ve hükümlerine hikmetle teslim olmalarından dolayı gözlerinden yaşlar akıyordu. Peygamberden onu öğreniyorlar, sonrada kalplerinin derinliklerine işliyorlardı, o ayetleri... Ve böylece ayetler tam yerleşiyordu, kalp ve ruhun derinliklerine sirayet ediyordu. Bu yüzden hem izzet bulup yeryüzünün efendileri oldular, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürüp, Allah'ın razılığına ulaştılar.



Günümüzde ise İslâm Ümmeti, Allah'ın razı olmadığı bir yaşamın esiri olmuştur. rahmet'ten, şifadan, izzet ve şeref'ten yoksun bir hayat.... Takriben bir asırdır Müslümanlar zulumatların içerisinde Kur'ân-ı Kerîm'in gerçek mesajından uzak, Kur'ân-ı Kerîm'in istenildiği şekilde kavranamadığından, yanlış yorumlandığından dolayı hayata egemen olmuş ğayri İslâmî fikirlerin ve hayatın etkisinde yaşar hale gelmiştir.






Evet İslâm Ümmeti'nin İslâm'ın sahih, pak ve temiz fikirlerine hasret kalmış olması başta Kur'ân-ı Kerîm olmak üzere İslâm Risâleti'nin gerçek mesajından, murâdından uzaklaş(tırıl)mış olmasındandır. Öyle ya şifa kaynağı ve kurtuluş reçetesi olan Kur'ân-ı Kerîm gereği gibi anlaşılır ve hayata geçirilirse müfîd/faydalı, sadra şifa ve derde deva olur ve olacaktır.





Son dönemlerde bir kısım modernist Müslümanlar, Kur'ân-ı Kerîm'in beyan ettiği gerçek mesajın ve ilâhî murâdın anlaşılabilmesi için, zihniyet yenilenmesine ihtiyaç olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yine günümüzde İslâm'ın ilk dönemlerinden bu yana uygulana gelen ve muttakî alimlerce benimsenen ve tedvin edilen "Kur'ân-ı Kerîm'i anlamanın usulu / metodoljisi"sinin
Kur'anı anlamak ve fıkh etmek için yeterli olmayacağı tartışılır hale gelmiştir. Bu meseleye ilişkin söylemler çoğalmış, kaleme alınan yazılar İslâm camiasında gündem konusu olmuştur. Hatta muteber(!) İlim sahipleri tarafından bu konu çerçevesinde konferanslar, seminerler îrad edilmiştir.






Bu mesele gündeme taşınacak kadar önemli olmakla beraber, bir o kadar da tehlike arz eder hale gelmiştir. Bu vesileyle, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da günahlardan temizlenme ayı olan, Kur'ân-ı Kerîm'in indirilmeye başladığı Ramazan ayında Kur'ân-ı Kerîm'i doğru anlamanın önemi hakkında bazı bilgileri kaleme almaya çalışalım inşâAllah.





Kur'ân-ı Kerîm anlamanın önemi ve metoduna ilişkin çok sayıda kitap te'lif edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'i anlama metodunun ve öneminin neler olduğu ve tefsir usulune ilişkin bilgiler bu kitaplarda geniş yelpazede ele alınmış ve müslümanların hizmetine sunulmuştur. Biz bu yazımızda Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında temel etken olan bir unsurun önemini ele almaya çalışacağız. Bu demek değildir ki Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında diğer etkenler önemsizdir, olmasa da olur... asla bu değildir maksadımız.






Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında temel etken olan bu unsur ihmal edilirse, yine bu unsur Kelâmullah'ı anlamaya çalışırken başvuru kaynağı kabul edilmez, önemsenmez ve bu kaynağa doğru bakılmaz ise özelde Kur'ân-ı Kerîm, genelde İslâm Dini'nin anlaşılmasında zaafiyetler meydana gelecektir. Kur'ân-ı Azîmuşşân'ın fıkh edilmesinde çok önemli bir yere sahip olan bu unsur gözardı edilirse, din hevaya ve hevese göre şekillenmiş ve yorumlanmış olacaktır. İşte bu unsur, Kur'ân-ı Kerîm ile birlikte Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in kalbine ilka olunan temiz, nezih Sünnet-i Seniyyedir.
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Kur'ân-ı Kerîm'i gereği gibi anlamak için Peygamber'in getirdiği Sünnet'e olan ihtiyacı teyid eden, bu konuya ışık tutan bir ayette Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
ِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُون
"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik."




Bu âyet-i kerîme Allah rasülü'nün vazifelerinden bir tanesinin de Allah'ın kitabını açıklamak olduğunu söylemektedir. Malumdur ki Kur'an şeriatın kaynağıdır. Kur'an'da mevcut ahkâmla ilgili ayetlerin bazıları açıktır, bunlardan bazılarıda sahih usul kaideleriyle anlaşılmaya müsaittir, bunlardan bazılarının açıklaması da Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e bırakılmıştır. Başka bir söylemle Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in kalbine ilka olunan Sünnet'e bırakılmıştır. Şöyle ki, Arapçaya vakıf bir kimsenin sadece Kur'an'dan İslâm Dini'nin hükmünü ve tafsilatını anlaması mümkün değildir.






Velevki bu fasih arapçaya vakıf birisi olsa bile... Şeyh Elbâni, mezkur ayette geçen beyan ifadesinin/kelimesinin peygamberimizin arındırılmış Sünneti olduğunu beyan etmiştir.[5] Zaten günümüzde arapçaya vâkıf olanlar, bu dile, Kur'ân-ı Kerîm'in ilk indiği dönemde yaşamış olan mübarek Sahabelerden dahada vakıf değillerdir herhalde? Sahabeler, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamaya çalışırken çok fasih arapçaya sahip olmalarına rağmen, muğlak/açıklanmaya muhtaç kalan hükümlerin anlaşılması için Peygamberin izahına/Sünnet'e müracaat etmiş olmaları, sadece Arapçanın Allah'ın Kitabını anlamak için yeterli ve tek unsur olmadığına delalet etmektedir.





İfade ettiğimiz gibi Arapçaya hâkim olmalarına rağmen, bazı ayetleri anlamada Hz. Peygamber'e müracaat ederlerdi. Bunun açık örneğini İmam Buhari (Rahmetullahi Aleyh)'in Sahihinde ve İmam Ahmed (Rahmetullahi Aleyh)'in de Müsned'inde Abdullah b. Mes'ud (radiyallahü anhu)'dan rivâyet ettikleri hadistir: Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ashabına Allâhu Tebâreke ve Teâlâ'nın; "İman ettikten sonra imanlarına zulum bulaştırmayanlar var ya; İşte güvenlik onlaradır ve doğru yolda olanlar da onlardır." mealindeki kavlini okuduğunda Ashab bu ayet-i kerîme altında ezildi, bu ayet onlara ağır geldi ve dediler ki: Ey Allâh'ın Rasûlü! Bizden kim nefsine zulmetmez ki?






Buradaki zulümden kişinin nefsine zulmetmesi veya kişinin arkadaşına zulmetmesi veyahut ehline zulmetmesi gibi herhangi bir zulmü anladılar. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem meselenin onların zihinlerinde çağrıştırdığı manada değil de bu zulmün büyük zulüm olup Allahu Teâlâ'ya şirk koşma olduğunu beyan etti ve Allahu Teâlâ'nın Lokman Suresindeki Salih Kul Lokman (aleyhisselam)'ın sözünü hatırlattı. Oğluna; Ey evlatçığım! Sakın Allah'a ortak koşma! Şirk gerçekten büyük bir zulümdür, dedi.





İşte onlar (sahabeler) arabın en fasih olanları, onlar bu ayet-i kerîme'de geçen bu lafzı anlamada zorluk çekiyorlardı. Ancak Rasul Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in izahından ve tevcihinden sonra müşkilleri sona eriyordu. Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasında Sünnet'in önemine vurgu yapan hadisi zikrettikten sonra devam edecek olursak.... Allahu Teâlâ'nın Kitabında kapalı olarak zikrettiği veya açıklanmaya muhtaç teklifi hükümlerle bizi direkt olarak yükümlü tutmamıştır. Çünkü Allah (c.c) bizim akıllarımızın, ilâhî murâdı anlamaktan aciz olduğunu bilmektedir. Zaten Allahu Teâlâ ilâhî hükümleri anlamayı bizim hevamıza ve hevesimize de bırakmamıştır.





Bu noktadan hareketle açıklanmaya muhtaç o hükümleri/ayetleri bize açıklayacak, tefsir edecek birine ihtiyaç vardır ki Allah'a kulluk hakkıyla yapılabilsin.
Allah Teâlâ'nın, insanları, hayatlarının her anında hâkim ve belirleyici kılmaları için gönderdiği ve ikmal ettiği dinin, nasıl ve ne şekilde uygulanacağı konusunda kullarını "örnek bir model'den yoksun ve inzal buyurmuş olduğu vahyi, yanlış/çarpık tevillere açık bırakacağı elbette düşünülemezdi. Bu hayati öneme haiz kişi kuşkusuz Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem'dir. Hz Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Kur'an'ı ve İslâm'ı anlarken -günümüzde olduğu gibi- Şer'î metod kullanmayanların, Rasülün izahına itibar etmeyenlerin halini şöyle haber vermektedir:







İmam Beyhaki, Medhal adlı eserinde, Cündüb b. Abdullah'tan (r.a) şu nakli yapar: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Kim, Kur'ân'a kendi görüşüyle fikir beyan ederse isabet etmiş de olsa hata yapmış olur."
Tabarâni, Evsat'da, Hz.Ömer (r.a)'den rivayet ediyor. O, demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Benden sonra ümmetim için en çok korktuğum, Kur'ân'ı, hevâsına göre te'vil edip onu konulduğu mânânın dışında yorumlayan kişidir."




Verilen örnek ve zikredilen hadislerden anlaşıldığı üzere Allah'a layıkıyla kulluk yapılabilmesinde ve Kur'ân-ı Kerîm'de var olan ilâhî muradın anlaşılmasında Hz Peygamberin Sünnet'ine irtica etmenin/başvurmanın önemi aşikardır. Özelde Allah'ın Kitabı'nın, genelde İslâm Dini'nin matlup olunan ve rızayı ilâhiye uygun bir şekilde anlaşılmasında, sadece arapça dilbilgisi kurallarını bilmenin yeterli olacağını söylemek, meseleye insaflı ve objektif bakılmadığını gösterir. Zaten Allahu Teâlâ, bizlere Kur'ân-ı Kerîm'i anlamaya çalışırken tedebbür/bütüncül bakmayı emretmektedir. Ayetinde şöyle buyurmaktadır:
كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِّيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
"(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır."

أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا
"Bunlar Kur'an'ı hiç incelemiyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, içinde mutlaka birçok çelişkiler bulurlardı."

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
"Kur'ân'ı(n anlamını) düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler(inin) üzerinde kilitleri mi var (ki hiçbir hakikat, gönüllerine girmiyor)"





Kur'ân-ı Kerîm, Allahu Teâlâ'nın istediği şekilde ele alındığında, üzerinde tefekkür edildiğinde Müslümanlar için, insanlık için zulumatlardan nura çıkaran kandil olma özelliğini koruyacaktır. Kelâmullah'ın sadra şifa, derde deva olabilmesi, ilâhî muradın istenildiği şekilde kavranmasıyla mümkündür... Aksi taktirde Rasullah'ın beyanından, tevcihinden, tedebbür bakışından yoksun, metodsuz, usulsuz, güya zihniyet yenilenmesiyle anlaşılmaya çalışılan/fıkh edilmeye çalışılan hükümden hayır gelmeyecektir. Çünkü o artık Allah'ın murâdı olmaktan çıkmıştır.




Öyleyse Kur'ân-ı Kerîm'i anlama metodunun temelinde akidevî bakış ve Rasullah'ın kalbina ilka olmuş Sünnet yatmaktadır. Bundan maksadımız her ayette Sünnet'in tevcihine ihtiyacın olduğu değildir. Maksadımız, Kur'ân-ı Kerîm'i anlamaya çalışırken Sünnet'i devre dışı bırakmanın, Sünnet'i İslâm'ı fıkh etmek için başvuru kaynağı kabul etmemenin rızayı ilâhiye uygun olmadığını izah etmektir. Çünkü Kur'an ve Sünnet İslâm'ın temel kaynaklarıdır. Müslümanların ahiret reçetesi bu iki kaynaktan müstanbittir. Kur'an'ın ve Sünnet'in ayrılmaz iki teşrî kaynağı oduğunu teyid eden bir hadiste Rasullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Bana Kitap ve beraberinde bir o kadar da sünnet verildi"





Binaen aleyh, Kur'an ı anlamaya çalışırken Sünnet'i Seniyye'ye müracaat etmemek, Onu devre dışı bırakarak Kelâmullah'ı incelemeye, fıkh etmeye çalışmak doğru neticeler doğurmayacaktır. Hele bir de hiçbir delile dayanmaksızın, şahsi görüşe binaen yapılan yorumlamalar, mezkur hadiste ifade edildiği gibi Rasülün korktuğu, razı olmadığı neticeleri beraberinde getirecektir.



Allahu Teâlâ bizlere, Kur'an'a bütüncül bakabilmeyi, Kur'ân-ı Kerîm'i Kendisinin istediği şekilde anlama basireti, Onunla amel etmek için hükümlerine teslim bir anlayış, arındırılmış bir nefsiyet nasip etsin. Kelâmullah'ın hayata hâkim olması için ihsanla çalışan hayırlı öncülerden olabilmeyi lütfensin....(amin)


Kur'an ayı olan Ramazan ayının Kelimetullah'ın hayata hâkim olmasına vesile olması ümidiyle....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt