2- KİBİR
Kalbi huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de kibirdir. Kibir insanın kendisi başkalarından büyük olduğunu zannetmesi, tekebbür ise, bu düşünceyi hareketleri ile ortaya koymasıdır. Halbuki büyük olduğunu iddia etmek ancak Allahu Zülcelal'e layıktır. Mahlukattan kim bunu iddia ederse o yalancıdır. Kibirli olan insanın durumu çok tehlikelidir. Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'Kibirlenen ve büyüklenenlerin, Allah kalblerini mühürlemiştir.' (Mü'min;35)
Kibir sahipleri tefekkür etmekten ve ibret almaktan mahrumdurlar. Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki, kim kendisini başkasından üstün görürse, bu cehaleti sebebiyle bütün amellerini mahvetmiş olur. (Bundan Allah'a sığınırız.)
Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse cennete giremez.' (Beyhaki)
Hz. Peygamber (a.s.v) başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Yaratılmış bir kul iken, kibirlenip yaratıcısını unutan insan ne kötü insandır. Ölümlü iken kendisini ebedi sanan kimse ne kötü kimsedir. Dünya da yolcu iken, nereden geldiğini ve nereye gideceğini unutan kul ne kötü kuldur.'(Tirmizi)
Hz. Ebu Bekir (r.a) şöyle demiştir;
'Bir müslüman bir müslümanı küçük görmesin. Çünkü en küçük bir müslüman bile Allah yanında büyüktür.'
Arif ibn-i Abdullah şöyle demiştir;
'Ey İnsan! Allahu Teala kibri ve kibirle yürüyenleri sevmez. Eğer sen vücuduna hayranlık duyuyorsan bil ki, vücudunun evveli bir damla su, onun sonu necis bir leş, şimdiki hali de pislikler tulumu olmaktır.'
Kendilerini diğer insanlardan üstün görenler, vaktiyle şeytanın yapmış olduğu hatayı tekrarlamış olurlar. Malum olduğu üzere, Allahu Zülcelal Adem (a.s)' yaratıp ona secde edilmesini emrettiği zaman, şeytan kibirlenmiş ve; 'Nasıl olur? Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu topraktan yarattın' demiştir. Allahu Zülcelal'ın buna verdiği cevap ise çok sert olmuştur;
'Gökten in, sen artık kovuldun! Ve kıyamet gününe kadar da üstünde lanetim olacaktır. (Sad;76-78)
Bir müslümanın yapması gereken şey; müslüman kardeşlerini Allah için sevmek, imanları için takdir etmek, ibadetleri için hürmet etmek, kendi şahsı için tanımadığı kolaylığı onlar için tanımak, kendisi için beslemediği ümidi onlar için beslemektir. Fakat kibir sahibi olan insan bunların aksini yapar. O kendi şahsını yükseltirken din kardeşlerini alçaltır. Kendi ibadetlerini yeterli bulurken onların ibadetini az bulur, kendi fikir ve görüşlerinin doğru olduğuna inanırken, onların fikir ve görüşlerinin yanlış olduğunu düşünür. Kendisini kurtuluş ehli sayarken onların cehalet ve felaket içinde olduklarını söyler. Kibir sahibi insan bu kadar insafsız davranınca, Allahu Zülcelal ona kızar ve çoğu zaman ahiret cezasından evvel kendisine bu dünyada ceza verir. İbret alınması için de bazen kendisinin tahkir ettiği müslümanları onun yerine, kendisini de onların yerine getirir.
Rivayet edildiğine göre, israiloğullarından bir abid secde halinde iken, bir sefih gelip ayağını onun boynuna bastırır. Abid; 'Bana bunu nasıl yapabilir? tarzında bir düşünceyle kibre kapılır ve adama; 'Allah'a yemin ederim, O seni affetmeyecektir.' Der. Allahu Teala o dönemin peygamberine; 'Bu Abid kendisini ne sanıyor ki, benim adıma konuşuyor? Ben onu da bu küstahlığından dolayı affetmeyeceğim.' diye vahy eder.
Kibirli insan kendisinden üstün olan kimselere kızgın, kendi seviyesinde olanlardan da rahatsızdır. Bunları sevmez ve iyi işler yapmalarına da sevinmez. Bunların yok olması ve hezimete uğrayıp ortadan çekilmesi onun en büyük arzu ve temennisidir.
Şu hayret edilecek bir durumdur ki, bazı kimseler mümin, hatta alim ve abid olduklarını söylerler ve Hz. Peygamber (a.s.v)'in; 'Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse cennete giremez.' Dediğini bildikleri halde kibirden vazgeçmezler. Bu kimseler bilmelidirler ki, kalblerinde kibrin zerresini taşıdıkları takdir de, Allahu Zülcelal'in yanında zerre kadar kıymet ve üstünlükleri olmaz. Çünkü O'nun yanındaki üstünlük ancak tevazu ile kazanılabilir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Kim üstünlük taslarsa, Allah onu (kendi yanında) alçaltır ve kim tevazu gösterirse, Allah onu (kendi yanında) yükseltir.'
Yakalarını bütünüyle şeytana kaptırmış olanlar, utanmaları ve ağlamaları gereken zulüm ve günahlarıyla da kibirlenir. Bunları bile kendileri için üstünlük ve hüner sayarlar.
Bütün bunlara bakarak, herkese düşen görev, kendi akıbeti için nefsini ıslah etmek ve kalbini Allahu Zülcelal'e karşı düzeltmekle meşgul olmaktır. Kendisi tehlikede olduğu halde, başkasına acıyan kimse büyük bir yalancıdır.
Netice olarak Burada anlatmış olduğumuz kibir çok tehlikeli bir hastalıktır. Bunun bir an önce tedavi edilmesi gerekir. Çünkü kalbin bu gibi manevi hastalıklardan temizlenmesi, baki olan ahiret saadetinin kazanılması demektir. Kibir çok tehlikeli manevi bir hastalık olduğu için, onun verdiği zararı çok iyi anlamak ve bilmek lazımdır. Bilindiği gibi şeytan kibri dolayısıyla şeytan olmuştur. Bizim için en büyük ibret budur. İnsan bir su damlasından meydana gelmiş ve sonu da bir leş olmaktır. Bu ikisinin arasında kibirlenmek akılsızlıktan başka bir şey değildir.
Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de Hz. Peygamber (a.s.v)'e şöyle buyurmuştur;
'Sana uyan müminlere tevazu kanadını indir.' (Şuara;215)
Tevazu kibrin karşılığıdır. Bakınız! Allahu Zülcelal Hz. Peygamber (a.s.v)'e kibirli olmayıp tevazulu olmasını emretmiştir. Bizim de bu şekilde kendimize çeki düzen vermemiz lazımdır.
Manevi hastalıkların büyüklerinden olan kibirden uzak durmak Allahu Zülcelal'den yardım ve kuvvet istemek lazımdır. Kibri bir kenara atarak salih amellere yönelmek bizim için en büyük kurtuluş yoludur.
3- UCB
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıkların büyüklerinden birisi de ucb (kendini beğenme) dur. Bir insan kendisinde bulunan ucb hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir. Çünkü kalbde bulunan ucb, aynı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını taat ve ibadetini mahveder. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Başka hiçbir günah işlemeseniz bile, ucb yapmanız sizin için yeterli bir günahtır.' (İbn-u Hibban, Bezzar)
Ucb öyle bir hastalıktır ki, insanın üzerinden Allahu Zülcelal'in tevfikini kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar. Yememiz, içmemiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca herşeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. Onun karşısında herkes fakir ve güçsüz durumdadır. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir şeydir.
Ayrıca ucb riya yapmaya da yol açar. Çünkü amelini beğenen bir kimse, onu başkalarına da gösterip onların hayranlığını kazanmak ister. Onun için herkes kendi amelini kusurlu görmesi lazımdır.
Ucb sahibi olan kimse, Allahu Zülcelal'in kendisi hakkındaki tevfik ve inayetini kendi şahsi hüneri zanneder ve bu sebeble, O'na hamd ve şükretmek yerine, kendi kendini övmeye ve göstermeye çalışır. Bir misal vermek gerekirse, Allahu Zülcelal imtihan için Karun'a çok miktarda mal vermişti kendisi ise bu olayı; 'Bu mal benim ilim ve hünerimin sonucudur.' (Kasas;78) diyerek değerlendirmiştir. 'Fakat onun bu nankörlük, kibri ve ucbu üzerine Allah kendisini malıyla birlikte yerin dibine geçirdiği zaman, onun ilim ve hüneri ortalıkta görünmemiş ve onu kurtarmamıştır.' (Kasas;81)
Şabi (rh.a) şöyle anlatmıştır;
Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Bunu gören günahkar ve fasık bir kişi; 'Ben bu adamın yanına gideyim, belki Allah onun hürmetine beni affeder.' dedi. O, üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp; 'Bu günahkar ve fasık adam nasıl beni gölgelendiren bulutun altında yürüyebilir?' dedi. Ayrıldıkları zaman bulut o kimseyi terkederek o fasık adamla beraber gitti.
Ucbun en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık bir helaktır.
Meşruk (rh.a) demiştir ki;
'Bir kula ilim olarak; Allahu Teala'dan korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucba kapılması yeter.'Şeytanın insanlara karşı oyunları çoktur. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Şeytan, Bayezid-i Bestami (k.s)'nin yanına gelmiş ve yirmi yıl onun yanında kalmıştır. Onu yoldan çıkarmak için çok çaba göstermiştir. Sonunda onu yoldan çıkarmaya bir çare bulamadığından dolayı onun yanında ayrılmak istemiş ve ayrılırken; “Beni tanıdın mı?' diye sormuş. Bayezid-i Betami (k.s) ona; 'Seni şimdi seğil ilk geldiğin günden bu yana tanıdım.' demiş. Şeytan ona; 'Ben elimden geleni yaptım, seni yoldan çıkaramadım. Allah senden razıdır. O seni çok seviyor ve seni çok muhafaza ediyor. Senin gibisi yeryüzünde bulunmaz.' demiş. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami (k.s); 'Sen son olarak beni ucba kaptırarak helak mı etmek istiyorsun?' diyerek şeytanı uzaklaştırmıştır.
Bakınız, şeytan onu methetmek suretiyle ucba sürüklemek ve onu yoldan çıkarmak istedi. Daha önce de buna benzer çok hileler yapmış ve onu kandırmaya gücü yetmemişti. İşte insan şeytanın oyunlarına kanmamalı, çok dikkatli olmalıdır.
Bir gün Hz. İsa (a.s)'ya;
'Ey Ruhullah! Nasılsın?' diye sormuşlar. Hz. İsa (a.s) bu soruya karşılık şöyle bir cevap vermiştir;
'Ben öyle biliyorum ki; yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil, sıhhatim benim elimde değil, açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Böyle olan bir kimseden yeryüzünde daha fakir biri var mıdır?'
İşte her insanın hali aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. O'nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir davranıştır.
Ucbdan kurtulmak isteyen kimse şu dört şeyi yapmalıdır;
1-) Başarıyı Allahu Zülcelal'den bilmelidir. Çünkü bir kimse başarıyı Allah'tan bilirse, O'na şükreder ve ucba düşmez.
2-) Allahu Zülcelal'in kendisine ikram ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allahu Zülcelal'in nimetlerini görürse, O'na şükreder, amelini az görür ve ucba kapılmaz.
3-) Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucba kapılmaz.
4-) Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, Günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucba kapılmaz.
Zaten böyle bir idrakte olan bir kimse, nasıl ucba kapılabilir ki? Hiç kimse kıyamet gününde amel defterinde neler çıkacağını bilmez. Bir kimsenin ucbu ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.
Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s) şöyle buyurmuştur;
'İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile ucblansa, o ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucblansa, dilini çeviren kimdir? Malı ile ucblansa o malı ona kim verdi? Gerçekten ucblanmak çok büyük akıl eksikliğidir.'
Hakikaten Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s)'nin bu sözleri bizim için çok büyük bir derstir.
İnsan, ucbun ne kadar zararlı olduğunu, manevi hayatını alt üst ettiğini bildikten sonra kendisini bundan muhafaza etmesi lazımdır. İnsan ibadetleri eksik görmelidir ki onunla ucblanmasın! İnsan yaptığı her amelde kendisini taksirat sahibi olarak görürse o kimse ucba kapılmaz. Onun için herkes kendisine dikkat etmelidir. Biz kendimizi herkesten daha aşağı görelim. Olabilir ki kötü olarak tanıdığımız bir insan bir gün Allahu Zülcelal'e yönelebilir. Bizde onun yerine kötü olabiliriz. Onun için herkes kendisini alçak görmesi lazımdır.
...
Kalbi huzurunu bozan manevi hastalıklardan birisi de kibirdir. Kibir insanın kendisi başkalarından büyük olduğunu zannetmesi, tekebbür ise, bu düşünceyi hareketleri ile ortaya koymasıdır. Halbuki büyük olduğunu iddia etmek ancak Allahu Zülcelal'e layıktır. Mahlukattan kim bunu iddia ederse o yalancıdır. Kibirli olan insanın durumu çok tehlikelidir. Nitekim Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
'Kibirlenen ve büyüklenenlerin, Allah kalblerini mühürlemiştir.' (Mü'min;35)
Kibir sahipleri tefekkür etmekten ve ibret almaktan mahrumdurlar. Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki, kim kendisini başkasından üstün görürse, bu cehaleti sebebiyle bütün amellerini mahvetmiş olur. (Bundan Allah'a sığınırız.)
Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse cennete giremez.' (Beyhaki)
Hz. Peygamber (a.s.v) başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Yaratılmış bir kul iken, kibirlenip yaratıcısını unutan insan ne kötü insandır. Ölümlü iken kendisini ebedi sanan kimse ne kötü kimsedir. Dünya da yolcu iken, nereden geldiğini ve nereye gideceğini unutan kul ne kötü kuldur.'(Tirmizi)
Hz. Ebu Bekir (r.a) şöyle demiştir;
'Bir müslüman bir müslümanı küçük görmesin. Çünkü en küçük bir müslüman bile Allah yanında büyüktür.'
Arif ibn-i Abdullah şöyle demiştir;
'Ey İnsan! Allahu Teala kibri ve kibirle yürüyenleri sevmez. Eğer sen vücuduna hayranlık duyuyorsan bil ki, vücudunun evveli bir damla su, onun sonu necis bir leş, şimdiki hali de pislikler tulumu olmaktır.'
Kendilerini diğer insanlardan üstün görenler, vaktiyle şeytanın yapmış olduğu hatayı tekrarlamış olurlar. Malum olduğu üzere, Allahu Zülcelal Adem (a.s)' yaratıp ona secde edilmesini emrettiği zaman, şeytan kibirlenmiş ve; 'Nasıl olur? Ben ondan üstünüm. Beni ateşten, onu topraktan yarattın' demiştir. Allahu Zülcelal'ın buna verdiği cevap ise çok sert olmuştur;
'Gökten in, sen artık kovuldun! Ve kıyamet gününe kadar da üstünde lanetim olacaktır. (Sad;76-78)
Bir müslümanın yapması gereken şey; müslüman kardeşlerini Allah için sevmek, imanları için takdir etmek, ibadetleri için hürmet etmek, kendi şahsı için tanımadığı kolaylığı onlar için tanımak, kendisi için beslemediği ümidi onlar için beslemektir. Fakat kibir sahibi olan insan bunların aksini yapar. O kendi şahsını yükseltirken din kardeşlerini alçaltır. Kendi ibadetlerini yeterli bulurken onların ibadetini az bulur, kendi fikir ve görüşlerinin doğru olduğuna inanırken, onların fikir ve görüşlerinin yanlış olduğunu düşünür. Kendisini kurtuluş ehli sayarken onların cehalet ve felaket içinde olduklarını söyler. Kibir sahibi insan bu kadar insafsız davranınca, Allahu Zülcelal ona kızar ve çoğu zaman ahiret cezasından evvel kendisine bu dünyada ceza verir. İbret alınması için de bazen kendisinin tahkir ettiği müslümanları onun yerine, kendisini de onların yerine getirir.
Rivayet edildiğine göre, israiloğullarından bir abid secde halinde iken, bir sefih gelip ayağını onun boynuna bastırır. Abid; 'Bana bunu nasıl yapabilir? tarzında bir düşünceyle kibre kapılır ve adama; 'Allah'a yemin ederim, O seni affetmeyecektir.' Der. Allahu Teala o dönemin peygamberine; 'Bu Abid kendisini ne sanıyor ki, benim adıma konuşuyor? Ben onu da bu küstahlığından dolayı affetmeyeceğim.' diye vahy eder.
Kibirli insan kendisinden üstün olan kimselere kızgın, kendi seviyesinde olanlardan da rahatsızdır. Bunları sevmez ve iyi işler yapmalarına da sevinmez. Bunların yok olması ve hezimete uğrayıp ortadan çekilmesi onun en büyük arzu ve temennisidir.
Şu hayret edilecek bir durumdur ki, bazı kimseler mümin, hatta alim ve abid olduklarını söylerler ve Hz. Peygamber (a.s.v)'in; 'Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse cennete giremez.' Dediğini bildikleri halde kibirden vazgeçmezler. Bu kimseler bilmelidirler ki, kalblerinde kibrin zerresini taşıdıkları takdir de, Allahu Zülcelal'in yanında zerre kadar kıymet ve üstünlükleri olmaz. Çünkü O'nun yanındaki üstünlük ancak tevazu ile kazanılabilir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Kim üstünlük taslarsa, Allah onu (kendi yanında) alçaltır ve kim tevazu gösterirse, Allah onu (kendi yanında) yükseltir.'
Yakalarını bütünüyle şeytana kaptırmış olanlar, utanmaları ve ağlamaları gereken zulüm ve günahlarıyla da kibirlenir. Bunları bile kendileri için üstünlük ve hüner sayarlar.
Bütün bunlara bakarak, herkese düşen görev, kendi akıbeti için nefsini ıslah etmek ve kalbini Allahu Zülcelal'e karşı düzeltmekle meşgul olmaktır. Kendisi tehlikede olduğu halde, başkasına acıyan kimse büyük bir yalancıdır.
Netice olarak Burada anlatmış olduğumuz kibir çok tehlikeli bir hastalıktır. Bunun bir an önce tedavi edilmesi gerekir. Çünkü kalbin bu gibi manevi hastalıklardan temizlenmesi, baki olan ahiret saadetinin kazanılması demektir. Kibir çok tehlikeli manevi bir hastalık olduğu için, onun verdiği zararı çok iyi anlamak ve bilmek lazımdır. Bilindiği gibi şeytan kibri dolayısıyla şeytan olmuştur. Bizim için en büyük ibret budur. İnsan bir su damlasından meydana gelmiş ve sonu da bir leş olmaktır. Bu ikisinin arasında kibirlenmek akılsızlıktan başka bir şey değildir.
Allahu Zülcelal bir ayet-i kerime de Hz. Peygamber (a.s.v)'e şöyle buyurmuştur;
'Sana uyan müminlere tevazu kanadını indir.' (Şuara;215)
Tevazu kibrin karşılığıdır. Bakınız! Allahu Zülcelal Hz. Peygamber (a.s.v)'e kibirli olmayıp tevazulu olmasını emretmiştir. Bizim de bu şekilde kendimize çeki düzen vermemiz lazımdır.
Manevi hastalıkların büyüklerinden olan kibirden uzak durmak Allahu Zülcelal'den yardım ve kuvvet istemek lazımdır. Kibri bir kenara atarak salih amellere yönelmek bizim için en büyük kurtuluş yoludur.
3- UCB
Kalbin huzurunu bozan manevi hastalıkların büyüklerinden birisi de ucb (kendini beğenme) dur. Bir insan kendisinde bulunan ucb hastalığından habersiz ise, ne kadar taat ve ibadet, hayır ve hasenat yaparsa yapsın kendisini zengin zanneden, büyük bir fakirdir. Çünkü kalbde bulunan ucb, aynı ateşin odunları yakıp kül ettiği gibi, hayır ve hasenatını taat ve ibadetini mahveder. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
'Başka hiçbir günah işlemeseniz bile, ucb yapmanız sizin için yeterli bir günahtır.' (İbn-u Hibban, Bezzar)
Ucb öyle bir hastalıktır ki, insanın üzerinden Allahu Zülcelal'in tevfikini kaldırır ve her ameline şeytanı ortak yapar. Yememiz, içmemiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca herşeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. Onun karşısında herkes fakir ve güçsüz durumdadır. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir şeydir.
Ayrıca ucb riya yapmaya da yol açar. Çünkü amelini beğenen bir kimse, onu başkalarına da gösterip onların hayranlığını kazanmak ister. Onun için herkes kendi amelini kusurlu görmesi lazımdır.
Ucb sahibi olan kimse, Allahu Zülcelal'in kendisi hakkındaki tevfik ve inayetini kendi şahsi hüneri zanneder ve bu sebeble, O'na hamd ve şükretmek yerine, kendi kendini övmeye ve göstermeye çalışır. Bir misal vermek gerekirse, Allahu Zülcelal imtihan için Karun'a çok miktarda mal vermişti kendisi ise bu olayı; 'Bu mal benim ilim ve hünerimin sonucudur.' (Kasas;78) diyerek değerlendirmiştir. 'Fakat onun bu nankörlük, kibri ve ucbu üzerine Allah kendisini malıyla birlikte yerin dibine geçirdiği zaman, onun ilim ve hüneri ortalıkta görünmemiş ve onu kurtarmamıştır.' (Kasas;81)
Şabi (rh.a) şöyle anlatmıştır;
Bir kişi vardı. Yürüdüğü zaman, daima bir bulut ona gölge yapardı. Bunu gören günahkar ve fasık bir kişi; 'Ben bu adamın yanına gideyim, belki Allah onun hürmetine beni affeder.' dedi. O, üzerinde bulut bulunan kişi, yanına gelen bu adamı küçük görüp; 'Bu günahkar ve fasık adam nasıl beni gölgelendiren bulutun altında yürüyebilir?' dedi. Ayrıldıkları zaman bulut o kimseyi terkederek o fasık adamla beraber gitti.
Ucbun en tehlikeli afetlerinden biri de, insan kendisinin kurtuluşa erdiğini ve hayır yapmaya ihtiyacı kalmadığını sanarak hayır yolunda çalışmaktan geri durmasıdır. Bu da apaçık bir helaktır.
Meşruk (rh.a) demiştir ki;
'Bir kula ilim olarak; Allahu Teala'dan korkması yeter. Cehalet olarakta amelini beğenip ucba kapılması yeter.'Şeytanın insanlara karşı oyunları çoktur. Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Şeytan, Bayezid-i Bestami (k.s)'nin yanına gelmiş ve yirmi yıl onun yanında kalmıştır. Onu yoldan çıkarmak için çok çaba göstermiştir. Sonunda onu yoldan çıkarmaya bir çare bulamadığından dolayı onun yanında ayrılmak istemiş ve ayrılırken; “Beni tanıdın mı?' diye sormuş. Bayezid-i Betami (k.s) ona; 'Seni şimdi seğil ilk geldiğin günden bu yana tanıdım.' demiş. Şeytan ona; 'Ben elimden geleni yaptım, seni yoldan çıkaramadım. Allah senden razıdır. O seni çok seviyor ve seni çok muhafaza ediyor. Senin gibisi yeryüzünde bulunmaz.' demiş. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami (k.s); 'Sen son olarak beni ucba kaptırarak helak mı etmek istiyorsun?' diyerek şeytanı uzaklaştırmıştır.
Bakınız, şeytan onu methetmek suretiyle ucba sürüklemek ve onu yoldan çıkarmak istedi. Daha önce de buna benzer çok hileler yapmış ve onu kandırmaya gücü yetmemişti. İşte insan şeytanın oyunlarına kanmamalı, çok dikkatli olmalıdır.
Bir gün Hz. İsa (a.s)'ya;
'Ey Ruhullah! Nasılsın?' diye sormuşlar. Hz. İsa (a.s) bu soruya karşılık şöyle bir cevap vermiştir;
'Ben öyle biliyorum ki; yeryüzünde benden daha fakir kimse yoktur. Benim ruhum benim elimde değil, sıhhatim benim elimde değil, açlığım ve susuzluğum benim elimde değil, yani bütün her şeyim başka bir zatın elindedir. Böyle olan bir kimseden yeryüzünde daha fakir biri var mıdır?'
İşte her insanın hali aynen böyledir. Yememiz, içmemiz, kuvvetimiz, hastalığımız, ölümümüz, kısaca her şeyimiz Allahu Zülcelal'in elindedir. O'nun karşısında fakir ve güçsüz durumdayız. Hal böyleyken ucblanmak çok yanlış bir davranıştır.
Ucbdan kurtulmak isteyen kimse şu dört şeyi yapmalıdır;
1-) Başarıyı Allahu Zülcelal'den bilmelidir. Çünkü bir kimse başarıyı Allah'tan bilirse, O'na şükreder ve ucba düşmez.
2-) Allahu Zülcelal'in kendisine ikram ettiği nimetlere bakmalıdır. Bir kimse Allahu Zülcelal'in nimetlerini görürse, O'na şükreder, amelini az görür ve ucba kapılmaz.
3-) Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp, hesabını buna göre yapmalıdır. Bir kimse, amelinin kabul olmama ihtimalini düşünüp korktuğu sürece ucba kapılmaz.
4-) Daha önce işlediği günahları düşünmelidir. Bir kimse, Günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucba kapılmaz.
Zaten böyle bir idrakte olan bir kimse, nasıl ucba kapılabilir ki? Hiç kimse kıyamet gününde amel defterinde neler çıkacağını bilmez. Bir kimsenin ucbu ve sevinci ancak kıyamet gününde amel defterini okuduktan sonra olacaktır.
Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s) şöyle buyurmuştur;
'İnsan neyi ile ucublanabilir ki? İlmi ile ucblansa, o ilmi kendisine kim verdi? Konuşması ile ucblansa, dilini çeviren kimdir? Malı ile ucblansa o malı ona kim verdi? Gerçekten ucblanmak çok büyük akıl eksikliğidir.'
Hakikaten Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s)'nin bu sözleri bizim için çok büyük bir derstir.
İnsan, ucbun ne kadar zararlı olduğunu, manevi hayatını alt üst ettiğini bildikten sonra kendisini bundan muhafaza etmesi lazımdır. İnsan ibadetleri eksik görmelidir ki onunla ucblanmasın! İnsan yaptığı her amelde kendisini taksirat sahibi olarak görürse o kimse ucba kapılmaz. Onun için herkes kendisine dikkat etmelidir. Biz kendimizi herkesten daha aşağı görelim. Olabilir ki kötü olarak tanıdığımız bir insan bir gün Allahu Zülcelal'e yönelebilir. Bizde onun yerine kötü olabiliriz. Onun için herkes kendisini alçak görmesi lazımdır.
...